İran'da "kız öğrencilerin zehirlenmesi" endişe yaratıyor

Geçen ay Kum'da bir okulda zehirlenen kız çocukları hastanede tedavi görüyor (IRNA)
Geçen ay Kum'da bir okulda zehirlenen kız çocukları hastanede tedavi görüyor (IRNA)
TT

İran'da "kız öğrencilerin zehirlenmesi" endişe yaratıyor

Geçen ay Kum'da bir okulda zehirlenen kız çocukları hastanede tedavi görüyor (IRNA)
Geçen ay Kum'da bir okulda zehirlenen kız çocukları hastanede tedavi görüyor (IRNA)

Bir araştırmacı muhabir İran’daki bazı kız okullarında 830 öğrencinin zehirlendiğini ortaya çıkardı. İran Parlamentosu ve İstihbarat Bakanlığı geçtiğimiz salı günü kız öğrencilerin zehirlenmesiyle ilgili acil bir toplantı yaptı. İran Sağlık Bakanı Behram Aynullahi, muhafazakâr Kum kentinde bir dizi okulda ortaya çıkan olayın kaynağını belirtmedi ancak zehirlenmenin "hafif" olduğunu söyledi. Zehirlenme olayları Tahran ve diğer şehirlere de yayıldı.
İran'daki protesto haberlerini yakından takip eden "1500 Fotoğraf" gözlemevinin twitter hesabı üzerinden dün (Salı) yayınlanan bir videoda, zehirlenme vakalarının ardından birçok kız lisesinin önünde onlarca ambulansın durduğu görülüyor. Gözlemevi "Bugün Tahran'daki Hayyam Pardis Lisesi'nde onlarca kız öğrenciye virüs bulaştı. Bilincini kaybeden çok sayıda kişi hastaneye kaldırıldı." açıklamasında bulundu.  
Devrim Muhafızları'na bağlı Tasnim haber ajansına göre Tahran Eyaletine bağlı Pardis'teki Hayyam Kız Okulu'nda bulunan 35 öğrenci hastaneye kaldırıldı. AFP’nin haberine göre ise henüz bilinmeyen bir gazı teneffüs ettikten sonra zehirlenen bu kız öğrencilerin hiçbiri endişe edilecek durumda değil.
Kasım ayının sonundan bu yana yerel basın, Kum'daki orta okullarda, yaklaşık on yaşlarındaki yüzlerce kız çocuğunda solunum yolu zehirlenmesi vakalarını bildirdi. Bu çocuklardan bir kısmı kısa süreliğine hastaneye kaldırıldı. Resmi IRNA haber ajansına göre 14 Şubat'ta bölge sakinleri yetkililerden "açıklama talep etmek" için belediye meclisi önünde toplandı.
Bu olay İran’da Mahsa Amini protestolarının yaşandığı bir zamanda meydana geldi. Tahran'ın 150 km güneyinde, ülkedeki militanların ve Şii dini okullarının kalesi olan Kum, benzeri görülmemiş protestolara sahne oldu. Göstericiler, iktidardaki düzenin devrilmesi ve din adamlarının iktidarı bırakması yönünde sloganlar atarken. bazı kadınlar da başörtülerini çıkardılar.
İran Sağlık Bakanı Behram Aynullahi’nin salı günü yaptığı açıklamaya göre, soruşturmanın sonuçları çok hafif bir zehir kız öğrenciler arasında hafif zehirlenmelere neden oldu ve asla herhangi bir yan etkiye neden olmadı. Aynullahi, “Zehrin kaynağını araştırmak Sağlık Bakanlığı'nın yetkisinde değil. Olayın kasıtlı olup olmadığı konusunda açıklama yapmaktan sorumlu değiliz. Zehirlenme kas zayıflığı, uyuşukluk ve saatlerce mide bulantısına neden oldu.” dedi.
İran Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Cafer Muntazari ise gazetecilere şunları söyledi: "Güvenlik ve sağlık önlemlerine ve birçok incelemeye rağmen, öğrencilerin zehirlendiğine dair hala net kanıtlarımız yok. Bazı ihtimaller var. İhtimal varken, kesin bir görüş bildiremiyoruz. Bunun yerine, kazanın kasıtlı mı kasıtsız mı olduğunu öğrenmek için toksikoloji araştırmasının nihai bir sonuca ulaşmasını bekliyoruz.”
Devrim Muhafızları'na bağlı Fars Ajansı ise kızların zehirlenmesinin Mahsa Amini örneğinde olduğu gibi "büyük bir güvenlik kıvılcımına" dönüşeceği uyarısında bulundu. Ajans güvenlik ve istihbarat servislerinin, zehirlenmenin sorumlularını veya nedenlerini belirlemek için mümkün olan en kısa sürede harekete geçmesi gerektiğini kaydetti.
AFP’nin resmi IRNA haber ajansına dayandırdığı habere göre pazar günü İran Sağlık Bakan Yardımcısı Yunus Panahi, sağlık ve istihbarat bakanlıkları arasında yürütülen ortak bir soruşturmanın sonuçlanmasının ardından "Kum’daki öğrencilerin zehirlenmesinin kasıtlı olduğunu" zımnen ifade etti.
Panahi, "Bazı kişilerin başta kız okulları olmak üzere tüm okulları kapatmak istediği ortaya çıktı" dedi. Panahi, zehirlenmenin mevcut kimyasal bileşiklerden kaynaklandığını söyledi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre olayla ilgili herhangi bir tutuklama açıklaması yapılmadı.   
İran Meclis Eğitim Komisyonu Başkanı Temsilci Ali Rıza Munadi ise, "Kirli irade ve düşünce, ülkedeki kız çocuklarının eğitim görmesini engellemek istiyor. Kullanılan zehir çok tehlikeli bir savaş zehri değil." değerlendirmesinde bulundu.
Kum Ruhban Okulu öğretim üyesi Fazıl Mübidi, Şark gazetesine yaptığı açıklamada, "kızların okumasını engelleme" tezini gündeme getirildi. "Hazare Gras-Binyılcılık" olarak bilinen "anti-modern dini" bir grup, kızların zehirlenmesi olayına karışıyor. Bu grup, kızların okumaması gerektiğine veya en azından ilkokul üçüncü sınıfta (dokuz yaşında) okumayı bırakması gerektiğine inanıyor.
Hükümet Sözcüsü Ali Bahadıri Cehremi, 13 Şubat'ta zehirlenmenin kaynağını ortaya çıkarmak için "istihbarat ve eğitim bakanlıklarının iş birliği yaptığını" duyurdu.
Fars haber ajansının pazartesi günkü haberinde "Okullarda seri zehirlenmelerin başlamasından bu yana üç ay geçmesine ve güvenlik servislerinin müdahalesine rağmen, sorumlu kurumlar öğrencilerin zehirlenmesine dair net bir kanıt açıklamadı. Zehirlenmelerin nedeni henüz netlik kazanmadı." ifadeleri yer aldı. Haberde, "söylenti ortamının" yayılmasına ve "çeşitli akımlar tarafından olayın istismar edilmesine" karşı uyarıda bulunuldu ve yerel medya, İranlı yetkililerin tutumlarını tersine çevirerek konuyu gündeme getirmekle eleştirildi.
Kız çocuklarının zehirlenmesi olgusunun Tahran ve diğer şehirlere yayılmasıyla birlikte İran internet siteleri dün (Salı) meclis soruşturma komisyonu bünyesinde, Sağlık ve Eğitim Bakanları ve İstihbarat Bakanlığı temsilcisinin katılımıyla bir toplantı yapıldığını duyurdu.
"Khane Melt" internet sitesinin aktardığına göre İran Meclisi Sözcüsü Abdulali Rahimi Muzafferi, en az 10 ila 15 şehrin okullarında zehirlenme vakalarının görüldüğünü bildirdi. Parlamentoyu olayla ilgili ciddi bir soruşturma yürütmeye çağıran Muzafferi, daha sonra düzeltme yaparak “10 ila 15 şehir değil okul” dedi.
İran'ın "İtimad" gazetesi bu haftanın başlarında dört şehirde en az 14 okulun hedef alındığını bildirdi. Gazeteye göre Kum ve Tahran'a ek olarak kuzeybatıdaki Erdebil ve ülkenin merkezindeki Burucerd kentlerinde de zehirlenme vakaları yaşandı. Yetkililer 200'den fazla kız öğrenciyi tedavi görmeleri için hastanelere sevk etti.
BBC Farsça kanalı dün (Salı) yaptığı bir haberde, BBC tarafından 26 Şubat sonuna kadar yürütülen bir araştırmanın, İran kız okullarında en az 830 kişinin zehirlenme vakasına yakalandığını ortaya koyduğunu belirtti. Habere göre, bunlardan 650’si kız öğrenci.
Devrim Muhafızları Komutanının Danışmanı Hüseyin Taib, "Kum'da tüm güvenlik servislerinin aktif olduğunu, ancak konuşurlarsa ulaştıkları bilgilerin bir kısmının kaybolacağını" belirtti. Besiç Öğrenci Hareketi'ne bağlı ajansa konuşan Taib, “Hibrit savaşta düşmanların stratejisinden biri güvenlik, diğeri ekonomiktir. Kızların zehirlenmesi olayı yerel para biriminin (riyal) yabancı para birimlerine, özellikle de dolara karşı yeni rekor düşüş dalgası yaşaması ile ilgili. ABD ekonomik istikrarsızlaştırma peşinde. İran’a karşı kur savaşı yürütüyor. Hükümet ve merkez bankası müdahale etmeliydi ama biraz geç kaldılar” dedi.
Muhalefet aktivisti ve gazeteci Mesih Ali Nejad, İranlı yetkilileri "biyolojik terörizm" uygulamakla ve İran'da "kız öğrencilere kimyasal saldırı" başlatmakla suçladı. Ali Nejad, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı: "İran'da zorunlu başörtüsü protestosu ve rejime karşı ayaklanmanın ardından, yüzlerce İranlı kız öğrenci protesto yapamamaları için zehirleniyor. İran bakan yardımcısı da bunu itiraf ediyor."



Hizbullah'ın ekosistemini yok etmek

Görsel: Aliaa Aboukhaddour
Görsel: Aliaa Aboukhaddour
TT

Hizbullah'ın ekosistemini yok etmek

Görsel: Aliaa Aboukhaddour
Görsel: Aliaa Aboukhaddour

Husam İtani

Demografik yapının siyasi olduğu Lübnan'da 1,2 milyondan fazla insanın yer değiştirmesi, etkileri uzun sürmeyecek bir olaydır. Daha önceki deneyimler, İsrail’in 1970'li yılların başlarında saldırılarına başlamasından bu yana devam eden yerinden edilme ve göç dalgalarının Lübnan'ın istikrarsızlaşmasına ve ardından iç savaşın patlak vermesine katkıda bulunduğunu ve bunun sonuçlarının iç savaşın sona ermesinden sonra yeniden inşa projesini engellediğine işaret ediyor.

İsrail'in geçtiğimiz eylül ayının ortalarında binlerce Hizbullah üyesinin çağrı cihazlarını patlatarak ilk darbeyi indirdiği mevcut savaşın başlamasından bu yana Hizbullah'ın kontrolündeki bölgelerde yaşayan çok sayıda insan buraları terk etmeye ve Lübnan içinde ve dışında başka sığınaklar aramaya başladı. Hizbullah'ın 8 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi'yle dayanışma amacıyla başlattığı ‘destek savaşı’ ve bölgeyi bir dizi dramatik değişime sürükleyen Hamas Hareketi’nin düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından güney Lübnan'ın dış köylerindeki kasabalarını terk eden yaklaşık 100 bin kişiye katıldılar.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) verilerine göre 15 Ekim'de 1,2 milyona ulaşan yerinden edilmiş insan sayısı giderek artıyor. Bu sayıya on yılı aşkın bir süredir Lübnan'da yaşayan yaklaşık 1 milyon Suriyeli mülteci ve aynı şekilde Filistinli mültecilerin de eklenmesi durumu daha da trajik hale getiriyor.

Lübnan’ın küçük bir yüzölçümüne sahip olması, kalabalık nüfusu ve kaynakların kıtlığı nedeniyle yaşanan demografik değişimlere, mezhepsel gerilimlerin tırmanması ve bunların silahlı çatışmalara dönüşme riski eşlik ediyor. Beş yıldır kamusal ve özel yaşamın tüm yönlerini etkileyen tam bir ekonomik çöküş yaşayan bir ülkenin, son mülteci dalgası büyüklüğünde yeni bir felaketle başa çıkması hiç kolay değil.

Bir yılı aşkın süredir artan mültecilere, daha önce ülkelerindeki savaştan kaçıp Lübnan’a sığınan Suriyeliler ve 1948 yılında İsrail tarafından topraklarından sürülen Filistinliler de dahil.

Çok sayıda Lübnanlının farklı mezheplerin çoğunlukta olduğu bölgelere yerleştirilmesinin, yerinden edilenler arasında geniş bir desteğe sahip olan Hizbullah'ın geçmiş yıllarda körüklediği kin ve nefret göz önüne alındığında bunun kolay bir iş olmadığı vurgulanmalı. Hizbullah ile İsrail arasında 2006 yılında yaşanan savaştan sonra tırmanan olayların detaylarına girmeden, Hizbullah'ın kontrolünün genişlemesinden ve etkisinden etkilendiklerini düşünen mezheplerin en katı isimleri, bir önceki savaşta olduğu gibi yeniden yerlerinden edilmeleri halinde güneylilerin kendi aralarında ikamet etmelerine izin vermeyeceklerini sık sık dile getirdiler. Lübnanlıların çoğu, İsrail ile yeni bir savaşın Hizbullah'ın güneydeki silahlı varlığı nedeniyle kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Bununla ilgili herkesçe bilinen sebepler, son yıllarda ‘meydanların birliği’ argümanıyla daha da güçlendi.

Neyse ki bu tehditler gerçekleşmedi ve yerinden edilen kişiler sığındıkları bölgelerin çoğunda kalacakları yerler buldular. Yine de bu, bazı sorunların, çatışmaların ve olayların yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Ancak olayların sayısı, eski hesaplaşmalar çerçevesinde Şiilere kapıları kapatılacağına dair tehditlerden daha azdı.

Lübnan'da geçmişteki göç dalgalarına dönecek olursak örneğin, başkent Beyrut'un güney banliyösünün 1970'li yıllarda Lübnan solundan Emel Hareketi ve Hizbullah'a kadar Şiilerin ittifak kurduğu siyasi güçlerin kalesi haline gelmesinin iç savaş olmadan gerçekleşemeyeceğini söyleyebiliriz. İç savaş aynı zamanda başkentin ‘sefalet kuşağı’ olarak adlandırılan doğu ve kuzey banliyölerinde yaşayanları güney banliyölerine göç etmeye zorladı. İsrail'in Lübnan’ın güney köylerine yönelik saldırılarının artması ve Bekaa Vadisi bölgesinde iş imkanlarının olmaması üzerine iş ve konut arayışıyla bu kuşağa geldiler. Bu iki Şii bölgesi, silahlı Filistinli grupların 1960'lı yılların sonlarından itibaren güneye gelmeye başlamasından önce ‘mahrumiyet bölgesi’ olarak tanımlanan ve resmi makamlarca ihmale uğrayan bölgelerdi.

xsdfrgt
İsrail'in Beyrut'un güney banliyösüne düzenlediği saldırıda hasar gören bir bina, 7 Kasım 2024 (Reuters)

Örneğin, 1983 yılındaki Harbu’l-Cebel (Dağ Savaşı) sırasında Hıristiyanların yerlerinden edilmesi doğu bölgelerindeki siyasi tabloyu değiştirmiş ve Hıristiyanların büyük bir kısmının dağdan sürülmelerinden ve (Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) tarafından askeri yenilgiye uğratılmalarından kendilerini sorumlu tutmalarına rağmen (Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi (LK) saflarını güçlendirdi.

Bu iki olay, iç savaş sırasında meydana gelen ve tüm bölgelerde bir tür mezhepsel temizlik oluşturan, daha zayıf mezheplerden sakinleri kendi mezheplerinin çoğunlukta olduğu yerlere taşınmaya zorlayan birçok olaydan sadece birkaçı. Herkes bu tür etnik temizliklerin yanında sosyal ve ekonomik değişimlerin ve etkileşimlerin bir sonucu olarak siyasi temsil düzeyinde derin etkileri olacağını bilir. Bugün herkesin gözü önünde toplumsal ve demografik mühendislik gerçekleşiyor. Bunun sonuçlarının Lübnanlı siyasi güçler arasında daha fazla mezhepsel gerilim ve kargaşa olacağı aşikar.

Bir yılı aşkın bir süredir artan mülteci sayısına daha önce ülkelerindeki savaştan kaçıp Lübnan'a sığınan Suriyeliler ve 1948 yılında İsrail tarafından topraklarından sürülen Filistinliler de dahil. Lübnan’da nüfusun çoğunluğunu Şiilerin oluştursa da Hıristiyanlar ve Sünniler de bulunuyor. Yerinden edilmenin zorluğunu ve acımasızlığını en fazla hisseden Şiiler aynı zamanda İsrail'in bu savaştaki birincil hedefi olan Hizbullah'ı da kucaklayan kesim.

İsrail'in bu denli yoğun bir tempoda saldırıya geçmesi, Lübnan’ın zaten felç haldeki siyasi ortamında kaçınılmaz olarak büyük bir kaosa yol açtı.

Hizbullah’ın etrafında toplanan ‘destekleyici çevre’ Lübnan'ın dört bir yanında, Akkar'ın kuzeyine ve hatta Lübnan'ın ötesinde Suriye ve Irak'a gitmek zorunda kaldı. Dürzi ve Maruni mahallelerinde bulunan Ba’deran, el-Maasira ve İtu köylerinde olduğu gibi birçok yerde İsrail’in onların gittikleri yerlere de hava saldırıları düzenleyeceği korkusuyla kuşku ve şüpheyle karşılandılar. İçerideki bu şüpheci yaklaşımın yanında 2006 yılındakinin aksine yurt dışından yardım gelmemesi de Arap ülkelerinin yardıma ihtiyaç duyanlara sempatisinin derecesinde yaşanan değişime işaret etti. Hizbullah, Arap ülkeleriyle savaşlarına ve çatışmalarına o kadar daldı ki, 2000 yılında Lübnan'ın kurtuluşuna katkıda bulunan bir direniş hareketi olma özelliğini kaybetti ve birçoklarının uzun uzun anlattığı ve analiz ettiği gibi İran’ın bölgesel projesinin bir aracı haline geldi.

Bir yandan İsrail’in güneydeki banliyölere düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkım ve yeniden inşa için ya da 2006 yılında olduğu gibi mültecilere yıllık kira yardımı fonlarının olmaması, diğer yandan Litani Nehri'nin güneyindeki köylerin zorla boşaltılması ve İsrail'in bu kişilerin geri dönüşünü engellemeyi planlaması, başka mülteci dalgalarına da yol açacaktır. Hizbullah, 2006 yılında evlerinin yeniden inşasını bekleyen binlerce ailenin aylık kirasını ağırlıklı olarak Arap ülkeleri tarafından sağlanan fonlarla ödemiş, ayni ve gıda yardımları da kesintisiz devam etmişti.

defrgtyh
Görsel: Aliaa Aboukhaddour

Ancak mevcut savaşta tablo çok farklı. Dost ve kardeş ülkelerden gelen insani yardımlar yerlerinden edilenlere dağıtılsa da yerinden edilenlerin bir kısmı ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yardım alamadıklarını söylüyor.  Fakat ‘el-Vaat es-Sadık’ savaşında (2006 Lübnan Savaşı) yaşananların çok ötesine geçen yıkımın ardından yeniden inşadan söz edilmeye hala başlanamadı.

Mevcut savaş, bankacılık sektörünün çöktüğü ve siyasi sınıfın reform için hiçbir adım atamadığı 2019 yılından bu yana Lübnan'ın başına art arda gelen felaketlerden ayrı tutulamaz. Ardından 2020 yılının ağustos ayında Beyrut Limanı’nda büyük bir patlama meydana geldi. Patlamanın ardından ülke genelinde başlayan protesto gösterilerinde protestoculara ve patlamada ölenlerin yakınlarına karşı aldıkları katı önlemler alan yetkililer, Hizbullah'ın tehditlerine boyun eğip patlamayla ilgili soruşturmaları askıya aldılar ve doğrudan olaya karışanları serbest bıraktılar. Bu durum, kendisine sadık olamayan ve emirlerini yerine getirmeyen bir cumhurbaşkanının seçilmesini engelleyen Şii ikilisinin (Emel Hareketi ve Hizbullah) diktalarına boyun eğilmesine yol açtı.

Tüm bu karmakarışık olaylar arasında belki de en önemli gelişme, İsrail’in Hizbullah'ın nefes almasını, üyelerinin ve üst düzey liderlerinin hayatta kalmaktan ötesini düşünmesini engellemeyi ve askeri planlarını karıştırmayı amaçlayan bu yüksek tempodaki yoğun saldırılarıydı. Bu saldırılar, Lübnan’ın zaten felç haldeki siyasi ortamında kaçınılmaz olarak büyük bir kaosa sebep oldu. Ekonomik, maddi ve kentsel alanlardaki muazzam hasara ve İsrail'in sistematik yıkımının Nebatiye, Tire, Bint Cubeyl ve diğerleri gibi Şiilerin yoğun olduğu şehirlere odaklandığına dikkat çekilmeli. Bu durum Şii vatandaşları kalıcı bir yerinden edilme ve yeniden inşa edilse bile bu barbarca bombardımanlardan sonra özellikleri değişecek olan bölgeye kendilerini ait hissedememelerine neden olacaktır.

Hizbullah’ın bilinen muhalifleri ve düşmanları bir yana onunla yakın ilişkilere sahip olan (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) lideri Cibran Bassil gibi bir zamanlar kendilerini Hizbullah'ın müttefiki olarak görenlerin Hizbullah’tan uzaklaşıp onu katı bir şekilde eleştirmeleri kimseyi şaşırtmadı.

Şii nüfusun yoğun olduğu köylerdeki ve kasabalarındaki büyük yıkım, bazı öfkeli kişilerin diğer Lübnanlıları Şiileri ‘Birinci Cumhuriyet’ döneminde içinde bulundukları sefil koşullara geri döndürmeye çalışmakla suçlamalarına yol açtı.

ÖYH’nin tutumunun, Hizbullah'ın 2006 şubatında kendileriyle o meşhur anlaşmayı imzalamasından bu yana eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın taraftarlarına yaptığı iyilikler karşısında fırsatçılık ve nankörlük olup olmadığı tartışması bir kenara ÖYH'nin Hizbullah'a Hıristiyanların desteğini sağlaması karşılığında cumhurbaşkanı seçmelerini ve kamu fonlarının yağmalanmasında önemli bir ortak olmalarını sağlayan bu anlaşma, Lübnanlı siyasetçilerin düşünme ve hareket etme biçimlerini anlamamıza yardım ediyor. Lübnan siyasetinde ihanet, zayıflık anında terk etme ve arkadan bıçaklama, siyasi pratiğin meşru araçları olarak görülüyor.

frtbgynuj
İsrail'in Lübnan'ın doğusundaki Bekaa Vadisi'nde bulunan Baalbek bölgesini hedef alan hava saldırısında meydana gelen yıkımı inceleyen bir adam, 7 Kasım 2024 (AFP)

Öte yandan Şii İkilisi’ni destekleyen Şii kamuoyunun nasıl tepki vereceği henüz bilinmiyor. Hizbullah ve yakın çevresinin ilk tutumları, sadece İsrail'e değil diğer Lübnanlılara da meydan okuma içeriyor. Şii köylerinin ve kasabalarının büyük ölçüde tahrip edilmesi ve bunun sonucunda bu bölgelerdeki nüfusun büyük bir kısmının geçim kaynaklarını kaybetmesi, bazı öfkeli kişilerin diğer Lübnanlıları, Şiileri Lübnan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki ‘Birinci Cumhuriyet’ döneminde içinde bulundukları sefil koşullara geri döndürmeye çalışmakla ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın 27 Eylül'de öldürülmesinin ardından Şiilerin içinde bulunduğu zayıflıktan faydalanmakla suçlamalarına yol açtı.

İsrail, Hizbullah’ın ekosistemini hedef alarak sadece onu İsrail’in kuzeyindeki yerleşim birimlerine saldırmaktan uzak tutup burada ikamet eden İsraillilerin geri dönmelerini sağlamaya çalışmıyor, aynı zamanda Lübnan siyasi haritasını değiştirerek onu daha kırılgan hale getirip yeni tehlike kapıları açıyor ve kaosun daha da uzamasına katkıda bulunuyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.