Anksiyete kan testi ile teşhis edilebilir mi?

Anksiyetenin biyobelirteçleri zamanla değişir (Shutterstock)
Anksiyetenin biyobelirteçleri zamanla değişir (Shutterstock)
TT

Anksiyete kan testi ile teşhis edilebilir mi?

Anksiyetenin biyobelirteçleri zamanla değişir (Shutterstock)
Anksiyetenin biyobelirteçleri zamanla değişir (Shutterstock)

Indiana Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden araştırmacılar, kaygıyı teşhis etmek için bir kan testi geliştirmeyi başardılar. Test, bir kişinin kaygı geliştirme riskini, mevcut kaygısının şiddetini ve hangi hastalıkların en iyi şekilde tedavi edildiğini nesnel olarak belirlemelerine ve kaygıyı gidermelerine yardımcı olabilecek biyobelirteçleri kontrol ediyor. Salı günü Journal of Molecular Psychiatry'de yayınlanan bir çalışmada, araştırmacılar bu testin ayrıntılarını ve biyobelirteçlerini duyurdular. Söz konusu test şu anda Mind X Science şirketi aracılığıyla ve doktorlar tarafından daha büyük ölçekte kullanılmak üzere geliştiriliyor. Indiana Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü ve baş araştırmacı olan Alexander Niculescu, çalışmanın yayınlanmasıyla aynı zamana denk gelen ve üniversitenin web sitesinde yayınlanan bir raporda şunları söylüyor: “Pek çok insan, onları günlük yaşamlarına devam etmelerini engelleyebilen kaygılardan muzdarip ve bunun çözümü için sunulan mevcut yaklaşım, insanlarla nasıl hissettikleri hakkında konuşmayı ve onları ilaç kullanmaya yönlendirmeyi içeriyor ancak bazı ilaçlar bağımlılık yaratıp daha fazla sorun çıkarabiliyor. Biyobelirteçlere yönelik yaklaşımımızın, insanları iyi ve bağımlılık yapmayan bir seçenek olabilecek şekilde mevcut ilaçlarla eşleştirmede yardımcı olup olmayacağını bilmek istedik.”
Niculescu'nun önceki araştırmaları, ağrı, depresyon, bipolar bozukluk ve travma sonrası stres bozukluğu için kan testlerinin geliştirilmesine yol açtı ve bu son test, kaygı için de benzer yöntemler kullanıyor. Test, keşif, doğrulama ve test olmak üzere üç bağımsız grubu içeriyor ve katılımcılar her 3 ila 6 ayda bir kan testi yapıyor. Araştırmacılar, hastanede yeni bir psikiyatrik tedavi reçete edildiğinde kandaki RNA biyobelirteçlerini inceleyerek, hastanın mevcut kaygı durumunu belirleyip, bunu ilaçlar ve besinlerle eşleştirebiliyor. Bununla beraber farklı seçeneklerin onların biyolojisi için ne kadar etkili olduğu da erişilebilen diğer bilgiler arasında yer alıyor..
Niculescu: “İlaca ek olarak, bilişsel davranışçı terapi veya yaşam tarzı değişiklikleri gibi kaygıyı tedavi etmenin başka yolları da bulunuyor. Birinin mevcut durumunun yanı sıra gelecekte sahip olacağı riskleri ve tedavi seçeneklerini profilleriyle eşleştirebileceğimiz objektif bir şeye sahip olmak, insanlara yardım etmeyi kolaylaştırıyor. Bunun yanı sıra, bir kişinin hayati belirtileri zamanla değişebiliyor ve testler, bir kişinin gelecekte daha yüksek düzeyde kaygı geliştirme riskini değerlendirmeye yardımcı oluyor” diyor.



Otizmde devrim niteliğinde gelişme

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Otizmde devrim niteliğinde gelişme

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Araştırmacılar, otizmin 4 alt tipini keşfederek bu genetik durumun altında yatan biyolojiyi anlamaya yönelik "dönüştürücü bir adım" attı.

Princeton Üniversitesi ve Simons Vakfı'ndan bilim insanları, otizm kohort çalışması SPARK'taki 5 bin çocuğun verilerini analiz ederek bireyleri özellik kombinasyonlarına göre gruplandırdı.

Araştırmacılar belirli özelliklerle ilgili genetik bağlantılar aramak yerine, sosyal etkileşimlerden tekrarlayan davranışlara ve gelişimsel kilometre taşlarına kadar 230'dan fazla özelliği her bir kişide değerlendirdi.

Bu analiz sayesinde otizmin farklı genetik varyasyon modellerine sahip 4 alt tipini tanımlamayı başardılar.

Flatiron Enstitüsü'nde yardımcı araştırmacı bilim insanı ve çalışmanın ortak başyazarı Natalie Sauerwald, "Otizmin tek bir biyolojik hikayesi değil, birden fazla farklı anlatısı olduğunu görüyoruz" diyor.

Bu, geçmişteki genetik çalışmaların neden genellikle yetersiz kaldığını açıklamaya katkı sağlıyor; aslında birbirine karışmış birden fazla farklı bulmacaya baktığımızı fark etmeden bir yapbozu çözmeye çalışıyorduk. Bireyleri ilk başta alt tiplere ayırana kadar resmin tamamını, genetik örüntüleri göremedik.

Bu 4 alt tip Sosyal ve Davranışsal Zorluklar, Gelişimsel Gecikmeyle Birlikte Karma OSB (Otizm Spektrum Bozukluğu), Orta Derecede Zorluklar ve Geniş Çaplı Etkilenme olarak belirlendi.

İlk tip, otizmi olmayan çocuklarla benzer bir hızda gelişimsel kilometre taşlarına ulaşan fakat genellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, anksiyete veya depresyon gibi eşlik eden sorunlar yaşayan çocukları kapsıyor.

İkinci tipte gelişimsel kilometre taşlarına ulaşmada gecikme görülürken eşlik eden rahatsızlıklara dair herhangi bir belirtiye rastlanmıyor.

Üçüncü tip olan Orta Derecede Zorluklar'da otizmle ilgili temel davranışlar olsa da diğer gruplar kadar güçlü değil. Otizmi olmayan çocuklarla benzer bir hızda kilometre taşlarına ulaşıyor ve eşlik eden rahatsızlıklar görülmüyor.

4. tipte en uç ve geniş kapsamlı zorluklar yaşanıyor.

Katılımcıların yüzde 37'sinin yer aldığı birinci ve yüzde 34'ünün bulunduğu üçüncü tip en yaygın gruplar. Yüzde 19'unu içeren ikinci ve yüzde 10'unun olduğu 4. tiplerse en nadir olanlar. 

Bulgular, genetik farklılıkların "yüzeyde benzeyen klinik görünümlerin ardındaki farklı mekanizmalara işaret ettiğini" vurguluyor.

Örneğin hem Geniş Çaplı Etkilenme hem de Karma OSB gruplarındaki çocuklar gelişimsel gecikme ve zihinsel engellilik gibi bazı önemli özellikleri paylaşıyor. Ancak ilk grupta, ebeveynlerden geçmeyen de novo mutasyonların en yüksek oranı görülürken, ikinci grubun nadir kalıtsal genetik varyantları taşıma olasılığı daha fazla.

Bulgular otizmin sadece 4 alt tipi olduğu anlamına gelmiyor; en az 4 tane bulunduğunu ve bunların hem klinik seviyede hem de genom düzeyinde araştırmalar için anlamlı olduğunu gösteren veri odaklı bir çerçevenin keşfedilmesini sağlıyor.

Otizmle mücadele eden ailelerin, çocuklarının hangi otizm alt tipine sahip olduğunu bilmesi yeni bir netlik, kişiye özel bakım, destek ve topluluk imkanı sunabilir.

Independent Türkçe