DEAŞ yeni bir yüzle geri mi döndü?

2014'te Rakka'da görüntülenen bir DEAŞ unsuru. (Reuters)
2014'te Rakka'da görüntülenen bir DEAŞ unsuru. (Reuters)
TT

DEAŞ yeni bir yüzle geri mi döndü?

2014'te Rakka'da görüntülenen bir DEAŞ unsuru. (Reuters)
2014'te Rakka'da görüntülenen bir DEAŞ unsuru. (Reuters)

Son dönemde, terör örgütü DEAŞ'ın birbirini takip eden saldırıları, birden fazla kıtaya dağılmış faaliyet cephelerinde artan düzeyde çeşitlilik gösterdi. Örgüt taraftarları, son olarak Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde gerçekleştirdikleri bir saldırıda 44 kişinin ölümüne yol açtı. Ayrıca Suriye ve Irak'ta düzenlenen saldırılar da 60'dan fazla kişinin yaşamını yitirmesine sebep oldu. Diğer yandan, Afganistan'daki Belh bölgesi valisinin öldürülmesinde DEAŞ’ın parmağı olduğu konusundaki şüpheler arttı.
DEAŞ, 2017 yılında Irak'ta yenilgiye uğratılmasından bu yana, belirli bir bölgenin kontrolünü ele geçiremedi. Ancak uzmanlar, örgütün ‘yalnız kurt’ adı verilen yöntemiyle dünya genelinde çeşitli yerlerde saldırılar gerçekleştirdiğini belirtiyor. Bu durum, DEAŞ'ın rakibi El Kaide'ye de dikkat çekici bir şekilde üstünlük sağladı. Son olarak, Afrika'da, DEAŞ yanlısı Demokratik Güçler Birliği'ne bağlı saldırganlar, geniş kapsamlı saldırılar düzenleyerek onlarca kişinin ölümüne yol açtılar.
Saldırının arkasındakilerin DEAŞ ile bağlantılı olduğu düşünülüyor. Zira bazen pala ve balta kullanarak köylere defalarca ölümcül saldırılar düzenledikleri ifade ediliyor. Yerel yetkili de “Saldırı yöntemi, silah kullanılmamış olması nedeniyle Demokratik Güçler Birliği'nin DEAŞ'e bağlı olduğunu gösteriyor” açıklamasında bulndu.
Afganistan'da, Afgan Polisi tarafından yapılan açıklamada, Taliban yönetimindeki Belh Bölgesi Valisi’nin ofisini hedef alan bir patlamada Vali dahil üç kişinin öldüğü bildirildi. Son dönemde Afganistan'da gerçekleştirilen kanlı saldırıların birçoğunu DEAŞ üstlenmişti. Bazı saldırılar sivilleri hedef alırken bazıları da Taliban'a bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilmişti.
DEAŞ aynı ay içinde, Pakistan'ın Kabil'deki büyükelçiliğine saldırdı. Ocak ayında Dışişleri Bakanlığı yakınlarında bir intihar saldırısı düzenleyen DEAŞ- Horasan Eyaleti örgütünün üstlendiği saldırı 10 kişinin ölümüne ve 35 kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Ayrıca geçtiğimiz pazartesi günü DEAŞ, Pakistan'da polise ait bir araca yönelik düzenlenen intihar saldırısının sorumluluğunu üstlendi ve saldırı dokuz polisin ölümüne ve 16 kişinin yaralanmasına yol açtı.
Mısır'daki bir terörle mücadele uzmanı olan Albay Hatem Sabir, Şarku'l Avsat’a şu açıklamada bulundu:
“DEAŞ son aylarda saflarını birleştirmek için bir ara verdi, ancak şimdi daha fazla operasyon gerçekleştiriyor. Şu an DEAŞ, daha fazla kıtada daha fazla saldırı düzenliyor. DEAŞ terör operasyonlarına son verdi, Irak'taki yenilgisinden dolayı oldu. DEAŞ’ın terör eylemlerine ara vermesi, 2017'de Irak'ta yenilgiye uğraması nedeniyle oldu ve daha sonra yeniden terör saldırıları düzenlemeye başladı."
Her ne kadar ‘DEAŞ’ın gerçekten yeni bir döneme girdiğini’ belirtse de Sabir, örgütün ‘2017'den önceki gücünde olmadığını’ ve ‘geniş bir toprak alanı ele geçirme ve sözde devletlerini kurma’ şansının tekrarlanmayacağını söylüyor. Ancak örgütün ‘dış şubeleri veya 'yalnız kurtlar' aracılığıyla ‘dünya çapında çeşitli bölgelerde’ siyasi hedeflerine ulaşmak için nitelikli saldırılarına devam edeceğine işaret ediyor.
2014 yılında Suriye ve Irak'ta geniş alanlar ele geçiren DEAŞ, 2017'de Irak'ta ilk yenilgisini ve ardından 2019'da Suriye'de yenilgiyi yaşadı ve kontrol altındaki tüm bölgeleri kaybetti. Ancak gözlemciler, ‘bazı gizlenen üyelerinin hala ülkelerinde ve diğer ülkelerde sınırlı saldırılar sınırlı saldırılar düzenlediğini’ söylüyor.
Irak'taki ortak operasyonlardan birinde, geçtiğimiz şubat ayında, Irak'ın kuzeydoğusundaki Hamrin Dağları'ndaki bir DEAŞ sığınağına hava saldırısı düzenlendi ve üç militan öldürüldü. Mısır'daki İslamcı ve terörist hareketler uzmanı Ahmed Sultan, Şarku’l Avsat’a şu değerlendirmelerde bulundu:
"DEAŞ saldırılarının geniş kapsamı, 2019'dan bu yana açıkça gerilese de eskisinden daha güçlü ve daha yaygın bir örgüt olduğuna dair işaretler veriyor. Bu düşüş, kuruluşun zaman zaman medya platformları aracılığıyla açıkladığı istatistiklere dayanmaktadır. DEAŞ, şubeleri aracılığıyla uzun süren yıpratma savaşı stratejisini izliyor. Nitekim şubeler, örgütün Suriye ve Irak'taki faaliyetleri ile aktif olmaya devam ediyor. Bu da örgütün faaliyetlerine ivme kazandırıyor. Örgüt Batı Afrika'da etkin durumda ve Orta Afrika şubesi daha geniş ölçekte faaliyet göstermeye başladı.”
Batı Afrika'daki Burkina Faso, geçtiğimiz pazartesi günü 12 sivilin öldürülmesine sahne oldu. Ülke, 2015'ten bu yana El-Kaide ve DEAŞ'a bağlı gruplar tarafından sürdürülen şiddetli bir isyanla mücadele ediyor. Bu isyan, komşu Mali'de 2012'de başladı ve büyük Sahra Altı Afrika ülkelerine yayıldı.
Almanya'da ise polis, geçtiğimiz ocak ayının sonunda, Kuzey Almanya'da bir bölgesel trende gerçekleşen bıçaklı saldırıda en az iki kişinin öldürüldüğü ve yolculardan yaralananlar olduğunu açıkladı. Gözlemciler, Alman yetkililerinin son yıllarda herhangi bir (terörizm) tehdidine karşı tetikte olduğunu, özellikle 2016 yılının aralık ayında 12 kişinin ölümüne yol açan ve DEAŞ tarafından üstlenilen Berlin'deki kamyon saldırısından beri bu hazırlıkları yaptıklarını düşünüyor. Almanya, geçtiğimiz 21 Aralık'ta, DEAŞ safında eski bir savaşçı olduğu şüphesiyle tutuklanan bir ismin Almanya'ya dönüşü sırasında yakalandığını açıklamıştı.
Albay Sabir şu aççıklamada bulundu:
"DEAŞ’ın son zamanlarda El Kaide operasyonlarına kıyasla artan operasyonel seviyesinin kanıtladığı gibi DEAŞ, gözleri El Kaide örgütünden kendine çevirdi. DEAŞ ve El Kaide her zaman küresel sahnede rekabet eden aşırılık yanlısı örgütler olarak görülüyor. Bir örgütün küresel düzeyde terörizmde ilerlemesi, diğer taraf için kesin bir kayıp olarak kabul edilir. Bu durum DEAŞ’ın daha önce El Kaide'ye karşı yükselişi ile tekrarlanmıştı. Örgüt zayıflarken birçok üyesi kaçmıştı.”
ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon geçtiğimiz yıllarda, örgütün 2019'daki askeri çöküşünün ardından İdlib Valiliğine kaçan birçok DEAŞ liderini hedef aldı.  Bunların arasında DEAŞ lideri Ebu Bekir el-Bağdadi (Ekim 2019'da öldürüldü) ve halefi Ebu İbrahim el-Kureşi (Şubat 2021'de öldürüldü) de bulunuyor. Her ikisi de ABD özel birliklerinin Suriye'nin Türkiye sınırında başlattığı saldırıda öldü. Ayrıca, eski DEAŞ lideri Ebu'l-Hasan el-Kureşi geçtiğimiz Kasım ayında ülkenin güneyindeki Dera ilinde öldürüldü. Son DEAŞ lideri Ebu Hüseyin el-Hüseyni el-Kureşi hakkında ise fazla bir bilgi bulunmuyor. Araştırmacı Sultan, DEAŞ'ın birçok bölgede El Kaide'ye üstünlük sağladığına ilişkin değerlendirmesini desteklerken, El Kaide'nin Sahel ve Afrika Boynuzu'ndaki gücünün devam ettiğini vurguladı. Bu iki örgüt arasında küresel cihat hareketinin liderliği konusunda bir çekişme var ve bu sürekli bir mücadele, her biri diğer örgütün ışığını çalmaya ve savaşçıları kendine çekmeye çalışıyor.
Sultan açıklamasında “DEAŞ, operasyonlar açısından daha aktif ve varlığını sürdürebildi. Eski El Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri'nin yokluğunu ve yeni bir lider açıklanmamasını kullanarak, son zamanlarda zayıflayan El Kaide üyelerini kendisine çekti” dedi.
El Kaide bir süredir yeni operasyonlar hakkında açıklama yapmıyor. Ancak El Kaide'nin Batı Afrika'daki Lideri Abu Ubeyde Yusuf el-Anabi, geçtiğimiz çarşamba günü France 24 kanalıyla yaptığı röportajda, 2021'de Mali'de kaçırılan Fransız gazeteci Olivier Dubois'in El Kaide tarafından tutulduğunu söyledi.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.