Mısır, Nahda Barajı konusunda uluslararası alandan daha fazla baskı talep ediyor

Nahda (Rönesans) Barajı. (Reuters)
Nahda (Rönesans) Barajı. (Reuters)
TT

Mısır, Nahda Barajı konusunda uluslararası alandan daha fazla baskı talep ediyor

Nahda (Rönesans) Barajı. (Reuters)
Nahda (Rönesans) Barajı. (Reuters)

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin Nahda Barajı konusunda yakın zamanda yaptığı güçlü uyarının ardından, ülkesinin Etiyopya’nın baraj rezervuarnı dördüncü doldurma aşaması öncesinde su anlaşmazlığıyla ilgili tüm  seçeneklerin masada olduğunu söyledi. Etiyopya’nın son adımının Mısır ve Sudan tarafında gerilimi daha da artırabileceği belirtiliyor.
Mısır, Etiyopya'nın 2011'den bu yana Nil Nehri’nin ana kolu üzerine inşa ettiği barajın Nil suyundaki payının etkilenmesinden endişeli. Bu nedenle Hartum ile barajın doldurulmasını ve işletilmesini düzenleyen bağlayıcı bir yasal anlaşma çağrısında bulunuyor. Addis Ababa ise kalkınma hakkı gerekçesiyle su kaynaklarının işletilmesi yoluyla ‘hidroelektrik’ barajının inşasına yönelik çalışmalarını sürdürüyor.
Etiyopya, bir sonraki yağmur mevsiminde Nahda Barajı'nın rezervuarını dördüncü kez doldurmaya hazırlanırken Mısır ise Addis Ababa'ya baskı yapmak amacıyla, herhangi bir tarafın bir anlaşmaya varmadan ‘tek taraflı adım atmaması’ çağrısında bulunuyor. Şarku'l Avsat'a konuşan kaynaklar, alınan diğer tedbirlere ek olarak davadaki mevcut krizi kırmak için Kahire'nin konuyu Arap Birliği'ne sunmasının ‘tekrar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) gitmeyi de içerebilecek uluslararası bir gerilimin’ başlangıcı olduğunu belirtti.
Mısır on yılı aşkın bir süredir, Etiyopya ile Sudan'ın dahil olduğu müzakereler yürütüyor. Ancak anlaşmaya varma girişimleri sonuçsuz kaldı. Afrika Birliği'nin çatışmaya bir çözüm bulmakta başarısız olmasının ardından bu durum, anlaşma girişiminin Nisan 2021'den bu yana askıya alınmasına yol açtı. Mısır ise müzakereleri hızlandırma ve tüm tarafları tatmin eden bir anlaşmaya varma çağrısında bulunan bir ‘başkanlık kararı’ yayınlayan BMGK’ya gitme çağrısı yaptı.
Arap Birliği Bakanlar Konseyi geçtiğimiz hafta, Arapların Nil Nehri’nin aşağı havzasındaki ülkelerin haklarını korumaya yönelik taahhüdünü vurgulayan bir kararı kabul etti ve bu dosyada Etiyopya tarafını ‘olumlu etkileşim ve esneklik göstermeye’ çağırdı. Bu durum Addis Ababa'yı kızdırdı. Addis Ababa dosyayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi veya Arap Birliği yerine ‘Afrika mekanizmaları’ yoluyla çözme çağrısında bulundu.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Nahda Barajı’nın, Mısır ve Sudan'daki su güvenliği üzerindeki olumsuz etkisini vurgulayarak, sorunun ele alınmasının hızlandırılması çağrısı yaptı.
Mısır resmi açıklamalarında, Etiyopya ile çatışmayı, özellikle Mısır'ın Nil sularına yüzde 97'den fazla bağımlı olması nedeniyle, ‘varoluşsal bir sorun’ olarak tanımlıyor. Mısır Dışişleri Bakanı’na göre Kahire, halkının yeteneklerini ve çıkarlarını savunma hakkına sahip. Şukri dün akşam televizyondan yaptığı açıklamada, ülkesinin tutumlarıyla disiplinle tüm hususları dikkate aldığına işaretle “Tüm seçenekler masada… Mısır'ın kendi imkanları, dış ilişkileri ve kabiliyetleri var” dedi. Ayrıca Mısır'ın çıkarlarına hizmet edecek her türlü alternatifin mevcut olduğunu vurguladı.
Mısır’ın Etiyopya ile uzlaşmazlığa yönelik kararlı tavırlar aldığına dikkat çeken Şukri, Etiyopya tarafında benzer bir esneklik olmamasına rağmen ülkesinin halen yardım etmeye çalışan tüm taraflarla etkileşime devam ettiğini vurguladı.
Şukri’nin bu açıklamaları, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin önceki gün Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile gerçekleştirdiği görüşmedeki uyarıların ardından geldi.
Sisi yaptığı uyarıda şu ifadelere yer verdi:
“Arıtım, geri dönüşüm, Akdeniz ve Kızıldeniz’den elde edilen suların tuzunun arındırılması hususunda çalışmalar yapan Mısır, suyun her damlasından faydalanmak için büyük bir çaba harcıyor. 10 yıldır müzakere yoluyla uygun bir çözüm bulmak için titiz bir şekilde çaba sarf ediyoruz. Her fırsatta söylediğimiz gibi; Etiyopya'nın gelişme arzusuna saygı duyuyoruz. Mısır vatandaşını hiçbir şekilde etkilemeyen konularda kendileriyle iş birliğine hazırız. Binlerce yıldır Nil üzerinde az veya çok olsun suyu etkileyen herhangi bir baraj olmamıştır. Zorluklar olsa dahi Mısır'ın su üzerindeki payı sabittir.”
Dışişleri, Arap ve Afrika İşleri Komitesi Müsteşarı Dr. Sema Süleyman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Mısır’ın bu sürekli devam eden uzlaşmazlık karşısında halkının çıkarlarını korumak için birçok araca ve siyasi seçeneğe sahip olduğunu söyledi.
Süleyman, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi liderliğindeki tüm uluslararası kuruluşlara başvurmak, Mısır haklarını kanıtlamak için kalıcı bir seçenek olmaya devam ettiğine değinerek, Kahire'nin ABD yönetiminden birden fazla kez Arap koordinasyonuna ek olarak çatışmaya doğrudan müdahale etme talebinde bulunmasına atıfta bulundu.
Etiyopya'nın mevcut hazırlıklarını ‘uluslararası anlaşmaların ve normların ihlali’ olarak değerlendiren Mısırlı su uzmanı Dr. Abbas Şeraki de Etiyopya’nın ağustos ayında dördüncü dolum aşamasına hazırlandığını ve yıllık dört depolamanın toplamının 30 milyar metreküp olduğunu bildirdi.
Şeraki resmi Facebook sayfasından yaptığı açıklamada önümüzdeki dönemde yaşanacak çatışmalara ilişkin iki senaryo sundu. Birincisi, Komorlar liderliğindeki Afrika Birliği'ni, barajın dördüncü doldurma işlemi başlamadan önce bir anlaşmaya varmak için müzakereleri mümkün olan en kısa sürede yeniden başlatma sorumluluklarını yerine getirmek. Şeraki’nin ikinci senaryosunda ise Mısır ve Sudan üçüncü kez Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne gitmesi var. Ancak bu sefer su sorunu nedeniyle değil, güvenlik ve barışa yönelik bir tehdit sorunu.
20 milyon Sudanlının, Nahda Barajı’nın çökmesi halinde sular altında kalabileceği belirtiliyor.
Etiyopya, Nahda Barajı meselesinin uluslararası arenaya taşınmasına karşı. Uluslararası kamu hukuku Profesörü Dr. Muhammed Mehran, Addis Ababa’nın üzerinde uluslararası baskı istemediğini, özellikle de uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek  iki ülkeye karşı keyfi davranışlar sergilediği görüşünde.
Şarku’l Avsat’a konuşan Mehran, ‘Mısır'ın dosyayı uluslararası hale getirmeye yönelik çabalarının, Etiyopya tarafında büyük bir baskıya yol açabileceğini ve dosyayı gerçek haliyle göstererek uluslararası hukuk kurallarının ihlal edildiğini doğrulayabileceğini’ vurguladı.



Suriye’de güç dengesi değişirken SDG savunmada

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) mensuplarının tanksavar füzesi taşıyan bir drone uçurduğu videodan alınan ekran görüntüsü
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) mensuplarının tanksavar füzesi taşıyan bir drone uçurduğu videodan alınan ekran görüntüsü
TT

Suriye’de güç dengesi değişirken SDG savunmada

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) mensuplarının tanksavar füzesi taşıyan bir drone uçurduğu videodan alınan ekran görüntüsü
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) mensuplarının tanksavar füzesi taşıyan bir drone uçurduğu videodan alınan ekran görüntüsü

Türkiye destekli grupların Suriye'nin kuzeyinde kendilerine karşı harekete geçmesi ve Ankara dostu bir grubun Şam'ın kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte Suriye'nin başlıca Kürt grupları 13 yıllık savaş boyunca elde ettikleri siyasi kazanımları korumak için savunmaya geçtiler.

Irak'tan İran, Türkiye’ye uzanan daha geniş bir Kürt grubunun parçası olan Suriye Kürtleri, ülkenin neredeyse dörtte birini kontrol ettikleri ve DEAŞ'a karşı ABD'nin kilit müttefiki olan güçlü bir silahlı gruba liderlik ettikleri Suriye çatışmasının şimdiye kadarki birkaç kazananı arasında yer aldı.

Reuters'a konuşan iki analist ve üst düzey bir Batılı diplomat, Heyetu Tahriru’ş-Şam (HTŞ) savaşçılarının bu ay Şam'ı ele geçirerek Devlet Başkanı Beşşar Esed'i devirmesinden bu yana güç dengesinin Kürtler aleyhine olduğunu söyledi.

Suriye'deki sarsıcı değişim ortamında Türkiye'nin etkisini arttırması beklenirken, ABD'deki yönetim değişikliği Washington'un Kürtlerin ağırlıkta olduğu YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) desteklemeye ne kadar devam edeceği konusunda soru işaretleri yaratıyor.

Türkiye için SDG ulusal güvenlik tehdidi oluşturuyor. Ankara bu grupları, 1984'ten bu yana Türk devletine karşı isyan yürüten ve Türkiye, ABD ve diğer güçler tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK’nın bir uzantısı olarak görüyor.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Century International'da çalışan Aron Lund, Suriyeli SDG’nin  ‘çok büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu’ ifade etti.

Lund, “Suriye'de denge temelden Türkiye destekli ya da Türkiye'nin müttefiki gruplar lehine değişti. Türkiye bundan en iyi şekilde yararlanmaya kararlı görünüyor” ifadelerini kullandı.

Bu değişim, Suriye Milli Ordusu (SMO) olarak bilinen Türkiye destekli silahlı grupların YPG’nin öncülüğündeki SDG karşı askeri ilerlemeler kaydettiği kuzey bölgesinin kontrolü için yeniden başlayan çatışmalarda kendini gösteriyor.

Kürtlerin liderliğindeki bölgesel yönetimde üst düzey bir yetkili olan Fener el-Kait Reuters'a yaptığı açıklamada, Esed'in devrilmesinin parçalanmış devleti yeniden birleştirmek için bir fırsat olduğunu söyledi.

Esed'in Arap milliyetçisi Baas Partisi on yıllardır Kürtleri baskı altında tutuyordu.

ık8ol9
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Lideri Mazlum Abdi (Reuters)

El-Kait, bölgesel yönetimin Türkiye ile diyaloğa hazır olduğunu ancak kuzeydeki çatışmanın Ankara'nın ‘çok kötü niyetleri’ olduğunu gösterdiğini söyledi. El-Kait, “Bu kesinlikle bölgeyi yeni bir uçuruma ve yeni bir çatışmaya doğru itecektir” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cuma günü yaptığı açıklamada, Esed'in devrilmesinden sonra yabancı ülkelerin Kürt milislere verdikleri desteği çekmelerini beklediğini söylerken, Ankara YPG’yi izole etmeye çalışıyor.

Reuters'ın sorularını yanıtlayan bir Türk yetkili, çatışmanın temel nedeninin ‘Türkiye'nin bölgeye yönelik vizyonu değil, PKK'nın bir terör örgütü olması’ olduğunu ifade etti.

Yetkili, “PKK ve YPG silahlarını bırakmalı ve Suriye'yi terk etmelidir” dedi.

SDG lideri Mazlum Abdi perşembe günü Reuters'a verdiği bir demeçte, Suriye'deki PKK’lıların varlığını ilk kez kabul etti.

Abdi, PKK savaşçılarının DEAŞ'a karşı mücadelede destek sağladıklarını ve Türkiye ile tam bir ateşkes sağlanması halinde Suriye'yi terk edeceklerini belirtti. Ayrıca PKK ile herhangi bir örgütsel bağı olduğunu da reddetti.

Feminizm ve İslamcı gruplar

Aynı zamanda Şam'daki yeni yönetim Ankara'ya dostça yaklaşıyor ve tüm Suriye'yi merkezi bir yönetim altında birleştirme arzusunu dile getiriyor ki bu da Kürtlerin tercih ettiği adem-i merkeziyetçi yönetime meydan okuyabilir.

Türkiye, SMO'ya doğrudan destek verirken, diğer ülkeler gibi HTŞ'yi geçmişte El-Kaide ile olan bağlantıları nedeniyle terörist grup olarak nitelendiriyor.

yjukılo
Suriye'deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera

Buna rağmen Ankara'nın HTŞ üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğuna inanılıyor. Üst düzey bir Batılı diplomat, “Onları (HTŞ’yi) en çok Türklerin etkileyebileceği açık” dedi.

Suriye'deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera bir Türk gazetesine verdiği demeçte, Esed'in devrilmesinin ‘sadece Suriye halkı için değil, aynı zamanda Türk halkı için de bir zafer olduğunu’ söyledi.

Reuters'ın sorularını yanıtlayan Türk yetkili, HTŞ'nin Ankara'nın kontrolünde olmadığını belirterek, HTŞ’yi ‘şartlar gereği iletişim kurulan’ bir yapı olarak tanımladı. Yetkili ayrıca, birçok Batılı ülkenin de bunu yaptığını ifade etti.

Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve ona bağlı YPG liderliğindeki Suriyeli Kürt gruplar, 2011 yılında Esed'e karşı başlayan ayaklanmanın ardından ülkenin kuzeyinin büyük bölümünü kontrol altına aldı. Bağımsızlıktan ziyade özerklik istediklerini vurgularken kendi yönetimlerini kurdular.

Sosyalizm ve feminizmi vurgulayan politikaları HTŞ'nin yöneliminden oldukça farklı.

ABD öncülüğündeki güçlerin DEAŞ'a karşı SDG ile ittifak kurarak ağırlıklı olarak Arap olan bölgeleri kontrol altına almasıyla bölgeleri genişledi.

Türkiye destekli SMO’yu oluşturan gruplar, Esed'in devrilmesiyle birlikte SDG'ye karşı saldırılarını şiddetlendirerek 9 Aralık'ta Münbiç şehrini ele geçirdi.

Washington ateşkese aracılık etti, ancak SDG Türkiye ve müttefiklerini ateşkese uymamakla suçladı. Bir Türk savunma bakanlığı yetkilisi böyle bir anlaşma olmadığını söyledi.

ABD'nin SDG'ye verdiği destek, ABD ile NATO üyesi Türkiye arasındaki gerilimi arttırdı.

Washington SDG'yi, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın bu dönemi Suriye'deki kabiliyetlerini yeniden inşa etmek için kullanmaya çalışacağı uyarısında bulunduğu DEAŞ'a karşı mücadelede kilit bir ortak olarak görüyor. SDG halen militan örgütle bağlantılı on binlerce kişiyi kamplarda ve cezaevlerinde tutuyor.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler geçen hafta yaptığı açıklamada, ülkesinin Suriye'de DEAŞ'ın yeniden canlandığına dair herhangi bir belirti tespit etmediğini bildirdi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan cuma günü Ankara'da Alman mevkidaşıyla yaptığı görüşmede, tutukluların tutulduğu kamp ve cezaevlerinin yönetimi için alternatifler bulunması gerektiğini belirtti.

ABD'nin Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf de cuma günü yaptığı açıklamada, Washington'un Ankara ve SDG ile birlikte ‘SDG'nin ülkenin o bölgesindeki rolüne ilişkin sorunsuz bir geçiş’ üzerine çalıştığını söyledi.

Joe Biden'ın yönetimi ABD güçlerinin Suriye'de kalacağını söyledi, ancak Başkan seçilen Donald Trump 20 Ocak'ta göreve başladığında çekilmelerini emredebilir.

Trump'a mesaj

Trump ilk döneminde Suriye'den çekilmek istemiş, ancak hem kendi ülkesinden hem de ABD'nin müttefiklerinden gelen baskılarla karşılaşmıştı.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Suriyeli Kürt yetkili İlham Ahmed, 17 Aralık'ta Trump'a yazdığı mektupta, Türkiye'nin Trump göreve gelmeden önce kuzeydoğuyu kontrol etmeye hazırlandığını iddia etti.

Mektupta, Türkiye'nin planının ‘terörle mücadelede yıllardır kaydedilen ilerlemeyi geri alma tehdidinde bulunduğunu’ yazan Ahmed, Trump’a hitaben “Bu felaketi önleme gücüne sahip olduğunuza inanıyoruz” dedi.

Trump 16 Aralık'ta yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Suriye'de olup bitenleri ‘kontrol altına alacağını’ söyledi, ancak ABD askerlerinin Suriye'de konuşlanmasına ilişkin planlarını açıklamadı.

Oklahoma Üniversitesi'nde Suriye uzmanı olan Joshua Landis, “Kürtler imrenilecek bir konumda değil. Şam’daki yeni yönetim kendine çeki düzen verdiğinde bölgeye girecektir. ABD sonsuza kadar orada kalamaz” ifadelerini kullandı.

HTŞ lideri Ahmed eş-Şera BBC'ye yaptığı açıklamada, ‘Kürtlerin Suriye halkının bir parçası olduğunu’ belirterek, “Suriye bölünmeyecek” dedi. Eş-Şera, silahların tamamen devletin elinde olması gerektiğini ifade etti.

Eş-Şera, Türkiye'nin temel kaygılarından biri olan Suriyeli olmayan Kürt savaşçıların Suriye'deki varlığını kabul etti. Eş-Şera, “Suriye topraklarının Türkiye'ye ya da başka ülkelere tehdit oluşturmasını ve istikrarı bozmasını kabul etmiyoruz” diye konuştu.

Eş-Şera, ‘sorunun çözümü için barışçıl bir formül’ bulmak amacıyla diyalog ve müzakereler yoluyla çalışma sözü verdi.

Kürt yetkili Fener el-Kait, yönetiminin ‘demokratik bir Suriye, adem-i merkeziyetçi bir Suriye, tüm mezhep, din ve etnik kökenlerden tüm Suriyelileri temsil eden bir Suriye’ istediğini bildirdi. El-Kait, SDG'nin ‘yeni Suriye ordusunun çekirdeği’ olacağını belirtti.

SDG Komutanı Mazlum Abdi Reuters'a verdiği demeçte, iki tarafın güçleri arasında çatışma çıkmasını önlemek için HTŞ ile temas kurulduğunu doğruladı, ancak Ankara'nın Şam ile Kürt güçler arasında bir bölünme yaratmaya çalışacağını söyledi.

SDG'nin Şam'daki ‘yeni siyasi aşamaya’ katılması için ABD öncülüğündeki koalisyon da dahil olmak üzere uluslararası taraflardan güçlü bir destek olduğunu söyleyen Abdi, bunu ‘büyük bir fırsat’ olarak niteledi.

Abdi, “Türkiye ve ona bağlı gruplarla aramızda tam bir ateşkes sağlandıktan sonra bu aşamaya katılmaya hazırlanıyoruz” dedi.