İran’dan zehirlenme konusunda uluslararası soruşturma isteyen Avrupa Parlamentosu’na tepki

Avrupa Parlamentosu temsilcileri görüşmelerini sürdürüyor. (EPA)
Avrupa Parlamentosu temsilcileri görüşmelerini sürdürüyor. (EPA)
TT

İran’dan zehirlenme konusunda uluslararası soruşturma isteyen Avrupa Parlamentosu’na tepki

Avrupa Parlamentosu temsilcileri görüşmelerini sürdürüyor. (EPA)
Avrupa Parlamentosu temsilcileri görüşmelerini sürdürüyor. (EPA)

İran Dışişleri Bakanlığı dün, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) İran’daki onlarca okullarda öğrencilerin zehirlenmesine ilişkin uluslararası soruşturma talep etmesini sert bir şekilde eleştirdi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, Avrupa Parlamentosu’nun tutumunu ‘garip’ olarak nitelendirerek AP’yi İran’a yönelik gözdağı verme platformu haline gelmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Kenani açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Avrupa Parlamentosu’nun İran halkına karşı nefreti yaymak ve İran’a gözdağı vermek amacıyla şüpheli ve aşırılık yanlısı yüzler lehine bir yer haline dönüşmesi talihsizliktir. İran’daki üst düzey yetkililer, bu insanlık dışı olayı şiddetle kınayarak, kapsamlı soruşturma yürütülmesi emri verdi ve faillerinin tespit edilmesini talep etti.”
Avrupa Parlamentosu perşembe günü, Tahran’ı gerçeklerle ilgili raporları örtbas etmeye çalışmakla suçlayarak, Birleşmiş Milletler’e İran’da binlerce kız öğrencinin zehirlendiği olayla ilgili soruşturma başlatma çağrısında bulundu.
Kız okullarındaki öğrenciler kasım ayının sonundan bu yana ‘kötü’ ve ‘kaynağı bilinmeyen’ bir koku duyuyorlar ve ardından mide bulantısı, nefes darlığı ve baş dönmesi gibi belirtiler gösteriyorlar.
Avrupa Parlamentosu üyeleri ezici bir çoğunlukla, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ni gerçekler hakkında soruşturma başlatmaya çağıran ve sorumlulardan hesap sorulmasını talep eden, bağlayıcı olmayan bir kararı onayladı.
Metinde şu ifadelere yer verildi:
“Karar, İran rejiminin konu ile ilgili olarak aylarca harekete geçmemesini ve kız öğrencilerin sistematik olarak zehirli saldırılara maruz kaldığına dair raporların kasıtlı olarak sindirilmesini kınıyor.”
Parlamento ayrıca, İran makamlarına Birleşmiş Milletler tarafından kurulan uluslararası bir misyonun ‘ülkedeki insan hakları durumuna ilişkin bilgilere tam erişim sağlamasına’ izni vermesi çağrısında bulundu.
İran’daki devlet medyası ve yetkililer, çoğu kız olmak üzere 13 bin öğrencinin ‘zehirlenme’ olduğuna inanılan bir rahatsızlık ile hastalandığını bildirdi. Bazı siyasetçiler, kız çocuklarının eğitimine karşı olarak ortaya çıkan dini gruplarının bu işte parmağı olduğunu öne sürdü.
Zehirlenme haberleri, Mahsa Amini adlı genç kadının ‘başörtüsü kurallarına uymadığı’ gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan günler sonra, 16 Eylül’de yaşamını yitirmesinin ardından başlayan protesto hareketinden iki ay sonra gelmeye başladı.
İçişleri Bakanlığı geçen hafta yaptığı açıklamada “Son zamanlarda okullardaki olaylara karışan 100’den fazla kişi tespit edildi. Bu kişiler tutuklandılar ve haklarında soruşturma açıldı” ifadelerine yer verildi.
İçişleri Bakanlığı, tutuklananlar kişilerden bazılarının ‘vatandaşlar ve öğrenciler arasında terör ve panik halini yaymak, okulları kapatmak ve devlete karşı şüphe uyandırmak amacıyla düşmanca nedenlerle bu eylemleri yapan’ kişiler olduğunu belirtti.
İran yargısına bağlı İnsan Hakları Komitesi geçen hafta yaptığı açıklamada, ‘kız öğrencilerin yüzde 10’undan daha azının tehlikeli ve ölümcül olmayan savaş gazları türünden tahriş edici bir maddeden etkilendiği’ bildirilmişti.
İran Yargı Erki Sözcüsü Mesud Setayeşi, medyanın saldırılar için ‘zehirlenme’ kelimesini kullanmasını eleştirerek, ‘hasta’ kelimesinin kullanılmasını talep etti.



Ortadoğu'nun umudu Yeni Araplar

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
TT

Ortadoğu'nun umudu Yeni Araplar

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)

Velid Fares

 

Francis Fukuyama'nın 1991'de yazdığı gibi, Soğuk Savaş sonrası “tarihin sonu” vaatlerine rağmen Ortadoğu'da savaşlar ve çatışmalar genişliyor. Bu arada Batı'da gözler, birbirini takip eden aşamaların özelliklerini keşfetmek için ve reform yapabilecek, barışa doğru ilerleyebilecek sakin, yenilenmiş bir güç bulma umuduyla, onlarca yıldır dünyanın en fazla patlamalar yaşayan bölgesine çevriliyor. Bölgedeki savaş ve çatışmaların çoğuna yol açan hareketlerin birçoğunun arkasında Arap dünyasındaki radikal güçler vardı. Halklarına sosyal, ekonomik ve kalkınma alanında bir ilerleme sunamayan da bunlardı. Dünyanın diğer bölgelerinde de çok sayıda çekişme ve şiddetli çatışmanın yaşandığı açık ve bunların sonuncusu hâlâ bitmeyen Ukrayna savaşıdır. Ancak büyük ve küçük, eski ve yeni, karmaşık ve basit, çözülebilir ve çözülemez çatışmaların en çok yaşandığı bölge, Arap dünyası ve “Büyük Ortadoğu” olarak adlandırılan bölge olmaya devam ediyor.

Bu jeopolitik alan, dünyanın diğer bölgelerine kıyasla sayısız krizle öne çıkıyor. Bu krizlerin başında da kontrol ettikleri ülkelerin sınırlarını genişleterek, bölgesel ve bazıları kıtalararası imparatorluklar kurmayı hedefleyen ideolojik akımlarda vücut bulan yarı-sömürgeci yayılmacı projeler geliyor. Bunların en önemlileriyse Humeynici ve İslamcı projeler (Batı'da cihatçılık olarak adlandırılır), Baasçılık, Arap milliyetçiliği ve diğerleridir. Bunlar hilafet, saltanat gibi kadim imparatorluklar veya Baasçı ulus-devlet, komünizm ve benzeri devletlerin kurulmasına ya da yeniden canlandırılmasına odaklandılar. Ülke sınırları dışında yürüttükleri savaşları, darbeleri ve seferleri, önce kendi ülkesini sonra başka ülkeleri yıkmaya çalışan totaliter tipler gibi, tavizsiz inançlarına bağlılıklarıyla meşrulaştırdılar. Totaliter projeler, rejimi genellikle katı olan kapsamlı bir bölgesel devlet kurmayı amaçlar ve diğer bölgesel ve küresel güçlerle çatışmalara girerler.

Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında buna tanık olduk. Batı'da sorgulanan ise bölgenin geleceği ve Batı toplumuyla ilişkileridir. Aynı soru diğer bölgeler için de geçerli. Batılı çevreler, Arap toplumlarının siyasi kültürlerinde yeni eğilimler üretmelerine nasıl yardımcı olabilecekleri konusuna odaklandılar. Kalkınma ve düşünce kuruluşları, Batı Avrupa'da iki dünya savaşından sonra, Doğu Avrupa'da ise Soğuk Savaş'tan sonra olduğu gibi, programlarının yeni bir Arap coğrafyası kuracağına inanarak, çatışma ülkelerinde “yeni bir kültür” yaymak için hızla harekete geçtiler. Ancak radikallerin Batı kurumlarına sızması ve Arap toplumlarını yönlendirmekten sorumlu kurumlara ulaşması nedeniyle bu yaklaşım başarısız oldu. Böylece Ortadoğu'da radikaller artık gençlerin yetiştirilmesini kontrol eder hale geldiler ve onları açık ve özgürleşmiş “yeni Araplar” olarak tasvir ettiler. Ancak sözde Arap Baharı, bu kusuru ortaya çıkardı. Zira İhvan (Müslüman Kardeşler) ve Humeyni tarafından “yeni Arapları” temsil etmek üzere yönlendirilenler ve devrimci olarak adlandırılanlar, eski radikal madalyonun yeni bir kisve altında ortaya çıkan yüzüydü ve bu durum Mısır, Libya, Tunus, Ürdün, Yemen, Suriye ve diğer yerlerde hızla gün yüzüne çıktı. Bu ülkelerin çoğunda iç savaşlar çıktı ve hâlâ sürüyor. Batı da bölgede yeni bir olgu üretmekte başarısız oldu ta ki bölge kendi kalkınma projelerini üretmeye ve terörle mücadele etmeye başlayana kadar.

Gerçek “Yeni Araplar” yeni kılıklı radikallerden farklı kriterlerle ayrılırlar. Birincisi, onlar gerçek köklerine ve gerçek tarihlerine bağlıdırlar; tekfircilerin, mollaların ve aşırı milliyetçilerin bu tarihe dair yorumlarına değil. Daha da önemlisi, Yeni Araplar toplumlarının tarihini geliştirici bir biçimde okurlar, yani geçmişin değerlerini ödünç alırlar ve zaman içinde farklı halkların deneyimlerinden yararlanırlar. Fanatikler yeniden şekillendirdikleri bir geçmişe takılıp kalmışken, yenilikçiler geleceğe bakarak bugünü şekillendirirler.  Söylemleri belirleyen ve kararları alanlar onlardır, tutsak bir ideoloji ile kendisinin ve kitlelerin umutlarıyla uyum olmayan bir şimdiki zaman arasında sıkışıp kalanlar değil.

İkincisi, Yeni Araplar, yani ılımlı Araplar, ulus-ötesi doktrinleri benimsemezler. Yani kendi ülkelerinden daha geniş bir “ulus” hayalini gerçekleştirmek için rejimleri devirmeye çalışmazlar. Bu Araplar, halklarının ne istediğini ve gençlerinin neyi hayal ettiğini biliyorlar ve gerçekleştirmek için çabalıyorlar. Arzulanan beklentiler, artık egemenlik, ulusal güvenlik ve istikrardır, radikallerin elinde olan geçmişin kabusları değil. Yeni Araplar öncelikle kendi vatanlarına, ardından kendi bölgelerine ve dünyaya aittirler.

Üçüncüsü, Yeni Araplar, adaletsiz, hüzünlü ve baskıcı bir rejim kurarak kendilerini, dünyayı ve istikrarı tehdit edenlere değil, kendi halklarının çıkarlarına ve mutluluğuna hizmet ediyorlar. Yeniler toplumlarını kuşatmak yerine açıyorlar, radikaller ise insanları korkutuyor ve gericiliğin derinliklerinde yalnızlığa sürüklüyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Yeni Araplar terörizm ile mücadele konusunda kararlılar ve terörü yaymıyorlar, radikaller ise radikalizmi yayıyorlar, takiyye yapıyorlar ve aldatmada ustalar.

Avrupa, tek bir yüzyıl içinde milliyetçi imparatorluklardan ve Bolşevik saltanatından kurtuldu. Peki Yeni Araplar aynı sıçramayı gerçekleştirebilecekler mi?

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın sözlerine kulak verirsek, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa'nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor. BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al-Nahyan da bir gün daha büyük bir terörizmin Ortadoğu'dan değil Avrupa'dan geleceği uyarısında bulundu.

Batı'ya ve uluslararası topluma daha iyi bir gelecek için eşlik edebilecek Yeni Arapların kimliğini tanımlamak istersek, onlar halklarının ve gelecek nesillerin çıkarlarını güvence altına almak için çalışan Araplardır. Onlar savaşları sona erdirdiler, terörizm ile mücadele ettiler, kurumlarını geliştirdiler, eğitimi yeniden düzenlediler, çabalarını birleştirdiler ve bölgenin geleceği için ılımlı ve ümit verici bir söylem ortaya koydular. Riyad, Kahire, Abu Dabi, Manama, Ürdün ve Rabat'ta karar alma merkezlerinde, Bingazi, Aden ve diğer yerlerdeyse geçici olarak bulunuyorlar. Yeni Araplar, Arap dünyasında ve yeni Ortadoğu'da barışın, güvenliğin ve geleceğinin anahtarıdır.