Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Şarku’l Avsat’a konuşan Mesud Barzani: Türkiye, askeri güçlerinin Musul ve Kerkük'e girmesini şart koştu, biz de Washington'a onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağımızı bildirdik

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
TT

Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi

Ne zaman Mesud Barzani'yi ziyaret etsem, görüşmemiz üçlü bir toplantıya dönüşüyor. Her zaman Saddam Hüseyin'in gölgesi aramızda geziyor ve kapıyı anılara aralıyor. Mesleğim, beni hep, Irak denen kaynayan kazanın üzerinde demir iradeli iki adamın heyecan verici ve acı dolu hikayesini takip etmeye itmiştir. Saddam Hüseyin, millet ruhunun kendisine Irak’ı yeniden o eski gösterişli ve ihtişamlı günlerine kavuşturma görevini verdiğine inanıyordu. Mesud Barzani ise kaderin, kendisi için Kürt rüyasının koruyucusu rolünü seçtiğine inanıyor. Saddam, Kürtlerin taleplerini karşılama konusunda en cüretkar davranan Irak lideriydi. Ardından Kürt beldelerine ve köylerine olağanüstü bir felaket yaşatan en katı lider haline geldi. Barzani, Kürtlerin efsanevi lideri olan babası Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin çizdiği yolu korumakta ısrarcıydı.
Ne Barzani, Saddam’ı ne de Saddam Barzani’yi alt edebilmişti. Aralarındaki uzun ilişki, zorunlu el sıkışmalara ve acı verici darbelere tanık oldu. Bundan tam yirmi yıl önce kader, aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirdi. Daha doğrusu ABD emperyalizmi Irak'a girdi ve ülkeyi işgal etti. Saddam darağacına gönderildi. Mesut Barzani ise biri federal Irak bayrağı biri de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağı olmak üzere iki bayrağın altında oturmaya devam etti. Türkiye, İran ve Suriye Kürtlerinin başaramadığını Barzani başardı. Yaser Arafat'ın hayalleri suya düştü. Saddam Hüseyin ve Mesud Barzani arasında heyecan verici ayrıntılarla dolu bir ahbaplık vardı.
Irak'ta içinde bulunduğumuz yüzyıl, uzun bir devam olduğunu düşündüren bir tabloyla başladı. Kürtler, ülkenin kuzeyinde uçuş yasağı getirilen bölgeden yararlanmaya devam ediyorlar. Bağdat'ta ise Saddam Hüseyin rejimi bir tırnak makası gibi yaşıyor. Uluslararası kurumlardan müfettişleri manipüle ederken ‘gıda karşılığı petrol’ şartlarını ihlal ediyor. Ancak, Saddam rejiminin, Kuveyt'ten çekilmek zorunda kalmasının ardından Kürt ve Şii ayaklanmalarını bastırmasının dehşeti apaçık ortadaydı.

Barzani ve Talabani, ABD’nin Irak'a atadığı geçici işgal yönetiminin lideri emekli general Jay Garner ile Nisan 2003'te Süleymaniye'de çekilmiş bir fotoğrafları (Getty)
Muhalefet, rejimi devirme konusundaki eskiden beri kurduğu hayali kurmaya devam etse de Saddam'ın askeri gücünü kendi güçleriyle alt edemeyeceğinden bu oldukça güç görünüyordu. ABD Hava Kuvvetleri, Iraklı gruplara kendi iç ve bölgesel programlarına göre ilerlemeleri adına hava koruması sağlaması için kiralanamazdı. Hesapları ve denklemleri değiştirmek için bir deprem gerekliydi ve bu deprem daha uzun süre beklenmeyecekti.

Uçaklar ve kuleler
11 Eylül Kürtlerin hafızalarına kazınmış bir gündür. 11 Eylül 1961’de, Mele Mustafa Barzani, iki yıl önce yeniden iktidara gelen Baas Partisi ile yaptığı anlaşmayla, alevi 1970'te sönene kadar yanmaya devam edecek olan Kürt ayaklanmasını başlattı. Mele Mustafa, ayaklanmayı başlattığında, aralarında Mesud'un da bulunduğu oğulları onun yanındaydı.
11 Eylül 2001’e gelindiğinde ise Mesud, yanında oğlu Mesrur ​​ile birlikte Duhok şehrindeydi. Ekranda, bir uçağın yüksek bir kuleye çarpışını izliyordu. Başlarda ekranda bir film gösterildiğini düşünürken ikinci bir uçağın başka bir kuleye çarptığını gördü. Son dakika haberi geldiğinde çevresindekilere ABD’de büyük ve tehlikeli bir şeyler olduğunu söyledi. Bir ülkenin kendi evindeki tek süper güce saldırmaya cüret edip onun prestij ve başarı sembollerini hedef alması kesinlikle söz konusu bile olamazdı.
ABD büyük bir güçtür ve dünyanın en uzak noktasına ulaşabilecek devasa bir orduya sahiptir. Saldırının arkasında El Kaide'nin olduğu ortaya çıktığında dahi Saddam rejiminin ağır bir bedel ödeyeceğini düşünmek ve her ne kadar ABD’den nefret etseler de ve ona karşı olduklarına dair benzer açıklamalar yapsalar da Saddam rejimi ile El Kaide arasında bir bağlantı olduğunu varsaymak son derece güçtü. Çünkü her biri diğeriyle çelişen bir terminoloji kullanıyordu. Ayrıca El Kaide lideri Usame bin Ladin, Baas rejimini kafir bir rejim olarak görüyordu.
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, tehlikelerin boyutları henüz netleşmemiş olsa da yeni bir dönemin başladığını hissetmişti. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkileri yeniden tesis etmeye karar verdi. Türkiye, Suriye ve İran'a temsilciler göndererek bu ülkelerin New York ve Washington'daki saldırıların olası yansımalarına ilişkin okumalarının nabzını tuttu. Üç ülke, ABD’nin vereceği olası tepkiyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyorlardı, ancak hiçbirinin verebilecekleri cevapları yoktu.

Barzani’nin, 2003 yazında Selahaddin şehrinde ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer ile bir araya geldiği bir kare (Getty)
İran, başka bir heyet daha gönderilmesini istedi. Bunun üzerine derhal bir heyet daha İran’a gönderildi. Tahran, İstiklal (Hilton) Oteli’nde Kürt heyetini ağırlarken kasıtlı olarak aynı yerde ve aynı saatte Saddam rejiminden İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş başkanlığındaki bir heyeti de ağırladı. İki heyetin üyeleri otel lobisinde tokalaştılar. Bağdat, bu yeni süreci anlamaya ve tehlikelerinden kaçınmaya çalışırken endişeli ve kafası karışık haldeydi. Ancak Kürt lider artık çok geç olduğunu, ‘sadece Basra'nın değil, Irak'ın da yıkılmasından sonra’ rejimle yapılacak herhangi bir anlaşmanın uzun sürmeyeceğini ve Kürt halkı üzerinde büyük bir yük’ getireceğini anladı.
ABD yaralanmıştı ve öfkeyle köpürüyordu. Dünya, onun bu öfkesiyle bundan sonraki senaryolara dair spekülasyon yapıyordu. 2002 yılı, Mesud Barzani’nin gidişatı anlamasına yardımcı olduğunu düşündüğü art arda işaretler taşıyacaktı. Dönemin ABD Başkanı George Bush, 30 Ocak 2022’de Irak rejimine karşı sert saldırının emrini verdi. Bush’a göre Irak, aralarında İran ve Kuzey Kore'nin de olduğu bir ‘şer ekseninde’ yer alıyordu. Şubat ayına gelindiğinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Irak rejimini değiştirmenin gerektiğinden ve bunun için gerekirse ABD’nin bu görevi tek başına üstlenebileceğinden söz etti. İngiltere Başbakanı Tony Blair de sahneye dahil olmaktan çekinmedi.
Mesud Barzani, Şarku'l Avsat'ın ayrıntıları öğrenme talebine cömertçe karşılık vererek olaylar ve manşetlerle dolu hafızasını sorgulamaya devam ediyor.

Kritik gizli görüşme
Mesud Barzani, 17 Şubat 2002 tarihinde ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’ndan (CIA) bir heyeti kabul etti. Heyet, görüşme sırasında “ABD, Saddam rejimini devirme kararı aldı, saldırı birkaç yönden başlatılacak, hesaplamalarımızda bölgenin rolü büyük önem taşıyor ve Washington'u ziyaret etmeye davetlisiniz” şeklinde dikkat çekici ifadeler kullandı. Mesud Barzani, Kürtlerin ‘demokratik, federal, çoğulcu bir Irak kurmayı amaçlayan her türlü süreci’ destekleyeceğini ve ABD’den ‘Kürtlerin geleceğine’ dair bir garanti talep ettiklerini söyledi. Washington'ın komşu ülkelere ‘Kürtlerin herhangi bir kişiye ya da tarafa karşı hiçbir şekilde tehdit oluşturmadıklarını ve oluşturmayacaklarını’ bildirebileceğini düşünen Barzani, Washington'ın davetini kabul etti. Mesud Barzani, 1 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Bakan Yardımcısı Ryan Crocker başkanlığındaki bir heyeti kabul etti. Toplantıda KDP’nin önde gelen isimleri de hazır bulundu. Heyet, ABD’nin Saddam rejimiyle ilgili görüşünü yineledi ve 14 Nisan’da Mesud Barzani’nin Washington'ı ziyaret etmesini önerdi. Aynı tarihlerde Celal Talabani de Washington’ı ziyaret edecekti.

Irak’ın Nasıriye şehrinde Saddam'ın posterini kaldıran iki ABD askeri, 3 Nisan 2003 (EPA)
Her ne kadar verilen sinyaller açık olsa da Barzani, en tepedeki karar alma merkezlerinden daha net sözler duymayı bekliyordu.
Mesud Barzani, 15 Nisan'da beraberinde oğlu Mesrur Barzani ve daha sonra dışişleri bakanı olacak KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari ile Frankfurt Havalimanı'nda bekleyen özel bir uçağa bindi. ABD’ye giden Kürt heyeti, Celal Talabani, oğlu Bafıl ve dönemin KYB lideri ve daha sonra Irak’ın cumhurbaşkanı olacak olan Berham Salih'in katılımıyla yeniden bir araya gelecekti. Bu kritik görüşme, ABD’li istihbarat servislerinin Virginia'da seçtikleri bir misafirhanede gerçekleşecekti. ABD’yi temsilen görüşmeye katılanlar arasında dönemin CIA Başkan Yardımcısı John E. McLaughlin, Ulusal Güvenlik'ten General Wayne A. Downing ve Dışişleri Bakanlığı'ndan Ryan Crocker vardı. Bu isimlerin katılımı, görüşmenin Beyaz Saray, CIA ve Dışişleri Bakanlığı’nın katılımı ve koordinasyonu ile olduğu anlamına geliyordu.
ABD tarafı, Saddam'ı devirme kararının alındığını ve bundan geri dönüşün olmadığını belirtti. “ABD, Saddam'ın iktidardan indirilmesi gerektiğine karar verdi, Kürtler tüm haklarını almalı ve ABD, Irak'ta federal sistemin benimsenmesini kabul ediyor” gibi açık ifadeler kullandı. ABD’nin dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceği ve Kürtlerin Irak muhalefetini toplama ve hazırlamadaki rolü konusunda büyük umutları olduğu vurgulandı.
ABD tarafının söylemi açık ve netti. Kürtler de buna “ABD, Saddam rejimini devirme kararlılığını sonuna kadar sürdürdüğü, Irak rejimine demokratik bir alternatif olduğu ve Kürt bölgesi için federalizm benimsendiği sürece bunu başarmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Muhalefeti birleştirmek için harekete geçeceğimize söz veriyoruz” diyerek karşılık verdiler.
Mesud Barzani, o gece, Kürtlerin bölgedeki büyük güçler ve bazı ülkelerle ilişkilerinde yaşadıkları sancılı dönemleri hatırladı. Bunlardan biri eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi 1975 yılında ‘Bay Temsilci’ Saddam Hüseyin ile Cezayir Anlaşması'nı imzalamaya ikna etmede rol oynaması ve anlaşma sonucunda İran’ın, korkunç bir çöküş yaşayan Kürt devrimine verdiği tüm desteği durdurmasıydı. Burada Bağdat'ın 1972 yılında Moskova ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı imzalamasından sonra Iraklı Kürtlere mütevazi yardımlarda bulunan Sovyetler Birliği'nin onlardan yüz çevirdiği de unutulmamalı. Komşu ülkeler ise bazen başka bölgelerdeki Kürtlere anlayış gösteriyor, ancak aynı anlayışı kendi topraklarındaki Kürtlere asla göstermiyorlardı. Kürtleri bir kart olarak ele alıyor ve Kürtlerin diğer bölgelerde de haklarını arayacaklarından korkuyorlardı.

Barzani, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da düzenlenen Irak muhalefeti konferansına katıldı (Getty)
Kürt heyetini ABD’ye taşıyan özel uçak, heyeti 18 Nisan’da Frankfurt'a geri getirdi. Barzani, Franfurt’ta Mam Celal (Talabani) ile olası gelişmelere ve değişikliklere ayak uydurmak için çabaları birleştirme ve gerekli tüm hazırlıkları yapma konusunda anlaştı.
Mesud Barzani ve beraberindeki heyet, Frankfurt'tan Fransa’nın başkenti Paris'e gittiler. Başkentteki Fransız yetkililer, ABD’nin Saddam Hüseyin'i devirme konusunda kararlı olduğuna ikna olmuşlardı. Bu yüzden soruları, genellikle Saddam rejiminin alternatifine yönelikti. Barzani, alternatif yönetimle ilgili mutabakata Iraklı muhalif gruplarla istişare edilerek ulaşılacağını ve bir sonraki yönetimin çeşitli tarafların haklarını garanti eden demokratik ve federal olması gerektiğini vurguladı.
Heyet, Paris’in ardından Şam'a hareket etti. Barzani, Suriye ile eski Devlet Başkanı Hafız Esed'in iktidar günlerinden beri süregelen ilişkilerin Kürtleri, bazı konularda Devlet Başkanı Beşşar Esed'e ve onun yönetiminin önde gelen diğer isimlerine danışmaya mecbur bıraktığını düşünüyordu. Buradaki görüşmelerde bölgedeki genel durumdan bahsettikten sonra Irak rejiminin devrilmesi ihtimalini sorduklarını söyleyen Barzani, onlara nihai kararın çoktan verildiğini bildirdiğinde bunun onları çok memnun ettiğini ve kendisinin de bundan mutlu olduğunu belirtti. Irak'ın geleceği ile ilgili olarak, Irak'ı bölme planı olmadığına ve hiçbir dış müdahaleye izin verilmeyeceğine dair güvence verdiğini ekleyen Barzani, “Saddam rejimini devirme kararının uygulanma tarihini ise yalnızca ABD’lilerin bildiğini söyledim. Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı, ABD’nin Irak'a askeri olarak müdahale etmeyeceğine inanıyordu. Öyle ki bu konuda bahse girmeye dahi hazırdı” ifadelerini kullandı.

Washington’dan Türkiye’nin ‘şantajına’ eleştiri
2002 yılı yazı başlarında ABD’nin Saddam rejimini devirme kararından vazgeçmiş ya da bu konudaki hazırlıklarını yavaşlatmış olabileceğine dair birtakım işaretler vardı. Aynı sıralarda Hoşyar Zebari ve Neçirvan Barzani, ABD’de kapsamlı görüşmeler yürütüyorlardı. Takvimler 21 Temmuz 2002’yi gösterdiğinde, ‘Sam’ olarak bilinen Charles Fettis başkanlığında, ABD’li uzmanlardan oluşan bir heyet Erbil'e geldi.
Heyetle yapılan görüşmeler, Türkiye'nin Irak'taki değişimin bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmasından korktuğunu ortaya koyuyordu. Durum değerlendirmesi yapmaya geldiklerini belirten ABD’li yetkili, Türkiye'nin bölgenin iç işlerine hiçbir şekilde müdahale etmesine izin verilmeyeceklerinin altını çizdi. Ancak ABD’nin askeri müdahalesinin tarihi yaklaştıkça Türkiye’nin kaprisleri de daha görünür hale gelmeye başlayacaktı.
ABD dışişleri ve savunma bakanlıkları, Temmuz ayında Irak muhalefetinin önde gelen bazı isimlerini toplantıya çağırdı. Celal Talabani, ABD tarafıyla görüşmelerin düzeyini yükseltmek için manevra yapmayı önerdi. Öte yandan Mesud Barzani, Suriye’nin, ABD tarafından kendisini Kamışlı’dan almak üzere gönderilen özel uçağın inişine izin vermediği için görüşmeye katılamamıştı. Celal Talabani, İyad Allavi, Ahmed Çelebi, Abdulaziz el-Hekim ve Şerif Ali bin el-Hüseyin'in katıldığı toplantıda Mesud Barzani’yi Hoşyar Zebari temsil etti. Heyet, dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Richard Myers ile bir araya geldi. Rumsfeld, Irak'ı ablukaya alma politikasının başarılı bir politika olmadığını, Irak'a yönelik saldırının aynı anda hem güneyden hem de kuzeyden başlatılması gerektiğini söyledi.

Barzani, 2003 yılı Temmuz ayında Bağdat'ta yapılan bir toplantının ardından Yönetim Konseyi üyeleriyle kameralar karşısına geçti (Getty)
Saddam rejimini yıkacak Amerikan fırtınasının yaklaşan ayak seslerini dinleyen İran, Irak lideri ile arasında yıllarca süren savaşın ve soğukluğun ardından, etkilerini ve sınırlarını tahmin etmekte zorlandığı Amerikan işgalini desteklediğini kamuoyu önünde açıklamakta da zorlanıyordu. Bunun yanında, Saddam rejiminin devrilmesinin, Irak ve bölgedeki hareketini engelleyen önündeki duvarı da yıkacağını hissediyordu. İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı grupların savaştan önce Irak muhalefeti ile yapılan müzakerelere katılması ve Irak'ta rejimin ABD tarafından devrilmesine uygun zemin hazırlamaya çalışması İran'ın ABD’nin görevini kolaylaştırdığını en açık ifadesiydi. Sonraki gelişmeler, Saddam rejiminin devrilmesini kolaylaştırma kararı alan İran'ın aynı zamanda, temelleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırmaya ve Bağdat'ta istikrarlı, Batı yanlısı bir Irak rejiminin kurulmasını engellemeye dayanan bir karar aldığını gösterdi. Bunun yanında Şam'ın da İran'la anlaşarak benzer bir karar aldığı ortaya çıktı. İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, İran’ın Afganistan ve Irak’ı birbirine bağlayan ABD ordusunu yıpratma sürecini yönetmekle görevlendirildi.
ABD savaşa girme kararı aldı. ABD basını, Amerikan ve uluslararası kamuoyunu Baas rejimini Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ile ilişkilendirmeye ikna edecek bahaneler üretmekle meşguldü. Saddam rejimi, kitle imha silahları bulundurmakla suçlandı. Gezici nükleer laboratuvarların varlığından söz ediliyordu. Mesud Barzani, partisinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yanı sıra basında geçen bu tür bahanelere yakından uzaktan hiçbir katkısının olmadığını savunuyor.

Türkiye düğümü
ABD’nin Irak’a giriş tarihi yaklaştıkça Türkiye'nin endişeleri de artıyordu. Bir kaynak, Barzani'ye dönemin ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Tommy Franks ile Türk yetkililer arasında yapılan bir görüşmenin içeriğinden söz etti. Buna göre Türk yetkililer, CENTCOM Komutanı ile yapılan görüşmede dört talepte bulundular. Bu talepler şunlardı:
1- Kesinlikle herhangi bir Kürt devleti kurulmamalı
2- Kürtlerin Musul ve Kerkük'ü kontrol etmesine izin verilmemeli
3- Türkiye Irak’ta kurulacak yeni yönetimde söz sahibi olmalı
4- Kürtler, mevcut Irak rejiminin düşürülmesinde yer almamalı
ABD'nin eski Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Türkiye'nin Saddam rejimini devirecek koalisyona katılmasının önemli ve gerekli olduğunu Kürtlere aktardı. ABD’nin planına göre Saddam rejimine güneyden ve kuzeyden aynı anda saldırılacaktı. Bu da Türkiye topraklarından girileceği ve Zaho üzerinden ilerleneceği anlamına geliyordu. Kürtlerin tutumu ise açıktı. Gerek İran olsun gerekse Türkiye olsun, bölge ülkelerinden askeri bir katılıma karşıydılar. Görüşmeler, özellikle Türkiye'nin Saddam rejiminin düşürülmesi ve ABD ordusunun topraklarını kullanmasına izin vermesi için Musul ve Kerkük'e Türk askeri göndermesi gerektiğini bildirmesinin ardından çetrefilli bir hal aldı. Görüşmelerden birinde Barzani’ye dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'ndan Türk ordusunun Kuzey Irak'a girip peşmerge güçlerini silahsızlandıracağı mesajının yer aldığı bir kağıt verildi.
Mesud Barzani, buna yanıtı sert oldu. Barzani ABD tarafına hitaben şunları söyledi:
“İster sizinle ister kendi başlarına gelsinler onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağız. Başta terörizmle suçlanacağız, ardından çatışan taraflardan biri olacağız.”
Türkiye'nin bir devlet ve güçlü bir orduya sahip olduğunu bildiğini ancak peşmerge güçlerinin silahlarını teslim etmektense cesetlerini teslim etmeyi tercih ettiğini söyleyen Barzani, tek başına kalsa bile Türk askeriyle savaşacağını ve onları Zaho'da bekleyeceğini söyleyecek kadar ileri gitti.
Türkiye ile karşı karşıya gelinmedi. Çünkü ABD, Türkiye’nin şartlarını kabul etmedi. Buna karşılık TBMM, ABD güçlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermedi. Türkiye kıyılarında gemilerde konuşlandırılan ABD güçleri varış noktalarını değiştirmek zorunda kaldı.
Savaş yaklaşıyordu, ama ABD yönetimi, müttefiklerine saldırı günü bildirmemişti. Ancak 2003 yılında 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece hem Irak'ın çehresini hem de bölgedeki tüm dengeleri değiştirecek savaş patlak verdi.

Yaralı bir ABD ve uluslararası bir boşluk
11 Eylül saldırıları, dünyadaki ‘tek süper gücün’ ruhunda derin bir yara izi bıraktı. Başkan George W. Bush yönetimindeki şahin olarak adlandırılan bazı isimler, saldırıların ABD'nin Berlin Duvarı'nın yıkıldığı ve Sovyetler Birliği'nin çöktüğü gün kazandığı unvanı hak ettiğini göstermek için bir fırsat olduğuna inanıyorlardı. Bu isimler arasında ‘radikalizmi ve terörizmi besleyen dünyanın’ bedenine demokrasi tohumları ekilmesini sağlayan askeri ameliyatlarla tedavi edilebildiğine inananlar da vardı.
O sıralar ABD’yi bu maceraya atılmaktan vazgeçirebilecek yeterli ağırlığa sahip uluslararası bir cephe yoktu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, selefi Boris Yeltsin döneminde Sovyetler Birliği'ni sarsan dağılma rüzgarlarının esmesinin ardından Rusya Federasyonu'nu yeniden ayağa kaldırmakla meşguldü. Bununla birlikte Rusya ordusunun, eski gücünü ve ruhunu geri kazanması ve ülkenin yağmalanmasını durdurması gerekiyordu. Sovyetler Birliği döneminde uzun yıllar KGB dış istihbarat subayı olarak görev yapan Putin’in Batı'ya ve onun ortaya koyduğu modele karşı büyük bir intikam projesi başlattığını açıklaması için henüz çok erkendi. Öte yandan Çin de mevcut yüzyılın başlarında kendisini ABD’nin dünyadaki nüfuzuna meydan okuyacak büyük bir boksör olarak sunmakla henüz ilgilenmiyordu. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmak, yoksullukla mücadelede daha fazla başarı elde etmek ve teknolojik yarışta yer almak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
Mesut Barzani, uluslararası sahnede olan biteni takip ediyordu. ABD’nin Irak’a müdahalesine en büyük itiraz dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’dan geldi. Chirac, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag'da düzenlenen bir NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Bush'a ‘savaşın bölgeyi istikrarsızlaştıracağını, bunun sonuçlarından birinin İran yanlılarının Irak’ta iktidara gelmesi olacağını, Tahran'ın Hizbullah üzerinden Lübnan'da olduğu kadar Suriye’de de nüfuzunun güçleneceğini ve bu savaşın meşru bir savaş olmayacağını’ söyledi. Bush yönetimi, özellikle İngiltere Başbakanı Tony Blair'in ABD’ye katılmayı seçmesinden ötürü yaşlı kıtadaki bazı tarafların bu konudaki tutumları üzerinde fazla durmadı.
Savaş geliyordu ve başta İran olmak üzere Irak'a sınırı olan ülkelere dikkat etmek gerekiyordu. Birçok kişinin zihnini “Humeynici İran, ‘Büyük Şeytan’ ABD’nin bir numaralı düşmanı Saddam Hüseyin'i devirme görevini kolaylaştırabilir mi?” şeklindeki karmaşık soru meşgul ediyordu.

İran'ın ‘büyük zafer’ beklentisi
Kürt heyetinin 2002 yılının Nisan ayında ABD’ye yaptığı gizli ziyarette duydukları çerçevesinde Irak muhalefeti aynı yıl Aralık ayında Londra'da bir konferans düzenledi. Konferansa İslami Dava Partisi ve Komünist Parti ve Suriye yanlısı Baas Partisi katılmadı. Mesud Barzani, İran'ın gerçek tutumunun, özellikle Tahran'ın Iraklı bazı güçleri etkileme konusunda belirleyici bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Mesud Barzani, şunları söyledi:
“Irak muhalefetinin Londra'daki konferansında ortaya çıkan çelişkiler, beni Tahran'ı ziyaret etmeye itti. Orada (dönemin İran) Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile görüştüm. Sadece ABD savaşı konusundaki tutumlarını değil, aynı zamanda Kürt bölgesi için anayasal bir çözüm anlamına gelen federal sistemin kurulması konusunda üzerinde anlaşmaya varılan formülle de ilgileniyordum. Rafsancani her zamanki gibi esnekti. Güç dengesini ve ülkesinin çıkarlarını dikkate alarak gerçekçi konuştu. Saddam rejiminin düşmesini büyük bir zafer olarak göreceklerini, ancak bu sürece açıkça destek veremeyeceklerini söyledi. Rafsancani, Irak’ta federal bir sistem kurulmasını da destekledi. Görüşmemizin bu kısmı bizim için çok önemliydi. Ziyaretim sırasında General Kasım Süleyman ile de görüştüm. O dönemde sonraki yıllarda olduğu kadar tanınmıyordu, ama Irak dosyasından sorumluydu.”
Şii lider Muhammed Bâkır El-Hakim ile de görüşen Barzani, ondan Irak’taki en etkili Şii gruplardan biri olan Irak İslâm Devrimi Yüksek Meclisi’ne (SCIRI) Saddam rejiminin devrilmesinden sonraki dönemle ilgili görüşmelerde daha gerçekçi olmasını tavsiye etmesini istedi. Daha sonra Irak’ın Kürt bölgesi Selahaddin'de Irak muhalefetinin düzenlediği bir başka konferansta Tahran'ın müttefiklerine Saddam rejimini devirme sürecine katılmaları için yeşil ışık yaktığı ortaya çıktı.
İran, Saddam rejiminin düşürülmesini kolaylaştırmayı seçerken bir yandan da General Süleymani'ye ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırma ve Batı yanlısı istikrarlı bir yönetimin kurulmasını engelleme görevi verdi.
Barzani’ye İran'ın ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştıran ilk taraf olup olmadığını sorduğum da bunun olduğunu doğruladı.
Barzani, kendisine sorduğum ABD’nin İran'ı Irak'tan sonra olası bir ikinci hedef olarak görüp görmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“O sıralarda, ABD’nin Irak'a girişinin daha sonra İran’a ve Suriye'ye karşı düzenlenecek askeri operasyonların da yer aldığı bölgeye yönelik bir planının ilk aşaması olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu. Gerçek şu ki, ister sivil ister askeri ABD’li yetkililerle yaptığım görüşmelerde böyle bir yaklaşım olduğunu hiç duymadım. ABD’liler buna dair hiçbir sinyal vermediler. Belki de bu tür söylemler yalnızca bir analizden ibaretti. Yahut başka taraflarca bölgede daha fazla gerilim yaratmak için ortaya atılmış spekülasyonlardı. ABD’li yetkililer, görüşmelerimizde İran'ın rolüne dair bazı şikayetlerini dile getirdiler. Daha sonra General Süleymani'nin kendilerini hedef alan silahlı gruplarla ilgili rolünden şikayet ettilerse de ABD’nin Irak'taki güçleriyle savaşmaları için sınırlarını milislere ve aşırılık yanlılarına açmakla suçladıkları İran'ı ya da Suriye'yi hedef alma planlarından hiç bahsetmediler.”

Ahmedinejad işgal altındaki Irak'ı ziyaret etti
Tahran, ilerleyen süreçte daha fazla mesaj gönderecekti. ABD, Irak’ta geçici bir devlet konseyi oluşturulduğunda, İran yanlısı muhalefetin tarafları, tıpkı diğerleri gibi koltuklarına dağıtılmıştı. Ardından 2007'de bir mesaj daha geldi. Tahran’dan havalanan bir uçak Bağdat havaalanına inmişti ve alışılmadık bir ziyaretçiyi taşıyordu. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ülkesinin Irak'ın coğrafi kaderinin bir parçası olduğunu ve ABD yorulup çekilme kararı aldıktan sonra da İran'ın komşusu olarak kalacağını hatırlatmak istercesine işgal altındaki Irak'a gelmişti.
Ahmedinejad, ABD’nin Irak’ta 170 bin civarında askerin yer aldığı devasa konuşlandırmasına kendi gözleriyle tanık oldu. Ahmedinejad'a eşlik eden heyetin başında, Barzani’nin akrabası ve lideri olduğu KDP’nin önde gelen isimlerinden dönemin Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari vardı. Zebari, ABD tarafından kurulan kontrol noktalarında Ahmedinejad’ın konvoyunun durdurulmaması için çeşitli temaslar gerçekleştirdi. Ancak kontrol noktalarından biri buna uymadı. Daha sonra kontrol noktasındakilerin Ahmedinejad ile fotoğraf çektirmeyi istedikleri ortaya çıktı. Ahmedinejad, bunu sorun etmedi, ancak ona eşlik eden heyettekiler arabasından inmemesini tavsiye ettiler. Arapların Bağdat’ta var olmayışı, İran’ın varlığının izlerini taşıyan bazı izler bıraktı.

Barzani, Saddam’ın düşmesi karşısında şamata yapmadı
Mesud Barzani, bir ateşkes ve anlaşma imzalanmasına rağmen onlarca yıl Saddam'ı devirme hayali kurdu. Barzani’ye göre Saddam’a karşı girişilecek bir planda onun yerine gelecek alternatif demokratik ve federal olmalıydı.
Saddam'ı hapishanede ziyaret etmeye kalkışmayan ve duruşmalarına katılmayan Barzani, bu tutumunu “Şamata yapmak erkek işi değil” diyerek özetledi.
Saddam'ın Kürtlere yaptıklarına rağmen Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkıyla ilgili başlarda en cüretkar kişinin Saddam olduğunu itiraf eden Barzani, “Dünya, Saddam'ın heykelinin düşmesini bir dönemin sonu olarak görüyordu ve öyleydi” ifadelerini kullandı. Düşmanının düşmesinden memnun olsa da Irak'ın pek çok kanlı hesaplaşma içinde boğulmasından çekinen Mesut Barzani, onlarca yıldır rejimin bel kemiği olan Saddam'ı denklemden çıkarmanın yaratacağı boşluktan, Şiiler ile Sünniler, Araplar ile Kürtler arasında bir çatışma çıkmasından ve bölgesel güçlerin Irak'ı eski ve yeni hayalleri için bir hesaplaşma arenası haline getirmelerinden korkuyordu. Irak, daha nefes alamadan Bağdat'ın içinde ve dışında çok fazla kanın akmasıyla zaman, Barzani’nin korkularının haklı olduğunu gösterdi.
ABD ordusu Irak'a girmişti ve sonuç önceden biliniyordu. İran'la girdiği şiddetli savaşın ve Kuveyt'in işgalinin ardından bitkin düşen Irak ordusu, ablukanın neden olduğu kısıtlamalardan zarar görmüştü. İki ordu arasında hazırlık durumu, teknoloji ve imkanlar açısından büyük bir boşluk vardı. Üstelik Saddam'ın düşünce tarzı, İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir savaşçı gibiydi. Öyle ki İran-Irak savaşı sırasında, üst düzey komutanlarla yapılan bir toplantıya Sovyet lideri Joseph Stalin'in bir defterini getirmişti.
Mesud Barzani, Irak ordusunun Kürt bölgelerinde gerçekleştirdiği el-Enfal Operasyonu ve binlerce köyün yıkılmasına misillemede bulunmasından çekiniyordu. Bu yüzden kesin emirlerini verdi ve amaçlarına ulaştı.  Yaklaşık 15 bin subay ve asker teslim oldu. Teslim olan askerler kamplarda toplandılar. Memleketlerine dönmeden önce yanlarına azık verildi ve bakımları sağlandı. Kürt bölgeleri, savaşa tanık olmadı ve ordu, ABD’nin hava saldırılarına karşı koyamadı.
Barzani, Saddam rejimi devrildiğinde “De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (Âl-i İmrân Suresi - 26) ayetini hatırladığını söyledi.
Henüz küçük bir çocukken, 1958 yılında kraliyet ailesinin katledildiği Rehab Sarayı'na gittiğinde orada ‘Adaletsizlik devam etmez’ yazısını okuduğu günü de hatırlıyordu.

Bağdat'a hakim olan şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali
Bağdat'a bir şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali hakimdi. 1958 yılındaki darbeden sonra art arda iktidara gelen rejimler, Iraklı güçleri aynı masa etrafında toplanmaları ve ortak paydalara ulaşmaları yönünde eğitmediler. Peki bunun ülkenin yönetilme biçimiyle ne gibi bir alakası vardı?
Saddam'a karşı olan tarafların Bağdat'ta merkezleri yoktu. Mesud Barzani ve ekibi, alelacele Bağdat’a giderek müzakerelere ve toplantılara ev sahipliği yapan Burj el-Hayat Oteli’nde kalmaya başladı. Bağdat'a gelen güçler, henüz anlaşmaya hazır değildiler ve bu yüzden fırsatı kaçırdılar. Mesud Barzani, ABD’nin Irak'a geçici işgal yönetiminin lideri olarak atadığını emekli General Jay Garner’ın Iraklı güçlerinden yönetim yetkilerinin devredileceği geçici bir hükümet üzerinde uzlaşmalarını istediğini söyledi. Barzani’ye göre Iraklı güçler, uzlaşı ve taviz verme fikrine alışık değildi ve çoğu, daha fazla kazanım için tarihi bir fırsata sahipmiş gibi davrandılar. Iraklılar, haftalarca, ülkelerini daha fazla acı çekmekten kurtarabilecek bir hükümet formülü üzerinde anlaşmaya varamadılar.
Barzani, sözlerine şöyle devam etti:
“Ahmed Çelebi, bir hükümet kurulması gerektiğini farkındaydı. Kartları karan ve meseleyi karmaşıklaştıran bir kararla şaşkınlığa uğramadan önce hükümetin kurulması gerektiğini söyleyerek bir anlaşmaya varılmasında ısrar ediyordu. Sorunun çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladı, ama başarılı olamadı. Bu makam falanca parti için, şu makam ise başka bir parti için diyerek her görüşmeden sonra en başa dönüyorduk. Görüşmeler sırasında birçok anlaşmazlık ortaya çıkardı. Çelebi'nin tahmini doğruydu. General Garner, Irak’ta fazla kalmayacak ve ardından Paul Bremer gelecekti. ABD’nin kendi arzusuyla işgalci bir güce dönüşeceği büyük bir gelişme yaşanacaktı.”

“Ölü adam idama mahkum edildi”
Bremer’in Irak ordusunu dağıtma kararını ‘ölü bir adama idam cezası vermeye’ benzeten Mesud Barzani, “ABD’nin Irak’a saldırısı, Irak ordusunun dağılmasına ve çözülmesine yol açtı. Artık ne kışlalar ne birlikler ne komuta kademesi ne de rütbeler vardı. Fesih, yerinde bir karar değildi. Orduyu sağlam ulusal ve demokratik temeller üzerinde yeniden yapılandırma kararı alınması daha yerinde olurdu” dedi.
O dönemde ABD ordusu ile halk arasındaki sürtüşmeyi önlemek için Iraklı subayların ve askerlerin şehirlerde güvenliğin sağlanmasında rol oynayacağı bir plan olduğunu reddeden Barzani, ayrıca daha önce öne sürülen partisinin eski Genelkurmay Başkanı Korgeneral Nizar el-Hazreci'nin Bağdat'tan çıkarılmasında rol oynadığına dair iddiaları da yalanladı. Barzani, Hazreci'nin Bağdat’tan çıkarılmasının arkasında CIA’nin olduğunu ve Kürt bölgelerinden geçmesine izin verdiklerini vurguladı.
Barzani, rejimin çeşitli unsurlarıyla Irak halkına uyguladığı adaletsizliğin, ülkenin kuzeyinden ve güneyinden birçok kişinin ABD ordusunu Irak’a girdiği günlerde çiçeklerle karşılamasına neden olduğu da sözlerine ekledi.

Tarihin onur sayfalarına geçmek gerine boynuna ip geçirilmesi
Saddam, ABD Irak’a girene kadar saraydan ayrılmayı aklının ucuna dahi getirmemiş olabilir. Hayali, Irak tarihinde Bağdat'ı inşa eden Selahaddin ve Ebu Cafer el-Mansur'un yanında yer almaktı. Ancak Irak, her zaman yöneticileri için zehirli bir şölen olmuştur. Saddam, Usame bin Ladin'in planladığı New York ve Washington'daki saldırıların bedelini ödemeyi beklemiyordu. Zira iki adam arasında birbirlerine karşı duydukları nefret dışında hiçbir bağ yoktu. Ayrıca ABD ordusuna ait bir zırhlı aracın gelip Firdevs Meydanı'ndaki heykelini sökeceğini, heykelinin düşüş anlarının televizyon ekranlarından naklen yayınlanacağını, parmaklıkların arkasına gönderileceğini, birçok kişiye yaptığı gibi yağlı urganın boynuna geçirileceğini ve cesedinin idam kararına imza atan kişinin Yeşil Bölge’deki evinin yakınlarına atılmasını da beklemiyordu.
Arap liderden birinin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Saddam’ın ABD askerlerinin arasında dar ağacının önüne getirilmesi zorlu bir sahneydi. Hataları bir kenara bırakılırsa son derece sert bir mesajdı. Ancak yine de şanslı sayılıyor. Çünkü eğer sınırdan gelen milislerin eline düşseydi, Nuri es-Said gibi Bağdat sokaklarında sürüklerlerdi. En nihayetinde, gardiyanlarına kendisini ve sözlerini küçük düşürme fırsatı vermedi.”
Öte yandan Saddam'ın ABD askerleri arasındaki görüntüsü ve sevinç çığlıkları arasında dar ağacına götürülmesi iki Arap lideri endişelendirmişti. Bunlardan biri Muammer Kaddafi, diğeri Ali Abdullah Salih idi. Her ikisi de bu endişelerini ifade etmekten çekinmediler. Kaddafi, ABD jetlerinin 1986 yılında Bab el-Aziziye kışlasındaki karargahını basmasından sonra ABD’lilerden korkma hastalığına yakalanmıştı. Barzani, o gece Albay Kaddafi’nin ısrarı üzerine Trablus'ta kalmıştı ve saldırıdan şans eseri kurtulmuştu.
Saddam, boyun eğmeden ölümü kabul etmeyi seçti. Bir gün eski Başbakan Yardımcısı Abdulgani er-Ravi, bana Saddam’ın eski Başbakan Abdulkerim Kasım’ın Bağdat’taki radyo binasında infaz edilmesi emrini nasıl verdiğini ve Kasım’ın baş düşmanı General Abdusselam Arif'e boyun eğmeyi ve gözlerini bağlamayı nasıl reddettiğini anlatmıştı. Irak liderlerinin ölümü sessizce yataklarında karşıladıkları alışılagelmiş bir durum değildir.



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.