Uzmanlara göre İsrail-Filistin gerilimini ele alan Şarm eş-Şeyh toplantısı uzun vadeli umut vermiyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Uzmanlara göre İsrail-Filistin gerilimini ele alan Şarm eş-Şeyh toplantısı uzun vadeli umut vermiyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Filistinli uzmanlar, İsrail ve ABD'den üst düzey katılımla Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde 19 Mart'ta düzenlenen güvenlik toplantısında Filistin'de sükunetin sağlanması için anlaşmaya varılmasına rağmen bunun sahada karşılık bulmasının mümkün olmadığını belirtiyor.
Uzmanlar, İsrail-Filistin geriliminin azaltılması için daha önce Ürdün'ün Akabe şehrinde düzenlenen toplantının devamı niteliğindeki Şarm eş-Şeyh toplantısında alınan kararların sahadaki uygulanabilirliğine ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
İsrail'in tek taraflı eylemlerini durdurması, yerleşim yeri inşasına son vermesi gibi Akabe'de alınan kararlara uymayarak baskınlara ve saldırılara devam etmesi göz önüne alındığında Şarm eş-Şeyh toplantısındaki anlaşmanın da uygulanma ihtimali düşük görülüyor.

- "Filistin halkı İsrail işgalinden kurtulmak istiyor"
Filistinli siyaset uzmanı Cihad Harb, toplantıda alınan kararların uzun vadede umut vermediğini ve güvenlik açısından gerilimi azaltsa da bitiremeyeceğini belirtti.

Harb, "Sağcı bir İsrail hükümetinin gölgesinde anlaşmaların uygulanma olasılığı yok." dedi.
Akabe'den hemen sonra İsrail hükümetinden yetkililerin toplantı kararlarını reddeden açıklamalarına değinen Harb, "Burada mesele, İsrail'in imzalanan anlaşmalara uymaması ve saygı göstermemesi. Son yıllardaki tecrübeler bunu doğruluyor." diye konuştu.
Harb, ayrıca işgal altındaki Batı Şeria'nın yarısından fazlasını kapsayan C bölgesi, Kudüs ve Filistin'in iç kesimleri gibi güvenliği İsrail'in elinde bulunan bölgelerde Filistin yönetiminin, Filistinlilerin düzenlediği eylemlerin önüne geçmesinin mümkün olmadığını ifade etti.
İsrail'in artan gerilimdeki rolüne işaret eden Filistinli uzman şunları söyledi:
"İsrail, yerleşim yerleri inşa etme, baskınlar, saldırılar düzenleme ve Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere saldırması politikalarını sürdürüyor. İşgalden kaynaklanan bütün bu suçlar yüzünden gerginliğin sebebi de yine İsrail."
Harb, çözüme ilişkin ise, "Filistin halkı İsrail işgalinden kurtulmak istiyor, gerginliğin başlıca sebebi olan işgali sona erdirmeyecek sadece bölgedeki gerilimi azaltabilecek ekonomik ve güvenlik önlemlerini istemiyor. Toplantıda ele alınan güvenlik boyutu gerilimi azaltabilir ancak gerekli olan işgali sonlandıracak siyasi bir ufuk." ifadelerini kullandı.

- Toplantıda yanıtsız kalan sorular
Kudüs Üniversitesine bağlı Kudüs Araştırma Merkezi Müdürü Ahmed Refik Avd de İsrail'deki koalisyon hükümeti sağcı ve aşırı sağcı partilerden oluştuğu için alınan kararların uygulanma ihtimalinin zayıf olduğunu belirtti.
Avd, Şarm eş-Şeyh ve öncesindeki Akabe toplantısında alınan kararların İsrail'in inisiyatifine bırakılması halinde Tel Aviv yönetiminin çıkarlarına uygun olanları seçeceğini ve kendi politikasını sürdüreceğini dile getirdi.
Filistinli uzman, "Şarm eş-Şeyh toplantısının kapanış bildirisinde Filistinlilerin endişelerini gidermeye yönelik önemli sorular yanıtsız kaldı. Bunlar arasında, 'İsrail, Filistinlileri öldürmeyi, mülklerine el koymayı ve barışı inkar etmeyi bırakacak mı?' sorusu da var." diye konuştu.
Meselenin güvenlikle sınırlandırılmasının sonuç getirmeyeceğini, aslolanın işgali bitirmeye yol açan siyasi bir ufuk olduğunu belirten Avd, buna gerekçe olarak şunları söyledi:
"Washington, işgali destekliyor ve meşrulaştırıyor. Filistinlilerin eylemleri ve Yahudi yerleşimcilerin uyguladığı şiddet arasında bir denge kurmak da yanlış. Ayrıca Filistin'deki durumu gözetmesi gereken katılımcıların meselede gerçek bir rolü bulunmuyor."

- Kararların uygulanma imkanı kısıtlı
Yabus Araştırma Merkezi Müdürü Süleyman Beşerat ise Şarm eş-Şeyh toplantısından çıkan sonuçların uygulanma imkanının bazı etkenlerden dolayı çok kısıtlı olduğunu ifade etti.
Beşerat, İsrail güçlerinin Filistin kentlerine yönelik baskınlarıyla sahada her gün devam eden tehditlerinin bu etkenlerden biri olduğunu belirtti.
İsrail'in saldırgan tavrının işgal altındaki Batı Şeria'da Yahudi yerleşimcileri de cesaretlendirdiğini aktaran Beşerat, bunun da Filistinliler için caddelerden geçerken bile tehdit oluşturduğunu söyledi.
Bir diğer etkenin de Filistin sokağı ile Filistin siyasi liderliği arasındaki uyumsuzluk ve anlaşmazlık olduğunu kaydeden Beşerat, Filistinlilerin, bu tür görüşmeler yapılsa da Tel Aviv'in karşılıksız hiçbir şey yapmayacağı yönünde bir kanaati olduğunu dile getirdi.

- Şarm eş-Şeyh Güvenlik Toplantısı
Mısır, Filistin, İsrail, Ürdün ve ABD'den üst düzey siyasi ve güvenlik yetkilileri, İsrail-Filistin geriliminin azaltılması amacıyla 19 Mart'ta Şarm eş-Şeyh'te güvenlik toplantısı düzenledi.
Bu toplantının, 26 Şubat'ta Ürdün'de düzenlenen Akabe Güvenlik Toplantısının devamı niteliğinde olduğu belirtildi.
Şarm eş-Şeyh toplantınsın kapanış bildirisine göre, katılımcılar, Filistin ve İsrail halkları için güvenlik, barış ve istikrarı güçlendirmek, 2014’ten bu yana dondurulmuş barış sürecini canlandırmak ve ateşkesin uygulanması başta olmak üzere çeşitli maddeler üzerinde anlaşmaya vardı.
Katılımcıların, şiddetin azaltılması, kışkırtıcı açıklama ve eylemlerden uzak durulması ile Filistin halkının ekonomik şartlarının iyileştirilmesi için birer mekanizma oluşturulması konuları üzerinde de anlaştığı belirtildi.
Toplantıda, "güven artırıcı önlemlerin alınması, karşılıklı güvenin artırılması, siyasi ufukların açılması, öne çıkan sorunların doğrudan müzakere yoluyla ele alınması" gerektiği vurgulandı.
Gelecek toplantının, nisan ayında yine Şarm eş-Şeyh'te düzenlenmesi kararlaştırıldı ancak net bir tarih verilmedi.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.