Venedik’te uzun kasım gecelerinden birinde, Rialto Köprüsü'nün yanındaki bir ofiste kahvelerini yudumlayan meteorologlar, 2 metreye varan ve duvarları şiddetle döven dalgaları canlı yayında izliyorlardı. Sonunda duvarların dışındaki deniz seviyesi iki metrenin üzerine çıktı. Kayıtlara göre bu, bir asrı aşkın süredir tanık olunan üçüncü en yüksek ve insanların hayatını riske atan bir seviye. Ayrıca böyle su seviyesindeki bu yükselme Venedik turizmi ve ekonomisi için de tehdit oluşturuyor.
Şehir daha önce birçok kez yağmurla sırılsıklam olmuştu ama neredeyse bir damla dahi deniz suyu yoktu. Yaşam normal eyrinde devam ediyordu. ‘Elektromekanik Bariyer’ projesinde görüldüğü gibi esnaf su pompalarını söktü. Bu projeye, asasıyla Kızıldeniz’i ortadan ayıran Hz. Musa’ya işaretle, kısaca MOSE deniyor. MOSE projesi ile şehri kurtarmak için suyun önünün kesilmense çalışılıyor.

Venedik’in geçen kasım ayında çekilen görüntüsü. (The New York Times)
Çocukken su seviyesi dünyanın çatlaklarından pınarlar gibi yükseldiğinde babasının şapka dükkanından malları kurtaran Dalga Tahmin Merkezi Müdürü Elvis Papa konuyla ilgili açıklamasında “Duvarlar olmasaydı, bu bir felaket olurdu. Hayatlarımız normal bir daha olmayacak” dedi. Ancak İtalya şimdi her şeye rağmen başarısını kutlarken bile başlangıcından 50 yıl sonra MOSE projesinin ve yaklaşık bin 500 yıllık Venedik'in hikayesi halen anlatılıyor. MOSE, İtalya'nın teknik yaratıcılığını somutlaştırdığı için bir mühendislik projesinden çok daha büyük bir anlam ifade ediyor.
Proje şimdi şehrin bir bekçisi gibi kutlansa da acımasız doğanın, iklim değişikliğinin ve onu durdurmak için insanların gösterdiği çabanın başarısızlığının bir anıtı niteliğinde. Beş milyar euroya mal olan MOSE’un duvarlarının yan yana sabitlenmesi uzun zaman aldı. Duvarların kendisinden korunmak üzere inşa edildiği iklim değişikliğinin hızı, beklentileri aştı.

Deniz duvarı, yaşamın normal seyrinde devam etmesine imkan tanıdı. (The New York Times)
Bariyerleri kurmaya yönelik gösterilen tüm çabalardan sonra, bir sonraki aşamada karşılaşılacak zorluk duvarları fazla yükseltmemenin yollarını bulmak olacak. Venedik, zaten MOSE projesini beklenenden fazla kullanıyor. Kenti kapatma ve yaşam kaynağı olan sudan mahrum bırakma tehdidiyle yükselen deniz seviyeleri karşısında, bu projeye ihtiyaç duyulma olasılığı her zamankinden çok daha fazla. Ancak uzmanlar bu duvarların Venedik lagününü, yosunlarla dolu kokuşmuş bir bataklığa ve şehrin büyüleyici kanallarını pis kokulu açık lağımlara çevirebileceği konusunda uyarıyor.
Bununla birlikte, eğer sular kontrol altında tutulmazsa, Venedik'in eninde sonunda sular altında kalacağına ve yaşanamaz hale geleceğinden şüphe yok. Venedik sular altında kalınca, sarayları ve yüksek kiliseleri, tarihini silip süpürecek olan denizin tuzuyla aşınacak.
Bugün Venedik güvende ancak deniz seviyelerinin şehrin kalıcı korumaya ihtiyaç duyacağı kadar yükselmesiyle, dayanılmaz değiş tokuşların olduğu bir geleceğe bakıyor.
Papa yaptığı açıklamada “Bu noktada karar vermem gerekiyor: Şehri mi kurtarmalıyız yoksa lagünü mü?” diye sordu.
Batan şehir
Venedik deniz sayesinde ve denize rağmen var. Su, kuruluşundan bu yana hem koruyucu hem de tehdit edici oldu ve Venedikliler her zaman ikisi arasında bir denge sağlamak için mücadele ettiler.
Anakara İtalya'dan gelen mülteciler 5’inci yüzyılda çamur düzlüklerine ve adacıklara ilk yerleştiklerinde, tabana sütunlu temeller inşa ettiler. Beyaz, tuza dayanıklı Istrian taşından deniz duvarları inşa ettiler ve lagünün manzarasını ihtiyaçlarına göre değiştirdiler.
Zengin bir deniz gücü haline getirmek için ‘Venedik Cumhuriyeti’ni ustaca oluşturdular. Kaptanlarından ilki, lagünün denizle buluştuğu yere doğru yelken açtı. Venedik’in denizle evliliğini belirtmek için gemiden altın bir yüzük attılar.
Yüzyıllar boyunca Amerika Kıtası’na yeni ticaret yollarının açılması ve Napolyon'un yükselişi, Venedik'in jeopolitik önemini ortadan kaldırdı. Gücü azaldı, ancak su çekilmedi.
Bir zamanlar insanın doğaya hakimiyetinin bir örneği olan Venedik, ‘boğulma yeri’ olarak anılmaya başlandı. Romantik şair Lord Byron, Venedik hakkında, "Yosun gibi battı, ne zaman yükselecek?" dye sormuştu. Yazar Thomas Mann, şehrin adını ‘Venedik'te Ölüm’ romanında erozyonu belirtmek için bir metafor olarak ödünç aldı.
Venedik 1897'de, Büyük Kanal yakınında bulunan Santa Maria della Salute Roma Katolik Kilisesi'nin su girişine suyun yüksekliği için bir referans işareti yaparak düşmanıyla başa çıkmaya başladı. 20’inci yüzyılın ilk yirmi yılında, Venedik'teki yüksek dalga 110 santimetrelik engeli sadece altı kez aştı. Ancak Venedik'teki ortalama deniz seviyesi 1900'den beri yaklaşık bir fit yükseldi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre son 20 yılda ise gelgit dalgası 110 santimetrelik engeli 150 defadan fazla aştı.
Sorun sadece yükselen deniz değil, aynı zamanda Venedik'in batması. Şehrin altındaki tektonik plakalar doğal olarak çöküyor. Bu süreç 20’inc yüzyılda komşu Marghera'nın endüstriyel limanında kullanılmak üzere yeraltı suyunun pompalanmasıyla hızlandı.
1950'den 1970'e kadar Venedik yaklaşık iki metreye yakın battı. Su pompalaması uzun zaman önce durdu ancak yine de her yıl yaklaşık iki milimetre batıyor.
Venedik Kasım 1966'da, şimdiye kadar ölçülenin ve en kötüsü olan 1,8 metreden fazla ölümcül bir sel tarafından vuruldu. Su, Venedik'te yaşamı felç etti, binaları ve şehrin zaten kırılgan olan, güvenli bir yer olma duygusunu yok etti.
İtalya göz korkutan bir soruyla karşı karşıya kaldı: Venedik kurtarılabilir mi?
Akıllıca çözüm
‘Genel deniz seviyesi yükselmesini’ kabul eden İtalya Ulusal Araştırma Konseyi, 1970 yılında şirketlerin şehri nasıl kurtaracaklarına dair önerilerde bulunmaları için bir yarışma düzenledi.
İdeal olarak, yükselen suyu durdurmak için açılıp kapanabilen, aynı zamanda gemilerin geçmesine izin veren ve deniz ile lagün arasındaki doğal su değişimini koruyan duvarlar inşa etme fikri ortaya atıldı.
Deniz duvarları nasıl çalışıyor?
Duvarlar sabitlendiğinde lagündeki su seviyesi Adriyatik Denizi'nden daha düşük tutuluyor.
Yarışmayı kazanan Milano merkezli şirket Riva Calzoni, havayla dolu ve yüksek gelgitleri saptırmak için yüzen ve ardından tekrar alçalmak için suyla dolan deniz duvarlarının bir taslağını çizdi. Bu sabit, açıkta bir yapıdan daha az maliyetli olacak güvenli ama neredeyse görünmez bir savunma. Ancak bu akıllı çözüm basit değil. MOSE projesi fikri her ne kadar basitliği açısından akıllıca olsa da gerçek daha karmaşıktı. İtalya önümüzdeki yarım yüzyılda söz konusu projeyi uygulayacak.
1984'te hükümet, MOSE'un inşaatını büyük İtalyan şirketlerinden oluşan bir konsorsiyuma devretti ve duvarların 1995'e kadar yerine oturacağı tahmininde bulundu. Büyük bayındırlık çalışmalarının savunucusu olan Başbakan Silvio Berlusconi'nin ilk taşı 2003 yılına kadar atması mümkün olmadı. Projenin 2011 yılında tamamlanacağı tahmin ediliyordu. Ancak Kasım 2010' a gelindiğinde uzmanlardan oluşan bir grup, deniz tabanına batmış duvarları kilitlemek için menteşelerde hangi metalin kullanılacağını halen tartışıyordu. Yetkililer ‘Su Hakimi’ olarak bilinen yerde bir araya geldi. Burası yüzyıllar öncesine ait eski yargıçların portreleriyle çevrili ve Venedik'in su yaşamını denetleyen eski bir yapı. Bu tartışmalar sırasında bazı uzmanlar, kendilerini bazı teknik konularda anlaşmaya zorlayan siyasi baskılara boyun eğmeyi reddetti.
Ana komitelerden birinde elektrik mühendisi olan Lorenzo Filin'in, yargıç tarafından kendisine uygulanan ve zorbalık olarak gördüğü davranışı protesto etmek için toplantıdan çıkarken şunları söyledi:
"Başarısız bir projede ortak olmak istemiyorum. Zaten çok fazla kamu parası harcadıkları için proje işe yarasa da yaramasa da sona ermek zorunda."