Saddam: Irak düşerse İran'ın nüfuzu Fas'a kadar ulaşır

Görgü tanığı ‘iş insanı’ Şarku’l Avsat’a, işgalin gölgesinde devrik Irak lideri ile yaptığı iki görüşmenin ayrıntılarını anlattı

Saddam, 31 Aralık 2000'de Bağdat'ta bir balkondan havaya ateş açarken (Getty Images)
Saddam, 31 Aralık 2000'de Bağdat'ta bir balkondan havaya ateş açarken (Getty Images)
TT

Saddam: Irak düşerse İran'ın nüfuzu Fas'a kadar ulaşır

Saddam, 31 Aralık 2000'de Bağdat'ta bir balkondan havaya ateş açarken (Getty Images)
Saddam, 31 Aralık 2000'de Bağdat'ta bir balkondan havaya ateş açarken (Getty Images)

Bağdat'ın ABD güçlerince işgalinin yıldönümü arifesinde, devrik Irak diktatörü Saddam Hüseyin ile ‘iş ve dostluk ilişkisi olan’ Iraklı iş insanı, Saddam Hüseyin ile Irak başkentinin düşüşünden sonra iki kez görüştüğünü söyledi. Şarku’l Avsat’a konuşan “iş insanı”, ilk görüşmelerinin Bağdat'ın işgalinden iki gün sonra 11 Nisan'da Felluce'de, ikinci görüşmelerinin ise şehrin düşmesinden dört ay sonra 19 Temmuz'da Irak başkentinde olduğunu söyleyerek Saddam'ın ABD işgaline karşı direniş operasyonlarını güçlendirmek için geziler yaptığını açıkladı.

‘Güvenlik sebepleriyle’ ısrarla isminin açıklanmasını istemeyen tanık, Saddam'ın ABD’ye ait zırhlı bir aracın heykelini devirdiği gün Bağdat'taki Firdevs Meydanı yakınlarında olduğunu söyledi. Eski Irak Cumhurbaşkanı’nın, Azamiye’deki İmam-ı Azam Ebu Hanife en-Numan türbesinin çevresindeki ABD mevzilerini hedef alan direnişin ilk operasyonunu gece yakın bir yerden başlattığını belirtti. Saldırıya Arap Sosyalist Baas Partisi ve Saddam’ın Fedaileri’nden gençler ve Arap uyruklu savaşçılar katıldı ve aralarından çok sayıda kayıp verildi.

Çatışma yoğunlaştığında Saddam'ın yardımcıları, bir RPG roket fırlatıcısını kapıp çatışma mahalline yaklaşmaya çalıştığını görünce şaşırdılar. Etrafını sarıp “Bize liderlik etmeye devam etmeni istiyoruz” diyerek onu engellediler. İçlerinden bazılarına göre ‘o gece içini şehadet arzusu kaplamıştı’.
Çatışma, 10 Nisan sabahına kadar devam etti. Aynı gün Saddam, Hit'e giderek orada bir Baas Partisi mensubunun evinde geceledi. Ertesi gün Felluce civarına gitmek üzere yola çıktı. Kaynak şöyle devam etti:
“11 Nisan'da Cumhurbaşkanı'na eşlik edenler ben dahil beş kişiyi çağırdı. Felluce'nin eteklerinde bir benzin istasyonunun bitişiğindeki bir yerde cumhurbaşkanı ile görüşmeye oğlu Kusay ve bir dizi güvenlik ve parti yetkilisi katıldı. Ancak sekreteri General Abıd Hamid Mahmud aramızda değildi.”
Saddam normal bir takım elbise giyiyordu. Sakin ve dirençli görünüyordu. Felluce'deki durumu ve ABD’lilerin Enbar’da konuşlanmasını sordu. ABD askerlerinin Felluce'deki evlerin arasına daldığı söylendiğinde net bir şekilde “Onları çıkarın” dedi. Bu, operasyonların başlatılması için bir emirdi. Saddam “Sabırlı olmalıyız. Mücadele uzun. Bizim görevimiz düşmanı tüketip Irak topraklarında barındırmamak için her yerde cephe açmaktır. Ana yollarda onlara pusu kurun. Irak'ın kolay lokma olmadığını bilsinler ve ders alsınlar” dedi. Orada bulunanlardan biri Şiilerin ABD’lilere karşı savaşmaya gelen Arap ‘fedailerini’ öldürmeye başladığını söyleyince sözünü keserek “Şiiler bizim insanımızdır. Bu, onlar için geçerli değil, onların kandırılmış tarafları için geçerlidir” dedi. Iraklı iş insanı, diğer direktiflerden sonra ‘Saddam’ın güvenlik nedeniyle onlardan önce ayrıldığını’ söyledi.


Irak İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş, 21 Ağustos 2002'de Bağdat'ta ‘intihar eden’ Filistin lideri Ebu Nidal'ın dairesinde bulunan silah ve bavulların resimlerini gösteriyor (Getty Images)

Ertesi gün öğleden önce Saddam, Bağdat'ın güneyindeki Dora bölgesinin kenar semtlerinde Cumhurbaşkanlığı Divanı saymanlarıyla bir araya geldi ve direnişi desteklemek amacıyla onlardan bir miktar para aldı. Üzerine şöyle yazdığı kağıdı imzalamakta ısrar etti:
“Ben, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, ABD işgaline karşı direniş operasyonlarını sürdürmek için en kısa sürede iade etmek şartıyla 1 milyon 250 bin doları üzerime zimmet olarak alıyorum. Yaşasın Irak. Yaşasın Arap milleti!”


Saddam’ın Tahir Habuş’a gönderdiği mektup (Şarku’l Avsat)

18 Temmuz'da Iraklı emekli Bağdat'tayken genç bir adam yanına gelerek kendisine Azamiye bölgesindeki gizli bir karargâhta sabah namazından sonrası için bir randevu verdi. Ertesi gün şafak vakti, kendisini dört yeni korumasıyla birlikte Saddam Hüseyin'in önünde buldu. Saddam geleneksel bir ‘dişdaşa’ giyiyordu ve üzerinde bir tabanca vardı. Saddam ‘Irak’taki vilayetler daha önce verdikleri sözün aksine işgale karşı direnmeme kararı aldığı için’ ne kadar üzüldüğünü ve hayalkırıklığına uğradığını anlatıp şöyle ekledi:
“Bazı insanlar işgalcilerin bineği olmayı nasıl kabul ediyor? İnsanımızı iyi okumalıyız. Bu sorumluluk din adamlarına, aşiret şeyhlerine ve daha önce kuvvetler Kuveyt-Irak sınırını geçer geçmez işgale karşı güçlü fetvalar yayınlayacaklarına söz veren ve bunu yapan mercilere aittir. Kadisiye savaşında (İran'a karşı savaş) tek yürektik. Üzerlerindeki bu kara lekeye nasıl razılar?”

Saddam aynı zamanda “Irak son sur. Şayet bu sur duvarı yıkılırsa Arap ülkeleri doğrudan, diğerleri ise dolaylı bir işgale maruz kalır. Irak düşerse İran'a bütün kapılar açılır ve nüfuzu Fas'a kadar ulaşır” dedi. Arapların tavrını eleştirerek Suriye'nin tutumundan duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Saddam “İlk kurşun atılır atılmaz Suriye'nin Irak'ın yanında yer alacağına dair Beşşar Esed'den bir söz almıştım. Ben kendisinin farklı olacağını sanmıştım ama babasının oğlu olduğunu gösterdi. Irak'ın Saddam Hüseyin olmadığını, onun Iraklıların ve Arapların mülkü olduğunu ve birçok kişinin Irak'ın düşmesine izin vermenin bedelini ödeyeceğini unutmasınlar” dedi.

Olay 6 Nisan 2003 yılında başladı. Bağdat saatiyle akşam saat 22:30’du. Bir avuç ABD tankı, Irak'ın başkentindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na ve Reşid Oteli'ne ulaştı. Irak İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş’un telefonu çaldı. Telefonun ucundaki Saddam Hüseyin'in sekreteri General Abıd Hamid Mahmud’du. İkisi arasında dostluk yoktu ama Abıd Hamid, ‘Sayın Cumhurbaşkanı’nın emirlerini almak ve ona mesajlar iletmek için geçilmesi gereken tek yoldu. Abıd Hamid bombaya eşdeğer bir söz söyledi. İstihbarat Direktörü’ne “Bağdat-Selahaddin yolunu ve Bağdat-Diyala yolunu emniyete almanı istiyorum” dedi. Bunun üzerine Habuş “Bu iki yolu güvenli hale getirecek bir askeri birliğe liderlik ettiğimi mi düşünüyorsun?” dedi. Abıd Hamid “Onları emniyete almaktan ziyade, araştırıp acil bir durumda Bağdat'tan ayrılmak için hangisinin daha güvenli olduğunu öğrenmek istiyorum” diye cevap verdi. Abıd Hamid tehditvari bir şekilde sözünü şöyle tamamlayıp telefonu kapattı:
“Allah’a tevekkül et ancak ey Ebu Hamam herkesin bir gün yüzleşeceğini de aklından çıkarma.”
Habuş, bu garip talebi yedek istihbarat karargahındaki ofis müdürüyle tartıştı. ‘Sayın Cumhurbaşkanı'nın dışarıdan gelen askeri saldırıyla mücadele sürecini yönetmek için Bağdat'tan ayrılacağı’ görüşü üzerinde mutabık kalındı.

Saddam Hüseyin'den emir geldiğinde, zorlukları ve riskleri ne olursa olsun, sadece uygulama seçeneği vardı. Herhangi bir görev ihlalinin sonucu malumdu. İstihbarat Direktörü’nün, Cumhurbaşkanı’nı kızdırmanın bedelini kimsenin kendisine hatırlatmasına ihtiyacı yoktu. Habuş, keşif operasyonunu bizzat gerçekleştirmeye karar verdi ve gece yola çıktı. Tarimiye bölgesine gitti ve yolun güvenli olduğunu gördü. Bağdat'ta iletişim kesilmişti. Bu yüzden yanındaki Albay Mahmud'dan başkente dönmesini ve ofisindeki özel telefonu kullanarak Abıd Hamid’e Diyala yolunun açık ve güvenli olduğunu ve kendisinin de saatler içinde döneceğini iletmesini istedi.

Habuş, diğer yolu inceleme operasyonu sırasında araba konvoylarını gördü. ABD uçaklarının yola güçlü bombalar attığı ve Bağdat'a doğru gitmenin çok tehlikeli olduğu ortadaydı. Habuş gece yarısından sonra saat 02:00’da kararını verdi. Başkan gittiği sürece Bağdat'a dönmeyecekti. Habuş telefonunu kapattı ve direnişe katılmaya karar verdi. Daha sonra Habuş, Saddam ile temas kurmayı başardı ve kendisine Abıd Hamid’in ne istediğini açıkladı ve ondan yazılı bir mesaj aldı. Habuş direnişe katıldı ve Saddam daha sonra malum kaderiyle yüzleşti.
 



ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
TT

ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)

Washington: Arash Azizi

ABD ile İran arasında önemli olumlu gelişmelerin kaydedildiği önceki iki müzakere turunun ardından 26 Nisan'da Umman’ın başkenti Maskat'ta bir müzakere turu daha gerçekleştirildi. Her iki taraf da iyimserliklerini ve diyaloğu ilerletme yönündeki ortak kararlılıklarını dile getirdi. Washington ve Tahran arasındaki söylem sadece birkaç hafta içinde dramatik bir şekilde değişti ve taraflar bir anlaşmaya varma konusunda daha önce Viyana’da imzalanan nükleer anlaşmanın önünü açan 2013 ve 2015 yılları arasındaki görüşmelere kıyasla daha kararlı olduklarını gösterdi.

ABD için başarılı bir anlaşma, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek ve istikrarı bozucu bölgesel davranışlarını frenlemek anlamına geliyor. İran için ise anlaşma, ekonomisini boğan yaptırımların kısmen de olsa hafifletilmesi hayati önem taşıyan bir can simidi olabilir.

Daha önceki müzakerelerde benzer faktörler mevcut olsa da İran'ın nükleer programı, nükleer silah elde etmenin eşiğine geldiği için bugün riskler çok daha yüksek.

Bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, bunun sonuçları sadece daha fazla ekonomik yaptırımla kalmayıp, İsrail ve ABD tarafından düzenlenecek askeri saldırılar da olabilir.

Bu durum hem Washington'ı hem de Tahran'ı bir anlaşmaya varılması için yoğun çaba sarf etmeye itiyor. Ancak hem iki başkentin içinde hem de dışında birçok taraf böyle bir anlaşmanın olası şekli konusunda endişeli. Söz konusu taraflardan bazıları askeri çatışma tercihlerini gizlemiyor. Müzakere karşıtlarının ısrarcı seslerine rağmen, bugün başlıca karar alıcıların genel tutumu, 2013-2015 yılları arasında olduğundan daha fazla olarak müzakereleri destekliyor gibi görünüyor.

İran'da uzun süredir ABD ile ilişkilerde önemli bir ilerleme kaydedilmesine karşı çıkan katı muhafazakarların nüfuzu azalmış durumda. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan reformcu kampa mensup ve dış politika konularında Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ile yakın bir çalışma ilişkisi sürdürüyor. Kalibaf, muhafazakâr kanattan olmasına rağmen hiçbir şekilde katı muhafazakâr kanadın müttefiki olmadı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider (Rehber) Ali Hamaney, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı. Hamaney, bir Şii imamın ölüm yıldönümü olan 24 Nisan'da yaptığı dikkat çekici konuşmada, Şii tarihi üzerine uzun bir değerlendirme yaparak, imamların düşmanlar karşısında nasıl sıklıkla barış ve itidali tercih ettiklerini özetledi. Eski nükleer anlaşma müzakerecisi ve geçtiğimiz yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden Said Celili gibi önde gelen katı muhafazakâr isimlerin bile yorumlarında itidal gözle görülür hale gelmeye başladı. Celili, bir süre sessiz kaldıktan sonra haftalık konuşmalarına yeniden başladı, ancak konuşmalarında mevcut müzakere turunu eleştirmekten ziyade 2015 tarihli nükleer anlaşmayı eleştirdi. Celili'nin çevresi, müzakerelere İran Devrim Muhafızları Ordusu’ndan (DMO) üst düzey bir yetkilinin de katılabileceğini ima etmişti, fakat beklenen yetkilinin ortada olmaması işi ilginç ve dikkat çekici bir hale getirdi.

İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)

Said Celili'nin kardeşinin başkan yardımcısı olduğu ve halen sertlik yanlılarının hakimiyetindeki en etkili kurumlardan biri olan İran Radyo Televizyon Kurumu (İRİB), son günlerde kendi içinde sert bir eleştiri dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Kriz, Arap yetkilileri eleştiren komedi skeçlerinin yayınlanmasıyla başladı. Bu hamle, İran-ABD müzakerelerinin başarısı için önemli bir dayanak olan Tahran ve Riyad arasındaki yakınlaşmayı teşvik etmek için çok çaba sarf edilen hassas bir zamanda geldiğinden ‘talihsiz’ olarak nitelendirildi. Tartışma, bir aile programında, Sünni Müslümanlar tarafından büyük saygı gören ilk halife Ebu Bekir es-Sıddık hakkında uygunsuz sözler sarf eden bir konuğun ağırlanmasıyla büyüdü. Ebu Bekir hakkında sarf edilen bu sözler, İran'daki Sünniler arasında ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu komşu Arap ülkelerinde öfke patlamasına yol açtı. Bu öfke karşısında İRİB Başkanı Peyman Cebelli resmi bir özür mesajı yayınladı ve ardından kanalın bazı yetkilileri hakkında disiplin cezaları uygulandı. Bu kişilerden bazıları görevden alındı, diğerlerinin ise hakkında yasal soruşturma başlatıldı.

Müzakerelere karşı İran içinden yapılan muhalefet, ufukta belirmeye başlayan bariz ekonomik kazanımlar nedeniyle daha kırılgan hale geldi. Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti. Yaptırımların kaldırılması İran'ın zor durumdaki ekonomisinin yapısını hemen değiştirmeyecek olsa da somut bir iyileşme vaat ediyor. Bu bağlamda, İran Ticaret Odası'ndan bir yetkili kısa süre önce verdiği bir röportajda, yaptırımların hafifletilmesinin etkisinin orta ve uzun vadede belirleyici olacağını, en azından işlem maliyetlerini azaltacağını ve İran halıları gibi geleneksel malların ihracatını artıracağını ve Batı ülkelerinden özellikle teknoloji gibi hayati öneme sahip malların ithalatını kolaylaştıracağını vurguladı.

Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti.

ABD’de ise Başkan Donald Trump'ın müzakerelere olan sarsılmaz bağlılığına rağmen, müzakerelerin gidişatı konusunda kendi içinde bir görüş ayrılığı söz konusu. İran’la müzakerelerde ABD'nin teknik müzakere ekibinin başına ABD Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörü Michael Anton'un atanması, yönetim içindeki destekçilerin elini güçlendirmiş olabilir. Çünkü Anton, diplomat olmamasına rağmen Dışişleri Bakanlığı'nın düşünce kuruluşunun başında bulunan önde gelen muhafazakâr düşünürlerden biri olarak öne çıkıyor.

Başkanlık ekibi içinde ABD'nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesi konusunda açıkça çekingen olan bir akımdan gelen Anton, Başkan Trump’a olan kişisel sadakatinin yanı sıra, onunla ideolojik olarak uyumu nedeniyle bu göreve seçilmiş gibi görünüyor.

İsrail bölgesel olarak devam eden ABD-İran müzakerelerine şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 2013-2015 dönemindeki müzakereler sırasında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin çabalarına kamuoyu önünde karşı çıkmasına rağmen, Başkan Trump ile uzun süredir devam eden ittifakı göz önüne alındığında şu an bu konuda daha fazla kısıtlandığı da bir gerçek. Daha da önemlisi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) de mevcut müzakereleri destekliyor. Bu da KİK’in daha önceki müzakerelere muhalefet eden tutumuna kıyasla belirgin bir değişim anlamına geliyor.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın üst düzey bir güvenlik heyetinin başında Tahran'a yaptığı son ziyaret bu değişimi teyit eder nitelikteydi ve Riyad ile Tahran arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin sinyallerini verdi.

Yıllardır Suudi Arabistan'a yönelik düşmanca söylemleriyle tanınan Hamaney, siyasal İslamcılığın katı muhafazakarlık yanlısı formunun hem İran toplumu hem de siyasi elitler arasında giderek ivme ve inandırıcılık kaybettiğinin farkına varmış gibi görünüyor. Eldeki veriler, İran'ın askeri ve güvenlik alanlarının önde gelen isimlerinin Suudi Arabistan gibi komşu ülkelere yönelik düşmanlığın devam etmesinin artık sürdürülebilir olmadığı sonucuna vardıklarını ve çatışma yerine iş birliğini en gerçekçi ve uygulanabilir yol olarak görmeye başladıklarını ortaya koyuyor. Bölgesel politikalardaki bu değişim Washington ve Tahran arasındaki görüşmelerin başarı şansını arttırıyor. Zira çatışma yerine ekonomik iş birliğine odaklanan daha istikrarlı bir Ortadoğu, ilgili tüm tarafların çıkarına hizmet edeceği kesin.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüşmelerini sürdürürken bir dizi önemli uluslararası aktörle de temaslarına devam ediyor. Kısa bir süre önce Rusya ve Çin'i ziyaret ederek her iki başkentte de mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulunan Arakçi, Pekin'de 23 Nisan'da yaptığı açıklamada, ABD ile müzakereler konusunda İran ve Çin arasında ‘çok iyi bir anlayış’ olduğunu belirtti. Bunun yanında İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın bu yıl biri Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ikili bir zirveye, diğeri ise eylül ayında yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak amacıyla olmak üzere Çin'e iki ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.

24 Nisan'da Avrupa'ya yönelik diplomatik bir girişim başlatan Arakçi, İran'ın İngiltere, Fransa ve Almanya ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması çağrısında bulunarak Londra, Paris ve Berlin'i ziyaret etmeye hazır olduğunu söyledi. Arakçi’nin bu diplomatik hamleleriyle eş zamanlı olarak ABD teknik heyetinin başındaki Michael Anton da Avrupalı mevkidaşlarıyla benzer istişareler yürütüyor. Avrupalı yetkililer arasında, Ukrayna gibi daha geniş konulardaki görüş ayrılıklarına rağmen, İran dosyasında Washington ile tutumlarını koordine etme eğilimi artıyor gibi görünüyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, müzakerelerin gidişatına ilişkin dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve BAE deneyimlerini kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor.

Tüm göstergeler ABD-İran müzakerelerinin ilerlemekte olduğuna işaret etse de müzakereler ilerledikçe hem teknik hem de siyasi önemli meseleler ortaya çıkmaya başlayacağından önümüzde bir takım gerçek zorluklar bulunuyor.  Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların başında, 2015 tarihli nükleer anlaşmada öngörülen şekilde İran'ın kendi topraklarında en fazla yüzde 3,67 ile sınırlandırılması kaydıyla uranyum zenginleştirmesine izin verilip verilmeyeceği meselesi geliyor. ABD'li yetkililer bu konuda farklı görüşler dile getirdiler. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bundan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, İran sivil bir nükleer program yürütüyor olsa bile, ülke içinde uranyum zenginleştirmeye neredeyse hiç ihtiyacı olmadığını ve bunun yerine yabancı kaynaklardan zenginleştirilmiş uranyum ithal edebileceğini savundu. Ancak bu sözler, Tahran'ın aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak gördüğü kendi uranyum zenginleştirme kapasitesini elinde tutma konusundaki ısrarıyla çatışıyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, 19 Nisan'da yaptığı bir açıklamada, müzakerelerin gidişatını belirleyecek dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) modelinin kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor. Şemhani, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi döneminde Batılı güçlerle yaptığı anlaşma karşılığında nükleer programını tamamen tasfiye ederken, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) tamamen Avrupa'dan zenginleştirilmiş nükleer yakıt ithalatına dayanan sivil bir nükleer program yürüttüğü iki farklı deneyime atıfta bulundu. Ancak burada sorulması gereken asıl soru, Washington'ın İran'ı bu iki modelden birine ya da belki de BAE modelini benimserken yerel olarak sınırlı miktarda uranyum zenginleştirmeye izin veren karma bir seçeneğe doğru itmek için yeterli baskı uygulayıp uygulayamayacağı sorusudur.

Sonuç olarak bu müzakereler, Maskat'ta, Roma'da ya da önümüzdeki haftalarda müzakere masalarının kurulacağı diğer şehirlerde diplomasinin bir sonraki aşamasının şeklini de belirleyecek.