Babil'den cep telefonlarına uzanan 'parmak izleri'

Önceden fotoğraf, dövme, kişisel vasıflar, vücut ölçüleri gibi kimlik belirleme yöntemleri vardı. Ancak bunlar en etkili yöntem olan "parmak izleri" bulunmadan önce hatalara yol açıyordu

Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
TT

Babil'den cep telefonlarına uzanan 'parmak izleri'

Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur
Parmak izleri insanların ayırt edilmesine yardımcı olur ve araştırmacılar için doğrulanmış kanıtlar oluşturur

Dalya Muhammed 
Bu yazıyı akıllı telefonunuzun ekranında okuyor olmanız ve ayrıca telefonun sahibinin siz olduğunuzu ve başka birinin gizliliğinizi ihlal etmeye çalışmadığını doğrulamak için parmağınızı parmak izi okuyucunun üzerine koyarak cihazın kilidini açtığınız ihtimali oldukça yüksek. 
Parmak izi kullanımı, birçok şifreyi hatırlamaktan daha güvenli ve kolay olduğu için milyonlarca insanın cihazlarındaki birçok uygulamayı kullanırken güvendiği bir koruma aracı haline geldi.
Ayrıca, cep telefonunu elimize alma sayımız günlük ortalama 344 olduğundan, şifre yazma can sıkıcı ve zaman alıcı bir süreç haline geldiğinde daha hızlı bir yöntem.
Ancak parmak izi hikayesinin nasıl başladığını ve bunu bireyleri tanımlama aracı olarak ilk benimseyen kişinin kim olduğunu hiç merak ettiniz mi?
Önceden fotoğraf, dövme, kişisel vasıflar ve vücut ölçüleri gibi kimlik belirleme aracı olarak kullanılan birçok yöntem vardı.
Ancak bu yöntemler zaman zaman meydana gelen değişiklikler nedeniyle tanımlamada bazı hatalara yol açıyordu.
Kilo alıp verme, saç dökülmesi ya da renginde ve modelinde değişiklik olabileceğinden, bireyin fiziksel özellikleri değişebilir.
Bu nedenle, yaşam boyunca sabit kalan parmak izleri varken fiziksel özelliklere göre yapılan tanımlamalar kesinlikle mantıklı bir seçenek olarak gözükmüyor.

Parmak izinin tarihi
Parmak izleri, sadece insan eliyle bırakılan izlerden, adli soruşturmaların ve adli delillerin dayandığı delillere dönüşene kadar çok uzun bir yolculuktan geçti. 
Dünyanın birçok yerinde, insan parmaklarının onlara dokunmasından kaynaklanan çizgiler taşıyan antik eserler keşfedildi.
Antik Babil, ticari işlemlerde kil tabletlere basıldığı için parmak izlerinin kullanıldığı ilk yer olabilir.
Dünyanın diğer ucunda parmak izleri milattan önce 3300 civarında, kil tabletler veya mühürler üzerinde yazılı olarak bulunduklarından İndus Vadisi Uygarlığı tarafından tanımlama amacıyla yaygın olarak kullanılıyordu.
Çin'de, MÖ 221-206 yılları arasında hüküm süren Çin Hanedanlığı'nın kayıtları, hırsızlık soruşturmalarında delil olarak eksiksiz el izlerinin kullanıldığıyla ilgili detaylar barındırıyor.
Parmak izi taşıyan kil mühürler, Çin Hanedanlığı tarafından kullanılmış ve Han Hanedanlığı'nda MS 220'ye kadar devam etti.
Çinli bir yazarın, 12. yüzyılın başlarına dayanan ve yazarın Çin ceza soruşturma prosedürlerinde parmak izi kullanımına atıfta bulunduğu 'Nehir Kıyısının Hikayesi' adlı bir polisiye romanı bulundu.
Avrupa'da, Dr. Nyamaya Gro, 1684 yılında 'Londra Kraliyet Cemiyeti'nin Felsefi İşlemleri' başlıklı bir monografide parmak izleriyle ilgili notlar yayımlayan ilk Avrupalı oldu.
Ayrıca İngilizler, 1858 yılında Hindistan'ın Jangipur kentindeki bir bölgenin Başyargıcı Sir William James Herschel, yerel bir iş adamından ilk kez bir sözleşmeye elinin tamamını basmasını istediğinde parmak izlerini ilk kullananlar oldular.
Bu, parmak izlerinin kişisel tanımlama için kullanılmış olmasının ilk örneği olabilir. Ancak Başyargıç bu açıdan düşünmemişti.
O sadece iş adamını parmak izlerini kullanarak hakkında defalarca şantaj yaparak korkutmaya çalıştı.
19'uncu yüzyılda parmak izi dünyanın birçok yerinde büyük ilgi gördü. Fransa'da Profesör Paul Jean Collier, iyotu buharlaştırarak kâğıt üzerinde parmak izi geliştirme olasılığına ilişkin gözlemlerini yayımladı.
Ayrıca, parmak izlerinin nasıl korunacağını da açıkladı ve şüphelilerin parmak izlerini büyüteç kullanarak belirleme olasılığından bahsetti. 
ABD'de mikroskop bilimci Thomas Tyler, herhangi bir şey üzerinde bırakılan parmak izlerinin ve avuç içi izlerinin suçluları tespit ederek suçları çözmek için kullanılabileceğini öne sürdü.
1882 yılında Paris polis teşkilatının bir çalışanı olan Alphonse Bertillon, vücudun 11 ölçüsünü alarak 'antropometri' olarak bilinen bir sınıflandırma sistemi geliştirdi.
Ayrıca, 'mugshots' (sabıka fotoğrafı) olarak bilinen ve bugün hâlâ kullanımda olan, yüzleri fotoğraflamak için bir sistem üretti. 
1897 yılında Hindistan Genel Vali Konseyi, sabıka kayıtlarını sınıflandırmak için parmak izlerinin kullanılması gerektiğini belirten bir komite raporunu kabul etti.
O yıl daha sonra, Kalküta'daki antropometri ofisi dünyadaki ilk parmak izi ofisi oldu. Parmak izi alanında öncü olarak kabul edilen iki memur, Azizu'l Hak ve Hem Chandra Bose, parmak izi sınıflandırma sisteminin ilk geliştirmesiyle tanınan iki Hintli parmak izi uzmanı orada çalışıyordu.
Bugün, Hindistan Benzersiz Kimlik Kurumu (UIDAI), parmak izi, yüz ve gözün biyometrik kayıtlarını kullanan dünyanın en büyük parmak izi sistemi.
1901 yılında Scotland Yard ilk parmak izi ofisini kurdu ve 1908 yılında Fransa parmak izi sistemini kullanan ilk ülke oldu.
1903 yılında ABD'nin Kansas eyaletindeki Leavenworth Hapishanesi'nde Will ve William West adlı iki kişinin antropometrik ölçümlerinin çok benzer olduğunun anlaşılması üzerine parmak izleri karşılaştırıldı.
İki farklı adam olduklarını kesin olarak doğrulayan parmak izleri eşleştirildi.

Ceza soruşturmalarında parmak izi kullanımının başlangıcı
Adli tıp uzmanları, adli soruşturmalarda parmak izlerini yüzyıllardır bir kimlik belirleme aracı olarak kullandılar.
Parmak izi tanıma, adli soruşturmada iki nedenden dolayı en önemli araçlardan biri: Kararlılık ve benzersizlik. 
Tek yumurta ikizlerinin bile farklı parmak izleri vardır ve bir kişinin parmak izleri zamanla değişmez.
Parmak izlerini oluşturan çizgiler, insan daha anne karnında iken oluşur ve büyümesiyle orantılı olarak büyür. Kalıcı izler ve yaralanmalar parmak izini değiştirmenin tek yoludur.
1882 yılında Arjantin'in Buenos Aires yakınlarındaki bir kasabada iki çocuğunu öldüren Frances Rojas adlı bir kadının, dünya üzerinde parmak izi kullanılarak suçluluğu tespit edilen ilk suçlu olduğuna inanılıyor.
Zira onun kanlı parmak izleri yatak odasının kapı çerçevesinde bulunmuştu.
Hindistan'ın Batı Bengal eyaletinde bir bahçıvan 1897 yılında yatak odasında öldürülmüş olarak bulundu.
Odasındaki bir takvimde üzerinde parmak izleri bulunan iki kahverengi leke bulundu.
Antropometri bürosu, bu parmak izlerinin, daha önce hırsızlık suçundan parmak izi kaydı yapılan Kangali Charan adlı bir kişiye ait olduğunu tespit etti.
Charan, birinci derece cinayet ve hırsızlık suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. Kanıtların parmak izleriyle sınırlı olduğu ve sanığın suçunu kabul etmeyi reddettiği göz önüne alındığında, mahkeme sadece hırsızlık suçlamasını kabul etti.
Ancak parmak izlerini onu kasten adam öldürmekten mahkûm etmek için yeterli delil olarak kabul etmedi.
Ancak tam delil olarak parmak izlerine dayanan ilk ve en meşhur ceza davası, olay mahallinden yeni boyanmış bir trabzana tutunarak kaçan ve üzerinde kaderini değiştirecek bir şey bırakabileceğinden habersiz olan Thomas Jennings'in davasıydı. 
1910 yılında Clarence Heller, bir gece Chicago'daki evine gizlice giren Jennings'e karşı koymaya çalıştı ve birkaç dakika süren tartışmanın ardından iki adam merdivenlerden aşağı düştü.
Akabinde bir silah sesi duyuldu. Heller'in karısı ve kızı geldi ama onu evin kapısında can çekişirken yalnız başına buldular.
Söz konusu olaydan sadece altı hafta önce serbest bırakılan Afrika kökenli ABD'li bir adam olan Jennings'in, Heller'in evinin tırabzanına bıraktığı parmak izleri, davasının odak noktasıydı.
Polis, hırsızın kimliğini kanıtlayacağını iddia ederek trabzanı fotoğrafladı ve mahkemeye taşıdı. Mahkeme buna ikna oldu ve Heller cinayeti, ABD'de bir ceza davasında parmak izi delili kullanılarak mahkumiyete yol açan ilk dava oldu.
Parmak izleri yalnızca hukuk sisteminde güçlü bir kanıt olarak kullanılmaya devam etmekle kalmadı.
Aynı zamanda onaylanmalarının temel yöntemi de ABD polis departmanlarına ilk kez tanıtıldıklarından bu yana esasen aynı kaldı.
Baskılar halen aynı kemer, halka ve açıklık tanımlarına göre değerlendiriliyor ve temel kombinasyon ve karşılaştırma tekniği, Heller'in evinde keşfedilen izlere uygulananlara oldukça benzer.
Jennings'in mahkûm edilmesinden sonra avukatlar, böylesine modern ve anlaşılmaz bir teknolojinin mahkemede kabul edilebileceği fikrine itiraz ettiler.
Bir yıldan fazla süren temyiz sürecinden sonra, 1911 yılında Illinois Yüksek Mahkemesi, Jennings'in mahkumiyetini onadı, cezasının kısa süre içinde infaz edileceğini duyurdu.
İngiltere'deki önceki davalara atıfta bulunarak parmak izlerine güvenilirlik kazandırmak için konuyla ilgili yayınlar yayımladı.
Bu, ABD'deki mahkeme salonlarında parmak izlerinin büyük ölçüde sorgusuz sualsiz kullanımına yönelik bir değişimin başlangıcıydı.

Parmak izinin güvenilirliğini sorgulamak
2004 yılında Brandon Mayfield adlı bir Oregonlu avukatın, olay yerinde sisteme yüklenen kısmi bir parmak izinin yanlış eşleşmesine dayanılarak Madrid banliyö trenine düzenlenen terör saldırısından sorumlu tutularak gözaltına alınmasıyla, parmak izi teknolojisi incelemeye alındı.
ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) daha sonra Mayfield'den kamuoyuna açık bir biçimde özür diledi. Ancak böyle bir olay, diğer hataların fark edilip edilmediğine dair soruları gündeme getirdi ve bu, genellikle kesin olduğu varsayılan kanıtların güvenilirliğine itiraz eden şüpheciler ve avukatlar için bir tartışma oluşturdu.
Parmak izinin delil olarak kullanılması söz konusu olduğunda şüpheyi kesin olarak ortadan kaldırdığı söylenemez.
Ancak artık tanınması ve başvurulması daha muhtemel olan bir yöntem.
Son yıllarda artan şüpheciliğe ve kesin delil olarak kabul edilmesine karşı uyarılara rağmen, mahkemeler, göçmenlik ve gümrük muhafaza daireleri, parmak izi kullanımını sürdürüyor.

Parmak izi ve akıllı telefonlar
Dünyanın parmak izi okuyuculu ilk telefonu, 2004 yılında piyasaya sürülen Pantech GI100 idi.
Bu cihazdaki parmak izini okuma işlevi, kilidi açmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda belirli işlemleri doğrulamak ve belirli numaralara hızlı arama yapmak için de kullanılıyordu.
Ancak telefonlarda bulunan parmak izi okuyucuyu günümüzün hâkim kullanım alanlarına çeviren Toshiba firması oldu.
2007 yılında Toshiba, G500 ve G900 telefonlarını piyasaya sürdü. Ardından HTC, P6500 modelini çıkardı.
Modern çağda parmak izi okuyucudaki gerçek devrim, Apple'ın iPhone 5'leri piyasaya sürmesiyle başladı ve Touch ID, tüketicileri cezbeden bir teknoloji oldu.
Başlangıçta sadece cihazların kilidini açmak için kullanılan parmak izi, zamanla güvenli işlemler gerçekleştirebilir hale geldi.
Samsung cihazları 2014 yılında bu akıma katıldı. Samsung bu yıldan sonra cihazlarını bir parmak izi okuyucu ile donattı.
O zamandan beri birçok üreticinin bu özelliğe sahip telefonları piyasaya sürdüğünü görüyoruz.
Parmak izleri, insanları ayırt etmenin benzersiz bir yolu olarak kabul edilmesinden 100 yıldan fazla bir süre sonra, bu heyecanlı yarışın ardından hâlâ çok önemli bir bilgi kaynağı ve parmak ucunu geçmeyen küçük bir alanda yoğunlaşan milyarlarca insan arasındaki büyük farkın şaşırtıcı bir biçimi. 

Independent Türkçe



Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat
TT

Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat

Lina el-Hatib

Ortadoğu, bir nesil boyunca bölgenin geleceğini şekillendirecek bir sosyal ve kültürel dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşümler bölgedeki tüm ülkelerde aynı hızda ilerlemese de toplumlar kendilerini yeniden şekillendirip süregelen siyasi ve ekonomik değişimlere uyum sağladıkça yeni bir toplumsal sözleşmenin önünü açıyor.

Ortadoğu ülkeleri geleneksel olarak hükümetlerin vatandaşlarına sosyal refah, kamu sektöründe istihdam ve mali destek sağladığı bir sosyal sözleşmeye bağlı kaldı. Günümüzde bu model, devletin vatandaşlarına yenilikçilik ve girişimcilik fırsatları sunduğu bir modele doğru hızla dönüşüyor. Bu dönüşümün belki de en çarpıcı özelliklerinden biri, Ortadoğu'nun dünyayı algılayışında ve daha da önemlisi toplumlarının kendilerini nasıl algıladıklarında daha köklü bir değişimi yansıtan kültürel üretim, sanatsal ifade ve teknolojik yenilikteki artıştır.

Körfez'de kültürel yeniliğin yükselişi

Körfez ülkeleri bugün iddialı yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmaya çalışıyor. Petrolden elde edilen gelire bel bağlamak yerine, ekonomiyi çeşitlendirmeye yönelik fırsatlar için çaba sarf ediyor. Gençler kendilerini girişimci, sanatçı ve küresel vatandaş olarak görmeye ve ulusal vizyonlara katkıda bulunmaya teşvik ediliyor. Körfez, bölgesel bir kültürel yenilik merkezi olarak ortaya çıkıyor.

Mısır ve Lübnan yıllarca Arap müziği ve sahne sanatları alanında ön saflarda yer aldı. Mısırlı ve Lübnanlı sanatçılar, Mısır sineması ve pembe dizileriyle birlikte uzun süre bölgedeki sanat sahnesine hakim oldular. Ancak iki ülkedeki ekonomik değişimler, yetenekli kişilerin beyin göçünü destekledi ve eğlence üretim merkezlerini yavaş yavaş sınırların ötesine itti. Şimdi Körfez ülkelerindeki iddialı ulusal vizyonlar sayesinde bu yetenekler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'da kendine yeni bir yuva bulurken bu ülkelerde yerel enerjilerle kesişerek yeni bir Arap kültürel rönesansını müjdeliyor.

Dünya standartlarında müze ve sanat galerilerinin oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda sanat önemli bir rol oynuyor.

Suudi Arabistan, şu an dünyanın en büyük müzik festivallerinden biri olan ve uluslararası ve yerel DJ'leri çeken MDLBeast Soundstorm gibi önemli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Gamers8, Suudi Arabistan’ın kendisini küresel oyun endüstrisinde lider olarak konumlandırma hedefinin bir parçası. Aylar süren bir eğlence ve kültür festivali olan Riyad Sezonu, oyun yarışmalarından şiir okumalarına kadar çeşitli etkinliklerle milyonlarca ziyaretçiyi kendine çekiyor.

Üç Körfez ülkesi kendilerini film ve eğlence alanında küresel merkezler haline getirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan, bölgesel ve uluslararası film yapımcılarını desteklemek amacıyla 2020 yılında Cidde'de Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali'ni (RSIFF) düzenledi. Festivalle yakından ilişkili olan Kızıldeniz Film Festivali Vakfı, Suudi Arabistan'daki yerel film endüstrisinin önemli bir destekçisi ve uluslararası film yapımlarına fon sağlıyor.

Öte yandan Katar'da Doha Film Enstitüsü bağımsız Arap film yapımcılarını desteklerken yeni isimlerin keşfedilmesi için bir platform sağlıyor. BAE’de ise Abu Dabi’nin medya serbest bölgesi Twofour54, Görevimiz Tehlike ve Yıldız Savaşları gibi gişe rekorları kıran Hollywood filmlerini kendine çekti.

Ancak bu rönesans sadece eğlence sektörüyle sınırlı kalmayıp görsel sanatlar ve teknolojiyi de kapsıyor. Katar'ın Katara Kültür Köyü, mirası çağdaş sanatsal ifadeyle birleştirerek tiyatro, müzik ve görsel sanatlar etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. BAE, Art Dubai ve Sharjah Bienali gibi etkinlikler düzenlemeye devam ediyor ve müzelerde yerel ve uluslararası sanat eserleri sergileniyor.

Edebiyat alanında ise Emirates Havayolu Edebiyat Festivali gibi festivaller aracılığıyla yazılı kültür gelişirken BAE’li yazarlar, uluslararası sahnede varlıklarını hissettiriyor.

Sanat, dünya standartlarında müzeler ve sanat bienalleri oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda önemli bir rol oynuyor. Diriye Bienali Vakfı Riyad'ı, merkezinde kültürel inovasyonun yer aldığı küresel bir çağdaş sanat merkezi olarak konumlandırıyor. Suudi Arabistan, geçtiğimiz ocak ayında Ortadoğu'da yeni medya ve dijital sanatlara adanmış ilk merkez olan Diriye Sanat Bienali'nin açılışını gerçekleştirdi.

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor.

Körfez'in gelişmiş bir kültürel yenilik merkezi olarak yükselişi, sadece ekonomiye yansımakla kalmıyor, aynı zamanda Körfez ve ötesindeki toplumları da dönüştürüyor. Dijital medyanın yaygınlaşmasıyla bölgenin yeni nesli - dijital yerliler nesli- tüm dünyada akranlarıyla daha önce hiç olmadığı kadar yakından bağlantılılar.

Yurtdışında üretilen kültürü tüketmekle yetinmeyen bu nesil, kendi içeriğini üretirken, sesinin duyulmasını ve yeteneklerinin dünyanın dört bir yanında tanınmasını istiyor ve kendini ülkelerini inşa etme sürecinde kilit bir oyuncu olarak görüyor. Suudi Arabistan 2030 Vizyonu ve BAE 2031 Vizyonu gibi büyük dönüşüm planları, hırsları kucaklayan ve becerileri geliştiren platformlar sağlarken kültür sektörüne yapılan büyük yatırımlar, Arap toplumlarının imajını bölgesel ve uluslararası düzeyde yeniden şekillendiriyor.

Kültürel ortamın yeniden canlandırılması

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor. Bunun nedeni, çeşitli Arap ülkelerinin vatandaşlarının Körfez kültür alanlarına katılımının yanı sıra, diğer ülkelerde taklit edilecek bir kalkınma modeli haline gelen Körfez'deki kültürel yenilenmenin yaygınlaşmasıdır.

fgrthy
Görsel: Lina Cedarat

Bu dinamik, ülkelerinin içinden geçtiği savaş ve çatışmalara rağmen kültürel yaratıcılıklarını ve sosyal yenilikçiliklerini durdurmayan Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin vatandaşları için özellikle önem arz ediyor. Lübnan'da Nicolas Sursock Müzesi gibi kurumlar, Ashkal Alwan gibi bağımsız sanat alanları ve Beirut and Beyond gibi müzik festivalleri yaratıcılığın, deneyselliğin ve kültürel direnişin nişaneleri oldu.

Vatandaşların geleneksel mezhepçi sistemi reddederek daha fazla şeffaflık, hesap verebilirlik ve ekonomik adalet taleplerini dile getirdikleri 2019 protestoları bir dönüm noktası oldu. Siyasi elitlerin yapısal reforma karşı direnişine rağmen, teknoloji meraklısı genç nesillerin öncülük ettiği yeni bir taban sivil aktivizm biçimi ortaya çıktı. Alternatif eğitim girişimleri, start-uplar ve yaratıcı gruplar devletin dolduramadığı boşlukları doldurmak için ortaya çıktı.

Bugün, yeni Lübnan hükümeti geçmişin başarısızlıklarını ele almaya çalışırken, sivil toplum aktörleri artık devlete alternatif bir rol oynamayı değil, vatandaşlık ve kendi kendini güçlendirme pozisyonundan hareketle devletle ortaklık kurmayı amaçlıyor.

Toplumsal sözleşmenin doğasındaki bu değişim, sosyal yenilenmenin gelişmesine olanak sağladı. 2020 yılında Beyrut Limanı’nda meydana gelen patlamanın ardından, Live Love Beirut gibi gönüllü ağları, evleri yeniden inşa etmek, patlamadan etkilenen ailelere yardım sağlamak ve toplumsal uyumun hizmetinde sanatsal ve kültürel yaratıcılığı harekete geçirmek için kaynakları ve alanında uzman kişileri seferber etti. Şiddet sarmalından çıkmaya çalışan Lübnan’ın canlı bir kültür merkezi olarak konumunu sağlamlaştırma fırsatı giderek daha umut verici görünüyor.

Bölge ülkelerinin tek tek karşılaştığı zorlukların kendine has özelliklerine rağmen, bölgenin genel dönüşümü Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve isteklerinin derinlemesine yeniden şekillenmesini yansıtıyor.

Lübnan’da kurulan yeni hükümet, kültürün ekonomik bir motor ve sosyal güçlendirme aracı olarak önemini kabul ederken devletin vizyonu ile vatandaşların istekleri arasındaki bu yeni uyum, kültür sektörünün sürdürülebilir bir rönesans yaşaması, yaratıcı ekonominin teşvik edilmesi ve özellikle de birbirini izleyen savaşların sosyal yarıklar açmasının ardından Lübnan toplumunun bileşenleri arasındaki uyumun güçlendirilmesi için umut veriyor.

Bu durum, on yıllık savaşın devletin merkezileşmesine dayanan geleneksel toplumsal sözleşmenin çökmesine yol açtığı Suriye için de geçerli. Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden sonra sahada kalanlar bir topluluk girişimleri mozaiği olsa da hem ülke içinde hem de diasporada yaşayan Suriyeliler kültür ve girişimcilik yoluyla Suriye kimliğini yeniden şekillendirme girişimlerinden vazgeçmedi.

Suriye Kültür Kataloğu ve Suriye Devriminin Yaratıcı Hafızası gibi girişimler Suriye sanatını, edebiyatını ve müziğini belgeliyor. Diasporadaki Suriyeli sanatçılar, savaşın insani maliyetini belgeleyen sergiler, tiyatro ve film çalışmalarıyla Avrupa ve Amerika'nın kültürel ortamını zenginleştirdi. Suriye bugün, yaratıcılığı toplumda birleştirici bir güç olarak benimseyen yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmak için gerçek bir fırsata sahip.

Ortadoğu geçiş sürecinde

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Lübnan ve Suriye, geleneksel kimlik ve aidiyet hiyerarşileri tarafından yönetilmeye devam ederken, bu hiyerarşiler bölgedeki hızlı kültürel ve gelişimsel hareketlilik nedeniyle derin bir şekilde sorgulanıyor. Eski düzenin destekçileri, küresel vatandaşlık, ifade özgürlüğü ve girişimcilik hırsı değerlerine dayalı yükselen milli aidiyet duygusu karşısında kendilerini tehdit altında hissediyor. Bu çatışma en çok gençlerin rolü ve kadınların kamusal alandaki yeri söz konusu olduğunda belirginleşiyor. Zira eski silahlı güçler, gençleri asimile etmeye ve kadınları marjinalleştirmeye çalışıyor.

Ancak bölge genelinde gençler kendilerini devletin cömertliğinin pasif alıcıları olarak değil, kendi kaderlerini şekillendiren aktif aktörler olarak görüyor. Kadınların çeşitli alanlarda katılımı artıyor. Suudi Arabistan'da kadınlar üniversite mezunları arasında başı çekiyor ve daha önce hiç görülmemiş bir hızla kendi işlerini kuruyorlar. Suriye'de yeni hükümette sadece bir kadın bakan atanmış olsa da kadınlar sanat, mühendislik ve girişimcilik gibi çok çeşitli alanlarda liderlik etmeye devam ediyor. Lübnan'da ise kadınlar kamusal alanda gün geçtikçe daha görünür hale geliyor.

Kısacası, tek tek ülkelerin karşılaştığı zorlukların özgünlüğüne rağmen, bölgedeki genel dönüşümler Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve özlemlerinin derin bir şekilde yeniden şekillendiğini yansıtıyor. Ortaya ise çoklu anlatılara ve farklı görüşlere yer veren, daha çeşitli, birbirine bağlı ve canlı bir Ortadoğu çıkıyor. Ekonomik eşitsizlikten silahlı çatışmalara kadar karşılaşılan tüm zorlukların büyüklüğüne rağmen, yaratıcılık ve kültürel yenilenme fırsatları onlarca yıldır hiç bu kadar fazla olmamıştı.