3 SORUDA - Sudan'da iç çatışmaların arka planı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

3 SORUDA - Sudan'da iç çatışmaların arka planı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Prof. Dr. Enver Arpa, Sudan'da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında yaşanan çatışmaları, tarafların ülke siyasetindeki yerini ve olayların arka planını AA Analiz için kaleme aldı.

Sudan'da neler oluyor?
Devrik lider Ömer el-Beşir yönetiminin 2018 yılının son günlerinde ekmek ve akaryakıt gibi temel tüketim ürünlerine yüksek miktarda zam yapmasıyla sokağa dökülen Sudan halkı, 2019 yılının nisan ayında yaklaşık 30 yıllık el-Beşir yönetimini devirerek Sudan'ı adeta bir ateş çemberinin içine attı. Zira el-Beşir iktidardan indirilse de onun iktidarı döneminde şekillenen Sudan ordusu, yönetimi devretmeye yanaşmadı. Komuta kademesi, darbe sürecinde öncü bir rol üstlenerek ipleri elinde tutmaya çalıştı. Sıkıntılı günlerin ardından gösterilere katılan grupların oluşturduğu Özgürlük ve Değişim Güçleri (ÖDG) ile askeri kanattan oluşan Egemenlik Konseyi kuruldu. Konseyin başkanlığına General Abdulfettah el-Burhan, yardımcılığına ise Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Muhammed Hamdan Dakalu getirildi. İçişleri ve Savunma Bakanlığı gibi önemli bakanlıklar askeri kanatta kalmak kaydıyla yarı sivil bir hükümet kuruldu.
Egemenlik Konseyi'nin gölgesinde faaliyetlerini sürdüren Abdullah Hamduk başbakanlığındaki hükümet, beklenen başarıyı bir türlü sağlayamadı. Askeri kanadın başvurduğu manevralarla işlemez hale gelen Hamduk hükümeti, yönetimi bırakarak çekilmek zorunda kaldı. Sivil kanadı tasfiye eden Egemenlik Konseyi, bu defa kendi arasında el altından yürütülen bir taht kavgasına tutuştu. Ordu Komutanı Orgeneral el-Burhan ile Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı General Dakalu, birbirini etkisizleştirmek için çeşitli hamlelere başvurmaya başladı. El-Burhan sık sık askeri güçlerin tek çatı altında toplanması gerektiğini dile getirirken Dakalu, bu girişimin kendisini devre dışı bırakacağını düşünerek buna şiddetle karşı çıktı. 2022 yılının Aralık ayında askerle siviller arasında imzalanan "çerçeve anlaşma"da ordunun tek çatı altında toplanması da yer aldı. Bundan rahatsızlık duyan Dakalu ile Ordu Komutanı el-Burhan arasındaki mücadele 15 Nisanda silahlı çatışmaya dönüştü. Başkent Hartum'da başlayan çatışmalar kısa sürede Meravi ve Darfur bölgesi başta olmak üzere birçok bölgeye yayıldı.

Olayların arka planında ne var?
Sudan Cumhuriyeti, bağımsızlığını elde ettiğinden beri kimi zaman sivil görünümlü yönetimler tarafından idare edilse de gerçekte hep askeri vesayetle yönetildi. Ülkede en uzun süre iktidarda kalan Ömer el-Beşir de askeri bir darbeyle işbaşına gelmişti. El-Beşir, döneminin son yıllarında seçimler yaparak iktidarını sürdürse dahi genel komutanlığını da yaptığı ordu onun en büyük destekçisiydi. El-Beşir'in düşürülmesinden sonra askerler sivil kanatla iktidarı paylaşmak zorunda kaldı fakat usta manevralarla bu kanadı devre dışı bırakmayı başardı. Ancak bu defa dışarıdan orduya eklemlenen Hızlı Destek Kuvvetleri, ordu içerisinde bir ayrılık yaşanmasına ve ordunun birlik içinde hareket etmesine engel teşkil etti.
Hızlı Destek Kuvvetleri el-Beşir döneminde özellikle Darfur bölgesinde isyancı gruplara karşı kullanılmak üzere oluşturulan ve Cancavid olarak isimlendirilen gayriresmi bir güç ve sonradan güvenlik sistemine dahil edilen bir unsurdur. Bu kuvvetler daha çok Dakalu ailesi tarafından sevk ve idare edilen bir birim olarak teşekkül etti. Hamdan Dakalu ve kardeşi bu gücün idaresinde mutlak bir otoriteye sahip. Kuvvet mensupları Dakalu kardeşler tarafından özenle seçildikleri için üst kademeye güçlü bir sadakatle bağlılık gösteriyor. Bu kuvvetler güvenlik sistemine dahil edildikten sonra çıkarılan bir kanunla özerk bir yapıya kavuşturuldu. Ordu içinde bir ordu gibi davranan Hızlı Destek Kuvvetleri bir güvenlik unsuru olmakla yetinmeyerek çeşitli ekonomik faaliyetlerde de bulunuyor. Dakalu kardeşlerin Darfur bölgesinde keşfedilen altın ocaklarını işlettikleri ve buradan önemli bir gelir elde ettikleri ifade ediliyor. Dakalu'nun bazı Körfez ülkelerinden de destek aldığı iddia ediliyor.
Dakalu yönetimindeki Hızlı Destek Kuvvetlerinin özerk yapısı, ekonomik imkanları ve uluslararası desteğiyle Sudan güvenlik sistemi içerisinde adeta bağımsız bir güç gibi hareket ettiği ve ordu komuta kademesini dikkate almadığı sık sık dile getirilen hususlardan. Egemenlik Konseyi ile sivil unsurlar arasında yapılan "çerçeve anlaşma"da Hızlı Destek Kuvvetlerinin Sudan güvenlik sistemi içerisindeki etkisini yok edecek hükümlerin bulunması el-Burhan ile Dakalu arasında yaşanan gizli otorite mücadelesini aleni hale getirdi. Dakalu, Hızlı Destek Kuvvetlerinin orduya tam entegre edilmesine karşı çıktığı için yaşanan anlaşmazlık tarafları bir çatışma ortamına sürükledi.
Bölgesel ve küresel bazı aktörlerin de bu ayrışmada söz sahibi olduğu şüphesizdir. El-Burhan'ın bu anlaşmazlığın giderilmesinde dış müdahalelerin devreye girmemesi hususunda yaptığı uyarı bunun bir göstergesidir. Özellikle bazı Körfez ülkelerinin el-Burhan'dan memnun kalmadıkları için Dakalu'yu destekledikleri ifade ediliyor. Zira muhafazakar yapısıyla bilinen el-Burhan, tüm çabalara rağmen İslami Hareket mensubu el-Beşir bürokrasisinin sert tedbirlerle tasfiyesine yanaşmayarak aksine Hamduk hükümetinin başvurduğu tasfiye tedbirlerinin bir kısmını geçersiz hale getirdi. Sözgelimi Hamduk döneminde görevden el çektirilen büyükelçilerin çoğu mahkemelerin aldığı kararlarla görevlerine geri döndü. Yine bu dönemde kurulan ve hukuki bir dayanağı bulunmayan tasfiye komisyonlarının faaliyetlerine de son verildi. El-Burhan'ın bu tutumunu manipüle etmek isteyen Hamdan Dakalu, giriştiği bu kalkışmada el-Burhan'ın radikal dini anlayışı beslediğini iddia ederek kendisine uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışıyor.

Gelecekte olası senaryolar nelerdir?
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), hava unsurlarına ve ağır silahlara sahip olmamakla birlikte hızlı mobilize olabilen bir yapıdadır. Arkasına bazı dış güçlerin desteğini almış olsa da tüm muharebe unsurlarına sahip düzenli orduya karşı bir zafer kazanması beklenmiyor. Nitekim ülke genelinde yönetimi ele geçirebilecek bir performansa ulaşamadığı geçen süre içinde anlaşıldı. Hızlı Destek Kuvvetleri daha çok egemenlik sembolü sayılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Genelkurmay Başkanlığı, ulusal televizyon binası gibi mekanları alarak darbe şeklinde yönetimi ele geçirmeye niyetlenmiş olsa da bunu başaramadığı anlaşılıyor.
Ancak düzenli ordunun da şehir savaşı şeklinde cereyan eden bu çatışmalarda hızlı bir şekilde başarı elde etmesinin kolay olmadığı görülüyor. Mobilizasyon kabiliyeti yüksek olan bu kuvvetlere karşı kısa sürede hakim olmak kolay olmayacaktır. Ancak tüm zorluğa rağmen ordu birliklerinin ilerleyen günlerde Hızlı Destek Kuvvetlerinin gücünü kıracağı, bu birliklerin daha çok destek bulabildiği Darfur bölgesine kayacağı ve çete savaşları şeklinde mücadeleye devam edeceği güçlü bir ihtimal. Tabii uluslararası toplumun müdahalesi de bu konuda belirleyici olabilir. El-Burhan'ın yapılacak baskılara daha fazla dayanamayıp bir uzlaşmaya razı olması da ihtimal dahilindedir.



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.