Mescid-i Aksa'nın söylemlerle gerçekler arasındaki çatışma tarihi

İsrail Eski Eserler Kurumu, İsrail'in 1967'deki savaşın hemen ardından yıktığı Meğaribe Mahallesi'nin kalıntıları altında Kitab-ı Mukaddes'e dayalı tarihi arıyor

Mescid-i Aksa, Mucireddin el-Hanbeli'nin "el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl" adlı eserinde dediği gibi, Kıble Mescidi'ni ve etrafı surlarla çevrili her şeyi içine alan mekan / Fotoğraf: Reuters
Mescid-i Aksa, Mucireddin el-Hanbeli'nin "el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl" adlı eserinde dediği gibi, Kıble Mescidi'ni ve etrafı surlarla çevrili her şeyi içine alan mekan / Fotoğraf: Reuters
TT

Mescid-i Aksa'nın söylemlerle gerçekler arasındaki çatışma tarihi

Mescid-i Aksa, Mucireddin el-Hanbeli'nin "el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl" adlı eserinde dediği gibi, Kıble Mescidi'ni ve etrafı surlarla çevrili her şeyi içine alan mekan / Fotoğraf: Reuters
Mescid-i Aksa, Mucireddin el-Hanbeli'nin "el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl" adlı eserinde dediği gibi, Kıble Mescidi'ni ve etrafı surlarla çevrili her şeyi içine alan mekan / Fotoğraf: Reuters

Sena eş-Şami 
Mescid-i Aksa'da İsrail ordusu ile Filistinliler arasında tırmanan gerginlik ve artan çatışmalar, televizyon kanallarının ve haber sitelerinin gündeminden neredeyse hiç düşmüyor.
Peki, Mescid-i Aksa'nın tarihi nasıl şekillendi? Kim tarafından inşa edildi? 
Mescid-i Aksa alanının altında gerçekten Süleyman (Tapınağı) Mabedi var mı? 
İsraillilerin Tevrat'a göre Kudüs'teki ilk Yahudi tapınağı ile ilgili ne gibi argümanlara sahipler ve bu konudaki tarihi referansları neler?
Arkeolojik bulgular İsraillilerin iddialarıyla uyuşuyor mu? İsrailliler, Filistin'in işgalinden bu yana burayı nasıl idare ettiler?
Yıllarca yapılan müzakereler ve siyasi anlaşmalar açısından Mescid-i Aksa ve bulunduğu bölge için ne gibi projeleri var?

Mescid-i Aksa'nın tarihi
Mescid-i Aksa, Mucireddin el-Hanbeli'nin "el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl" adlı eserinde dediği gibi, Kıble Mescidi'ni, Kubbetu's-Sahra'yı, revakları ve etrafı surlarla çevrili her şeyi içinde barındıran alandır.
Muhammed Kürd Ali, 1925 yılında Mescid-i Aksa'nın alanıyla ilgili rakamlardan şöyle bahsediyor: 
“Batı cephesinin uzunluğu 490 metre, doğu cephesi 474 metre, kuzey cephesi 321 metre, güney cephesi 283 metre olup, yüksekliği 30 ile 40 metre arasında değişen bir duvarla çevrilidir.”
Mustafa Murad Ed-Debbag "Mevsuatu Biladuna Filistin" adlı kitabında, Mescid-i Haram'ın (Mescid-i Aksa), Kubbetu's-Sahra cami ve Kıble Mescidi'nin bulunduğu etrafı 140 bin 900 metrekare surla çevrili alan olduğunu belirtiyor.
Mescid-i Aksa'nın, (İslam Halifesi) Ömer bin Hattab döneminden başlayarak basit bir ahşap cami olarak inşa edildiği, ardından bu mescidin (Emevi halifesi) Muaviye bin Ebu Sufyan tarafından üç bin kişinin aynı anda ibadet edeceği şekilde genişlettiği söylenir.
Daha sonra (Emevi halifesi) Abdulmelik bin Mervan, büyük bir bina inşa etti ve oğlu Halife Velid inşaatı tamamladı.
Kubbetu's-Sahra olarak anılan bu mescidin inşası için milyonlarca altın dinar harcadı.
Ancak bazı tarih kaynakları, Kubbetu's-Sahra ve Mescid-i Aksa'yı inşa etmeye başlayanın Abdulmelik Bin Mervan olduğunu, bunları genişletip en güzel hale getirenin ise oğlu Velid bin Abdulmelik olduğunu söylüyor.
Bu, birçok tarihçi tarafından dile getirildi. Müslüman tarihçi Yakubî 'Târîḫu'l-Ya'ḳūbî' adlı kitabında, Sıbt İbnü'l-Cevzî 'Mir'âtü'z-zamân fî târîḫi'l-a'yân' adlı kitabında, İbni kesir 'El-Bidaye ve'n-nihaye' adlı kitabında, Mucireddin el-Hanbeli 'el-Ünsü'l-celîl bi tarihi'l-Kudüs ve'l-Halîl' adlı kitabında ve İmam İbn Teymiyye kitaplarından birinde bu konuya değindiler. 
Muhammed Kurd Ali'nin önemli eserlerinden Hutat-ul Şam'da da bundan bahsedildi.
Kitapta, güney girişindeki bir kitabede, Kubbetu's-Sahra adı verilen mescidin Abdulmelik Bin Mervan tarafından Muallak Kayası üzerine yaptırıldığının yazıldığı belirtilerek, kitabede "Bu kubbeyi yapan Allah'ın kulu Abd(ülmelik) Abdullah'tır. Allah'ın kulu imam, müminlerin emiri 72 senesinde yapmıştır. Allah kabul etsin ve ondan razı olsun" yazdığı aktarıyor.
 
Mescid-i Aksa tarihinin İsrail versiyonu
Yahudilerin, Mescid-i Aksa'nın ve özellikle Kubbetu's-Sahra'nın bulunduğu yerin daha önce Süleyman Mabedi'nin inşa edildiği yer olduğunu söyleyen farklı bir tarih anlatıları vardır.  
Yahudilerin tarihi anlatısında bu yapı hakkında şunlar söyleniyor:
“Tapınağı (mabedi) inşa etme fikrinin sahibi, nebi ve kral olan Davut'tur. Tanrı, onun tapınağı inşa etmesini engelledi. Çünkü o bir savaşçıydı ve ona tapınağı oğlu Süleyman'ın inşa edeceğini söyledi. Bunun üzerine sevindi ve tapınağın inşası için altın, gümüş, bakır, tahta, taşlar vb. gereken her şeyi toplayıp hazırladı.  Tapınağın inşası yedi yıldan fazla sürdü ve tam bir şaheserdi. Pers Kralı Koreş, milattan önce (MÖ) 537 yılında tapınağın yeniden inşa edilmesine izin verilen tapınak, MÖ 587 yılında Babil kralı 2. Nebukadnezar tarafından yıkılmıştır. Daha sonra Zerubbabel ve beraberindeki Yahudiler, tapınağı eski ihtişamına geri döndürdüler. MÖ 20 yılında Yahudilerin kralı Herod, tapınağı restore etmeye ve genişletmeye başladı, çevresinde birçok revak ve hizmet binaları olarak oda inşa ettirdi. Herod'un tapınağı, milattan sonra (MS) 70 yılında Roma İmparatoru Titus ve ordusu tarafından yıkılana kadar ayakta kaldı.”
 Bazı arkeologlar, Ortadoğu'nun ovalarından ve çöllerinden göç eden bedevi Yahudi kabilelerinin mabed inşa etmediğini, kutsal eşyalarını konaklamak için kamp kurdukları yerlerde tören çadırına konulan bir tabutta yanlarında taşıdıklarını, gerçek İsrailoğullarının köylerinde mabedlerine dair herhangi bir arkeolojik iz bulunmamasının nedeninin yerleşik hayatları olmamasından kaynaklandığını söylüyorlar.
Aynı arkeologlara göre İsrailoğulları, göçebe yaşam tarzları nedeniyle dini merkezleri olan 'tapınma çadırını' (Yehova çadırı olarak da anılır) yanlarında taşıyorlardı.
Gerçek İsrailoğullarının bir tapınağa ya da tanrısal simgelere ihtiyaç duymadıkları, çünkü inandıkları tanrıyı insan formunda tasavvur etmedikleri söylenir.

Dini inançlar ve arkeolojik gerçekler
Ben Gurion'un, İsrail Devleti'nin kurulduğunu duyurmasının ardından Kudüs olmadan İsrail'in bir anlamı olmadığı gibi, Süleyman Tapınağı olmadan da Kudüs'ün bir anlam yoktu.
Kitab-ı Mukaddes'e dayalı arkeolojiye öncelik verilen İsrail, 1948 yılının temmuz ayında Eski Eserler Kurumu'nu kurdu.
Bunun yanında bir de arkeolojik kazıları koordine eden, konferanslar düzenleyen ve finanse eden İsrail Keşif Derneği'nin faaliyetleri vardı.
Arkeoloji bir halk hareketi haline geldi ve okul çocuklarından askerlere, emeklilerden yabancı öğrencilere kadar gönüllüler kazılara koştu.
İsveçli tarih araştırmacısı Hans Vorhagen, 'Palestine And The Middle East Between The Bible And Archeology' (Kitab-ı Mukaddes ve Arkeoloji Arasında Filistin ve Ortadoğu) adlı kitabında şöyle diyor:
“Kitab-ı Mukaddes, Süleyman Tapınağı hakkında elimizdeki tek belgedir. Bina, Asurluların ve Babillilerin yıllıklarında yer almıyor. Kutsal toprakların farklı yerlerinde bulunan yazıtlarda bina ilgili herhangi bir ifadeye rastlanmaz. Aynı şekilde MÖ 10'uncu yüzyılda Kudüs'te büyük bir yapının bulunduğunu gösteren hiçbir arkeolojik buluntu da yoktur.”
Tel Aviv Üniversitesi'nden arkeoloji profesörü David Oşkin de arkeoloji açısından MÖ 10 ve 9'uncu yüzyıllardaki 'Tapınak Dağı' (Yahudilerin Mescid-i Aksa alanı için kullandıkları ad) hakkında hiçbir bilgi olmadığını söylüyor.
Düşünür Thomas L. Thompson ise 'The Mythic Past: Biblical Archaeology And The Myth Of Israel' (Efsanevi Geçmiş: Kitab-ı Mukaddes Arkeolojisi ve İsrail Efsanesi) adlı kitabında, 'Yehova'ya tapınma merkezi'olarak nitelediği Süleyman Tapınağı'nın inşası kavramını reddederek, şunları ifade ediyor:
“Bu görüntülerin gerçek tarihi geçmişin tasvirlerinde yeri yoktur. Onları yalnızca hikâye olarak biliyoruz. Bu hikâyeler hakkında bildiklerimiz, bizi onlara tarihselmiş gibi davranmaya itmiyor. Süleyman Mabedi'nin inşa hikayesi hiç inandırıcı değil. Bu sadece bir Tevrat'a isnad edilen bir uydurmadır. Bu da Mescid-i Aksa'nın eski İsrail'deki Yahudi tapınağının Kuran'daki adı olduğu fikrini çürütüyor.”

Şehrin gerçek kimliğini bulanıklaştıran adımlar
Yahudiler, 1967 yılındaki savaşta Doğu Kudüs'ü ve Kudüs'ün Eski Şehir bölgesini işgal ederek, Müslümanlar tarafından Peygamber Efendimiz'in Miraç gecesi Mescid-i Aksa alanına girerken bineği Burak'ı bağladığı ve bu yüzden 'Burak Duvarı' olarak anılan, Yahudilerin ise İkinci Tapınak'ın kalıntılarından biri olduğunu iddia ederek tapınağın yıkılmasının yasını tuttukları için 'Ağlama Duvarı' dedikleri batı duvarına bitişik Meğaribe (Mağribliler/Faslılar) Mahallesi'ni yıktı.
Yahudiler, 5 Haziran 1967 tarihinde Kudüs'e girmeden önce Meğaribe Mahallesi sakinlerine mahalleyi iki saat içinde terk etmeleri konusunda uyardılar ve ardından mahalleti yıktılar.
Yıkımın ardından Mescid-i Aksa yakınlarına Tarot Haim, Atrat Kohanim, Tarot Leoshane ve Temple Mount Trustees gibi dernekler çok sayıda konut ve okul binası inşa ettiler.
İsrail, şehrin belediye sınırlarına göre Doğu Kudüs'ün 63 bin dönüm olan alanının 56 bin dönümüne el koydu.
Doğu Kudüs'teki Yahudi sayısı, 1967 savaşından önce sıfırken, 1993 yılında 160 binin üzerine çıktı.
İsrail, Doğu Kudüs'te birçok bölgeyi ele geçirerek çok sayıda Yahudi mahallesi kurdu.
Bununla birlikte şehri tamamen kontrolü altına almak için 'Büyük Kudüs' projesini hayata geçirdi. Şehrin gerçek kimliğini yok etti.
Şehirdeki yerini sağlama almak ve varlığını artırmak için yeni eğlence, dini, askeri ve hizmet yerleri inşa ederek Kudüs'ü Yahudileştirmeye çalıştı.  
Ayrıca, Filistinli Arapların mahallelerini yıkmaya ve mahalle sakinlerini yerinden etmeye devam etti.
Büyük Kudüs projesi, 1967 yılından günümüze kadar birçok kez değişikliğe uğramış ve kapsamı Kudüs şehrinin dışına kadar genişletildi.
Yaklaşık 18 yerleşim birimi inşa edilecekken bu sayı artırılmış ve Kudüs çevresinde ikinci bir yerleşim birimi kuşağı oluşturuldu.
Kontrol noktalarının sayısını da artıran İsrail, çok sayıda gözetleme kulesi dikti, Filistinlilere ait kurumların kapısına da kilit vurdu.

Uluslararası kararlar ve müzakereler
İşgalci İsrail yetkilileri, 21 Ağustos 1969 tarihinde Avustralyalı fanatik Yahudi Dennis Michael Rohan'ın Mescid-i Aksa'da alanındaki Kıble Mescidi'ni yakmaya çalıştığı sırada Mescid-i Aksa bölgesine giden suyu kestiler ve Arap vatandaşların avlulara yaklaşmasını engellediler.
İsrail yetkililerine rağmen gerçekleştirilen söndürme çalışmalarına kentteki Müslüman ve Hıristiyanlar akın etmese, yangın caminin kubbesine kadar gelecekti.
Ancak Selahaddin'in minberinde çıkan yangının ardından güney caminin çatısı ve doğu tarafındaki üç koridorun çatısı alev aldı.
İsrailli yetkililerin tüm engellemelerine rağmen şehirdeki Müslümanlar ve Hıristiyanlar akın edip yangına müdahale etmese, alevler caminin kubbesine kadar ulaşacaktı.
Ancak Selahaddin Eyyubi'nin minberinden başlayan yangın mescidin güney çatısına ve doğu tarafındaki üç koridorun çatısına zarar verdi.
O dönemde birçok ülke yangın olayını kınadı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) olayla ilgili derhal toplanarak ABD'nin de aralarında bulunduğu 4 çekimser oya karşı 11 oyla 1969 tarihli 271 sayılı İsrail'i kınama kararı aldı.
BMGK, İsrail'e Kudüs'ün statüsünü değiştirmeye yönelik tüm eylemlerin sona erdirilmesi çağrısında bulundu.
Öte yandan Arap ve İslam ülkelerinde büyük bir öfke hakimdi. Bu ülkelerin liderleri, 25 Eylül 1969 tarihinde Fas'ın başkenti Rabat'ta bir araya gelerek o dönemde 30 Arap ve İslam ülkesinin üyesi olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nı (İİT) kurma kararı aldılar. İİT, 1976 yılında Kudüs Fonu'nu kurdu.
Ardından Kudüs ve özellikle Mescid-i Aksa ile ilgili alınan kararlar, İsrail'in Kudüs'e, Kudüs sakinlerine ve kutsallarına yönelik eylemlerine karşı durumu sakinleştirecek tedbirler olarak uygulandı.
Ta ki 28 Eylül 2000 tarihinde dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron, beraberindeki güvenlik görevlileriyle birlikte Mescid-i Aksa'ya baskın düzenleyene kadar. BMGK, bu olayın üzerine"BMGK'yı şiddeti durdurmak, yeni provokatif eylemlerden kaçınmak ve Ortadoğu'da barış sürecinin kurulmasını teşvik edecek şekilde durumu normale döndürmek için gerekli tüm adımları atmaya çağıran"1322 sayılı kararı aldı. 
Şaron'un provokatif adımı, beş yıl süren İkinci İntifada'nın fitilini ateşledi.
İkinci İntifada, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile dönemin İsrail Başbakanı Şaron arasında Şarm eş-Şeyh'te yapılan müzakereler sırasında imzalanan ateşkesle sona erdi.
Bu olaydan bir süre önce, eski ABD Başkanı Bill Clinton döneminde ABD'nin girişimiyle merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile eski İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında 2000 yılında Camp David'de yapılan ve Kudüs dosyası ile kutsal mekanların egemenliği konusunda Arafat'ın üzerinde çok fazla ve güçlü baskıların olduğu müzakereler tüm hızıyla devam ediyordu.
İsrail'in Kudüs ve Mescid-i Aksa gibi kutsal yerlerin statüsünün belirlemesi için oyalama yapılmasına yönelik girişimlerine rağmen müzakereler 1993 yılında başladı.
Aynı yıl 1. ve 2. Oslo Anlaşmaları çerçevesinde İsrail, Kudüs'ün statüsünü müzakere konusu yapmak zorunda kaldı.
Bu gelişme, Filistinli müzakere heyetinin başarısı olarak görüldü.

Yeraltı faaliyetleri
Birzeit Üniversitesi öğretim görevlisi Nazmi Al Jubeh, bir kitabında tüm bunların yanında yerin altında başka bir hikayenin olduğunu söyledi. 
Jubeh, söz konusu kitapta şu ifadelere yer verdi:
“İsrail Eski Eserler Kurumu, 1967 savaşından sonra, İsrail üniversiteleriyle iş birliği yaparak Kitab-ı Mukaddes'e dayalı tarihi araştırmak amacıyla şehirde, özellikle Eski Şehir bölgesinde çok sayıda araştırma ve kazı projesi başlattı. Bu projelerin başında, Meğaribe Mahallesi ve çevresi ile Yahudi Mahallesi'nde yürütülen kazı projesi geliyor. Elbette 1967'den günümüze kadar Silvan ve ez-Zuhur (Ofel) semtlerinde Silvan'daki Vadi Hilve Mahallesi'ne kadar ve Mescid-i Aksa'nın altındaki su tünellerinde ve çevresindeki kazılar halen devam ediyor.”
İsrail, Mescid-i Aksa'yı çevreleyen tüm bölgelerde bu kazıları yoğunlaştırdı. Özellikle güney ve batı cephelerinde onlarca kazı yapıldı.
Mescid-i Aksa'nın batı duvarı boyunca ve hatta zaman zaman altında bir kısmı görülebilen, bir kısmı da gizlenen yapılar göze çarpıyor.
Bu kazılar, 1967'de Meğaribe Mahallesi'nin yıkılması sonucu oluşan geniş meydanı kapsıyor.
Bu kazıların amacı, Kudüs'ün tarihine katkıda bulunmak yahut bulunabilecek heyecan verici tarihi eserleri ortaya çıkarmak değil, Birinci ve İkinci Tapınakların kalıntılarını ortaya çıkarmaktı ve hala da böyle olmaya devam ediyor.
Dolayısıyla bu alanda yapılan kazıların hepsi bu tapınaklarla ilgili. Başlarda, özellikle 1967'den 1980'lerin ortalarına kadar kazı çalışmaları yoğun şekilde sürdürüldü.
Bölgede, özellikle Mescid-i Aksa'nın güneybatı köşesine yakın bir yerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan en önemli şeyin sekiz devasa binadan oluşan Emevi Emirliği binası olması dikkati çeken bir detaydır.
Bu bölgede yapılan kazıların en tehlikelisi, gizli tutulan ve hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Mescid-i Aksa'nın batı duvarı boyunca uzanan kazılardır. Burada kazı yapıldığının tek göstergesi kazı sesleridir. 
Söz konusu kazıların yapıldığı alan, Birinci ve İkinci Tapınakların hikayesinin sesli ve görüntülü olarak sunulduğu ve şehre Yahudilerden başka kimsenin yerleşmediği, bu yüzden de başka hiç kimsenin bu şehir üzerinde hakkı olmadığına dair şehrin tarihine düşülen noktaların açıkça belirtildiği 'Davidson Center'adlı bir arkeolojik parka dönüştürüldü.
Tüm bunlar çalışmalar, daha fazla kutsal görünmesi için Eski Ahit'ten seçilmiş metinlerle süslendi.
Arkeologları, bölgenin hassasiyetinin ve ziyaretçilere aktarılan fanatik anlatının arkeolojik keşiflere dayalı olarak bilim camiası tarafından çürütülmüş olduğunun farkında olan İsraillilerden bile daha fazla heyecanlandıran alan, El'ad yerleşim birimine bağlı örgüt tarafından yönetiliyor. 
 
 
Independent Arabia



İsrail, Hizbullah'ı sınırdan uzak tutmak için güç kullanmakla tehdit ediyor

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
TT

İsrail, Hizbullah'ı sınırdan uzak tutmak için güç kullanmakla tehdit ediyor

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)

Üst düzey Birleşmiş Milletler (BM) yetkilileri, uluslararası toplumun Lübnan-İsrail sınırındaki tehlikeli gerilimi durdurmaması halinde Ortadoğu'da bir ‘yangın’ çıkacağı uyarısında bulunarak, Lübnan'da binlerce çağrı cihazının patlatılmasını uluslararası yasaların ihlali olarak nitelendirdi. Yetkililer ayrıca, söz konusu olayın soruşturulmasını ve sorumluların hesap vermesi gerektiğini ifade etti. Lübnan İsrail'i ‘terörizmle’ suçlarken, İsrail de Hizbullah'ı Litani Nehri'nin kuzeyindeki Mavi Hat'tan geri püskürtmek için ‘elindeki tüm imkânları kullanma’ tehdidinde bulundu.

Birleşmiş Milletler (BM) Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Lübnan ve İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)Birleşmiş Milletler (BM) Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Lübnan ve İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)

BM Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Cezayir'in talebi üzerine dün (Cuma) Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib'in de katılımıyla düzenlenen acil toplantının başında verdiği brifingde, Lübnan ve İsrail arasındaki mevcut durumu ‘çatışmaların durdurulmasının tekrar tekrar ihlal edilmesi ve 1701 sayılı kararın çiğnenmesi’ nedeniyle ‘endişe verici’ olarak nitelendirdi. ‘Bu şiddet döngüsünün genişleme riskinin çok ciddi olduğunu ve Lübnan, İsrail ve tüm bölgenin istikrarı için tehdit oluşturduğunu’ vurgulayan DiCarlo, özellikle Hizbullah üyeleri tarafından kullanılan çağrı cihazlarının patlatılmasının ‘genciyle yaşlısıyla Lübnan toplumunu ciddi şekilde travmatize ettiğini ve paniğe sevk ettiğini’ kaydetti. Tüm tarafları ‘gerilimin daha da artmasını önlemek için azami itidal göstermeye’ çağıran DiCarlo, ‘olayların bu şekilde devam etmesi halinde, şu ana kadar gördüğümüz yıkım ve acıyı bile gölgede bırakabilecek bir yangın görme riskiyle karşı karşıya olduğumuz’ uyarısında bulundu. DiCarlo, “Böyle bir çılgınlıktan kaçınmak için henüz çok geç değil. Diplomasi için halen fırsat var. Bu fırsat gecikmeden kullanılmalıdır” ifadelerini kullandı.

Faillerin sorumlu tutulması

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, 17-18 Eylül tarihlerinde Lübnan'da çağrı cihazlarının patlatılmasıyla meydana gelen ve savaşta yeni bir gelişmeyi temsil eden, iletişim araçlarının silaha dönüştüğü, pazarlarda, sokak köşelerinde ve evlerde eş zamanlı olarak vuku bulan saldırılar karşısında ‘siviller adına duyduğu dehşeti’ dile getirdi. ‘Savaşın da kuralları olduğunu’ hatırlatan Türk, ‘uluslararası insancıl hukukun görünüşte zararsız taşınabilir nesneler şeklindeki patlayıcı cihazların kullanımını yasakladığını’ belirtti. Söz konusu patlamaların koşullarına ilişkin bağımsız, kapsamlı ve şeffaf bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulunan Türk, ‘bu saldırıların emrini veren ve gerçekleştirenlerin sorumlu tutulması gerektiğini’ ifade etti.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk (BM)Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk (BM)

Cezayir'in BM Daimî Temsilcisi Amar Bendjama, İsrail'in eylemlerinin, ‘BM Güvenlik Konseyi kararlarının, uluslararası hukukun ve Lübnan egemenliğinin aleni ihlalini temsil ettiğini’ söyledi ve çağrı cihazlarının patlatılmasını ‘savaş suçuyla eşdeğer’ olarak niteledi. Bendjama, İsrail'i ‘barışla ilgilenmemekle’ suçladı.

Batı'nın tutumu

Daha sonra söz alan ABD'nin BM Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Ortadoğu'da daha geniş çaplı bir çatışmanın ‘ne arzu edilir ne de kaçınılmaz’ olduğunu savundu. ABD'nin Lübnan'daki son olaylarda ‘hiçbir rol oynamadığını’ vurgulayan Wood, “Önümüzdeki günlerde çeşitli tarafların atacağı adımlar durumun nasıl gelişeceğini bir kez daha belirleyecek” dedi. Tüm tarafların bölgeyi ‘yıkıcı bir savaşa’ sürükleyebilecek her türlü eylemden kaçınması gerektiğini ifade eden Wood, BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmanın kökenini ‘görmezden gelemeyeceğini’ belirtti. Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e yönelik saldırılarından önce, 1701 sayılı kararın kabulünden bu yana 18 yıldır Mavi Hat boyunca büyük ölçüde sükunetin hâkim olduğunu, ancak Lübnan'dan devlet dışı silahlı grupların ‘provokasyon olmaksızın’ İsrail'e saldırmasıyla ‘istikrarın bozulduğunu’ hatırlattı. Wood, 1701 ve 1559 sayılı kararların uygulanması talebini yineledi.

ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Lübnan ile İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında (BM)ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Lübnan ile İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında (BM)

İngiltere'nin BM Daimî Temsilci Yardımcısı James Kariuki de 8 Ekim'den bu yana İsrail ile ‘provokasyon olmaksızın’ savaşan Hizbullah'ı hedef alarak, ülkesinin ‘1701 sayılı kararın tam olarak uygulanmasında üzerine düşen rolü oynamaya hazır olduğunu’ belirtti. Kariuki, “Uluslararası hukuk tam olarak uygulanmalıdır. Şimdi gerilimi azaltma ve derhal ateşkes zamanı” şeklinde konuştu.

Fransa'nın BM Daimî Temsilcisi Nicolas de Riviere ise ‘potansiyel olarak trajik sonuçları olabilecek açık savaş riskinin her geçen gün arttığı’ uyarısında bulundu. “Bu her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir olasılıktır” diyen de Riviere, BM Güvenlik Konseyi tarafından 28 Ağustos'ta kabul edilen ve Lübnan'daki BM Geçici Barış Gücü'nün (UNIFIL) görev süresini uzatan 2749 sayılı kararı uygulayarak ‘tüm tarafların gerilimi azaltma yönünde acilen çalışması gerektiğini’ belirtti. İsrailli yetkilileri Lübnan'da ‘azami itidal göstermeye’ çağıran de Riviere, ‘Hizbullah'a, İsrail topraklarına yönelik saldırılarını derhal durdurması çağrısını’ yineledi.

Rusya ve Çin

Diğer yandan Rusya’nın BM Daimî Temsilcisi Vasiliy Nebenzia, İsrail'in yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü yıkıcı bombalama, hava saldırıları ve ‘acımasız temizlik’ operasyonunun Ortadoğu'da ‘korkunç bir gerçeklik’ haline geldiğini vurguladı. Nebenzia, “Uluslararası toplumun protestolarına rağmen, hedefli tasfiyenin iğrenç uygulaması genişliyor. Görünen o ki, bu şiddet kazanında artık hepimizin burada defalarca kınamadığı hiçbir eylem kalmadı” ifadelerini kullandı. Lübnan ve Suriye'de elektronik cihazlarla yapılan saldırıların ‘yüksek teknolojinin yeni bir boyutunu’ oluşturduğunu ve bunun ‘Rusya'nın kesin bir dille kınadığı tehlikeli bir değişim’ olduğunu ifade eden Nebenzia, “Bunu uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturan ve tüm Ortadoğu için öngörülemez sonuçları olan bir terör eylemi olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Çin'in BM Daimî Temsilcisi Fu Cong ise ülkesinin Lübnan sokaklarında yaşanan ‘korkunç’ olaylar karşısında ‘derin bir şok’ yaşadığını belirterek, “Sokaklarda oynayan çocuklar gözlerini kaybetti, süpermarketlerde alışveriş yapan anneler uzuvlarının kesildiğini gördü” dedi. Saldırıları, ‘Lübnan'ın ulusal egemenliğinin ve uluslararası hukukun açık bir ihlali’ olarak nitelendiren Cong, İsrail'e ‘güç kullanma saplantısından vazgeçmesi ve Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarını gecikmeksizin durdurması’ çağrısında bulundu.

Lübnan ve İsrail

Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, Lübnan'da binlerce çağrı cihazının patlatılmasını ‘terörist’ bir saldırı olarak nitelendirdi ve bundan İsrail'i sorumlu tuttu. Bunun ‘vahşet ve terörizm açısından eşi benzeri görülmemiş bir savaş yöntemi’ olduğunu belirten Buhabib, “Evlerinde, sokaklarda, işlerinde, alışveriş merkezlerinde işlerini yapan her yaştan binlerce insanı hedef almak, tek kelimeyle terörizmdir” dedi. Buhabib, ‘İsrail'in bize vaat ettiği yeni maceranın, Ortadoğu'daki coğrafi kapsamı bakımından öncekilerden farklı olan ezici bir bölgesel savaşa yol açabileceği’ uyarısında bulundu.

Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)

İsrail'in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon, ülkesinin ‘Hizbullah'ın provokasyonlarına devam etmesine izin vermeyeceğini’ belirterek, ‘daha geniş bir çatışma istemediklerini’ iddia etti. “Halkımızın sürekli tehdit altında yaşamasına izin vermeyeceğiz. Hizbullah'ın Lübnan topraklarını şiddet uygulamak için bir platform olarak kullanmasına izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullanan Danon, Hizbullah’ın Litani Nehri'nin kuzeyine çekilmemesi halinde ‘İsrail'in halkını korumak için elindeki tüm araçları kullanacağı’ tehdidinde bulundu.