Husilerin Taiz ve Marib'te gerilimi artırması barış çabalarını tehdit ediyorhttps://turkish.aawsat.com/home/article/4291286/husilerin-taiz-ve-maribte-gerilimi-art%C4%B1rmas%C4%B1-bar%C4%B1%C5%9F-%C3%A7abalar%C4%B1n%C4%B1-tehdit-ediyor
Husilerin Taiz ve Marib'te gerilimi artırması barış çabalarını tehdit ediyor
Husiler, Taiz şehrini sekiz yıldır kuşatma altında tuttuyor. (Saba)
Yemen'deki Husi grubu, Ramazan Bayramı’nda sahadaki kırılgan sükuneti bozarak suçlarını sürdürdü. Yerel siyasi kesimler, bu sükunetin direnmeye devam etmesini, böylece grubun Suudi Arabistan ve Umman Sultanlığı'nın aradığı kalıcı bir barış haritası üzerinde anlaşmaya varmasını umuyor.
Darbeci grubun Taiz’in batı kırsalında yer alan Mevza ilçesindeki sivil bölgeleri bombalaması sonucu aralarında bir kadın ve bir çocuğun bulunduğu üç kişi yaşamını yitirdi, dokuz kişi de yaralandı. Husiler ayrıca darbe karşıtı muhaliflerden intikam almak için Marib vilayetinin batısındaki Sirvah semtinde üç farklı evi bombaladı.
Sağlık kaynakları ile iletişime geçen Saba’nın haberinde şu ifadelere yer verildi:
“Husilerin Mevza’ya bağlı el-Avaşika bölgesinde el-Meciş el-Ala köyünde düzenlediği bombalı saldırıda 12 yaşındaki Necva Hasan, vatandaş Muhammed Abdulbasit el-Habişi ve kız kardeşi Meryem Abdulbasit el-Habişi öldürüldü. Yaralıların bazılarının durumu kritik.”
Sağlık kaynağı ayrıca Muha şehrindeki yoğun bakım ünitesinde tedavi edilenlerin yaralarının ağır olması nedeniyle ölü sayısının artabileceğini belirtti.
Saba’nın haberinde şu ifadelere yer verildi:
“Bu eylem, terörist Husi milislerin yerel ve bölgesel barış çabalarını baltalamak, Yemenlilerin kanını dökmeye devam etmek, sevinçlerini toprağa gömmek amacıyla işlediği günlük suçlar doğrultusunda gerçekleşti.”
Musawa insan hakları örgütü cuma günü, yani Ramazan Bayramı'nın ilk gününde Husi milislerinin Marib ili batısındaki Sirvah ilçesine bağlı ez-Zur köyünde üç vatandaşın evini bombaladığını bildirdi. Milislerin Salih bin Salih ed-Devle, Abdullah Salih ed-Devle ve Salih Nasır ed-Devle el-Cehmi'nin evlerini bombaladığına dair haberler geldiği kaydedildi. Şubat ayından bu yana aynı köyde bombalanan ev sayısının dokuza ulaştığı bilgisi paylaşıldı. Milisler bu hamleleriyle muhaliflerini sindirmeyi, onları zorla bölgelerinden çıkarmayı amaçlıyor.
Diğer yandan Yemenliler ise Husilerin toplumun yoksullaşmasına yol açan, tüm kaynakları kasten yağmalayan, ihtiyaç sahiplerine ve yoksullara yardım dağıtımını engelleyen tutumlarına karşı öfkeli.
Siyasi Partiler Ulusal İttifakı, milislerin toplumu yoksullaştırma, hayır işlerini kısıtlama ve yoksullar için sadaka verilmesini engelleme uygulamalarını kınadı. Ramazan Bayramı’ndan hemen önce milislerin bir yardım dağıtım sahasındaki elektrik hatlarına ateş etmesi neticesinde 80 kişi yaşamını yitirmişrti.
Şarku’l Avsat’ın gözlemlerine göre Yemen halkı, Suudi Arabistan ve Umman çabalarının önümüzdeki günlerde Yemen krizinde kalıcı bir barışa imkan sağlayacağını umuyor. Gözlemciler, darbeci gurubun bunu enfgellemek için eylemlerine devam ettiğine dikkat çekiyor.
Yemen hükümeti ve Husiler kısa bir zaman önce her iki taraftan da yaklaşık 900 kişiyi içeren mahkum takas anlaşması imzalamıştı. Suudi Arabistan, tek taraflı bir girişimle 100'den fazla Husi mahkumu serbest bırakmış, bu kişiler Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (ICRC) tarafından Sana'ya getirilmişti.
Suudi Arabistan, Umman Sultanlığı ve uluslararası toplum, Husileri ateşkesi istikrara kavuşturmak ve yenilemek ile başlayan bir yol haritasına ikna etmek için sürekli çaba harcıyor. Bu kapsamda kamu çalışanlarının maaş ödemelerinin iyileştirilmesi, sürdürülebilir barışa yol açacak bir müzakere yolunun başlatılması isteniyor. Ancak Yemenlilerin çoğu, Husilerin ‘sadakatsizliği’ dolayısıyla bu gelişmelerin zor olacağı düşüncesinde.
Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi son yaptığı açıklamada, Husi milisleri ateşkesi yenilemeye, Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde kapsamlı bir siyasi süreç başlatmaya zorlama yönünde Suudi Arabistan'ın samimi çabalarına değinmişti.
Barış yolunda kapsamlı turlardan geçildiğini doğrulayan Alimi, milisleri siyasi hedeflere, silahlandırmaya ve yanıltıcı medya kampanyalarına ulaşmak amacıyla bu girişimleri ertelemeye devam etmek ve bunlara yanıt vermemekle suçladı.
Grubu halkın acılarını umursamadan savaş başlatmayı ve sürdürmeyi seçmekle suçlayan Alimi sözleirni şöyle sürdürdü:
“Şu gerçek gözden kaçmamalı ki milislerin ulusal uzlaşıya karşı savaşı ve darbesi, kamu ve özel kurumların ve mülklerin tahrip edilmesi ve yağmalanması yüzünden Yemen dünyanın en kötü insani krizine sahne oluyor.”
Alimi ayrıca yaklaşık bir yıldır başkanlığını yaptığı Başkanlık Konseyi’nin Yemenlilerin çektiği acıları dindirmek için gerekli tüm tavizleri verdiğine, BM’nin, bölge ülkeleri ve uluslararası kesimin arabuluculuk çabalarının önünü açtığına dikkat çekti.
Philip Habib ile Tom Barrack arasında ışıltısını yitiren Lübnanhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5163160-philip-habib-ile-tom-barrack-aras%C4%B1nda-%C4%B1%C5%9F%C4%B1lt%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1-yitiren-l%C3%BCbnan
Philip Habib ile Tom Barrack arasında ışıltısını yitiren Lübnan
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack Beyrut'ta ile bir araya geldi, 7 Temmuz 2025 (AFP)
Elie el-Kuseyfi
ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın iki hafta içinde Beyrut'a yaptığı ikinci ziyaretten çıkan başlıca sonuç, Lübnan'ın ABD'nin Ortadoğu gündeminde öncelikli bir yer tutmadığıdır. Her zamanki gibi kendi büyüklüğünü ve rolünü gereğinden fazla abartan Lübnan hükümetinin ve halkının anlamadığı ya da Lübnan'ın artık dünyadaki hiçbir ülke için bölgesel çıkarları dışında bir önemi kalmadığını kabul etmek istemediği bir gerçek bu.
Bu durum, öncelikle Lübnan siyasetinde ve tarafların davranışlarında ve konumlarında belirleyici faktörlerin, temelde tarafların iktidar ve nüfuz haritasındaki imajlarını ve konumlarını iyileştirme becerileriyle bağlantılı iç faktörler olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, söz konusu taraflar için Lübnan'ın gerçek konumu, değişen koşullardaki rolü ve dış dünyanın Lübnan'a olan ilgisi kadar, dış baskılar ve önceliklerin kendi imajlarını ve konumlarını etkilememesi, Lübnan'ın çevresinde olup bitenlerden etkilenmemesi daha önemli.
Yani, siyasi kadro öncelikle kendi sorunlarıyla meşgul olduğu ve bölgedeki gelişmelere göre Lübnan'ın önceliklerini belirleyen bir dış politika söylemi oluşturmak için gerekli unsurlara sahip olmadığı sürece, Lübnan'da güvenilir bir dış politika söz konusu olamaz.
ABD, Fransa'nın Lübnan çamuruna batıp, Lübnan siyasetinin labirentlerinde kaybolduğunu gördükten sonra bunu anlamış olabilir. Lübnan siyaseti, elçilerin ve temsilcilerin ziyaretlerinin sonunda, lezzetli ‘mezeler’ ve ‘Doğu'nun büyüsünden’ yoksun olmayan bir halkla ilişkiler kampanyasına dönüşüyor.
Lübnanlı politikacılar, Lübnan'ın uzun zamandır kaybetmeye başladığı köklü siyasi geleneklere ihtiyaç duyan bu zor görevi yerine getiremiyorlarsa, ABD Başkanı Donald Trump döneminde bile, doğaçlama yapmakla suçlanan ABD yönetimi, durumu gözden geçirmeye ve düzeltmeye hazır olduğu da bir gerçek. Çünkü ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilci Yardımcısı Morgan Ortagus’un görevine aşırı ciddiyetle yaklaştığını ve Lübnan'ı bölgedeki Amerikan politikasının merkeziymiş gibi gördüğünü fark ettikten sonra Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ı Lübnan dosyasını takip etmekle görevlendirdi. Bu dosya için özel bir temsilci atanmasına gerek yoktu. Hatta yönetim, Lübnan dosyasının Suriye dosyasına eklendiği ve bölgedeki diğer dosyalara, özellikle de Suriye dosyasına göre fazla çaba harcanmasını gerektirmediği için Suriye temsilcisinin Lübnan dosyasını takip etmesinin daha uygun olduğunu düşündü.
Beşşar Esed'in Tahran’daki yeni İslam rejimiyle ittifakı giderek derinleşiyordu, özellikle de İran, Esed'ın ezeli düşmanı Saddam Hüseyin'in Irak'ıyla savaşırken
2025'teki Lübnan, artık 1982'deki Lübnan değil. O zamanlar Şam'da iktidarda olan Hafız Esed, Soğuk Savaş'ın oluşturduğu dengelerden yararlanarak Suriye'yi demir yumrukla yönetmiş ve bölgede önemli bir siyasi aktör haline gelmişti. Amerikalılar onu devirmenin nelere mal olabileceğini hesaplarken, Sovyetler Birliği onun iktidarda kalmasından yararlanıyordu.
Bu iki dönem arasındaki tek ortak nokta, 1982'de ABD’nin Lübnan kökenli Özel Temsilcisi Philip Habib ve 2025'te Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın görevde olması olabilir. Bunun dışında, zamanın geçmesi, kişilerin ve politikaların değişmesiyle birlikte, bu iki dönem arasındaki farklar o kadar büyük ki, aralarında tam bir kopukluk var.
Amerikalılar, 1982 yılında Esed'in Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Lübnan'dan çıkarılmasıyla ilgili anlaşmayı engellememesini istiyordu. Esed ise bu ‘yükün’ Suriye'ye değil, bunu üstlenmeye hazır uzak bir Arap ülkesine taşınması şartıyla Lübnan'daki ‘zayıf noktayı’ ortadan kaldırmak istiyordu. Bu yüzden Esed, ABD’nin şartlarını kabul etmekte hiç vakit kaybetmedi. Ancak daha sonra Amerikanlara sırtını dönerek, 1983 yılında Beyrut'ta Amerikan deniz piyadelerinin ve Fransız kuvvetlerinin karargahını bombalayarak, İran'ın ve belki de Sovyetler Birliği’nin desteğiyle bir darbe gerçekleştirdi.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da Suriye ile Katar-ABD-Türkiye enerji koalisyonu arasındaki anlaşmanın imza törenine katıldılar, 29 Mayıs 2025 (AFP)
Hafız Esed'in Tahran'daki yeni İslamcı rejimle ittifakı özellikle de İran, Esed'in her ne kadar her ikisi de Baas ideolojisini paylaşıyor olsalar da ezeli düşmanı olan Saddam Hüseyin'in Irak’ıyla savaş halindeyken giderek derinleşiyordu.
Şimdi, dört yılı aşkın bir süre İran’ın ekseninde kaldıktan sonra yeni bir Suriye ile karşı karşıyayız.
Dolayısıyla Lübnan, Yaser Arafat ve savaşçılarının 1982'de Beyrut'tan ve ardından 1983'te Trablus'tan son kez ayrılmasından itibaren Suriye-İran eksenine kademeli olarak girmeye başladı. Şimdi akıllarda “Suriye, 2024 yılının sonlarında Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle İran ekseninden çıktığında Lübnan yeniden nasıl bir konumda olacak?” sorusu var.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın açıklamalarındaki abartılı ifadeler bir yana, Washington'ın Suriye gündeminin dışında Lübnan'la ilgilenmediği açıkça ortada.
ABD’nin Trump'tan başlayıp Barrack'la sona eren genel tutumlarından Washington’ın önceliğinin Suriye olduğu açıkça anlaşılıyor. Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’ya hayranlığını dile getirmiş ve ABD tarafından Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırarak, Suriye'ye kendini yeniden inşa etme fırsatı verme kararı almıştı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu hamle, ABD’nin bölgedeki yeni planının bir parçası olarak gerçekleşirken, şu anda Hamas ile İsrail arasında ateşkes sağlanması noktasına gelindi. Bu konu, Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Beyaz Saray'daki görüşmelerinin ana gündem maddesi. İsrailli kaynaklardan sızdırılan bilgilere göre Trump, Tel Aviv'e Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi karşılığında Suriye ile İsrail arasında bir anlaşma imzalanması için ABD'nin ödeme yapacağını teklif ediyor. Ancak bu anlaşmanın perspektifleri ve sınırları ne olursa olsun, ABD'nin tutumu, ABD'nin masasındaki bölgesel dosyaların birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor.
Yeniden Lübnan'a geri dönecek olursak, Lübnanlıların pazartesi günü ABD’li Özel Temsilci Barrack'ın Beyrut'a gelerek Hizbullah'ın silahları, Suriye ile sınırların belirlenmesi ve ekonomik reformlar konusunda ABD'nin hazırladığı belgeye Lübnan'ın cevabını almak üzere geldiği gün yaşadıkları nefes kesici saatler, Barrack'ın Baabda Sarayı'nda (Lübnan Devlet Başkanı'nın resmi konutu) yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın silahlarının tamamen Lübnan'ın iç meselesi olduğunu ve Lübnan'ın bölgede ufukta beliren fırsatı değerlendirmesi gerektiğini, aksi takdirde ‘geri kalmışlar’ arasında yer alacağını söylemesi üzerine kısa sürede sona erdi. Hizbullah da bu acil ve belki de son çağrının dışında tutulmadı, çünkü Hizbullah'ın bir geleceğe ihtiyacı olduğu düşünülüyor.
Beyrut’un güney banliyösünde Hizbullah'ın Aşure Günü törenleri sırasında ‘Silahları bırakmayacağız’ yazılı bir pankart taşıyan bir kişi, 6 Temmuz 2025 (AFP)
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın açıklamalarındaki abartılı ifadeler bir yana, Washington'ın Suriye gündeminin dışında Lübnan'la ilgilenmediği açıkça ortada. Nasıl ki 1982'de Yaser Arafat'ın Beyrut'tan ayrılmasının ardından Suriye'nin Lübnan'daki gündemini bozmaması hedeflendiyse, şimdi de Hizbullah’ın Suriye'deki gündemi ve orada başarılı olup olmayacağına bakılmaksızın Lübnan'ın ‘rahatsız edilmemesi’ hedefleniyor. Bu da Hizbullah'ın İsrail üzerindeki tehdidinin azalması ve hatta ortadan kalkmasının ardından gerçekleşti. Lübnan, Washington'dan İsrail'in Hizbullah kadrolarına yönelik suikastlarını durdurması ve Hizbullah'ın yıpranmış yeteneklerini yeniden inşa etmek için kullandığı iddia edilen mevzileri bombalamayı bırakması için garanti verilmesini istiyor.
Burada Tahran, müzakerelere başlamak için ABD'nin bir daha İran topraklarını bombalamayacağına dair garanti talep ettiği sürece, Hizbullah'ın İsrail-İran çatışmasından sonra kendini nasıl gördüğünü analiz etmenin bir anlamı yok. Trump dün İran ile müzakerelerin yeniden başlaması için bir tarih belirlendiğini söylediği için Tahran bu garantiyi almış gibi görünse de Lübnan, ABD'nin Lübnan Troykası’na, özellikle de Hizbullah adına Barrack ile görüşen Meclis Başkanı Nebih Berri'ye yaptığı tüm övgülere rağmen, henüz böyle bir garanti almamış gibi görünüyor.
Yenilen tarafların, güçlerinin büyüklüğünü ve meydana gelen değişikliklerle başa çıkma yeteneklerini kabul edilebilir sınırların ötesinde abartmaları
Ancak, Berri ile Barrack arasındaki ‘dostluk’ ilişkisini bir kenara bırakırsak, Barrack'ın geçtiğimiz kasım ayında Washington'ın ateşkesin garantörü olmadığını ilk kez teyit etmesi, İsrail'in Lübnan'daki hedeflerini sürdürmesi ve Hizbullah'ın Barrack'ın dediği gibi bir gelecek görmesi ve yeni düzenlemeler yapılana kadar mevcut durumun devam edeceği anlamına geliyor. Aynı şekilde, Lübnan Kuvvetleri Partisi lideri Samir Caca ile yan tartışmaya giren Başbakan Nevvaf Selam da kendisiyle ilişkileri pek iyi görünmeyen Berri ve Cumhurbaşkanı Avn adına konuştu.
Ancak Lübnan’ın bu olağan detaylarının ötesinde, Hizbullah'ın teslim etmesi istenen silahları, özellikle de hassas füzeleri teslim etmeyi kabul ettiği yönündeki sızıntılar, Berri-Barrack görüşmesinin içeriği hakkında soru işaretleri yaratıyor. Barrack'ın tanımıyla deneyimli bir politikacı olan Berri, Hizbullah adına, silahların devletin elinde toplanmasını savunan Cumhurbaşkanı Avn’ı atlatarak Amerikalılarla doğrudan bir iletişim hattı açmış olabilir mi? Eğer öyleyse, Hizbullah'ın elindeki İran yapımı hassas füzelere ne olacak? İran bunların teslim edilmesini kabul edecek mi ve kime teslim edecek?
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve ABD’nin Özel Temsilcisi Tom Barrack, Lübnan'ın Baabda kentindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir araya geldiler, 7 Temmuz 2025 (AFP)
Bu sorular elbette açık uçlu sorular, ancak kesin olan bir şey var ki o da Amerikalıların Lübnanlılar arasındaki diyalogu veya çatışmayı yönetmeye hazır olmadıklarıdır. Onlar için önemli olan, Lübnan'ın, ‘komşuları’ Suriye ve İsrail için bir rahatsızlık kaynağı olmaması. Eğer Lübnan bu gruba katılırsa, ona ‘hoş geldin’ denir.
Bu durum Lübnan'ın ötesine geçebilecek bir siyasi gerileme reçetesidir, çünkü ilgili tarafların bölgedeki değişikliklere ayak uydurma ve müzakere koşullarını iyileştirme kabiliyetleri gerektiğinden daha zayıf görünüyor. Buna karşın yenilgiye uğramış taraflar, güçlerinin büyüklüğünü ve meydana gelen değişikliklerle başa çıkma kapasitelerini kabul edilebilir sınırların ötesinde abartıyor. Fakat en nihayetinde, uzlaşmalar masada yapılır. Kim bilir, belki de Pakistan ve İsrail tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen Trump, Lübnan, Suriye ve hatta İran tarafından da aday gösterilir!
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.