Şam’ın cihatçılarla dansı

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

Şam’ın cihatçılarla dansı

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Charles Lister
DEAŞ 2019’da bu coğrafyada hezimete uğrasa da örgüt, Suriye’de varlığını ve faaliyetini sürdürüyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimi son haftalarda, Ortadoğu’daki konumunu normalleştirmeyi hedefleyen yeni diplomatik temas dalgasının meyvelerini topladı. Dünya, bu hasadı izlerken pek çok kişi, Şam rejiminin 2011’den beri işlediği olağanüstü suçlar listesinin, basiretsiz bir “gerilimi azaltma” siyaseti altında görmezden gelindiği bu durumu eleştirdi.
Bu tür şikâyetlerin haklılığı var ve hükümetleri, rejimle ilişkileri normalleştirmeye yönelik politikalarını gözden geçirmeye sevk etmek için yeterli olması beklenir. Ancak genellikle gözden kaçan ama oldukça önemli olan bir konu var ki o da rejimin, kendi gündemine hizmet etmek için cihatçıları görmezden gelme ya da onları silahlandırma konusundaki uzun ve endişe verici siciliyle alakalı.
DEAŞ 2019 yılında bu bölgede yenilgiye uğrasa da örgüt, Suriye’deki varlığını ve etkinliğini sürdürüyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve ABD’li güçler, Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ isyanını kontrol altına almayı başardı ve yakın zamanda öne çıkan bir dizi operasyon, örgütün üst düzey liderlerinin öldürülmesini ve tutuklanmasını sağladı.
Gelgelelim rejimin kontrol ettiği bölgelerde farklı bir hikâye var. Şöyle ki DEAŞ, 2019’dan sonra el-Badiye (nüfusun olmadığı çöllük bozkır) bölgesinde sistematik olarak kendini yeniden inşa etti. Örgüt şu an Humus kırsalındaki alanları kontrolünde tutuyor ve Deyri Zor, Rakka ve Hama’nın kırsal bölgelerinde neredeyse tam bir hareket özgürlüğüne sahip. Rejimin kontrol ettiği bölgelerde de DEAŞ’ın etkinliği arttı. Öyle ki ordu ile Suriye hava kuvvetlerinin yanı sıra Ulusal Savunma Kuvveti, Wagner, İran’a vekaleten faaliyet yürüten milisler ve Rus ordusunun ortak operasyonlarına rağmen DEAŞ’ın bölgedeki nüfuzu zayıflamadı.
Esed’le bölgesel normalleşme siyasetinin devam ettiği bir süreçte Suriye’deki rejim muhalifleri giderek zayıflıyor. Örneğin Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasından birkaç gün sonra İran’a ait bir insansız intihar uçağı, bir ABD askerî üssünü vurdu. Bu saldırı, ABD Savunma Bakanlığı ile iş birliği içerisinde olan anlaşmalı bir tarafın ölümüyle sonuçlandı. İran’ın yaptığı gibi DEAŞ da yeni dengesizliklerden faydalanmak isteyecek. İran gibi DEAŞ da rejimin sunduğu pasif kolaylaştırmalardan ya da aktif destekten yararlanabilir.
Aslında DEAŞ örgütü ve seleflerinin Esed rejimiyle uzun bir doğrudan çalışma ve sağladığı dolaylı imkânlardan faydalanma geçmişi var. Nitekim on yıllar boyunca Suriye rejimi yetkilileri; gözetmek, kullanmak ve silahlandırmak amacıyla cihatçıları “kontrol altına alma” siyasetini tercih ettiklerinden bahsedip durdu.
Bu kuşatma stratejisi, 1970’li yıllarda İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile gerçekleştirilen ön çatışmalara, ardından 1982’deki Hama katliamına kadar uzanıyor. 1990’lara gelindiğinde Suriye’deki istihbarat ve askerî haberleşme genel müdürlükleri, cihatçı hareketlerin yönetimleri ile ilişkiye en çok yatırım yapan iki kurum oldu. Bu, o zamandan beri devam eden ilişkilerin yolunu açtı.
“1990’lara gelindiğinde Suriye’deki istihbarat ve askerî haberleşme genel müdürlükleri, cihatçı hareketlerle ilişkiye en çok yatırım yapan iki kurum oldu”
1999 yılında Suriye, Hafız Esed’in yeni yüzyılın başındaki “İslam’a açılım” politikasının ikincil sonuçlarından biri olarak radikalizm yanlısı birçok hareketin yurdu haline geldi. Bu hareketlerin en güçlüsü, yüzlerce Gureba-i Şam destekçisinin 11 Eylül 2001 saldırılarını resmî Suriyeli yetkililerin himayesinde düzenlenen “kutlamalarda” açıktan açığa kutladığı Halep’te Ebu’l-Ka’ka tarafından yönetiliyordu. Ebu’l-Ka’ka, beklenmedik bir şekilde Suriye istihbaratının kontrolü altında bir unsur haline geldi. Suriye istihbaratı onu, 1999’da Halep’e getirerek onun için sahte kimlik belgesi düzenledi ve faaliyetlerini yürütmesi için de bir cami inşa etti. Daha sonra muazzam bir etkiye sahip bir oyuncu oldu. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali de kendisine yönelik artan yerel tehdidi “ihraç etmek için” Suriye rejimine paha biçilmez bir fırsat sağladı.
Rejim tarafından atanan Sünni Başmüftü Ahmed Kuftaro’nun da desteğiyle Suriye, kısa sürede uluslararası cihatçı topluluğun bir yuvasına dönüştü. Kuftaro, ABD’ye karşı cihadın “farz-ı ayn” yani Allah’ın hem erkekler hem de kadınlara zorunlu kıldığı bir emir olduğunu duyurdu. Irak’ın işgalinden sonraki iki hafta içinde en az 5 bin gönüllü cihatçı, Suriye sınırını geçerek Irak’a girdi. 2007 yılına gelindiğinde takip edilen cihatçılardan elde edilen bilgiler, intihar bombacılarının yüzde 90’ının ve Irak’taki tüm yabancı cihatçıların yüzde 85 ila 90’ının sınırı, Suriye topraklarından geçtiğini ve bunların çoğunun açık sınır geçitlerinin bildirdiği Suriye hükümeti otobüsleriyle geldiğini ortaya çıkardı.
Irak El Kaidesi yıllar boyuncu Suriye’nin her tarafında kurduğu sığınak ağını ve aynı şekilde Irak sınırları boyunca eğitim kamplarını yönetti ve bunların tümü, Suriye istihbarat görevlileri tarafından denetleniyordu.
Ebu Gadiye, Suriye’deki bu cihatçı altyapıyı yönetiyordu ve (dosyanın takibinden sorumlu) “vaka memuru” ise Beşşar Esed’in damadı ve Askerî İstihbarat Başkanı Asıf Şevket’ten başkası değildi. Irak’taki üst düzey El-Kaide üyeleri, Suriye topraklarındaki güvenli sığınağın keyfini çıkarıyor ve yaralıları, Suriye askerî hastanelerinde tedavi ediliyordu. Irak hükümeti, 2009 yılında içeriden baskıya maruz kaldığında Suriye rejimi, Bağdat’ta yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan bir dizi büyük patlamayı planlayıp gerçekleştirmek için Irak’taki El Kaide liderlerinin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yaptı.
“Irak El Kaidesi yıllar boyuncu Suriye’nin her tarafında kurduğu sığınak ağını ve aynı şekilde Irak sınırları boyunca eğitim kamplarını yönetti ve bunların tümü, Suriye istihbarat görevlileri tarafından denetleniyordu.”
Suriye’nin Irak El Kaidesi örgütüne verdiği stratejik destek, bu grubun hızlı yükselişinde ve Irak’ın her noktasında yürüttüğü kanlı mezhep savaşında önemli bir etkendi. Bu örgüt, aynı zamanda kontrolden çıkma tehdidi oluşturuyor ve Suriye için iç tehlikeler getirmekle tehdit ediyordu. 2005 yılında Suriye rejimi, bu büyüyen meydan okumayı kısa bir ara için Lübnan’a “ihraç etti” ve Fethu’l-İslam ile Asabetu’l-Ensar’ın Lübnan’daki şiddet eylemlerini tırmandırmasına yol açtı. Bu tehdit, Suriye’de gerçekleşen bir dizi terör saldırısına da neden oldu. Bu saldırıların çoğunu da Cundu’ş-Şam üstlendi. Ancak 2003’te Irak’ın işgalinde olduğu gibi, 2011 yılında Suriye’de başlayan halk ayaklanması, rejime bir fırsat daha sundu. Rejim, demokrasiyi destekleyen binlerce gösterici ve eylemciyi tutuklarken aynı zamanda hapishanedeki yüzlerce cihatçıyı da salıverdi. Serbest bırakılan tutukluların arasında Nusra Cephesi’ni kurmuş olan yaklaşık 50 lider de bulunuyordu ve bu liderlerin çoğu, 2013’te DEAŞ’a katıldı.
Suriye, 2012’de yıkıcı bir iç savaşa girdiğinde cihatçılar, on yıllık “ulusal” bir altyapıya sahipti ve bu altyapı üzerinde muazzam bir güç olarak örgütlenebildi.
Rejimin, erken dönemde muhaliflerini “terörist” olarak tanımlaması, rejimin kurguladığı ve kendini gerçekleştiren bir kehanet mesabesindeydi. Rejimin uygulamaları -ve kayıtsızlığı- zamanla bu kehanetin gerçekleşmesini sağladı. 2013 ile 2015 arasında büyük Suriye muhalefetinin eylemleri patlak verdiğinde rejim ve DEAŞ, birbirini tamamen görmezden geldi. Mesela 2014 yılında DEAŞ saldırılarının sadece yüzde 13’ü rejim bölgelerini hedef alırken rejim operasyonlarının da yalnızca yüzde 9’u DEAŞ’ı hedef aldı. Aynı şekilde rejim güçleri genellikle DEAŞ’ın, muhalefetin kontrol ettiği ön hatlara doğru serbestçe geçebilmesi için toprakları temizliyor, rejimin hava saldırıları da çoğunlukla DEAŞ’la savaşan muhalefet bölgelerine isabet ediyordu. Bu tür uygulamaların muhalefetin kaynaklarını tüketip DEAŞ’ın yayılma ve topraklar üzerindeki kontrolünü artırma becerisini güçlendirdiği gerçeği inkâr edilemez.
Rejimin DEAŞ’a verdiği pasif ve aktif destekler, DEAŞ’tan petrol ve buğday satın almak ve enerji tesislerinin işletilip korunması karşılığında örgüte bir miktar para ödemek üzere benimsediği bir dizi uygulama üzerinden mali alana da sıçradı. Suriyeli-Rus iş adamı George Hasvani, işin başında bu uygulamaların birçoğunu kolaylaştırdı, daha sonra bu iş, (enerji için) Muhammed el-Katırci ile (buğday için) Samir Fevz’e devredildi. Uluslararası koalisyonun, DEAŞ’ın mal varlığını hedef alan karmaşık bir askerî, ekonomik ve dijital saldırı düzenlediği bir zamanda Esed rejimi, DEAŞ’ın ceplerini milyonlarca dolarla dolduruyordu.
Bugün muhalefet ve SDG ile tüm ön cephelerin doldurulmasına ve örgütün durdurulmasına rağmen Esed rejimi, kırsaldaki DEAŞ isyanını bastırmak bir yana, kontrol altına almakta bile ciddi bir başarısızlıkla yüzleşiyor. DEAŞ, güneyde yer alan Dera’ya da güçlü bir dönüş yaptı. Buradaki yerel halk, rejimi, isyancılarla eski muhalifleri hedef alan suikast saldırıları başlatmak için cihatçı örgütü kullanmakla suçluyor. Bu tür suçlamaların oldukça anlamlı olduğuna işaret eden kanıtlar giderek artıyor. Ancak yüzeysel gözlemci veya gözlemciler ya da gereksiz herhangi bir yan etkiyle ilgilenmeyenler için Dera’daki DEAŞ faaliyeti dışarıdan sadece, endişe verici başka bir sebep olarak görülüyor.
Hal böyleyken şüphe yok ki rejim, yabancı hükümetlerin kendisini kurtarmak için geleceğini umuyor. Suriye rejimi, -Captagon uyuşturucu kaçakçılığında olduğu gibi- DEAŞ’ı ateşe verdi ve kendisini bir itfaiyeci gibi sunmaya da çalışmayacak. Aklı başında hiçbir hükümet, bu oyuna gelmemeli. Yirmi yılı aşkın bir süredir Suriye rejimi, uluslararası düzeyde kesinlikle en acımasız ve yıkıcı terör örgütüne yardım ve yataklık etmede etkin bir rol oynadı. Sadece uzayan Suriye krizinden kaçınmak adına rejim, bu yaptıkları için ödüllendirilmemeli. Zira gerçeklerden bu kadar uzak başka hiçbir şey olamaz.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



İran'ın Irak'taki nüfuzu azalıyor, ancak tamamen son bulur mu?

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam
TT

İran'ın Irak'taki nüfuzu azalıyor, ancak tamamen son bulur mu?

Görsel: Nesma Moharam
Görsel: Nesma Moharam

Robert Ford

Washington Enstitüsü’nden Irak, İran ve Körfez ülkelerinin askeri ve güvenlik meseleleri uzmanı Michael Knights, İran ile İsrail ve ABD arasında on iki gün süren savaşın ardından 10 Temmuz'da “A moment of great opportunity for expanding US influence in Iraq... and reducing Iranian influence” (ABD'nin Irak'taki nüfuzunu artırmak ve İran'ın nüfuzunu azaltmak için büyük bir fırsat) başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Knights, 12 gün boyunca Irak'taki İran yanlısı milislerin gösterdikleri göreceli zayıflığa ve itidale işaret etti. İran'ın Irak'taki nüfuzunun azaldığı açıkça görülüyordu, peki tamamen sona erer mi?

ABD Hazine Bakanlığı'nın uyguladığı yaptırımlar, Irak'ın İran'dan enerji ithalatını azalttı. Bu da İran'ın Bağdat üzerindeki en önemli baskı araçlarından birinin zayıflaması anlamına geliyordu. Irak'ı vuran şiddetli sıcak dalgaları nedeniyle bu konu daha da hassaslaştı. Elektrik kesintileri artık sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda çok hassas bir siyasi mesele haline geldi. Son haftalarda Bağdat, Vasit, Diyaniye ve Necef şehirlerinde, tekrarlanan elektrik kesintilerine karşı protesto gösterileri düzenlendi. Irak halen yaklaşık 27 gigawatt/saat elektrik üretiyor, ancak yaz aylarında talep 45 gigawatt/saatin üzerine çıkabiliyor.

İran, Irak'ın kaynaklarını çeşitlendirmesini engellemeye ve 2020 yılında, dönemin Başbakanı Haydar İbadi’nin hükümetine baskı uygulayarak Suudi Arabistan ile Irak'a elektrik tedarik etmek üzere bir anlaşma imzalamaktan vazgeçirmeye çalıştı.

Irak hükümeti ABD’nin İran'a ticari mallar karşılığında ödeme yapan ülkeleri hedef alan yaptırımlarından on yıllığına muaf tutulmayı talep etti. Hem ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk yönetimi hem de eski Başkan Joe Biden yönetimi, ödemelerin üçüncü bir ülkedeki özel bir banka hesabına yatırılması ve belirli amaçlar için kullanılması şartıyla bu muafiyetleri kabul etti. Irak geçtiğimiz yıl İran'dan günlük yaklaşık 1,5 gigawatt/saat elektrik ithal ediyordu, ancak bu ticaret, Trump’ın ikinci yönetiminin Bağdat'a Tahran'dan ithal ettiği elektriğin bedelini ödemesine izin veren yeni bir muafiyet vermeyi reddetmesi üzerine geçtiğimiz mart ayında sonlandırıldı.

ABD yönetimi şimdiye kadar Irak'a İran'dan doğal gaz ithal ettiği için yaptırım uygulamadı. Oysa doğalgaz ithalatı elektrik ithalatından daha önemli. Çünkü doğalgaz ithalatı –tam kapasiteyle çalıştırıldığında– Irak'ın toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30'unu oluştururken, İran'dan ithal edilen elektrik yüzde 4'ü geçmedi.

Trump'ın ilk döneminden bu yana Washington, Bağdat'a alternatif elektrik ve doğal gaz kaynakları geliştirmesi ve İran'a bağımlılıktan uzaklaşması için baskı yapmaya devam etti. Bazı Iraklı eski yetkililer, İran'ın Irak'ın kaynaklarını çeşitlendirmesini engellemeye çalıştığını belirtti. Irak’ın eski Elektrik Bakanı Kasım el-Fahdavi, 2020 yılında yerel bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, İran'ın (dönemin) Başbakan Haydar İbadi hükümetine baskı yaparak Suudi Arabistan ile Irak'a elektrik tedarik etmek üzere bir anlaşma imzalamaktan vazgeçirmeye çalıştığını söyledi. İbadi'nin o dönemde İran'ın elektrik ihracatında kasıtlı bir azalma olduğunu fark ettiğini belirten Fahdavi, bu durumun halk arasında büyük öfkeye neden olduğunu ve bunun da Tahran'ın bir baskı aracı olarak görüldüğünü belirtti.

Iraklı Şii siyasetçi Bahaa Alaraji‎, 2018 yılında bir televizyon kanalına verdiği röportajda, İranlıların kendisi ekonomi bakan yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2013-2015) Irak hükümetine baskı uygulayarak Körfez ülkeleriyle elektrik tedariki konusunda anlaşma yapmamasını sağladığını söylemişti.

Irak hükümeti, İran’ın bu gizli baskısına rağmen 2022 yılına gelindiğinde, doğrudan ABD'nin baskısı altında ve İran'ın güvenilmezliği ve yüksek maliyetli tedariklerinden bıkmış halde yeni tedarikçilere yönelmeye başladı. Bağdat, o yıl Riyad ile Irak sınırındaki Yusufiye bölgesine 1 gigawattlık elektrik ithal etmek için elektrik iletim hatları inşa etmek üzere bir anlaşma imzaladı.  Proje halen devam ediyor.

İran'ın Irak'taki nüfuzu artık sadece dış destek veya silahlı milislerle sınırlı kalmayıp Tahran'ın müttefiklerinin Irak devlet kurumlarına entegrasyonuna kadar uzanıyor.

Aynı yıl Irak, ülkenin güneyindeki Körfez bölgesi elektrik ağına bağlamak için Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile bir anlaşma imzaladı. Aynı şekilde Ürdün ile de bir anlaşma imzalandı. Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi Genel Müdürü geçtiğimiz mayıs ayında ülkenin resmi haber ajansı Petra'ya yaptığı açıklamada, ülkesinin ağustos ayında Irak'a 150 ila 200 megavat arasında elektrik ihraç etmeye başlayabileceğini söyledi. Bağdat ayrıca Türkiye'den 600 megavat elektrik ithal etmesini sağlayan bir anlaşma da imzaladı. Irak şu anda sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatı için tesisler kurmaya çalışsa da bu tesislerin hazır olması zaman alacak.

Bu yılın başlarında Irak hükümeti başka bir anlaşma daha imzaladı. Washington, Fransız Total şirketi ile, şu anda petrol çıkarma sahalarında yakılan doğal gazı elektrik üretimi için bir kaynağa dönüştürmek üzere tesisler kurmak üzere bir anlaşma imzaladı. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, ABD yönetimine Irak'ın 2028 yılına kadar İran'ın gazına ihtiyaç duymayacağını bildirdi.

Derin devlet

İran'ın Irak'taki nüfuzu artık sadece dış destek veya silahlı milislerle sınırlı kalmayıp Tahran'ın müttefiklerinin Irak devlet kurumlarına entegrasyonuna kadar uzanıyor. İran, kendisine bağlı en önemli Şii İslamcı partileri bir araya getiren ve ‘Koordinasyon Çerçevesi’ olarak bilinen siyasi ittifak aracılığıyla Irak’taki nüfuzunu sürdürüyor. Bunun yanı sıra, İran'ın desteklediği başta Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) olmak üzere milis grupların siyasi temsilcileri de aktif olarak Irak siyasetinde rol oynuyor.

Koordinasyon Çerçevesi, İran'ın ülke içindeki nüfuzunun merkezini oluşturdu ve Tahran'ın çıkarlarını güvence altına almak için Irak parlamentosunu ve siyasi araçlarını kullandı. Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri, 2022 yılının ekim ayında Muhammed Şiya es-Sudani’yi başbakan olarak atamaya karar verdiler. Bu gelişme, İran'ın Bağdat'taki siyasi kararları, yönetim kurumları içindeki yerel temsilcileri aracılığıyla yönlendirme yeteneğini yansıttı.

ABD Askeri Akademisi (USMA) Terörle Mücadele Merkezi tarafından 2023 yılının aralık ayında yayınlanan bir raporda, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin sistematik adımlar atarak eski Başbakan Mustafa Kazımi'nin atadığı yetkilileri değiştirip yerine kendilerine sadık kişileri atadığını ortaya koydu. Raporda, Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) içinde iç güvenlikten sorumlu yeni bir müdür, gözetimden sorumlu başka bir müdür ve casuslukla mücadeleden sorumlu üçüncü bir müdür atandığı belirtildi. İç güvenlikten sorumlu Irak Ulusal Güvenlik Konseyi düzeyinde ise, İslami Dava Partisi'ne mensup bir müdür ve İran'a sadık en önemli milis gruplarından biri olan Asaib Ehl-i Hak grubundan bir isim yardımcısı olarak atandı.

Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderleri aynı şekilde havaalanları, limanlar, sınır ve gümrük idareleri ile başlıca bakanlıklardaki üst düzey pozisyonlara atamalar konusunda müzakere ettiler. Bakanlıklar ve kurumlardaki bu üst düzey yetkililer, projelere sözleşme ve onay verme yetkisine sahipler, bu da onlara genel bütçe kaynaklarını müttefiklerine ve İran'la bağlantılı gruplara yönlendirmelerine olanak tanıyor.

Bunun da ötesinde İran'a bağlı birçok milis grubunu bünyesinde barındıran Haşdi Şabi, hepsi olmasa da Irak hükümeti tarafından doğrudan finanse ediliyor. Haşdi Şabi’nin devlet bütçesindeki payı 2020 yılında 2,16 milyar dolardı. Bu rakam, 2024 bütçesinde 3,4 milyar dolara yükseldi. Hükümet, Haşdi Şabi liderlerine daha fazla ayrıcalık tanıdı ve 2023 bütçesinde üye sayısını 122 binden 238 bine çıkarmalarına izin verdi. Hükümetin sağladığı finansmanın kısa vadede sıkı bir denetime tabi tutulmaması, Washington'da büyük endişe yaratıyor.

Yolsuzluğun yaygınlaşması, kaynakların kötü yönetimi ve baskıdan duyulan korkunun artmasıyla Irak seçimlerine katılım oranları sürekli düşüş gösteriyor.

Petrole dayalı ve dolara bağlı Irak ekonomisinde para akışı olduğu her yerde, ABD Hazine Bakanlığı etkili baskı araçlarına sahipti. Bunun yakın zamandaki bir örneği olarak, iki ay önce Washington, İran’dan petrol kaçakçılığı yapmakla suçlanan İngiltere vatandaşı Iraklı zengin bir iş insanı ile kaçakçılık faaliyetlerinde kullanılan on iki tanker ve Hor ez-Zubeyr'deki bir nakliye istasyonuna yaptırım uyguladı. Bu olay, Irak'ın diğer petrol ihracatı faaliyetlerini aksatabilir ve hükümetin itibarını zedeleyebilir.

Bazı Iraklı siyasetçiler, geçtiğimiz haziran ayında Haşdi Şabi üyelerinin maaşlarının ödenmesinin gecikmesinin, ABD'nin Rafidain Bank’a baskı yaparak banka kartlarını bloke ettirmesinden kaynaklandığını iddia ederken, Irak hükümeti ve Haşdi Şabi yönetimi bu gecikmenin sebebinin ‘teknik bir sorun’ olduğunu öne sürdü.

ABD ve İsrail savaş uçakları ve füzeleri tek başına, İran'a sadık Şii İslamcı partilerin ve Haşdi Şabi güçlerinin Irak devleti üzerindeki hakimiyetini sarsamaz. Eğer İran'a yakın bir genel müdür, bakan yardımcısı veya istihbarat yetkilisi suikasta kurban giderse İran’ın müttefikleri o kişinin yerine yine İran’a sadık bir başkasını getirirler. Bu nüfuzu ortadan kaldırmanın tek yolu güç kullanmak değil, Iraklıların kendilerinin öncülüğünde iç siyasi hareketlerdir.

Koordinasyon Çerçevesi ve Haşdi Şabi sağlam yapılar gibi görünseler de gerçekte bariz zayıflıklarla boğuşuyorlar. 2019 yılında Irak'ın orta ve güney kesimlerinde Şii İslamcı partilerin ve milislerin hakimiyetine karşı başlayan ‘Tişrin Ayaklanması’nda, göstericiler birçok şehirde bu partilerin ve milislerin merkezlerini ateşe verdiler ve İran’ın Basra'daki konsolosluğuna saldırdılar. Halkın bu güçlerin meşruiyetine yönelik tehdidi, bu güçleri silahlı unsurları veya güvenlik güçleri üzerindeki kontrolü aracılığıyla aşırı şiddetle yanıt vermeye itti. Bu da binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu. Uluslararası Af Örgütü’nin (UAÖ) 2023 yılında yayınlanan bir raporuna göre aynı partiler ve milislerin hakim olduğu Irak hükümeti hesap verdirme sözü vermesine rağmen, çok sınırlı sayıda güvenlik görevlisini adalete teslim etti.

Yolsuzluğun yaygınlaşması, kaynakların kötü yönetimi ve baskıdan duyulan korkunun artmasıyla birlikte Irak'taki seçimlere katılım oranları sürekli düşüş gösteriyor. Irak’ta 2010 yılındaki seçimlerde yüzde 62 olan sandık başına gitme oranı, 2014 yılında yüzde 60'a, 2018 yılında yüzde 44'e ve 2021 yılında ise yüzde 43'e kadar geriledi. Bu gerileme, nüfusun çoğunluğunu oluşturan gençlerin büyük bir kısmının, İran'ın on yıldır hakim olduğu siyasi sisteme olan güvenini yitirdiğini yansıtıyor. Iraklı Şii din adamı Ali es-Sistani, halkın artan hoşnutsuzluğuna yanıt olarak ve devletin meşruiyetinin aşınmasından endişe duyarak, Bağdat'taki devlet kurumlarında yaygın olan yolsuzluğu düzenli olarak eleştirmeye devam ediyor, ancak belirli kişi veya kuruluşların isimlerini zikretmiyor. Sık sık silahların devletle sınırlandırılması gerektiğini vurgulayan Sistani, başta Haşdi Şabi olmak üzere milis grupların kontrol altına alınması gerektiğini ima ediyor.

Necef'te köklü bir dini aileden dini ve siyasi lider Mukteda es-Sadr ise kendi milislerini yönetmesine rağmen, silahlı milislere doğrudan eleştiriler yönelterek daha açık ve cesur bir tavır sergiliyor. İran'ın Irak'ın iç işlerine müdahalesini kesin bir dille reddeden Sadr, özellikle de Şii siyasi partilerin, lideri olduğu Sadr Hareketi’nin 2022 seçimlerinde elde ettiği zaferin ardından parlamentoda hükümet kurmasını engellemelerinden sonra, parlamentodan tamamen çekilerek Koordinasyon Çerçevesi'nin azılı bir rakibi haline geldi.

“Birçok gözlemci, son zamanlarda IKBY’deki Erbil Havalimanı’nı ve petrol tesislerini hedef alan İHA saldırılarını, Kürtlere petrolle ilgili Bağdat'a baskı yapmamaları konusunda Haşdi Şabi tarafından yapılan bir uyarı olarak görüyor.

Sadr Hareketi’nden bir sözcü son dönemde yaptığı bir açıklamada, “Irak'taki siyasetin kokusu artık Iraklı değil, yabancı” diyerek, siyasi sürece yapılan dış müdahalenin boyutuna işaret etti. Sadr, devlet yapısına değişiklikler getirecek köklü reformlar yapılmasını istiyor. Bu reformlar arasında İran'a bağlı milislerin dağıtılması ve silahsızlandırılması, milis grupların unsurlarının Irak ordusu çatısı altında toplanması yer alıyor. Sadr, ülkede yaygın olan yolsuzluğun reform sürecini zorlaştırdığına ve mevcut denklemde reformu imkansız hale getirdiğine dair sağlam inancı nedeniyle önümüzdeki kasım ayında yapılacak seçimleri boykot etme kararı aldı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Sadr'ın bu tutumu, parlamentoyu kontrol eden Şii partileri ve onlara bağlı milis grupları endişelendiriyor. Sadr, 13 Temmuz'da milis grupların lağvedilmesi de dahil olmak üzere reformist vizyonuna bağlı kalacak alternatif bir siyasi bloğu destekleyeceğini açıkladı. Irak merkezli haber sitesi Sotaliraq, 15 Temmuz'da, Koordinasyon Çerçevesi güçleri liderlerinin, Sadr’ın milis grupların silahlarını toplayacağına dair vaadini bir kez daha dile getiren Başbakan Sudani’yi desteklemesinden endişe ettiklerini, ancak Sudani’yi eleştirenlerin onun ciddiyetinden şüphe duyduklarını ve sadece Haşdi Şabi’nin kontrolü dışındaki milisleri hedef alabileceğini düşündüklerini aktardı.

Sudani’nin kendi siyasi bloğunu oluşturmaya başlaması ve bu sayede bağımsız bir taban oluşturmaya çalışması dikkati çekiyor. Sudani, böylece 2026 yılına kadar İslami Dava Partisi ve Fetih Koalisyonu gibi partilere olan bağımlılığını azaltabilir.

Her ne kadar İran’la bağlantılı Şii partiler dışında Irak'ın çeşitli bileşenlerini içeren yeni bir siyasi koalisyon oluşturmak zor bir görev gibi görünse de böyle bir koalisyonun kurulması ona önümüzdeki kasım ayında yapılması planlanan seçimlerden sonra parlamentoda çoğunluğu elde etmesi, gelecek hükümeti kurması, yeni bir başlangıç yapması, Tahran'a bağlı derin devleti, onunla bağlantılı yetkilileri görevden alarak ve milisleri kademeli olarak silahsızlandırarak lağvetmesi için gerçek bir fırsat sunabilir.

Ancak İran ile bağlantılı partiler ve milis grupların ellerindeki kontrolü ve mali nüfuzu korumak için yasal ve yasadışı tüm araçları, hatta şiddeti bile kullanacaklarına şüphe yok. Bu yöntemler daha önce 2022 yılında Sadr'ın hükümet kurma girişimlerini engellemek için kullanılmıştı. Söz konusu milis gruplar, 2024-2025 yıllarında İsrail veya ABD ile çatışmaya girmekte tereddüt etmiş olsalar da beka savaşı olarak gördükleri Irak'taki rakipleriyle şiddetli bir savaşa girmekten çekinmeyeceklerdir.

Birçok gözlemci, son zamanlarda IKBY’deki Erbil Havalimanı’nı ve petrol tesislerini hedef alan İHA saldırılarını, Kürtlere petrolle ilgili Bağdat'a baskı yapmamaları konusunda Haşdi Şabi tarafından yapılan bir uyarı olarak görüyor. Bu tür eylemlere önümüzdeki dönemde olabileceklerin habercisi gözüyle bakılıyor. Bu yüzden kasım ayındaki seçimlerden sonra alternatif bir koalisyon kurulsa bile bunun hemen ardından şiddetli bir siyasi çatışma ve belki de yeni bir şiddet dalgası yaşanması kaçınılmaz.