‘Generallerin savaşı’ ve Sudan'ın önündeki tehlikeli yol

Kaotik bir kabile savaşına girmenin tehlikeleri

‘Generallerin savaşı’ ve Sudan'ın önündeki tehlikeli yol
TT

‘Generallerin savaşı’ ve Sudan'ın önündeki tehlikeli yol

‘Generallerin savaşı’ ve Sudan'ın önündeki tehlikeli yol

Alberto M. Fernandez (Sudan'da eski bir ABD diplomatı)
Diplomatlar Hartum'da insani bir ateşkes için çalışırken, 15 Nisan'da (bazıları bir polis cephaneliğinden silah almış ya da çalmış olan) aşiret grupları arasında başlayan çatışmalar, Batı Darfur eyaletinin başkenti Cuneyna'nın merkezini yerle bir etti.
Sudan Silahlı Kuvvetleri ile muhalif Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmaların ikinci haftası da geride kaldı. Çatışmaların ilk gününde bazı önemli hedefleri ele geçiren HDK, daha sonra kontrol alanlarını genişletemedi. Şu ana kadar çatışma her iki tarafın da beklediği gibi gelişmedi.
Ordu bir miktar ilerleme kaydetmeyi başardı, ancak saha komutanlarının savaşın birkaç gün içinde sona ereceğine dair açıklamalarına rağmen bu şimdiye kadar henüz gerçekleşmedi.
Ancak, bir noktada taraflardan biri galip gelecektir. Görünüşe göre ordu, rakibi direnirken yavaş yavaş kazanıyor. Bugün HDK, Korgeneral Muhammet Hamdan Daklu (Hamideti) liderliğindeki Daklu ailesinin iddialı projesinin bir parçası ve bu grupta liderlik çoğunlukla aile ile bağlantılı bireylerden oluşuyor.
Sudan Silahlı Kuvvetleri ise bireysel, bölgesel ve siyasi bağlılık ilkelerine dayalı iç hiziplere sahip. Ayrıca bu güçler, devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in İslamcı rejimiyle bağlarını tamamen koparmış değil. Kober Hapishanesi’nde tutuklu bulunan eski rejimin liderlerinin ve önde gelen İslamcı televizyon kanalı Taiba'nın, iktidara dönüş için en büyük umut olarak gördükleri ordunun en önemli destekçileri arasında yer alması şaşırtıcı değil.

Kaotik kabile savaşı
Bugün Sudan'ın başına gelebilecek en kötü şey, süregelen çatışmaların Somali'de ya da Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde olduğu gibi, bir ‘Afrika Dünya Savaşı’na eşdeğer olan kaotik bir kabile savaşına dönüşmesidir.
Cuneyna'daki çatışmaların sonuçlarıyla bu savaşın nelere yol açabileceğini gördük. Hartum'daki rejimin onlarca yıldır uyguladığı politika, ülkenin farklı bölgelerinde bir kabileyi veya etnik grubu diğeriyle karşı karşıya getirmekti. Sudan ordusu ve istihbaratı, ülkenin merkezinde olumsuz etkileri olan aynı politikayı uyguladı. Ve şimdi bir Arap atasözünün dediği gibi: “Sihir, sihirbazın aleyhine döndü.”
Ancak Sudan'ın başına gelebilecek en kötü ikinci şey, Beşir rejiminin geri dönüşü veya muhtemelen, ‘Beşir 2.0’ rejiminin, otuz yılı aşkın bir süredir zengin bir ülkeyi yoksullaştıran ve yok eden aynı eski eğilimleri takip eden yeni isimlerle geri gelmesidir. Beşir 29 yıl hüküm sürmesine rağmen, önceki rejimler de bu politikaların bir kısmını izledi.
Beşir rejimine benzer herhangi bir rejimin Sudan ordusu aracılığıyla geri dönüşü, uluslararası toplum için açık bir kırmızı çizgi olmalıdır. Bu savaş sona erdiğinde -ki bunun yakında olacağını umuyoruz- Sudan'ın acil durum, insani yardım ve kalkınma yardımına savaştan önce olduğundan daha fazla ihtiyacı olacak. Sudan'ın en parlak ve en yetenekli beyinlerinin çoğu, ölüm ve yıkımdan kaçmak için ülkeyi terk ediyor. Bu ülke için fiziki yıkım kadar büyük bir kayıptır.
İdeal durum, Sudan'ın onlarca yıldır ilk kez orta ve uzun vadeli bir hedef olan demokrasiye dönmesi olsa da bugünün acil görevi daha karamsar ve gerçekçi olabilir. İki tarafın dağılmaması ve savaşın devamına katkıda bulunan birden fazla fraksiyona bölünmemesi koşuluyla, çatışmada galip gelen tarafın belirli beklentileri karşılaması sağlanmalıdır.
GettyImages
Sudan eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in, 21 Temmuz 2020 tarihinde mahkemeye çıkarılırken çekilmiş bir fotoğrafı. (Getty Images)
Bu beklentiler, eski rejim liderlerini yargılamaya devam etmenin ve onları mümkün olan en kısa sürede uluslararası mahkemelere sevk etmenin yanı sıra Müslüman Kardeşler'in Sudan versiyonu olan eski Ulusal Kongre Partisi'ni yasaklamayı da içeriyor. Ayrıca eski Başbakan Abdullah Hamduk tarafından yapılan liberal yasal değişikliklerin yürürlükte kalması ve hapsedilmemiş Ulusal Kongre Partisi liderlerinin siyasete katılmalarını engellemeyi gerektiriyor. Genel olarak, ‘generallerin savaşında’ galip gelen taraf, siyasal İslam'a geri dönüşün kabul edilemez olduğunu bilmelidir.
Böylesine spesifik ve minimalist bir gündem, Sudan'daki durumu istikrara kavuşturmakla ilgilenen ve ona en çok yardım edebilecek Batı, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler tarafından geniş çapta kabul edilmelidir. Bunlar, kesin olarak belirlenmesi gereken minimum koşullardır. Sudan'daki eski İslamcı rejimin (sadece kendi halkına değil, bölgesel olarak da) verdiği zarar göz önüne alındığında, bu talepler çok makul görünüyor. Uluslararası toplum, Sudan yöneticilerinden bunları uygulamalarını talep etme hakkına sahiptir.
Kazanan taraf, sanki bu savaşı devlet kazanmış ya da Sudan kazanmış gibi vatanseverlik iddiasında bulunacak -korkunç ama anlaşılır- bir tepki gösterecek. Nitekim hem Sudan Silahlı Kuvvetleri'nin hem de HDK'nin bu tür propaganda girişimlerine şimdiden şahit oluyoruz. Ancak buradaki asıl tehlike, karşı taraf ağır bir şekilde mağlup olsa bile, galip gelen tarafın kibrinin daha fazla çatışmayı ateşleyebileceği gerçeğinde yatıyor.
GettyImages
Londra’da yaşayan Sudanlılar, 29 Nisan'da Londra'da savaş karşıtı bir eylem gerçekleştirdiler. (Getty Images)
Sudan'da halen yönetilmesi gereken ve muhtemelen yıllar sürebilecek önemli bir demokratik geçiş süreci var. Allah bunu başarmak için emek verenlerin yardımcısı olsun ve tez zamanda başarmalarına yardım etsin.
Ancak acil görev, şu anki mevcut durumdan nihai biçime, yani generaller savaşından tamamen başka bir şeye bu geçişi yönetmek olacaktır. Yalnızca acil olana (savaşı durdurmak ve acı çekenlere yardım etmek) odaklanırken bu ara zorluğu göz ardı edersek tuzağa düşme riskiyle karşı karşıya kalırız. Temel olan nihai hedef, demokratik bir geçiş olmalıdır. Sudan halkının talep ettiği ve hak ettiği de budur.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA
TT

Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA

Aliya Mansur

Yeni Suriye ulusal logosunun (görsel kimlik) lansman töreni, Suriye'deki her etkinlik gibi Suriyeliler arasında geniş çaplı bir tartışmanın eşlik ettiği, etkileyici ve güzel bir etkinlikti. Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın katıldığı Halk Sarayı'ndaki görkemli törene, “Suriye Demokratik Güçleri”nin kontrolü altındaki Rakka ve Haseke hariç olmak üzere Suriye'nin çeşitli bölgelerinde aynı anda düzenlenen kutlamalar eşlik etti. Gösteriler ve sloganlar Suriye devriminden sahneleri çağrıştırdı.

Şara'nın tören sırasında yaptığı etkileyici konuşma Suriye'nin birliğinin ve çeşitliliğinin altını çizdi ama daha tören bitmeden önce Suriyeliler arasında şu tartışma başlamıştı; bu ulusal logo gerçekten Suriyeli mi yoksa başka ülkelerden “ilham mı” alındı? Bazıları bunun bir alkollü içecek şirketnin ticari logosu olduğunu söyleyecek kadar şüphelerinde ileri gittiler.

Suriye şahininin “çalıntı” olduğu suçlamaları - ki bu kesinlikle doğru değil - ve bunlara verilen karşılıklar arasında meselenin özü neredeyse kayboldu. Oysa meselenin özü şu: Nasıl bir Suriye istiyoruz? Hukuk devleti olan bir Suriye mi yoksa halkın ruh hallerinin dalgalanmalarına tabi bir Suriye mi?

Konuya ilişkin yorumunda Anayasa Bildirgesi Taslağı Komitesi üyesi Dr. Ahmed el-Karbi, resmi logoların kabulü tartışılırken yasal temellere dayanmanın gerekliliğini vurguladı. Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesinde açıkça “devletin logosu kanunla belirlenir” ifadesinin yer aldığına ve hukuka dayalı bir devletin anayasal çerçevelere uygun olarak onaylanmamış bir logoya indirgenemeyeceğine işaret etti.

Suriye'deki tartışma ve çekişmenin özü bu olmak yerine, bazı Suriyeliler binlerce yıllık Suriye anıtlarına kazınmış olan Suriye şahininin kökeni ve sembolizmiyle ilgili suçlamalarda bulunmakla meşgul oldular.

Esed rejiminin devrilmesinden ve Şara'nın yönetime gelmesinden bu yana, Suriye halkı hükümetin, özellikle de Başkan Şara'nın her eylemini mutlak biçimde destekleyenler ile hükümetin yaptığı her eylemi veya açıklamayı mutlak biçimde reddedenler arasında bölündü. İki grup arasında, bir şeyleri düzeltmek amacıyla eleştirenlerin ve teşvik etmek amacıyla destekleyenlerin sesleri kayboldu.

Esed rejiminin devrilmesinden bu yana 7 ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Esed rejiminin devrilmesinden bu yana yedi ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak. Bu da yorumlara kapıyı açıyor ve Suriye halkının doğasını ve doğruluğunu bilinmediği söylentilerin yayılmasına katkıda bulunuyor.

17 Mayıs'ta Suriye Cumhurbaşkanlığı, eski rejim tarafından işlenen ihlallerle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak, sorumlularından hesap sormak, mağdurlara tazminat ödemek ile görevli bir geçiş adaleti komisyonu kurulacağına dair bir kararname yayınladı. Kararname, Abdulbasıt Abdullatif'in komisyon başkanı olarak atanmasını ve duyuru tarihinden itibaren 30 günü geçmeyecek bir süre içinde bir çalışma grubu oluşturma ve iç yönetmelikler hazırlama görevini üstlenmesini öngörüyordu.

Bu kararnamenin yayınlanmasının üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçti, yani komisyonun kurulması için öngörülen 30 günlük süre geçti. Peki bu komisyon hangi aşamada? Cevap yok. Bu sadece şeffaflığın eksik olduğunu değil, aynı zamanda hükümetin kendi yayınladığı kararnamelere ve mevzuata, örneğin Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesine bağlı olmadığının da bir örneği.

İşte meselenin özü de budur: Nasıl bir Suriye istiyoruz?

Hukuk ve kurumlar devleti Suriye'nin sesi, iki grubun kopardığı gürültü arasında neredeyse duyulmuyor. Bir tarafta destekçiler var ve bunların çoğu Suriyelilerin “Aralık 2024 devrimcileri” olarak adlandırdığı, devrimin 14 yılı boyunca önemli bir rol veya sese sahip olmayan, şimdiyse hükümetin sağ tarafında yer alan kişiler. Diğer taraftaki hükümetin muhalifleri arasındaysa, hükümetin her türlü eylemini çarpıtmakla meşgul olan, çoğunluğu eski rejim kalıntısı ve solcu olan sesler bulunuyor. İkisi arasında aklın sesi kayboluyor.

Suriye'nin istikrarı sadece Suriye için değil, bölge için de bir öncelik. İstikrarlı bir Suriye, komşu ülkelerin istikrarının başlangıcıdır ve bir vatandaşlık devleti ve hukukun üstünlüğünün inşası, Suriyelilerin onlarca yıllık geleceğinin temel taşıdır. Sağlam olmayan temeller üzerine inşa edilen her yapı, özellikle Suriye'nin düşmanları hâlâ pusuda beklediğinden, çökme riski altındadır. Hukukun üstünlüğü, adalet, özgürlük, vatandaşlık ve şeffaflık, istediğimiz devleti inşa etmek için önceliklerdir.