Aydınlanma ve modernizme fazlaca anlam yükleyip, geleceğin geçmişten iyi olacağı kehanetinde bulunan düşünürler, modernleşme ile birlikte, sekülerleşmenin yani dünyevileşmenin artacağını, modern bir dünyada dine, büyük anlatılara eskisi kadar ihtiyaç olmayacağını, kadim dinlerin etkisini kaybedeceğini söylediler. Bu sekülerleşme teorilerinin determinist bir şekilde açıklamasıydı; modernleşmenin sonucunda sekülerleşme ortaya çıkacak ve artacak.
Sosyoloji, doğa bilimlerinin kurallarının uygulanamayacağı bir alan olsa da nihayetinde bir bilim dalıdır ve bilim yanılmayı sevmez. Dolayısıyla bu gerçekleşmeyen kehanet, birçok sosyologun canını sıktı ve dinin yaşamdan silinip gideceği iddiasının gerçekleşmesi şöyle dursun dini canlanma yaşanınca, yanlış kehanetlerini kabul edip başka açıklamalar yapmaya koyuldular. Örneğin, sekülerleşmenin dünyevileşme olduğunu ama aynı zamanda dinin tamamen ortadan kalkması anlamına gelmediğini söylediler. Bir anlamda şunu söylediler; kehanetimiz tam tutmamış olabilir ama yanılmadık. Yanıldığımız nokta sadece dini ve sekülerleşmeyi doğru tanımlayamamaktan kaynaklıydı. Ve modernleşmeyle birlikte dinin, dindarlığın yok olmadığını ancak biçim ve şekil değiştirdiğini söylediler. Bu konuda haklı olduklarını kabul etmek gerekiyor, en azından şimdilik. Çünkü modernleşme bir şekilde dini, dindarlığı ortadan kaldırmadı ancak onun anlaşılma ve uygulanma biçimlerini değiştirdi, bir anlamda içini boşalttı. Bunu, kitlelerin inanış biçimini ifade eden halk dindarlığı ya da popülist dindarlık denen inanma ve yaşama biçiminde görmek mümkün.
Başta amentümüzü belirtelim; halk dindarlığı bir dindarlık biçimi olarak tanımlanmaktadır, dolayısıyla herhangi bir iman ölçer, metafizik boyutta kimin inandığı gibi yaşadığına ya da yaşamadığına dair belirlemelerde bulunmak değildir. Dahası, cenneti ya da cehennemi doldurmak gibi bir hedefi de yoktur. Ve dahası, herhangi bir yergi ve övgü içermez sadece durum tespitidir.
Dinin -semavi dinlerin- ana kaynağı kutsal kitaptır. Aynı zamanda geçmişten gelen tarihi tecrübeler, yani anne babamızın uygulamalarından öğrendiğimiz de o kutsal kitap kaynaklı dinin uygulama biçimidir. Semavi dinler evrensel ve ebedi mesajlar taşıyor ve metinler değişmiyor olsa da, insanoğlunun yaşam tecrübelerinden, geleneklerinden muhakkak etkilenirler. Örneğin, her daim söylendiği gibi tek İslam, Kuran vardır ancak birçok Müslümanlık biçimi vardır. Bu, kültürel, geleneksel farklılıkların dini inanca, dini uygulamaya etki etmesiyle alakalıdır. Halk dindarlığı da burada ortaya çıkar; ortodoks yani ana kaynağa, ana kitaba en yakın biçimde, kaynakta belirtildiği gibi bir dini yaşam biçimini değil daha çok yaşam tecrübesi, kültürel alışkanlıklar, gelenekler hatta eski inançlardan kalan ritüelleri, dinin özünden olmasa da, dine dahil etmektir. Örneğin, İslam’da türbe ziyareti, türbede yiyecek dağıtma, evliya mezarına gidip adakta bulunma, kutsal ağaca çul çaput bağlama, kutsallığına inanılan bir kişiyi, şeyh vesaire gibi bir konumda -haşa- Allah ile kul arasında aracı kılma, şeyhe bağlı olmanın kişiyi cennete götüreceği gibi “ibadet” biçimleri olmasa da, halk dindarlığı böyle bir dindarlığın icat edilip, bunun dinden olduğunun savunulup bunun dine eklemlenmesidir. Doğal olarak, ilahi bir müdahale değil de insani bir müdahale olduğu için tam anlamıyla bir sekülerleşme biçimidir. Zira burada dinin ne olduğu ve nasıl yaşanacağı yaratıcı ve kutsal kitap tarafından değil kul konumunda olan insanlar tarafından belirlenmektedir. Yani halk dindarlığı, popüler dindarlık bir sekülerleşme biçimidir, en azından bana göre.
Ancak burada bir paradoks da yatmaktadır, halk dindarlığı, ortodoks bir dindarlık yerine seküler bir dindarlık biçimi olmasına rağmen içerisinde oldukça fazlaca dinsel coşku, kendini dine feda etme -en azından söylemde- potansiyeli taşımaktadır. Yine örnekleyelim, beş vakit namaz gibi farz olan bir ibadet konusundaki hassasiyet, yani namaza devam etme durumu bir esnetme, beş vakit namazı tam anlamıyla kılmama ya da duruma göre namazı terk etme kabul edilebilir karşılanmakla birlikte sünnet olan teravih namazı, hatta sünnet dahi olmayan, dinin özünde olmayan kandil geceleri ve bu gecelerde yapılan ibadetlere hem çok fazla anlam yüklenir hem de terk edilmesi bir kınama sonucu doğurur. Bir başka örnek; kadının başını açması kınanır ancak kadının düğün ve nişanda başını açması normal karşılanır ve hatta böyle bir beklenti bile vardır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ama gerek yok, bunlar kafi… ve yineleyeyim tüm bu sekülerleşme alametlerine rağmen yine de garip biçimde halk dindarlığı, halk dindarı, dini en doğru yaşayanın kendisi olduğuna inanır, bu konuda dini eğitim almış hatta profesör olmuş, din alimi olmuş kişileri maalesef kutsal kitabın yarısına dahi vakıf olmadığı, Rasulullah (SAV)’in hadisleriyle ilgili ortalama bir usul bilgisi dahi olmamasına rağmen kınar, yerer ve hatta yetmez sapkın ilan eder. Bu halk dindarlığının fanatikleşme temayülünün oluşturduğu bir problem olmakla birlikte aynı zamanda sekülerleştiğinin de göstergesidir. Zira kimin iman etmiş, kimin dinden çıkmış olduğuna, Rasulullah (SAV) dahi “Ben, bana ne olacağını bilmiyorum.” derken, karar verme yetkisini kendisinde görür, -haşa- kendisini dinin sahibi olan, kullarının tasarrufu kendi elinde olan Allah’ın alanında karar verici olarak görebilir, Allah muhafaza.
Halk dindarlığına dünyevi açıdan bakarsak, dünyevileşme ve dünyevi kurumlar için bu tip kitleler tam olarak aranan kandır. İdeolojiler, gruplar, siyasi yöneticiler ve benzerlerinin amaçları ve çıkarları için, din güdümüyle kolayca motive olduklarından ötürü tercih edilirler, -bu kavramı kullanırken herhangi bir hakaret niyeti gütmüyorum- kolayca bir şeylere inandırılır ve harekete geçirilirler. Ancak bu halk dindarlığına din açısından bakarsak, bu kitlelerin din adına çıktıkları yolda maalesef dinin anlaşılması ve uygulanması konusunda, din açısından problemli olduklarını görürüz ve problem içinde seküler oldukları gerçeği sadece ufak bir teferruattır. Tabi şunu da belirmek gerekir ki, bu olumsuz tabloda kabahat, çoğu kez iyi niyetle din adına bir şeyler yapmaya çalışan, inananca ve teslimiyete sahip halk dindarlığı tipindeki kitlelerde değil onları kendi amaçları için kullanan, iktidar elde edip hegemonya kurmak için onları ve hatta dini feda etmeye kalkan yönetici elitlerdedir. Ancak halk dindarlığı tipindeki kitleler kendilerini din adına feda ediyor sanarken kişi ve kurumlara feda ettiği için, onların yerde yatan bedenlerine basmamak için gösterdiğiniz hassasiyetten fırsat bulup, seküleşmenin mucidi ve taşıyıcısı olan yönetici elite ulaşıp onu eleştiremezsiniz. Yönetici elit ikinci çayını manzara eşliğinde yudumlarken, halk dindarı kitleler din adına olduğuna inandırıldıkları ama kul adına olan bir savaş çıkararak sizi o savaşın içine çeker, sizler kan revan içinde yaralanıp, yaralarınızı sararken hem orada ne aradığınızı unutur hem de ikindi namazını kaçırırsınız.