Rabıta Genel Sekreteri Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a konuştu: Nefreti körükleyenler ‘geri kalmış anayasalardır’

Rabıta Genel Sekreteri, ifade özgürlüğünün ilke ve değerlerle çerçevelenmesi gerektiğini söyledi.

Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)
Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)
TT

Rabıta Genel Sekreteri Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a konuştu: Nefreti körükleyenler ‘geri kalmış anayasalardır’

Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)
Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)

İsveç ve Danimarka'da Kur'an-ı Kerim yakma olayları, güvenlik kaosu başta olmak üzere olumsuz etkilere neden olan gayri resmi tepkilere yol açtı. Batı medyası tarafından izlenen diğer ülkelerde de aynısını yapma çağrıları doğrultusunda, özellikle bazı Batı ülkelerinde ‘Kur'an-ı Kerim yakma’ olgusu durdurulmazsa, önümüzdeki dönemde bu tepkilerin artması muhtemel görünüyor.

Bazılarının geciktiğini düşündüğü bir yanıtla İsveç Göçmen İdaresi cumartesi günü, Stockholm'de son zamanlarda birkaç kez Kuran'a hakaret eden Iraklı bir mültecinin ikamet izin başvurusunu yeniden gözden geçirdi. Bu, İsveç ve Danimarka'da Kuran nüshalarının da yakılması olayları ile aynı zamana denk geldi. Danimarka, İsveç'e benzer bir açıklama yaparak bu olayları kınadı, ancak ‘ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğünün korunması gerekliliğine’ de dikkat çekti.

Dünya İslam Birliği (Rabıta) liderliğindeki İslami kuruluşların, çeşitli uluslararası ve bölgesel düzeylerde nefrete karşı ılımlılık değerlerini teşvik etme çabalarına birçok kişi tanık oluyor. Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Şeyh Muhammed el- İsa bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun geçtiğimiz çarşamba günü dinler ve kültürler arasında diyalog, hoşgörü ve şiddete karşı nefret söyleminin ele alınmasıyla ilgili kararı kabul etmesinden memnuniyet duyduğunu ifade etti. Rabıta’nın her zaman ‘radikalizm ve şiddetin en tehlikeli kolları’ olarak ‘dini nefretin fitilini ateşlemeye’ karşı uyarıda bulunduğunu vurguladı.

Dr. İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği özel röportajda, fail ile mensup olduğu din veya kültür arasındaki farkı vurguladı. İfade özgürlüğünün ilke ve değerlerle çerçevelenmesi gerektiğine, özellikle de düşmanlıkları ateşlemek ve nefreti yaymak için kullanılabilecek kaotik özgürlüklere işaret eden Dr. İsa’nın verdiği röportajın tam metni aşağıdaki gibidir:

-İsveç ve Danimarka'da Kur'an-ı Kerim nüshalarının yakılması da dahil olmak üzere art arda gelen olayları nasıl tanımlarsınız?

Kısacası, Kur'an-ı Kerim yakma suçu, bir yandan nefretten kaynaklanan tahrik edici bir eylemdir. Öte yandan, akılsızca tepki aksi yönde bahse konu bazı gündemlerden kaynaklanmaktadır. Elbette bu bahis, nihayetinde İslam'ı ve Müslümanları devirmeyi hedeflemektedir. Ancak bu kötü niyetli beyinlerin kendilerine ait ahlaki ve insani bir sözlüğü yoktur. Başkalarının onuruna, hele müminler olarak bizler için en değerli olan şeylere yani dini kutsallarımıza saygıyı bilmezler.

Bu suçlular bu şekilde yetiştirilmiş olabilir, kendilerini bu şekilde yetiştirmiş olabilirler veya gizli bir kötü niyete sahip taraflar onları bu suça azmettirmiş olabilir, her ne olursa olsun asıl mesele onlara verilen resmi izindir.

İfade özgürlüğü, ilke ve değerlerle çerçevelenmelidir. Bu kaotik özgürlükler düşmanlıkları ateşlemek ve nefreti yaymak için özellikle de çatışma ve medeniyetler arası çatışma ateşini tutuşturmak için kullanılabilirken, bazı ülkeler, özgürlüklerin (mutlak) korunmasından nasıl gurur duyabiliyor?

Günümüz dünyası milletler ve halklar arasında köprüler kurmanın önemini haykırırken, resmi kalkanlarla korunan Kur’an yakma suçu işleniyor ve onlara “Kin ve nefreti körüklemeye hakkınız var. Çatışmaları ateşlemek için provoke etme hakkına sahipsiniz. Tüm bunları yaparken de benim korumam altında güvendesiniz” deniliyor. Özgürlük ilkesi kayıtsız ve şartsız olmamalı.

O suçluların Kur'an-ı Kerim yakmasına izin verenler için bile kırmızı çizgiler vardır. Özgürlüğün geçmemesi gereken kırmızı çizgiler vardır. Ancak dini mukaddesler, (özellikle İslami mukaddesler) söz konusu olunca bunlar ortadan kalkıyor. Dini mukaddeslere saygı, ulusal çeşitliliğe sahip toplumların uyumunun, hatta dünya barışının önemli bir ayağıdır.

Dünyamızın barış içinde yaşaması için insanların birbirine saygı duyması gerekir. İhtilaflı konularda anlaşmazlık olur ve bu normaldir. Ancak saygı başka bir şeydir. Saygı, haysiyetle ilgilidir ve bir mü’minin sahip olduğu en değerli şey onuru ve dini kimliğidir.

İnançlı insanlar birçok dini konuda farklılık gösterebilir, kat’i İslâmî meseleler dışında icmâ edilmesi zor bir durum. Ancak bu, icmâ edilen konulardan biridir. Dolayısıyla bugün İslam ümmeti, Kur’an-ı Kerim yakma suçunun ardından bu suçun ümmet onuru ve dini mukaddeslerine zarar verdiği konusunda görüş birliği içindedir. Çeşitli mezhepleri, akımları ve gruplarıyla tek ses halinde konuşuyor.

Tarihsel çatışmaların çoğunun dini arka planı olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu nedenle “Din büyük, hassas ve tehlikeli bir meseledir” diyoruz. Dolayısıyla dini mukaddeslere oldukça dikkat ve ihtiyatla yaklaşılması gerekiyor. Dikkatli bir incelemeyle günümüz dünyasındaki en tehlikeli çatışmalarını kökeninde dini sebeple olduğunu görebilirsiniz. Örneğin;

Avrupa'da Otuz Yıl Savaşları dinsel bir çatışmayla başladı.

(İslam dünyasının doğusuna gerçekleştirilen) Haçlı Seferleri dini bir slogan taşıyordu.

Azınlıklara yönelik zulüm (tüm dünyada ve insanlık tarihi boyunca), bunlar çoğunlukla nefret dolu ve dışlayıcı dini nedenlerle yapılan zulümlerdir. Ancak bu zulmü yapanlar tarihe dikkatle kulak verirlerse, sonunda kaybedecek tarafın kendileri olduğunu görürler. Savaşın yanı sıra itibarlarını da sonsuza dek kaybedecekler. Zulmün utancı, onura hakaret ve provokatif uygulamalar peşlerini bırakmayacak.

Bazı seçimlerde özellikle (seküler ülkelerdeki) aşırı sağcılar, elbette ki kampanyalarını desteklemek için dini konular üzerine eğiliyor. Sonra bundan doğan komplikasyonlara, özellikle de dini kimlikle ilgili kışkırtmalarla ulusal bütünlüğün istikrarının kaybedilişine tanık oluyoruz.

Bu konudaki sözlerimi Kur’an-ı Kerim’in Allahu Teâlâ’nın sözü olduğunu, kimsenin ona zarar veremeyeceğini ve Kur’an’ın Allah tarafından korunduğunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Ancak Kur’an-ı Kerim nüshası yakanlar, sadece ellerine geçen bir nüshayı yakarlar. Onları koruyan anayasalar oldukça, onları bu suçu işlemekten alıkoymak mümkün değil. Ancak biz Müslümanlar, bu menfur suç karşısında öfkemizi güçlü bir şekilde ifade etmeli ve en büyük nefret suçlarından biri olarak sınıflandırdığımız bu nefret dolu hakarete karşı derin öfkemizi barışçıl bir şekilde ifade etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

Fotoğraf Altı: İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)
İsa, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda özgürlükler ilkesinin kayıtsız şartsız olmaması gerektiğini vurguladı. (Şarku'l Avsat)

-Bu eylemlerin faillerine yasal izin veren ülkelerin üzerine düşen sorumluluklar olduğunu düşünüyor musunuz?

Dünya barışına karşı sorumluluk hisseden bir ülke, inşa etmek yerine yok eden, aşırılık ve radikalizmin önünü açan bu tür suç eylemlerine göz yumamaz.

Ne yazık ki, bazı ülkeler provokatörler ve dini ve fikri çekişmeler için bir sığınak haline geldi. Bu tür eylemlerin tehlikeli sonuçlarından muaf olduğunu düşünen herkese ‘tarihin öğütlerine kulak verme’ çağrısında bulunuyoruz.

Bunun özellikle dini çeşitliliğe sahip toplumların dokusuna yönelik tehlike büyük olduğundan, tüm ülkeleri şiddeti, ayrımcılığı ve düşmanlığı körükleyebilecek nefret söylemini yasaklamaya ve ‘suç haline getirmeye’ davet etmek için bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca medeni olduklarını iddia edenlerin, anayasal sistemlerinde insanlık iddiasında bulunanların, halkının değerlerini, evet halkıyla birlikte, bilinçli bir şekilde gözden geçirmesi gerekir. Şüphesiz ki bu suç uygulamalarını reddediyor ve bunun kanıtı da duyduğumuz tepkilerdir.

Bu bağlamda, Dünya İslam Birliği olarak Suudi Arabistan Krallığı'nın Kur'an-ı Kerim nüshalarının yakılması olayıyla ilgili güçlü ve onurlu İslami tutumunu takdir ediyoruz.

Fotoğraf Altı: İsa, ayrımcılığı ve düşmanlığı kışkırtabilecek nefret söyleminin yasaklanması ve suç sayılması çağrısında bulundu. (Şarku'l Avsat)
İsa, ayrımcılığı ve düşmanlığı kışkırtabilecek nefret söyleminin yasaklanması ve suç sayılması çağrısında bulundu. (Şarku'l Avsat)

-Peki, bu ülkelerin liderlerinin resmi açıklamalarda bulunarak Kur’an-ı Kerim yakma eylemlerini reddettiklerini, ancak anayasalarının ifade özgürlüğünü koruduğunu söylemeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Söylediklerine göre ‘anayasanın izin verdiği’ bir şey nasıl reddedilir? Hiç kimse anayasasının maddelerinin izin verdiği şeyleri ihlal edemez. Bu bir çelişkidir. Özetle bu, en azından o suçluların kullanabilecekleri bir anayasal boşluktan başka bir şey değildir.

Anayasanın, halkın kendi hükümlerini en yüksek kanun olarak kabul etme iradesini ifade ettiğini hepimiz biliyoruz. İnsanlar nasıl anayasal hükümleri geçirebilir ve sonra hükümetleri aracılığıyla bunların uygulanma biçimlerini kınayabilir? Bu boşluğu gidermek için anayasa o halklara sunulmalı.

Fakat ben anayasanın ifade özgürlüğü kisvesi altında bu suç eylemini koruduğunu, o zaman ikinci durumda bu eylemi kınadığımı ve kabul etmediğimi söylüyorum. Oysa Anayasa tarafından izin verilen konulardaki ifade özgürlüğü, insanların onurunu veya özellikle dini kutsallarını ilgilendirmeyen konulardadır. Bu kutsalların ihlali, dinler ve kültürler arasında çatışma riskinin en büyük tetikleyicisidir, hatta şiddet ve terördür.

Anayasa bu denli ciddi konularda ifade özgürlüğüne izin veriyorsa, uluslar ve halklar arasındaki çatışmayı körüklemeye katkıda bulunuyor demektir. Sonuç olarak, dünya barışını ve ulusal toplumlarının uyumunu yok eden için bir bombaya dönüşecektir. Adı mutlak özgürlük olan kayıtsız ve şartsız kaotik bir dalgalanma ilkesine dayanacaktır.

Özetle; Kur'an-ı Kerim yakma suçuyla ilgili yaşananlar, ancak ya anayasanın ifade özgürlüğü kavramına yönelik hükümlerinde bir aşırılık ya da uygulamasında bir aşırılık olarak yorumlanabilir.

Fotoğraf Altı:  İstanbul'daki İsveç Başkonsolosluğu önünde düzenlenen protestoda elinde Kuran-ı Kerim tutan bir kadın (AP)
İstanbul'daki İsveç Başkonsolosluğu önünde düzenlenen protestoda elinde Kuran-ı Kerim tutan bir kadın (AP)

-Bu olayların tekrarı ve mübarek Kurban Bayramı gibi İslami günlere denk gelmesi, dünyanın önemli bir bölümünde nefret seviyesinin arttığına işaret ediyor mu?

Evet maalesef bu doğru ama bazı ülkelerde anlattığımız detaylardan dolayı diğerlerine göre daha fazla gözlemleniyor.

-Peki sorumluluk kimin?

Sorumluluk, insan haklarını koruduğunu iddia edenlere, insan kardeşliğini savunanlara, milletler ve halklar arasındaki dostluğu ve iş birliğini savunanlara aittir.

Soru şu ki, son derece saldırgan, kışkırtıcı ve tehlikeli alanlarda onlarla çelişen şeyleri gördüğümüzde, insani mesajlarıyla bu çağrılara nasıl inanacağız? Bütün bunlar ifade özgürlüğü şemsiyesi altında ama başka bir deyişle, “Biz bu değerlere sahip çıkıyoruz ama bizim anayasalarımız bu değerlere ters düşecek şekilde kullanabilir” diyebilirler.

Daha açık bir ifadeyle söylüyorum: Uygar anayasalar hükümlerinde, yorumlarında ve uygulamalarında milletler ve halklar arasında dostluğu çağrıştıran insani ilkelerin teşvik edilmesini ister, aksini değil. Nefreti körükleyen, medeni çatışmalara zemin hazırlayan, özgürlüklerin iyi anlamını çarpıtan anayasalar, ‘geri kalmış’ anayasalardır.

Fotoğraf Altı: Kopenhag'da bir Kuran nüshasının yakılmasını kınayan bir gösteri sırasında bir Müslüman elinde Kur’an-ı Kerim tutuyor (EPA)
Kopenhag'da bir Kuran nüshasının yakılmasını kınayan bir gösteri sırasında bir Müslüman elinde Kur’an-ı Kerim tutuyor (EPA)

-Bu olayları ‘İslamofobi’ olarak adlandırılan olaylardan ayırmak mümkün mü?

Elbette ki hayır, birbirlerini besliyorlar ve biz de dünyanın dört bir yanındaki siyasi ve dini liderlerle yaptığımız toplantılarda ‘İslamofobi’ tehlikesini hep vurguladık. Olumsuz sonuçlarını ve dünyadaki dinlerin ve kültürlerin takipçileri arasındaki uluslararası ve karşılıklı ilişkiler üzerinde yansımaları olmasını bekliyoruz. Nefret yayıp, provokasyonlarda bulunan ve çatışmalar körükleyen herkes kaybeder.

İslam'a karşı ihlaller açısından tanık olduklarımız, İslamofobi savunucuları tarafından savunulan çatışma argümanlarının birincil pratik uygulamalarıdır. Aşırılık yanlılarının aptallıklarının, onu dünya barışını ve ulusal toplumlarının uyumunu hedef aldığı yangın sahnelerine dönüştürmesini bekleyen bir kıvılcımdır.

Üst düzey siyasi ve dini liderlerin bu endişelere gerçek katılımını gördük. Dünya bu yıl ilk kez Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü'nü kutladı. Bu, ‘hoşgörüsüzlük, şiddetle hedef gösterme ve ayrımcılıkla’ Müslümanları hedef tahtasına koyan bu olguya ışık tutmak için çok önemli bir adım. İnsani değer tanımayan, karanlık, nefret dolu kara vicdanlar taşıyan, barbarca bir proje içinde yaklaşık 2 milyar Müslüman’ı sadece Müslüman oldukları için rencide eden bu saldırıya karşı barış ve uyum sağlama konusundaki ortaklarımız ve müttefiklerimizden daha fazla çaba göstermelerini bekliyoruz. Dünyamız tüm bilimlerde inanılmaz bir ilerleme kaydederken, ne yazık ki, değerler konusunda geriledi. Bu da bizi dünyamızın huzuruna ve toplumlarının uyumuna yönelik bir tehditle karşı karşıya bırakıyor. Kur’an-ı Kerim yakma örneği de bunun en büyük şahidi.

-Özellikle İslam ülkelerinde şiddetli tepkiler nasıl önlenebilir?

Bu eylemlere karşı koymak hepimizin görevidir. Bu eylemler, dünyanın barışını ve Kur’an-ı Kerim’i kutsal kabul eden, peygamberlerine saygı duyan ve Kuran'a veya diğer İslami kutsallara yapılan hakareti, Müslümanlara ve varlıklarına yönelik en kötü saldırılardan biri olarak gören iki milyar Müslümanın yaşadığı çeşitli ülkelerin halklarının ulusal bütünlüğünü tehdit ediyor.

Aşırılık yanlısı güçlerin bu suiistimallerle maksadı, Müslümanların duygularını kışkırtmak, öfkelerini körüklemek ve sorumsuzca tepkilere sevk etmektir. Karşı taraf, Müslümanlara karşı sindirme kampanyalarını tırmandırarak ve dinimizin hakikatini bilmeyenler nezdinde imajını istismar ederek ondan besleniyor.

Dolayısıyla âlimlere düşen görev, bu durumu Müslümanların geneline anlatmak ve onların aşırılık yanlılarının tuzaklarına düşmelerini ve sonra da iddialarını yerine getirmelerini engellemektir.

İlim müesseselerinin bu hadiseleri İslâmiyet'i tanıtma vesilesine çevirmeleri gerekiyor. Bazı kurumlar, bu konuda takdire şayan bir iş yaparak, Kur’an'ın İsveççe mealini yayınlayıp on binlerce kopyasını dağıttı. Bu, İsveç vatandaşlarının Kur'an-ı Azîmüşşan’ın değerleri ve mesajı hakkında bilgi edinmelerini sağladı.

-Bu olayların bir şekilde üstesinden gelerek dinler ve kültürler arasında ilişkilerin geliştirildiği şu süreçte, insanlar üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak mümkün müdür?

Hiç şüphe yok ki bu olayların etkisi çok büyük ve yarası bahsettiğim gibi yaklaşık iki milyar insanı temsil eden Müslümanların ruhlarında derin izler bıraktı.

Bu provokatif olaylar, diğer dinlere mensup gayrimüslimlerin dahi kalplerinde olumsuz bir tesir bırakıyor.

İslami adaletimizle fail ile onun ait olduğu din veya kültür arasında ayrım yaptığımızı belirtmek önemlidir. Burada, bu konuyu şart koşan Mekke-i Mükerreme Belgesi'nin, dinlerin ve felsefelerin, taraftarlarının ve iddia sahiplerinin tehlikeli eylemlerinin dışında olduğunu ve bu eylemlerin sadece sahiplerini bağladığını belirttiği maddelerinden birini hatırlatmak istiyorum. Belgede, ayrıca dini kanunların kökenlerinde, Yaratıcı'ya ibadet etmeye ve insan onurunun korunmasına çağrıda bulunduğu yer alıyordu.

Dolayısıyla din ehli, akil ve hikmet sahibi kişilerin müşterek işlerde işbirliği yapmaları, Cenab-ı Hakk'ın bu kışkırtma ve çirkin hareketlerin üstesinden gelmesine yardım etmesi ve herkesin toprağın yeniden inşası, ıslahı ve insanlığın hayır ve saadetine kavuşmasına katkı sağlamak için çalışması için yeterlidir.

Fotoğraf Altı:  Hafızlık kursunda elinde Kur’an-ı Kerim tutan bir kız (Reuters)
Hafızlık kursunda elinde Kur’an-ı Kerim tutan bir kız (Reuters)

-‘Suudi Arabistan'ın öncü rolü ve liderliğinden’ bahsettiniz. Suudi Arabistan'ın stratejik ağırlığı ve manevi duruşu bu olaylarla mücadeleyi nasıl etkileyebilir ve örneğin şiddet gibi olumsuz tarzdaki tepkileri nasıl engelleyebilir?

Allahu Teala Suudi Arabistan’ı Müslümanların kalbinde büyük bir yere sahip olmakla ödüllendirdi. Haremeyn-i Şerifeyn’e hizmet ve ziyaretçilerinin rahatını sağlamak için çalışmakla şereflendirdi. Allahu Teala, bu ülkeye çeşitli ağırlıklar bahşedip ona hak ettiği uluslararası önemi kazandırmıştır. Allah onu hamdolsun, İslami ve uluslararası sorumluluğunu sonuna kadar üstlenmiş, hikmetli ve akılcı bir liderle ödüllendirdi. Bunu bu güzel ülkenin evlatlarından olduğum için değil, canlı bir tanık, Suudi destanını ağır tarihsel belgeler ve dürüst bir şekilde anlatan biri olarak söylüyorum. Suudi Arabistan'ın bilhassa İslami meselelere yönelik adımları bizim akil yöneticilerimiz için bir önceliktir. Allah, Hadimu’l Haremeyn-i Şerifeyn ve Veliahdını mükâfatlandırsın ve muvaffakiyetlerini arttırsın.

Bu açıdan bakıldığında, Suudi Arabistan ümmetin meselelerine karşı İslami görevini büyük bir vicdanla, samimi bir şekilde çalışarak yerine getirdi. Suudi Arabistan bu suç olayları karşısında, bazıları hükümet kararlarını temsil eden ve diğerleri İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi Konferansı Başkanlığı bağlamında bu suça karşı sağlam bir şekilde durmaya yönelik İslami bir çağrıyı temsil eden güçlü ve birbirini takip eden kararlarla tepki gösterdi. Suudi Arabistan’ın İslam dünyası ve uluslararası arenada bir dengesi ve ağırlığı var. Suudi Arabistan konuşursa tüm dünya dinler, Kur’an yakma suç eylemine karşı tutumu güçlü müdahale dengesinde hesaplanmış bir adımdır.

-Bu olayların tekrar yaşanmaması ve şiddete yönelik tepkilerin makul çerçevesinden sapmasını önleme için Rabıta’dan beklenen rol nedir?

Elhamdülillah. Dünya İslam Birliği, İslam dünyasının alimleri, düşünürleri ve gençleri adına Kur’an yakma suç eylemleri başta olmak üzere, nefret kavramları ve suçlarıyla yüzleşme görevini üstlenmiştir.

Daha ziyade, nefret kavramları ve dünya barışı ve uyumuna karşı işlenen suçlar ile özellikle de uluslar ve halklar arasında çatışmaya tahrik suçları tehlikesi konusunda ilk uyarıyı yapan Rabıta’dır. Birçok platform aracılığıyla, nefret söylemini hafife almanın veya korkunç sonuçlarını fark etmeden onu küçümsemenin tehlikeleri konusunda defalarca uyardık.

Gerçek bir Müslümanın, tabiyetini taşıdığı ülkenin vatandaşı olduğunu, yurdunu ve vatandaşlarını sevmesi, hatta ona milli kimliğini vererek, güvende tutan vatanı için fedakârlık yapması gerektiğini vurgulamaya özen gösterdik. Gerçek Müslüman anayasasına ve kanunlarına saygılıdır, kendini barış ve nezaketle ifade eder. Gerçek Müslüman bir arada barışçıl yaşamı her şekilde destekler.

Bizler Rabıta’da bu barbarca suçların, İsveç veya başka yerlerdeki Müslümanların, yalnızca dünyalara rahmet olarak gelen mesajlarının değerlerine olan inanç ve sebatlarını arttıracağının, vatanlarına sıkıca sarılacaklarının altını çiziyoruz. Bu uygulamaların, yapıldığı ülkelerin halklarının insani ve milli değerlerini yansıtmadığını, Müslümanlarla bir arada yaşama ve milli kardeşlik bağı paylaşan bu halkların büyük bir çoğunluğunun bu uygulamaları reddettiğini, şiddetle kınadıklarını İslam dünyasının da görmesine önem verdik.

- Dünya aşırılıkla ve silahlı terörle mücadele aşamalarını atlattıkça, bunu teşvik eden yeni olaylar ortaya çıkıyor. Bu olayların tekrarını önlemek için çözüm nedir? Dinler, kültürler ve mezhepler arasındaki ilişkiler ve aşırılık ve nefretle mücadele konularında uluslararası iş birliğinin düzeyini yeniden düşünmek gerekli midir?

Genel olarak bu tür olayların ve provokasyonların tamamen ortadan kaldırılması zor görünebilir. Ancak bunlarla yüzleşmenin, etkilerini sınırlamanın ve kabul edilebilirlik düzeyini düşürmenin yolları vardır. Bu tür olaylarla mücadele, hayati önemine rağmen sadece yasa koyucular ve uygulayıcı kurumlarla sınırlı kalmamalı, sorumluluk tüm sivil toplum kuruluşlarına düşmelidir. Herkesin bu provokasyonların önlenmesi ve bu tür eylemlerin üzerine gidilmesi için gerekli çerçeveleri oluşturması ve genel bir kınama olduğunda, çoğu durumda eylemler tekrar edilmeyecektir. Hiç şüphe yok ki hukuk en büyük caydırıcıdır. Çekişmeye ve medeniyet çatışmasına tahrik eden nefret suçlarını ağır suçlar olarak tasnif eden kanunlar olsaydı, bu trajediler baştan yaşanmazdı.

Unutmadan, dini, dili, ırkı ne olursa olsun hoşgörü, sevgi ve ötekine saygı değerlerinin aşılanmasında ve insanın insanlık ve onurunun takdir edilmesinde- özellikle çocukluk evrelerinde- eğitimin ve ailenin önemine vurgu yapmak istiyorum.

Nefret suçlarının ele alınmasının, değerlerin ulusal vicdanda yerleşmesi ile başladığı, anayasal bilincin oluşmasından geçerek, nefretin tehlikelerini suç sayan yasalarla son bulduğu söylenebilir.



Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği
TT

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Ateşesi Dr. Faysal b. Abdurrahman Usra

Ortak iş birliğinde yeni bir dönemin tesis edilmesi, bölgede ekonomik ve lojistik entegrasyona yeni bir yapı taşı eklenmesi ve Suudi Arabistan-Katar Koordinasyon Konseyi çalışmaları kapsamında, Körfez ülkeleri arasında modern altyapı alanındaki en büyük adımlardan biri atıldı. Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’nin himayesinde, Suudi Arabistan ile Katar arasında yolcu taşımacılığına yönelik hızlı tren projesinin hayata geçirilmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. İki ülke ayrıca, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlayacak söz konusu tren projesinin resmen başlatıldığını duyurdu. Hayati öneme sahip proje, iki kardeş ülke arasındaki köklü ve tarihi ilişkilerin derinliğini yansıtmasının yanı sıra, kalkınma alanında iş birliği ve entegrasyonu güçlendirmeye yönelik stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın pekiştirilmesi ve bölgede daha geniş bir refah ve gelişim ufkuna yönelik ortak iradeyi de ortaya koyuyor. Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin ilanı, iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı düzeyi teyit eden tarihi bir dönüm noktası olarak öne çıkarken, ulaşım sektöründe ikili iş birliğinin somut bir yansıması ve bölge için ortak gelecek vizyonunun sembolü niteliği taşıyor. Modern ve sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin geliştirilmesinde iki ülke arasındaki entegrasyonu temsil eden proje, aynı zamanda turizmin büyümesine önemli katkı sağlamayı hedefliyor. Projenin, Suudi Arabistan ve Katar’daki turistik destinasyonlara erişimi kolaylaştırarak ziyaretçi sayısını artırması ve iki başkent arasında kısa ve sık seyahatleri teşvik etmesi bekleniyor.

Suudi Arabistan Ulaştırma ve Lojistik Hizmetleri Bakanı Mühendis Salih el-Casir ile Katar Ulaştırma Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdullah Al Sani tarafından yakın zamanda imzalanan anlaşma, Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin fiilen başlamasının işaretini veriyor. Proje, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı ve Veliaht Prens ile Katar Emiri’nin doğrudan ilgi ve desteği altında yürütülüyor; bu durum, iki kardeş ülke arasındaki entegrasyon projeleri arasında stratejik önemini ortaya koyuyor. Bu devasa proje, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu ve Katar Ulusal 2030 Vizyonu’nun somut bir uygulaması olarak değerlendiriliyor. Proje, iki ülke liderliğinin, daha bağlantılı ve refah dolu bir gelecek yaratma vizyonunu yansıtıyor ve bölgedeki altyapı entegrasyonuna yönelik daha geniş bir çerçevede konumlanıyor; özellikle ulaşım, enerji ve ticaret alanlarında iş birliğini güçlendiriyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın gerçek bir örneği olarak öne çıkıyor; vatandaşlar arasındaki bağları güçlendirirken, iki ülke arasındaki seyahati daha hızlı, konforlu ve güvenli hâle getiriyor. Ayrıca modern ve sürdürülebilir altyapının geliştirilmesi yoluyla ekonomik büyümeyi destekliyor, yaşam kalitesini artırıyor ve ileri düzeyde ulaşım seçenekleri sunuyor. Hızlı tren hattı, ekonomik çeşitliliğin sağlanmasına, turizmin canlandırılmasına ve ulaşım sektörünün etkinliğinin artırılmasına katkıda bulunacak. Projenin, başta havaalanları ve büyük ekonomik şehirlerle entegrasyonu sayesinde, iki ülke arasındaki ticaret, yatırım ve iş hareketliliğinde önemli değişiklikler yaratması bekleniyor. Böylece proje, iki halk için daha bağlantılı ve refah dolu bir geleceğin inşasında merkezi bir rol oynayacak ve Körfez’deki stratejik bağlantı zincirinin en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilecek.

Suudi Arabistan ile Katar arasında inşa edilecek hızlı tren projesi, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlamanın ötesinde, iki halk arasındaki tarihi ve kültürel bağların derinliğini de yansıtıyor. Proje, yalnızca bir altyapı yatırımı değil; ortak dini ve kültürel değerleri paylaşan, gelenek ve alışkanlıklarıyla birbirine yakın iki halkın birleşik geleceğini simgeleyen bir sembol niteliği taşıyor. Proje, ülkedeki ulaştırma ve lojistik sektörüne de önemli katkılar sağlayacak. Sektör, Kral Selman bin Abdulaziz’in liderliğinde ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın desteğiyle kapsamlı yapısal reformlar ve 280 milyar Suudi riyalini aşan ulusal ve uluslararası yatırım sözleşmeleriyle güçlendirilmiş durumda. Suudi Arabistan, güçlü ve yatırım çekici ulaşım ile lojistik altyapısına sahip bir ülke olarak öne çıkıyor. Riyad-Doha hızlı tren hattı, toplam 785 kilometrelik uzunluğuyla yolculara hızlı ve sürdürülebilir bir seyahat imkânı sunacak. Proje, Riyad’daki Kral Selman Uluslararası Havalimanı ile Doha’daki Hamad Uluslararası Havalimanı’nı birbirine bağlayarak iş ve turizm amaçlı seyahatlerde esneklik sağlayacak. Hattın güzergâhı Riyad, Hufuf ve Dammam olmak üzere üç önemli Suudi şehrine de uzanacak ve toplamda 5 ana yolcu istasyonu yer alacak. Bu istasyonlar, konfor, hız ve akıllı teknolojileri bir araya getirerek modern bir yolculuk deneyimi sunacak. Trenin saatte 300 kilometreyi aşan hızı, iki başkent arasındaki seyahat süresini yaklaşık iki saate indirecek. Bu sayede ticaret ve turizm hareketliliği artacak, ekonomik büyüme desteklenecek ve yaşam kalitesi yükseltilecek. Proje, yıllık 10 milyondan fazla yolcuya hizmet verecek ve Suudi Arabistan ile Katar’daki önemli turistik ve kültürel noktaların keşfini kolaylaştıracak. Ayrıca proje, hafif ve orta ağırlıktaki yük taşımacılığını geliştirerek sınır ötesi lojistik çözümler sunacak, iki ülke arasındaki ticaret hacmini artıracak ve teslim sürelerini kısaltarak operasyonel maliyetleri düşürecek. Yapım ve işletme aşamalarında ise Suudi Arabistan ve Katar’da 30 binden fazla doğrudan ve dolaylı istihdam yaratması öngörülüyor. Tüm bu özellikleriyle proje, bölgesel kalkınmayı destekleyen ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki entegrasyonu güçlendiren stratejik bir altyapı yatırımı olarak öne çıkıyor.

Bu stratejik projenin altyapı inşaatları, yerel müteahhitlik şirketleri tarafından gerçekleştirilecek; modern tren teknolojileri ise alanında uzman uluslararası şirketler tarafından sağlanacak. Projenin tamamlanması, altı yıllık bir zaman çizelgesine göre yürütülecek ve en yüksek uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun olarak gerçekleştirilecek. Tren hattında en son demiryolu teknolojileri ve akıllı mühendislik çözümleri kullanılacak, böylece güvenli ve sorunsuz bir işletme sağlanacak. Proje, çevresel sürdürülebilirliği destekleyerek karbon emisyonlarını azaltacak ve bölgedeki akıllı ve sürdürülebilir ulaşım çözümlerine geçişi teşvik edecek. Böylece ekonomik ve lojistik entegrasyonda yeni bir dönemin temelleri atılmış olacak. Hızlı tren, iki ülke arasındaki ticaret ve turizm hareketliliğinin haritasını yeniden çizecek. Geleneksel ulaşım yollarının ötesine geçerek bireylerin hareketini kolaylaştıracak, turizm ile büyük spor ve eğlence etkinliklerini canlandıracak ve yaşam kalitesini yükseltecek. Projede tamamen temiz enerji kullanılacak; elektrikli trenler sayesinde çevreye olumlu katkı sağlanacak ve bireysel taşımacılıktan toplu taşımaya geçiş, çevresel yükü büyük ölçüde hafifletecek. Altı yıl içinde tamamlanması planlanan proje, güvenli ve sorunsuz işletmeyi garanti eden en son demiryolu ve akıllı mühendislik teknolojilerini bir araya getirecek. Suudi Arabistan-Katar hızlı tren hattı, hız, sürdürülebilirlik ve benzersiz yolculuk deneyimini bir araya getirerek bölgede ulaşım ve seyahat geleceği için yeni bir standart oluşturacak ve yenilik ile ilerlemenin sembolü olacak.

Başarıyı veren Allah’tır…


Suudi Arabistan, ocak ayında yabancıların mülk sahibi olmasına izin vermeye hazırlanıyor

Riyad'da bir caddede seyreden arabalar (Reuters)
Riyad'da bir caddede seyreden arabalar (Reuters)
TT

Suudi Arabistan, ocak ayında yabancıların mülk sahibi olmasına izin vermeye hazırlanıyor

Riyad'da bir caddede seyreden arabalar (Reuters)
Riyad'da bir caddede seyreden arabalar (Reuters)

Suudi Arabistan, gayrimenkul sektöründe yabancı yatırımcılara yönelik yeni bir döneme hazırlanıyor. Ülke, ocak ayında yürürlüğe girecek güncellenmiş yabancı mülkiyet yasası ile yabancı birey ve kuruluşların ülke genelinde gayrimenkul edinimini düzenleyecek. Bu sistem, gayrimenkul sektörünün gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) katkısını artırmayı ve gelir kaynaklarını petrolden bağımsız olarak çeşitlendirmeyi hedefleyen stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor. Söz konusu hedefler, Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030 programıyla uyumlu bir yaklaşım sergiliyor.

Uygulamadan sorumlu olan Gayrimenkul Genel Otoritesi, yürütme yönetmeliğini hazırlıyor ve yabancıların mülkiyet ve yatırım yapabileceği bölgeleri belirlemeye çalışıyor. Belirlenen detaylar, sistemin yürürlüğe girmesinden önce kamuoyuna açıklanacak.

Yeni yasa ayrıca, uluslararası profesyonellerin ülkede kalmasını desteklemeyi, şehirleşme ve kentsel yaşam kalitesini artırmayı amaçlıyor.

Mülkiyet kapsamı

Suudi Arabistan Belediye, Köy İşleri ve İskân Bakanı Macid el-Hakil, geçtiğimiz hafta yaptığı bir televizyon röportajında, gelecek ay yabancıların konut amaçlı gayrimenkul edinme sisteminin yürürlüğe gireceğini açıkladı. Bakan, uygulamanın Suudi Arabistan’daki tüm şehirlerde geçerli olacağını, ancak Mekke, Medine, Cidde ve Riyad olmak üzere dört şehirde yalnızca belirlenen bölgelerde mülkiyetin mümkün olacağını belirtti. Ülkede ikamet eden yabancılar ise birer konut sahibi olabilecek.

Öte yandan, sistemin ekonomik sektörler açısından daha esnek olacağı ve ticari, sanayi ve tarım alanlarında yabancıların tüm şehirlerde mülkiyet ediniminin sınırlama olmadan mümkün olacağı kaydedildi.

Suudi Arabistan Belediye, Köy İşleri ve İskân Bakanı Macid el-Hakil (SPA)Suudi Arabistan Belediye, Köy İşleri ve İskân Bakanı Macid el-Hakil (SPA)

Suudi Arabistan Gayrimenkul Genel Otoritesi’nde yabancılar için mülkiyetten sorumlu icra direktörü Fahd bin Süleyman, kasım ayında yaptığı açıklamada, Riyad, Cidde ve kutsal şehirler (Mekke ve Medine) için yabancılara ayrılan bölgelerin hâlâ gözden geçirildiğini ve ‘yakın zamanda’ yeni mülkiyet kurallarını belirleyen yönetmeliklerle birlikte ilan edileceğini duyurdu. Bin Süleyman, söz konusu bölgelerin ‘çok geniş’ olacağını ve büyük ölçekli projeleri kapsayacağını belirterek, bu alanlarda yabancı mülkiyet oranının yüzde 70 ile yüzde 90 arasında olması beklendiğini aktardı. Kutsal şehirlerde satın alma yapacak kişilerin Müslüman olması gerektiğini vurgulayan Bin Süleyman, bunun dışında büyük bir kısıtlama bulunmayacağını ifade etti. Bin Süleyman, “Büyük şartlar yok ve sınırlamalar getirmek istemiyoruz; mevcut yasa ile güncellenmiş yasa karşılaştırıldığında belirgin bir fark görülecek” dedi.

Piyasa tahmini

Uzmanlar ve gayrimenkul sektörü profesyonelleri, güncellenmiş yabancı mülkiyet yasasının yürürlüğe girmesine kısa süre kala, söz konusu sistemin hazır konutlara yönelik ek bir talep yaratacağını ve gayrimenkul piyasasındaki likiditeyi artıracağını belirtti. Uzmanlar, uluslararası şirketlerin Suudi Arabistan’da ofis ve projeler kurmasını teşvik edecek bu sistemin ekonomik aktiviteyi canlandıracağını ve gayrimenkul sektöründe daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme dönemini başlatacağını öngörüyor. Etkinin özellikle Riyad, Cidde, Mekke, Taif, Medine ve turistik bölgelere yakın şehirlerde hissedileceği, yasanın etkilerinin 2026’nın üçüncü ve dördüncü çeyreği ile 2027 yılı boyunca netleşmeye başlayacağı tahmin ediliyor.

Gayrimenkul uzmanı ve pazarlamacı Sakr ez-Zehrani, konuyla ilgili açıklamasında, yasanın uygulanmaya başlamasının Suudi Arabistan gayrimenkul piyasasında dönüm noktası oluşturacağını belirtti. Zehrani, sistemin, geniş bir kesimin kiralamadan mülkiyete geçmesine yol açarak işlem yapan kullanıcı tabanını genişleteceğini vurguladı.

Zehrani, bu dönüşümün hazır konutlar ve planlı konut projelerine yönelik ek talep yaratacağını, satış ve alım hareketliliğini artıracağını ve piyasadaki likiditeyi güçlendireceğini kaydetti.

Gayrimenkul kalitesinin iyileştirilmesi

Zehrani, yabancıların ticari, sanayi ve tarım sektörlerinde tüm şehirlerde mülkiyet edinmesine izin verilmesinin, uluslararası şirketler için Suudi Arabistan’da ofis ve projeler kurma motivasyonunu artıracağı ve bunun ekonomik faaliyetleri canlandırarak gayrimenkul sektöründe daha istikrarlı bir büyüme dönemini başlatacağı öngörüsünde bulundu.

Zehrani’ye göre piyasadaki ilk değişiklikler, gayrimenkul ürünlerinin kalitesinin yükselmesi, geliştiricilerin daha yüksek standartlı ve iyi planlanmış projeler üretmesiyle daha geniş bir alıcı kitlesinin taleplerini karşılamaya yönelik olacak. Ayrıca, yerli ve yabancı yatırımcıların pazara girmesiyle organize arz hacminde de artış yaşanacak.

Yeni sistemin fiyat istikrarını da destekleyeceğini belirten Zehrani, çünkü hem yerleşiklerin hem de yabancıların mülkiyeti genellikle uzun vadeli olup kısa vadeli spekülasyonları sınırlayacağını ifade etti. Yasa ile birlikte uygulanacak yasal ve denetim mekanizmalarının şeffaflığı artıracağını ve finans sektörüne, hem yerleşikler hem de yabancılar için özel finansal ürünler sunma fırsatı sağlayacağını söyledi. Bu durumun kredi hacmi ve piyasa likiditesi üzerinde olumlu etkisi olacağı kaydedildi.

Zehrani, yasanın yürürlüğe girmesinin ilgiyi ve sorgulamaları doğrudan artıracağını, ancak piyasadaki işlemler üzerindeki gerçek etkinin kademeli olarak hissedileceğini belirtti. İlk sinyallerin 2026’nın ikinci çeyreğinde, yabancılar ve yerleşikler için ilk işlemlerin tamamlanmasıyla ortaya çıkmasının beklendiğini söyledi.

Açık göstergelerin 2026’nın üçüncü ve dördüncü çeyreğinde netleşeceğini belirten Zehrani, uygulamanın ilk yılının geçiş dönemi olacağını, en somut etkilerin ise 2026’nın ikinci yarısı ve sonrasında gözlemleneceğini vurguladı.

Coğrafi konuma bağlı olarak değişen etki

Gayrimenkul ve değerleme uzmanı Mühendis Ahmed el-Fekih, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, yeni mülkiyet yasasının etkisinin coğrafi konuma göre farklılık göstereceğini belirterek, en olumlu etkilerin Mekke ve çevresindeki şehirler (Cidde ve Taif) ile Medine’de hissedileceği öngörüsünde bulundu. Riyad’daki gayrimenkul piyasasının ise gayrimenkul mülkiyeti ve yatırımı için yabancı sermayeyi çekmede önemli bir rol oynayacağını ifade etti.

El-Fekih, turizm sektörüne yatırım yapmayı hedefleyen sermayenin, Mekke’ye yakınlığı nedeniyle Taif gibi turistik bölgelere, ayrıca Abha ve Cizan ile Neom projesine yakınlığı sebebiyle Tebük’e yönelmesinin muhtemel olduğunu belirtti.

Uzman, yeni sistemin uygulanmasının ilk yılının piyasanın test edilmesi ve fırsatların değerlendirilmesi açısından bir geçiş dönemi olacağını, gerçek etkinin ise 2027’de, yani ikinci yıl itibarıyla hissedilmeye başlanacağını vurguladı. Ayrıca, yasanın Vizyon 2030 hedefleri doğrultusunda ulusal ekonomide gelir kaynaklarını çeşitlendirmeye ve petrol bağımlılığını azaltmaya katkı sağlayacağını, bu yatırımların Suudi vatandaşlar için yüzbinlerce yeni istihdam fırsatı yaratacağını kaydetti.

Sistem teşvikleri

Suudi Arabistan, Ocak 2026’dan itibaren yürürlüğe girecek olan yeni yabancı mülkiyet yasasıyla gayrimenkul sektöründe kapsamlı bir açılım gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Yasayla, Suudi Arabistan’da yabancıların belirlenen coğrafi alanlarda taşınmaz mülkiyeti edinmeleri yasal olarak düzenlenecek. Bu adım, Vizyon 2030 hedefleri doğrultusunda yabancı yatırımları çekmeyi, gayrimenkul sektörünün GSYİH’ye katkısını artırmayı ve ulusal ekonomide petrol dışı gelir kaynaklarını çeşitlendirmeyi amaçlıyor. Yasa ayrıca uluslararası yeteneklerin ülkede istikrarlı şekilde kalmasını ve yaşam kalitesinin yükselmesini hedefliyor.

Yasa kapsamında, yabancılar yalnızca Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği coğrafi alanlarda mülk edinme yetkisine sahip olacak. Bu alanlar, Gayrimenkul Genel Otoritesi’nin önerisi ve Suudi Arabistan Ekonomi ve Kalkınma İşleri Konseyi onayıyla belirlenecek.

Buna göre, Suudi Arabistan’da ikamet eden yabancılar, belirlenen coğrafi alan dışında sadece bir adet konut satın alabilecek. Mekke ve Medine’de mülk edinmek isteyenlerin ise Müslüman olması zorunlu.

Şirketler açısından ise Suudi şirketler yasasına göre kurulan ve hisselerinde yabancı ortak bulunan şirketlere, belirlenen coğrafi alanlarda mülk edinme hakkı tanınıyor; alan dışında ise faaliyet veya çalışan konutları için mülk edinilebilecek.

Yasa, borsaya kayıtlı şirketler, yatırım fonları ve özel amaçlı kuruluşlar için ise Suudi Arabistan genelinde mülk edinme imkânı sağlıyor. Bu haklar, Sermaye Piyasası Kurumu (CMA) tarafından Gayrimenkul Genel Otoritesi ve ilgili kurumlarla koordineli olarak belirlenen düzenlemelerle uygulanacak.

Yasa, özel ikamet programları veya Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle yapılan anlaşmalarla tanınan hakları etkilemiyor ve yabancı mülkiyetine ekstra ayrıcalık sağlamıyor.

Ayrıca, yabancılardan yapılacak taşınmaz işlemleri için değerinin yüzde 5’ini aşmayan bir harç alınacak; detaylar yürütme yönetmeliğinde belirlenecek. Kurallara uymayanlar para cezası veya uyarı ile karşı karşıya kalacak; yanlış beyanda bulunanlara 10 milyon riyale kadar ceza uygulanabilecek ve mahkeme kararıyla gayrimenkulün satışı sağlanabilecek.


Guterres,'ten Suudi Arabistan’ın dijital hükümet alanındaki nitelikli ilerlemesine övgü

Mühendis Ahmed es-Suveyyan ve Antonio Guterres, (DGA)
Mühendis Ahmed es-Suveyyan ve Antonio Guterres, (DGA)
TT

Guterres,'ten Suudi Arabistan’ın dijital hükümet alanındaki nitelikli ilerlemesine övgü

Mühendis Ahmed es-Suveyyan ve Antonio Guterres, (DGA)
Mühendis Ahmed es-Suveyyan ve Antonio Guterres, (DGA)

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Suudi Arabistan’ın dijital hükümet alanında kaydettiği nitelikli ilerlemeyi övgüyle değerlendirerek, ülkenin ulaştığı seviyenin uluslararası ölçekte örnek teşkil ettiğini ve yenilikçi, etkili kamu hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik açık bir kararlılığı yansıttığını söyledi.

Guterres, beraberindeki heyetle birlikte Riyad’daki Dijital Hükümet Kurumu (DGA) İnovasyon Merkezi’ni ziyaret etti. Ziyarette Kurum Başkanı Mühendis Ahmed es-Suveyyan ve Suudi Arabistan’ın New York’taki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Dr. Abdulaziz el-Vasıl da hazır bulundu.

BM Genel Sekreteri, gelişmiş bir dijital geleceğin inşasına katkı sağlayacak girişimleri desteklemek için ortak iş birliğinin güçlendirilmesinin önemini vurguladı.

cds
Fotoğraf: DGA

Taraflar, görüşmede dijital hükümetlerin geliştirilmesi, inovasyonun desteklenmesi, dijital dönüşüm ekosistemlerinin sürdürülebilirliğinin artırılması gibi ortak konuları ele aldı. Ayrıca Suudi Arabistan’ın sürdürülebilir kalkınma hedeflerini desteklemek ve kamu sektörünün etkinliğini yükseltmek için yürüttüğü dijital yetkilendirme çabaları da değerlendirildi.

Toplantıda, kurum ile BM kuruluşları arasındaki iş birliği imkânları; özellikle bilgi paylaşımı, dijital standartların geliştirilmesi, ortaya çıkan teknolojiler ve yapay zekânın etkinleştirilmesi, kapasite geliştirme ve hizmet kalitesini uluslararası ölçekte yükseltecek ortaklıkların kurulması konularında incelendi.

dsec
Guterres'e Suudi hükümetinin dijital stratejisi hakkında görsel bir sunum yapıldı (SPA)

Guterres, İnovasyon Merkezi’nin dijital kapsayıcılık, hizmet tasarımı, eğitim deneyimleri, yapay zekâ ve yeni teknolojiler gibi alanlarda uzmanlaşmış laboratuvarlarını gezerek merkezde sunulan imkânlara ilişkin bilgi aldı.

Kurum ekibi, Suudi Arabistan’ın dijital hükümet stratejisine ve ilgili BM göstergelerinde kaydedilen ilerlemeye dair bir sunum gerçekleştirerek ülkenin dijital altyapısının olgunlaştığını ve ulusal deneyimin gelişmişliğini ortaya koydu.