Suudi Şair Harz: 2030 Vizyonu Suudi Arabistan toplumu için dönüm noktasıdır

Suudi şair ve eleştirmen Muhammed el-Harz
Suudi şair ve eleştirmen Muhammed el-Harz
TT

Suudi Şair Harz: 2030 Vizyonu Suudi Arabistan toplumu için dönüm noktasıdır

Suudi şair ve eleştirmen Muhammed el-Harz
Suudi şair ve eleştirmen Muhammed el-Harz

Abir Yunus

Suudi şair ve eleştirmen Muhammed el-Harz, eleştirel eserlerinde kültürüne ve derin vizyonuna güvenerek, kendisi için eleştirel şair olmayı seçtiği için yazarken duygularını gizlemedi. Hayatın ayrıntılarında şiir peşinde koştuğu ve tefekkür için duraklamaların ardından Suudi kültür ortamını okumaya ve bu ortamın kültürel, entelektüel ve edebi açıdan geçirmekte olduğu dönüşümleri izlemeye yönelik eleştirel kaygılarıyla tanınıyordu. Düzyazı şiirini seçti ve onu hayatı anlamanın bir hazinesi ve motivasyonu olarak gördü. “Hasarlı Anılarla Bir Gömlek”, ‘Bana Benzeyen Bir Adam’, “Tüy Kadar Hafif, Acıdan Daha Derin” ve “Gurbetin Kanını Hatırlamayan Eski Elbiseler” adlı birçok şiir kitabı yayınladı. Ayrıca “Kimlik ve Bellek - Eleştirinin Biçim ve Yollarının Çeşitliliği” ve ‘Yazının ve Bedenin Şiirselliği’ gibi birçok eleştiri kitabı yayınladı. Ayrıca Suudi Arabistan'ın içinde ve dışında birçok toplantı ve festivale katıldı.

-Neden eleştiri üzerinde çalışmayı seçtiniz?

Seçim değildi, o an eleştirel söylemi dikkate almak gerekiyordu. Bu söylem, modern metnin güzelliklerini ve şiirselliğinin çeşitli yönlerini açığa çıkarıyordu. Ayrıca, şiir, şiirsellik, metin ve dünya meselesinde insan bilimlerinin ulaştığı büyük gelişimi de açığa çıkarıyordu. Ayrıca, en azından benim için çok önemli olan bir mesele daha vardı: Modern şairlerin çoğunun tercüme ettiği dünya şairlerinin şiirleri. O dönemde çeviriyi algılama sorunu, o dönemdeki çevrilen metnin estetiğini takdir etmekte zorlanan beğeniyi gölgeliyordu.

Bahsettiğim bu gözlemlere dayanarak eleştirel çalışma motivasyonum, modern metnin şiirselliğini anlamama çok yardımcı olacağı yönündeydi. Özellikle yakın zamanda arkadaşlarımdan şiirsel deneyimler edindim. Onlarla metinleri aracılığıyla derinlemesine iletişim kurmaya acil bir ihtiyaç vardı. Ancak, yine de eleştirel akademik teorinin mekanik ve katı kalıplarına kapılmamaya dikkat ettim.

“2030 Vizyonu sonrası aşama, Suudi toplumunun yakın tarihi boyunca tanıdığı en önemli olgu ve davranışlar açısından dünyayı sarsacak bir aşama olarak tanımlanabilir.”

Benzersiz bir deneyim

-Modern dönemde, Batı'da eleştirel ekoller biliniyordu ve birçok Arap eleştirmen, Batı eleştirel ekollerinin yöntemlerini ithal etti. Eşsiz bir eleştirel deneyim yaratmak için ne gibi temeller attığınız?

Bence şair ruh hali, eleştirel deneyimimi yönetiyor. Yani, herhangi bir güzel metin karşısında duygularımı bastırmıyorum ve onunla etkileşime giriyorum ve sonra ondan yazıyorum. Yaratıcı metinleri almanın bu yöntemi profesyonel eleştirmenler tarafından bilinmiyor. İşte ikisinin arasındaki farkı gördüğüm yer burası. Elbette, ben şair-eleştirmeni savunuyorum. Bence metni içten anlamak, yorumlamak ve geliştirmek için en uygun kişidir. Öte yandan, profesyonel eleştirmen metni dışardan anlama ve yorumlamada daha yeteneklidir. Bu, şiirsel metinlerin, yazarın diğer şairlerle olan ilişkisi bağlamında kültürel, edebi ve sosyal bağlamlara göre geliştiği anlamına gelir. Bu, şairin farkında olsun veya olmasın yaptığı bir gelişimdir.

Ama bana göre şair eleştirmen bu araçlara ve bu gelişimi açıklayabilecek mantıksal dile sahiptir ve içeriden kastettiğim de budur. Profesyonel eleştirmen, işinin bir bölümünde, metinleri sosyal veya kültürel olgular olarak görecek şekilde teorinin peşinden koşma tuzağına düştüğüne -elbette bu vizyonla ilgilenen kültürel teoriler var-veya metnin sunduğu, teorinin nedenleriyle değil, metnin gerekçeleriyle bağlantılı estetiği hesaba katmadan, teorinin sınırlarını ve ufuklarını keşfetmeyle meşgul olduğuna inanıyorum. Profesyonel bir eleştirmenin çok takdir ettiğim ve çabasını saygıyla karşıladığım başka bir yönü daha var. Bu yöne, metinleri ve deneyimleri tarihsel bağlamına yerleştiren tarihçinin ruhu diyebiliriz. Bu sayede, anlama ve yorumlama için bize yeni ufuklar açılır. Konuyu uzatmamak için örnekler vermek istemiyorum.

Majalla

Eleştiri alanı

-Suudi kültür sahnesini konu alan çok sayıda eleştirel kitap yayınladıktan sonra bu sahneyi en çok farklı kılan şey nedir?

İki aşama; 2030 vizyonundan önce ve sonrası arasında fark var. İlk aşama, 30 yıldan fazla bir süreyi kapsayabilirdi. Kültür, ya şiir, öykü, roman ve basit tiyatro gibi edebiyat etkinlikleri olarak görülüyordu ve bu rolü resmî kurumlar sağlıyor ve destekliyordu. Ya da düşünce, toplum ve din gibi konulardaki etkinlikler olarak görülüyordu. Bu etkinlikler, ya bireysel çabalarla çalışan ve seminerler, medya platformları ve gazeteler aracılığıyla öne çıkan entelektüeller ve düşünürler tarafından gerçekleştiriliyordu. Ya da akademik dersler yoluyla öğrencilerine fikirlerini sunan akademisyenler tarafından gerçekleştiriliyordu. Her iki yönelimde de etkili düşünce akımlarının oluşmasına işaret eden belirtiler yoktu. Bu nedenle, bu iki yönelimden hiçbiri yönlendirici bir güce sahip değildi. Tabii ki, bu, kültürel manzarayı güçlü bir şekilde eğitim politikaları ve çıktılarıyla ilişkilendirmezsek. Bu politikalar ve çıktılar, bireyin kültürü, vatan, dünya ve öteki hakkındaki algılarını derinlemesine etkiledi.

2030 vizyonundan sonraki aşama, yakın tarihte Suudi toplumunun tanık olduğu en çarpıcı olay olarak tanımlanabilir. Vizyon stratejisi, derin ve zengin çeşitliliğe sahip miras, mirasın ve yenilikçiliğin tüm formlarında sanat, moda, tiyatro, müzik, yemek ve sinema vb. gibi daha önceden keşfedilmemiş toplumdaki güç kaynaklarını ortaya çıkardı. Bana göre en önemli özelliği, Suudi insanı hakkındaki klişeleri yıkmasıdır. Aynı zamanda, Suudi insanın dünyayla etkileşim içinde olduğu ve mümkün olduğunca katkıda bulunduğu bir görüntü yarattı.

Şiir için motivasyon

-Sizi şiir yazmaya iten şey nedir?

Geriye dönük bir tavrı ifade etme iradesi. Bu iradede birçok yön vardır, en önemlileri kaygı, kopma (tasavvufi anlamda değil) ve olağan günlük yaşam pratiğinden vazgeçmektir. Ben, bir olayı, durumu veya anlık bir tefekkürü ifade etmek için şimşek hızıyla yazan şairlerden değilim. Herkes, tıpkı diğer insanlar gibi üzüntü, sevinç, acı, yalnızlık, trajedi ve kayıp gibi duygulara maruz kalır. Her şair, psikolojik ve zihinsel hazırlığına, yeteneğine ve kültürüne göre şiirsel söylemi bu hazırlığa veya yeteneğe uygun olarak oluşturur. Ben, bu yaşam koşullarını deneyimlerken şok yaşayan şairlerden biriyim. Bu şok zaman içinde uzayabilir veya kısalabilir. Ancak, sonunda bellekte yerleştikten ve mekanizmalarıyla kazındıktan sonra metne dönüşür.

“Profesyonel eleştirmen teorinin peşinden koşma tuzağına düşer ve metinleri toplumsal ya da kültürel olgular olarak görür ya da metnin ne önerdiğine bakmaksızın teorinin sınırlarını ve ufuklarını keşfetmeyle meşgul olur.”

Düzyazı şiiri

-Dikey şiirle başlayıp düzyazı şiiriyle bitirdiniz, düzyazı şiiri size ne kazandırdı?

Şiir hakkında konuşmaktan hoşlandığım metafor, elime geçen ve ne kadar çok kilidini açmaya çalışsam da açmakta zorlandığım, içi altın ve elmasla dolu sıkıca kilitli bir sandığa benzemesidir. Şiir, yoldaki işaretler gibi, yolunu kaybetmemesi için yol gösteren hazır özelliklere sahip değildir. Bu hazine hayali olabilir ve sadece hayalde var olabilir. Ancak, şiir bana edebi araştırma ve bilgi merakı için bir yol yarattı ve metni, insanı ve dünyayı anlama çabamda güçlü bir motivasyon oldu.

- Şiir yazarken içinizdeki eleştirmeni kontrol ediyor musunuz, yoksa onu serbest mi bırakıyorsunuz?

Şair ve eleştirmen kimliğim, yazım anında içimde nerede biter, nerede başlar bilmiyorum. Kalem ve cetvelle bir çizgi çizip, işte bu iki kimlik arasındaki sınırdır demem mümkün değil. Bu konuda sadece şunu söyleyebilirim: Bakma ve yazma deneyiminin birikimi, hangisinin baskın olacağını belirler. Bu sınırlara tam olarak inanmasam da mesele nihayetinde deneyimin birikimi ve onun kendini aşma yeteneğiyle ilgilidir. Örneğin, şiirsel başlangıçlarımda, özellikle ikinci derleme ‘Tüy Kadar Hafif, Acıdan Daha Derin’de, nazı metinlerde saf şiirselliğin bazı özelliklerine rağmen, koleksiyonun atmosferi çoğunlukla anlatıya çekilen eleştirel yönelimli bir felsefi bakışa dayanıyordu. Ancak, bu tür atmosferler sonraki kitaplarımda tamamen ortadan kalktı. Eleştirel yön ve hassasiyet, şiirsel yazmaya fayda sağlamak için bütünleştirildi. Bu, dediğim gibi, deneyimin birikimine dayanmaktadır.

Majalla

-Şiir alanında ilerledikçe dille nasıl baş ediyor ve onu rahatlıkla kullanabiliyor musunuz?

Her dilin tarihsel yüklerle dolu olduğunu, her kelimenin içinde anlamlar, yorumlar ve açıklamalarla dolu bir tarih olduğunu öğrendim. Bu yüklerden kopmak ve onları şiirsel yazmanın farklı bağlamlarına yerleştirmek, beni başlangıcından beri sürrealist şiire çeken şeyler oldu. Buradan hareketle, kelimeleri anlamlarının farklı bir ufkuna yerleştirmeye çalışarak metinler yazdım. Bu, dediğim gibi dili biçimlendirmede kolaylık sağladı. Ancak, şiirsel dili dilsel bir beceri olarak görmenin yarattığı gizem, dilsel düşünme ve kültürel bellek labirentine soktu.

Ancak daha sonra dilin Heidegger'in dediği gibi ‘varoluş evi’ olmasının anlamını ve dilin, bu otoritenin gücü ne olursa olsun, hayatta varoluşumuzu sağlamamızı sağlayan otorite olduğunu anladım. Dolayısıyla şiiri yazarken dile başvurma çabam, dile dair bu derin anlayışla bağlantılıdır. Ayrıca metinde dile başvurduğunuzda, öncelikle dil de dahil olmak üzere çevrenizdeki şeylerle baş etme tarzınıza başvurursunuz. Roland Barthes "Stil sizin hayatınızdır" dememiş miydi?

Şiirin acısı

Bir röportajınızda ‘Şiir bir iç ağrıdır’ demiştiniz. Peki acı veren duyguları gizli yerlerinden kurtarıp onları şiirde açığa çıkan bir zafere yönlendiren şey nasıl acı olabilir? Şiir mi acıdır, yoksa acı mı şiir yazmanın motivasyonudur?

Her ikisi de bu acıyı farklı derecelerde güçlendirir. Bu, öncelikle ‘ağrı’ kelimesini nasıl anladığımıza ve yorumladığımıza bağlıdır. Bu kelime, bizim anlayışımızda genellikle manevi acıyı ifade eden kelime ailesine yakındır.

Doğrudur, şiirin bir işlevi, bizi ruhumuzda kökleşmiş olan psikolojik bastırılmışlıklardan ve duygulardan kurtarmaktır. Ancak, şiir, bir yandan şairin ruhundaki kırılganlığı da derinleştirebilir. Özellikle, şair psikolojik ve fiziksel yapısında ve aile yapısında kırılgansa, bu onu mutsuzluğa ve intihara götürebilir. Bu kırılganlığı yaşayan ve sonunda intihar eden birçok büyük şair örneği vardır.

Ayrıca, şiirin doğumuyla ilişkili bir tür acı vardır, tıpkı bir annenin bebeğini doğurmasıyla ilişkili olduğu gibi. Şiirin doğumunda, fiziksel ve duygusal bir acı ile karşılaştırılan mecazi bir acı ve acı vardır. Ancak, sonunda, bu acı her ikisi için de varoluşsal bir sevince dönüşür.

Majalla

- Düzyazı şiirinin yayılmasının düzyazıyı en iyi duruma getirdiğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle değil, şiirden farklı bir tür olarak kabul edilmese de şiirsel bir tarzda yazılmış birçok düzyazı örneği vardır. Örneğin, Halil Cibran, Orhan Mîsâr, Nizar Kabbani ve Hüseyin Merdan gibi yazarlar, düzyazılarını farklı üsluplarla geliştirdiler. Ancak, bu yazarlar şiir yazmadıklarını iddia etmediler. Dahası, düzyazı hem geleneksel hem de serbest şiirin gelişimiyle birlikte gelişti. Geleneksel şiirde, içerik daha önemli bir rol oynarken, serbest şiirde, anlam ve ritim daha önemli hale geldi. Ancak, şiirsel düzyazıyı savunan ve onun için teoriler geliştiren şairler üzerinde durduğumuzda, bu teorilerin, şiirsel düzyazı yazmaya başlayan sonraki şairler üzerindeki etkisinin, şiirin gelişimine pek yardımcı olmadığını görüyoruz. Bunun en önemli nedenlerinden biri, şairin, teoride belirtilenleri uygulamakla meşgul olmasıdır. Bu da şairin yazımdaki macerasını sınırlandırarak, şiiri daha geniş bir alana götürmesini engeller. Oysa teori, temelde yazımdaki özgürlüğü ve onu sınırlayan her türlü kısıtlamadan kurtulmayı savunur. Bununla birlikte, bu durumun, çağdaş Arap edebiyatında şiirsel düzyazı tarihinin tamamına uygulandığını söylemek mümkün değildir. Ancak, bu durum, bu edebiyatı diğer dünya edebiyatlarından ayıran dikkat çekici bir olgudur.

“Bu göstergeler, kültür sahnemizin sadece ulusal düzeydeki aydınlara, yazarlara ve düşünürlere değil, Arap dünyası düzeyinde de geniş ufuklar açacağı konusunda bizi iyimser kılıyor.”

Biyografi

-Otobiyografinizi yazma konusunda nereye ulaştınız ve bu otobiyografiyi yönlendiren fikirler neler?

Birinci bölümünü bitirdim. Aslında, bunlar bir dizi temadır ve her tema, belirli bir bölümü kapsar. Hayatımdaki denizin hikayesi var. Arap Körfezi ile ayrılan iki şehir arasında yaşadım: Bahreyn'deki el-Ahsa ve Muharrek. Baba teması ve mekan teması da var. Şu anda yayınlamak için acele ettiğimi sanmıyorum.

- Bir eleştirmenin gözüyle Suudi Arabistan'daki kültürel hareketin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Mevcut göstergeler, sahnemizin yıl boyunca etkinlikler, faaliyetler, festivaller ve diyaloglarla dolup taşan bir arı kovanına benzediğini gösteriyor. Devlet kurumlarının sahneyi Arap dünyasının en etkili ve etkileyici sahnesi haline getirmek için sınırsız desteğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu göstergeler, sahnemizin yalnızca ulusal düzeyde değil, aynı zamanda Arap dünyasının geri kalanında da entelektüeller, yazarlar ve düşünürler için geniş ufuklar açacağına dair iyimser olmamızı sağlıyor.

Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Medeniyetler çatışması korkularının yeniden canlanması, değerler diplomasisini ön plana çıkarıyor

Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
TT

Medeniyetler çatışması korkularının yeniden canlanması, değerler diplomasisini ön plana çıkarıyor

Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Mustafa el-Ensari

Amerikan toplumu kültürel çatışma ve geniş çaplı bir iç kutuplaşma yaşarken, Sudan etnik ve kültürel arka planlardan kaynaklanan korkunç bir insani trajedi yaşıyor. Rusya benzer bahanelerle Ukrayna'yı işgal ederken, “Medeniyetler Çatışması” belki de tezin sahibi Samuel Huntington'ın 20. yüzyılın son on yılında öngördüğünden daha da hızlı ve vahim bir tempoda, gerçekliğe dönüştü. Huntington'ın Batı ile İslam arasında olacağını öngördüğü ve gerçekten de yaşanan çatışma, bununla sınırlı kalmadı. Gelişmeler, aynı sistem içindeki -Batı, İslam veya Avrasya – çatışmaları da körükledi.

Kültürel ve insani kutuplaşmanın küresel olarak tırmandığı bu tarihi anda, Riyad, “İnsanlık İçin Diyaloğun 20 Yılı: Çok Kutuplu Dünyada Karşılıklı Saygı ve Anlayışın Yeni Dönemine Doğru” teması altında, 80 ülkeden bin 200 katılımcıyla BM Medeniyetler İttifakı (UNAOC) Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu. Bu forum, kültürel ve değerlere dayalı diplomasiye yönelik özlemlerin, krizlerle dolu gerçekliğin çelişkileriyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde düzenleniyor.

Forum “medeniyetler diplomasisini” yeniden canlandırmayı amaçlarken, 70 binden fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği Gazze'deki devam eden savaş ve 10 milyon insanı yerinden eden Sudan çatışması, savaşların insanlığa tarifsiz acılar getirdiğini acı bir şekilde hatırlatıyor. Suudi Arabistan'ın foruma ev sahipliği yapma girişimi, bölgenin, medeniyetler ve bunların uluslararası politika üzerindeki etkisi konusunu yeniden gündeme getiren küresel tartışmada kilit bir oyuncu olarak rolünü sağlamlaştırma çabalarında dönüm noktası oluşturuyor.

Medeniyetler Çatışması tezi şaşırtıcı bir geri dönüş yapıyor

1990'larda Soğuk Savaş'ın sona ermesi, küresel çatışma çerçevelerini yeniden tanımlamada önemli bir dönüm noktası oldu. Bu bağlamda Samuel, uluslararası sistemin artık ideolojilere veya yalnızca ekonomik çıkarlara değil, medeniyet bağlarına dayalı çatışmalar yaşayacağı yeni bir aşamaya girdiğini savunan ünlü tezi “Medeniyetler Çatışması”nı yayınladı. Körfez Araştırma Merkezi'nde kıdemli danışman olan Salih bin Muhammed el-Kaslan'ın belirttiği gibi, bu tez geniş çapta yankı uyandırdı çünkü “daha barışçıl ve iş birlikçi olması umulan bir geleceğe dair kasvetli tablo çiziyordu. Bunun gerçekleşmemesi için harcanan yoğun çabalara rağmen, son yıllardaki göstergeler, daha az sesli ve ulusal stratejilere daha fazla entegre edilmiş olsa da medeniyetler çatışması tezli güçlü bir geri dönüşü gösteriyor.”

Bu analize göre söz konusu geri dönüş, medeniyetler çatışmasının ve çarpışmasının mantık ve farkındalıktan yoksun olduğunu, gerici ve tehlikeli kavramlarla beslendiğini kanıtlıyor. Zira uluslar arasındaki kaçınılmaz ve doğal farklılıkları varoluşsal çatışmaya dönüştürerek, en ufak bir sürtüşmeyi bile potansiyel olarak patlayıcı hale getiriyor.

Forumun oturumları bağlamında ve çatışma teorisinin geri dönüşü görüşüne yanıt olarak, Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Şeyh Muhammed el-İsa şunları söyledi: “Bu teori, Yaratıcının hikmetini anlamayı ve tarihten ders çıkarmayı hak eden bir dünyada nefretin, şiddetin ve savaşların yakıtı olmayı sürdürdü.” İsa’nın belirttiği gibi, Suudi Arabistan'ın bu tezleri reddetmesinin temelinde, medeniyetlerin “ötekine karşı akılcı bir saygı, Allah katında insanların en sevimlisi, insanlara en faydalı olanıdır ilkesinden ilhamla, kültürel değerlerin ve insanlık için ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla ilerlediği inancı yatmaktadır.”

Medeniyet boyutuna verilen bu artan önem, günümüzün büyük güçlerinin politikalarında açıkça görülüyor. Örneğin Rusya, 2023 dış politika belgesinde kendisini bir “medeniyet devleti” olarak tanımlamış ve tek taraflı hegemonyaya alternatif olarak “insanlık medeniyeti senfonisi” fikrini önermişti. Daha Doğu'da Çin de bu konuya değinmiş ve 2023 yılında Devlet Başkanı Şi Cinping, medeniyetler çeşitliliğine saygıyı vurgulayan, başkalarına model dayatma girişimlerini reddeden “Dünya Medeniyetleri Girişimi”ni başlatmıştı. Araştırmacı Kaslan, popülist sağın yükselişinin Batı'da da medeniyet boyutunu yeniden kamuoyundaki tartışmaların ön saflarına taşıdığını gözlemliyor. Ona göre bu durum, “Batı medeniyetinin değerlerinin içsel aşınması” konusunda uyarıda bulunan yetkililerin konuşmalarında görülüyor ve bu da medeniyet boyutunun büyük güçlerin stratejik düşüncesinin bir parçası haline geldiğini ve “medeniyet çok kutupluluğu” çağının başlangıcını duyurduğunu doğruluyor.

Medine Vesikası’ndan çatışmaların çözümüne

Suudi Arabistan'ın bu sahnedeki varlığı sadece geçici bir ev sahipliği değil, küresel tartışmada önemli rol oynamak için stratejik bir şanstır. Medeniyetler çatışması ve medeniyetler diyaloğu ikilemi tarihsel olarak İslam ile diğer medeniyetler arasındaki ilişki etrafında dönmüştür. İslam'ın beşiği, Haremeyn-i Şerifeyn’in evi olma statüsü ve İsa'ya göre “insan hakları ve kapsayıcı vatandaşlığın temelleri üzerine en eski yazılı belge olan Medine Vesikası'nın ortaya çıktığı insanlık medeniyetinin beşiği” olması nedeniyle Suudi Arabistan, gerçekte çağdaş medeniyet ikileminin kalbinde yer alıyor. Bu rol tarihsel olarak köklü ve birkaç yıl önce Medine Vesikası’nın izinde başlatılan Mekke Vesikası, Riyad'ın bu konuya olan uzun süreli ilgisini yansıtıyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan al-Suud, ülkesinin foruma ev sahipliği yapmasının hoşgörü, diyalog ve birlikte yaşama değerlerini teşvik etmeye yönelik uluslararası çabaları desteklediğini teyit ederek, “medeniyetler arası iletişim, barışı sağlamanın ve çatışmaları çözmenin en iyi yoludur” vurgusunu yaptı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu taahhüt sadece söylemden ibaret değil, Krallığın 2030 Vizyonu'nun içeriğinin de pratik bir yansımasıdır. Bu vizyon, “İtidal Aşırılıkçı Düşünceyle Mücadele Merkezi” ile “Selam Medeniyetler Arası İletişim Projesi” gibi aktif kuruluşlar aracılığıyla “ılımlılık ve medeniyetlere açılım temelinde ulusal bir yaklaşımı yansıtmakta, nefret söylemi ve aşırıcılıkla mücadele etmektedir.”

Suudi Arabistan'ın katılımı, özellikle yeni nesilleri eğitmenin, ekonomik ve teknolojik gücün yanı sıra değer boyutunun da kilit bir belirleyici haline geldiği uluslararası düzenin yeniden şekillendirilmesiyle ilgili tartışmaya bir katkıyı temsil ediyor.

Bu bağlamda Bakan, “umudun en iyi ifadesi, geleceğin liderleri ve barış elçileri olan gençlerdir” diye belirtti. Bu nedenle ana forumun yanı sıra bir gençlik forumu da düzenlendi. Dahası Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı Gençlik Forumu başlatıldı.

Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri Dr. Muhammed bin Abdulkerim İsa ise “BM'nin üzerine kurulduğu uluslararası insani değerlerin uluslararası meşruiyete sahip olduğunu” vurguladı. “İslami değerlerin medeniyetler ittifakını desteklediğinin” altını çizdi ve “aşırıcılık ideolojisinin Doğu ve Batı arasındaki medeniyetler çatışmasını artırdığı” uyarısında bulundu.

Uygulama zorluğu

Guterres ise yaptığı konuşmada, çatışmalar karşısında diyaloğun bir “lüks” değil, “hayati bir gereklilik” olduğunu vurguladı. Ulusları savaş ve çatışma tehlikelerinden koruyan önleyici barışın gerekliliğinin altını çizdi. Ancak araştırmacı Kaslan'a göre forumun gerçek değeri, Krallığın ittifakın yenilenen ivmesini sürdürülebilir, sembolik açıklamaların ötesine geçerek 2031'in ötesine uzanan uluslararası ajandaya dönüştüren bir sürece evrilmesini sağlama yeteneğinde yatıyor. Bu ise derin kurumsal icraatlar gerektiriyor.

Kaslan, bu sürdürülebilir sürecin, varlığı ve etkisi gerilemiş olan Kral Abdullah bin Abdulaziz Uluslararası Dinlerarası ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi'ni (KAICIID) yeniden canlandırmak için ciddi bir kurumsal çaba gerektirdiğini de kabul ediyor. Ona göre bu, aynı zamanda merkeze ivmesini yeniden kazandırabilecek fikri yetkinliğe ve net idari kapasiteye sahip bir liderliğin seçilmesini de gerektiriyor. Eş zamanlı olarak, başta Avusturya ve İspanya olmak üzere merkezin kurucu üyeleriyle etkili bir ortaklığın yeniden kurulmasını, onların merkezi destekleme ve rolünü pekiştirme konusundaki siyasi ve kurumsal taahhütlerini yenilemelerini de sağlamayı gerektiriyor.

Kaslan bu bağlamda, merkezin yeniden aktif hale getirilmesinin, Krallığın uluslararası arenada medeniyetin yeri hakkındaki soruları ele almada kilit bir ortak haline gelmesi yolunda önerilen adımlardan sadece biri olduğunu belirtti. Böylece merkezin Krallığın yumuşak gücünü artırmaya katkıda bulunacağını ve Suudi diplomasisinin yükselişiyle uyumlu olacağını ifade etti.

Forumun, nefretle mücadele ortaklıklarını belirleyen göç, kadınların barıştaki rolü ve yapay zeka kaynaklı dezenformasyonla mücadele konularına odaklanan “Riyad Deklarasyonu”nun kabul edilmesiyle yeni bir uluslararası gündeme katkıda bulunması bekleniyor.

Bu gidişat, Amerikan stratejik söylemindeki değişim de göz önünde bulundurulduğunda daha da netleşiyor. Yirmi yıl boyunca, Bush, Obama ve Biden dönemlerindeki ulusal güvenlik stratejileri, tehditleri analiz ederken veya büyük eğilimleri tanımlarken “medeniyet” terimini kullanmamış, bunun yerine demokrasiler ve otoriter rejimler gibi siyasi sınıflandırmalara dayanmıştı.

Ancak, Trump yönetiminin yakın zamanda açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi, medeniyet boyutunu açıkça vurgulayarak bu kalıptan net bir sapmayı temsil ediyor. Belge, “Avrupa'nın medeniyet güvenini ve Batı kimliğini yeniden kazanması” gerektiğini belirtti ve “medeniyet kimliğinin aşınması olasılığı” konusunda uyarıda bulundu. “Yeterlilik ve liyakatin, ABD'nin en önemli medeniyet avantajları arasında olduğunu” savundu. Kaslan, “bu ağırlıktaki bir referans belgede bu tür bir dilin kullanılması, medeniyet boyutunun Batı'da stratejik düşüncenin yapısının parçası haline geldiğini ve sadece kültürel söylem olmadığını ortaya koyuyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bu nedenle, yapıcı bir medeniyet yaklaşımının gerçek sınavı, siyasi kutuplaşmadan uzak, pratik uygulamada yatıyor. Nihai amaç, ortak insani değerlere saygıyı yeniden tesis eden ve çatışma mantığını aşan dengeli bir medeniyet söylemi oluşturmaktır. Gazze ve Sudan'da devam eden trajedilerin gölgesinde, katılımcıların da düşündüğü gibi, diyalog sadece diplomatik bir seçenek değil, 21. yüzyılın “insanlığın savaşlara tanık olduğu son yüzyıl” olmasını sağlamak için varoluşsal bir zorunluluktur. Katılımcılar, medeniyetlerin, ötekine karşı akılcı bir saygı ve sundukları medeni ve ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla yükseldiğini vurguladılar.

ABD Başkan Yardımcısı Batı medeniyeti için endişeleniyor

J.D. Vance'in Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşması da bunu açıkça doğruluyor. Vance konuşmasında doğrudan Batı'yı sadece coğrafi bir alan olmanın ötesine geçen medeniyet oluşumu olarak tanımlayan bir vizyon sundu. Batı’yı Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Hristiyan değerlerinin etkileşimiyle şekillenen, yüzyıllarca süren çaba ve fedakarlıkla inşa edilen ve korunan bir medeniyet olarak tanımladı.

Kaslan'ın forumun oturumları arasında sunduğu değerlendirmede belirttiği gibi, Vance konuşmasında bu tanımlama ile sınırlı kalmadı. Daha da ileri giderek, bu uygarlığın üzerine kurulduğu değerleri koruma, öz farkındalığını ve tarihsel rolünü sürdürme yeteneği hakkında temel bir soruyu da gündeme getirdi. Bu soruya verdiği yanıtta, dışsal zorluklar ve içsel baskılar karşısında Batı kimliğini yeniden teyit etmenin önemini vurgulayarak, bu kimliği güçlendirmenin, gücü ve statüyü korumak için gerekli bir koşul olduğunu belirtti.

vgth
ABD Başkan Yardımcısı J.D.Vance (AP)

Suudi araştırmacı, ABD Başkan Yardımcısının Avrupa'nın kalbinde tarihi öneme sahip Münih şehrinde düzenlenen uluslararası bir konferansta yaptığı bu konuşmanın, “kendini tanımlamada veya iç ve dış zorlukları karakterize etmede, Batı siyasi söylemine medeniyetsel değerlendirmelerin dahil edilmesine yönelik artan bir eğilimi” gösterdiği görüşünde.

Ancak şu soru varlığını sürdürüyor: Bu yeni yaklaşım, çatışmayı körükleyen ve buna bahis oynayan önceki yaklaşıma benzer mi, yoksa tam aksi mi olacak?

Bu nedenle, bu karmaşık alanda faaliyet gösteren bir kuruluş olan Rabıta’nın Genel Sekreteri İsa, medeniyetler çatışması ve çarpışması teorilerini eleştirerek, bunları “mantık ve farkındalıktan yoksun” diye tanımladı ve “akademik hiyerarşide bazıları ileri görünse bile” kusurlu ve tehlikeli kavramlara dayandığını belirtti. Tehlikesinin, uluslar arasındaki kaçınılmaz anlaşmazlıkları doğal seyrinden çıkarıp varoluşsal bir çatışmaya dönüştürmelerinde yattığına dikkat çekti. “Bu teoriler, Yaratıcının hikmetini anlamayı ve tarihten ders çıkarmayı hak eden bir dünyada nefretin, şiddetin ve savaşların yakıtı olmayı sürdürdü. Medeniyetler çatışma yoluyla değil, karşılıklı saygı, kültürel değerlerin ve insanlık için ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla ilerler” diye ekledi.

Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri, günümüz dünyasının “önleyici barışa”, yani ulusları yaşanmadan önce savaş ve çatışmaların tehlikelerinden koruyan proaktif bir yaklaşıma acil ihtiyacı olduğunu vurguladı. Dini liderleri ve kanaat önderlerini, çatışma söylemlerine karşı “akılcı ve birlikte yaşamı tesis eden” fikirlerle karşılık vermeye çağırdı.

Forum, 20 yıllık küresel diyaloğun kazanımlarını gözden geçirmeyi, mevcut zorlukları tartışmayı, halklar arasında uzlaşıyı güçlendirmeye yönelik ortak bir eylemin geleceğini tasavvur etmeyi, uluslararası barış ve istikrarı desteklemeye katkıda bulunan iletişim köprüleri kurmayı amaçlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Suudi Arabistan ve Çin karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzaladı

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
TT

Suudi Arabistan ve Çin karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzaladı

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Riyad’da dün Suudi Arabistan ile Çin arasında bir görüşme gerçekleştirildi. Görüşmede, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan bin Abdullah’ın daveti üzerine Riyad’a yaptığı ziyaret kapsamında, iki ülke arasındaki kapsamlı stratejik ortaklık ilişkileri ele alındı. Toplantı sırasında, diplomatik, özel ve hizmet pasaportu sahiplerine yönelik karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzalandı.

Taraflar, ekonomi, ticaret, yatırım ve enerji başta olmak üzere çeşitli alanlardaki ikili ilişkilerin mevcut seviyesini gözden geçirerek, bu ilişkilerde kaydedilen hızlı gelişmeden duydukları memnuniyeti dile getirdi. Ayrıca ziyaretin, Suudi Arabistan ile Çin arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 35. yıl dönümüne denk gelmesine dikkat çekilerek, bu sürecin ortak çıkarlar doğrultusunda artan görüş yakınlaşması ve iş birliğiyle desteklendiği vurgulandı.

efgthy
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Suudi Arabistan ve Çin dışişleri bakanları, Suudi Arabistan-Çin Yüksek Düzeyli Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite’nin beşinci toplantısını da gerçekleştirdi. Toplantıda, ikili iş birliğinin çeşitli alanlarda güçlendirilmesinin yolları ele alınırken, koordinasyon ve istişarenin sürdürülmesinin önemine vurgu yapıldı.

Taraflar, iki ülkenin hayati çıkarlarıyla bağlantılı konularda karşılıklı desteğin sürdürülmesi konusunda kararlılıklarını teyit ederek, güvenlik, istikrar, kalkınma ve refahı güçlendiren her türlü çabanın desteklendiğini ifade etti. Suudi tarafı ayrıca ‘tek Çin’ politikasına bağlılığını yineleyerek, Çin Halk Cumhuriyeti hükümetinin Çin’i temsil eden tek meşru hükümet olduğunu ve Tayvan’ın Çin topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladı.

Çin tarafı ise Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesine verdiği desteği dile getirirken, Krallığın bölgesel ve uluslararası düzeyde güvenlik ve istikrarın desteklenmesinde üstlendiği rolü takdir etti. Ayrıca Çin tarafı, Vizyon 2030 kapsamında Suudi Arabistan’da kaydedilen ekonomik gelişmeleri övdü ve Aralık 2022’de Krallık tarafından ev sahipliği yapılan Riyad Arap-Çin İşbirliği ve Kalkınma Zirvesi’nin sonuçlarını olumlu buldu.

drgt
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Suudi tarafı, Çin’in 2026 yılında İkinci Arap Devletleri-Çin Zirvesi ile İkinci Körfez-Çin Zirvesi’ne ev sahipliği yapmasına destek verdiğini açıkladı. Çin tarafı ise Krallığın ev sahipliğinde düzenlenecek Expo 2030’a katılmaya hazır olduğunu bildirdi.

Taraflar, ortak ilgi alanına giren bölgesel ve uluslararası meseleler hakkında görüş alışverişinde bulunurken, Filistin meselesine kapsamlı ve adil bir çözüm bulunmasına yönelik çabalara desteklerini yineledi. Bu çerçevede, uluslararası meşruiyet kararları, Arap Barış Girişimi ve iki devletli çözüm ilkesi doğrultusunda, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının gerekliliği vurgulandı. Ziyaretin sonunda taraflar, diplomatik, özel ve hizmet pasaportu sahiplerine yönelik karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasını imzaladı.

dfergt
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

 


Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği
TT

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Ateşesi Dr. Faysal b. Abdurrahman Usra

Ortak iş birliğinde yeni bir dönemin tesis edilmesi, bölgede ekonomik ve lojistik entegrasyona yeni bir yapı taşı eklenmesi ve Suudi Arabistan-Katar Koordinasyon Konseyi çalışmaları kapsamında, Körfez ülkeleri arasında modern altyapı alanındaki en büyük adımlardan biri atıldı. Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’nin himayesinde, Suudi Arabistan ile Katar arasında yolcu taşımacılığına yönelik hızlı tren projesinin hayata geçirilmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. İki ülke ayrıca, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlayacak söz konusu tren projesinin resmen başlatıldığını duyurdu. Hayati öneme sahip proje, iki kardeş ülke arasındaki köklü ve tarihi ilişkilerin derinliğini yansıtmasının yanı sıra, kalkınma alanında iş birliği ve entegrasyonu güçlendirmeye yönelik stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın pekiştirilmesi ve bölgede daha geniş bir refah ve gelişim ufkuna yönelik ortak iradeyi de ortaya koyuyor. Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin ilanı, iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı düzeyi teyit eden tarihi bir dönüm noktası olarak öne çıkarken, ulaşım sektöründe ikili iş birliğinin somut bir yansıması ve bölge için ortak gelecek vizyonunun sembolü niteliği taşıyor. Modern ve sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin geliştirilmesinde iki ülke arasındaki entegrasyonu temsil eden proje, aynı zamanda turizmin büyümesine önemli katkı sağlamayı hedefliyor. Projenin, Suudi Arabistan ve Katar’daki turistik destinasyonlara erişimi kolaylaştırarak ziyaretçi sayısını artırması ve iki başkent arasında kısa ve sık seyahatleri teşvik etmesi bekleniyor.

Suudi Arabistan Ulaştırma ve Lojistik Hizmetleri Bakanı Mühendis Salih el-Casir ile Katar Ulaştırma Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdullah Al Sani tarafından yakın zamanda imzalanan anlaşma, Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin fiilen başlamasının işaretini veriyor. Proje, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı ve Veliaht Prens ile Katar Emiri’nin doğrudan ilgi ve desteği altında yürütülüyor; bu durum, iki kardeş ülke arasındaki entegrasyon projeleri arasında stratejik önemini ortaya koyuyor. Bu devasa proje, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu ve Katar Ulusal 2030 Vizyonu’nun somut bir uygulaması olarak değerlendiriliyor. Proje, iki ülke liderliğinin, daha bağlantılı ve refah dolu bir gelecek yaratma vizyonunu yansıtıyor ve bölgedeki altyapı entegrasyonuna yönelik daha geniş bir çerçevede konumlanıyor; özellikle ulaşım, enerji ve ticaret alanlarında iş birliğini güçlendiriyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın gerçek bir örneği olarak öne çıkıyor; vatandaşlar arasındaki bağları güçlendirirken, iki ülke arasındaki seyahati daha hızlı, konforlu ve güvenli hâle getiriyor. Ayrıca modern ve sürdürülebilir altyapının geliştirilmesi yoluyla ekonomik büyümeyi destekliyor, yaşam kalitesini artırıyor ve ileri düzeyde ulaşım seçenekleri sunuyor. Hızlı tren hattı, ekonomik çeşitliliğin sağlanmasına, turizmin canlandırılmasına ve ulaşım sektörünün etkinliğinin artırılmasına katkıda bulunacak. Projenin, başta havaalanları ve büyük ekonomik şehirlerle entegrasyonu sayesinde, iki ülke arasındaki ticaret, yatırım ve iş hareketliliğinde önemli değişiklikler yaratması bekleniyor. Böylece proje, iki halk için daha bağlantılı ve refah dolu bir geleceğin inşasında merkezi bir rol oynayacak ve Körfez’deki stratejik bağlantı zincirinin en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilecek.

Suudi Arabistan ile Katar arasında inşa edilecek hızlı tren projesi, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlamanın ötesinde, iki halk arasındaki tarihi ve kültürel bağların derinliğini de yansıtıyor. Proje, yalnızca bir altyapı yatırımı değil; ortak dini ve kültürel değerleri paylaşan, gelenek ve alışkanlıklarıyla birbirine yakın iki halkın birleşik geleceğini simgeleyen bir sembol niteliği taşıyor. Proje, ülkedeki ulaştırma ve lojistik sektörüne de önemli katkılar sağlayacak. Sektör, Kral Selman bin Abdulaziz’in liderliğinde ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın desteğiyle kapsamlı yapısal reformlar ve 280 milyar Suudi riyalini aşan ulusal ve uluslararası yatırım sözleşmeleriyle güçlendirilmiş durumda. Suudi Arabistan, güçlü ve yatırım çekici ulaşım ile lojistik altyapısına sahip bir ülke olarak öne çıkıyor. Riyad-Doha hızlı tren hattı, toplam 785 kilometrelik uzunluğuyla yolculara hızlı ve sürdürülebilir bir seyahat imkânı sunacak. Proje, Riyad’daki Kral Selman Uluslararası Havalimanı ile Doha’daki Hamad Uluslararası Havalimanı’nı birbirine bağlayarak iş ve turizm amaçlı seyahatlerde esneklik sağlayacak. Hattın güzergâhı Riyad, Hufuf ve Dammam olmak üzere üç önemli Suudi şehrine de uzanacak ve toplamda 5 ana yolcu istasyonu yer alacak. Bu istasyonlar, konfor, hız ve akıllı teknolojileri bir araya getirerek modern bir yolculuk deneyimi sunacak. Trenin saatte 300 kilometreyi aşan hızı, iki başkent arasındaki seyahat süresini yaklaşık iki saate indirecek. Bu sayede ticaret ve turizm hareketliliği artacak, ekonomik büyüme desteklenecek ve yaşam kalitesi yükseltilecek. Proje, yıllık 10 milyondan fazla yolcuya hizmet verecek ve Suudi Arabistan ile Katar’daki önemli turistik ve kültürel noktaların keşfini kolaylaştıracak. Ayrıca proje, hafif ve orta ağırlıktaki yük taşımacılığını geliştirerek sınır ötesi lojistik çözümler sunacak, iki ülke arasındaki ticaret hacmini artıracak ve teslim sürelerini kısaltarak operasyonel maliyetleri düşürecek. Yapım ve işletme aşamalarında ise Suudi Arabistan ve Katar’da 30 binden fazla doğrudan ve dolaylı istihdam yaratması öngörülüyor. Tüm bu özellikleriyle proje, bölgesel kalkınmayı destekleyen ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki entegrasyonu güçlendiren stratejik bir altyapı yatırımı olarak öne çıkıyor.

Bu stratejik projenin altyapı inşaatları, yerel müteahhitlik şirketleri tarafından gerçekleştirilecek; modern tren teknolojileri ise alanında uzman uluslararası şirketler tarafından sağlanacak. Projenin tamamlanması, altı yıllık bir zaman çizelgesine göre yürütülecek ve en yüksek uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun olarak gerçekleştirilecek. Tren hattında en son demiryolu teknolojileri ve akıllı mühendislik çözümleri kullanılacak, böylece güvenli ve sorunsuz bir işletme sağlanacak. Proje, çevresel sürdürülebilirliği destekleyerek karbon emisyonlarını azaltacak ve bölgedeki akıllı ve sürdürülebilir ulaşım çözümlerine geçişi teşvik edecek. Böylece ekonomik ve lojistik entegrasyonda yeni bir dönemin temelleri atılmış olacak. Hızlı tren, iki ülke arasındaki ticaret ve turizm hareketliliğinin haritasını yeniden çizecek. Geleneksel ulaşım yollarının ötesine geçerek bireylerin hareketini kolaylaştıracak, turizm ile büyük spor ve eğlence etkinliklerini canlandıracak ve yaşam kalitesini yükseltecek. Projede tamamen temiz enerji kullanılacak; elektrikli trenler sayesinde çevreye olumlu katkı sağlanacak ve bireysel taşımacılıktan toplu taşımaya geçiş, çevresel yükü büyük ölçüde hafifletecek. Altı yıl içinde tamamlanması planlanan proje, güvenli ve sorunsuz işletmeyi garanti eden en son demiryolu ve akıllı mühendislik teknolojilerini bir araya getirecek. Suudi Arabistan-Katar hızlı tren hattı, hız, sürdürülebilirlik ve benzersiz yolculuk deneyimini bir araya getirerek bölgede ulaşım ve seyahat geleceği için yeni bir standart oluşturacak ve yenilik ile ilerlemenin sembolü olacak.

Başarıyı veren Allah’tır…