Abdullah Reşid
Lübnanlı tarihçi ve edebiyatçı Emin er-Reyhani, ‘Mülûku’l-Arab’ adlı kitabında Arap topraklarına yaptığı yolculukları anlatıyor. Kral Abdülaziz’le görüşmek üzere yola çıkan Reyhani, bu ülkeyi ve tarihini derinlemesine yazdı. İlk Suudi Devleti’nin başkenti Diriye’ye giderken de anılarını şöyle kayda geçirdi:
“Değerli okur. Şu an bulutlu göğün altında, güneyde Muallakat şairlerinden el-A’şâ’nın ülkesi el-Menfuha’ya kadar uzanan Riyad bahçelerinin gölgesindeyiz. Tuvayk Dağı’na biraz tırmandık. Arkamızdaki dağın eteğinde Necd’in başkenti, onun da altında el-Menfuha var. Üç saat kuzeye doğru yürüdükten sonra yıkılmış bir kule gördük. Hezlûl ona işaret ederek şöyle dedi: İbrahim el-Mısrî, toplarını oraya yerleştirip, Diriye’ye doğru ateşledi.
O bize bu savaşın hikâyesini anlatırken, yarım saat sonra altındaki yıkıntılar belirdi. Onun karşısında kuzeydoğuda hurma ve ılgın bahçeleri vardı. Bu bahçelerde, bugün Yeni Diriye olarak bilinen köy saklıydı. Yemame’ye doğru giden Hanife Vadisi’nden topluca indik ve iki Diriye arasında bir süre yürüdük. Sonra harabelerin ve hurma ağaçlarının gölgeleri arasında soluklandık. Diriye, yüzyıldır adanın en büyük şehriydi. Arap ülkelerinin iki kutsal camiden sonra yöneldiği hedef olan Birinci Abdülaziz ve Büyük Suud’un dönemindeki ihtişamlı günlerinde en uzak noktalardan Arapların, emirlerinden yardım istemek ve ticaret yapmak için buraya gelmelerine şaşırmamak gerek. Umman’dan, Maskat’tan ve Hadramut’tan, Irak’tan, Kuveyt’ten, Bahreyn’den, Yemen’den, Asir’den ve Hicaz’dan Araplar, Diriye’ye geliyordu.”
İlk Suudi Devleti döneminde Diriye, kendisini ‘Arap ülkelerinin kutbu’ haline getiren özellikleriyle öne çıktı
Emin er-Reyhani bu ifadeleri kullanırken gerçeği çarpıtmıyor ve hakikatten uzaklaşmıyordu. Nitekim (1727 yılında kurulan) İlk Suudi Devleti döneminde Diriye, kendisini ‘Arap ülkelerinin kutbu’ haline getiren özellikleriyle öne çıkıyordu. Diriye, ‘Arap Yarımadası ve ona yakın bölgelerin başkenti olarak siyasi merkez; ilim talebelerinin mezun olduğu üniversite, alimlerin karargâhı ve ders halkalarının mekânı olarak dinî ve kültürel merkez ve ilim taliplerinin, iş arayanların ve tacirlerin oluşturduğu bir nüfusun cazibe noktası olarak da ekonomik merkez haline geldi.’
Nüfusu arttı ve buradaki kentleşme hareketi aktifleşti. Evleri, el-Melibid ile Guseybe arasında dağınık haldeki yetmiş evi geçmezken, vadinin merkezine ve yamaçlarına yeni mahalleler kuruldu. Ta ki evlerin sayısı, taş ve kilden yapılmış ve çatısı ahşapla, hurma yapraklarıyla ve kille örtülmüş iki bin beş yüz eve kadar ulaştı (bkz. Bir Çöl Savaşçısının Ansiklopedisi (Mevsûatü Mukâtil mine’s-Sahrâ).
İngiliz gezgin Reno: Diriye, küçük ama Arap tarzında inşa edilmiş güzel bir şehir. Buradaki nüfus da çok sağlıklı.
Gezginlerin ve şarkiyatçıların eserlerinde de o dönemde Diriye’de mevcut kentsel ve toplumsal koşulların bir tarifini buluruz. Münir el-Aclani, Suudi Arabistan’ın Tarihi adlı kitabında Diriye ve bu şehrin emirleri hakkında yabancı birine, Avrupalı bir gezgine ait en eski tarife işaret ediyor. Bu gezgin, donanma subayı olan İngiliz gezgin Reno’dur. İmam Abdülaziz bin Muhammed döneminde Diriye’yi ziyaret eden Reno, burayı şöyle tarif etmiştir:
“Diriye, küçük ama Arap tarzında inşa edilmiş güzel bir şehir. Burada yaşayan halk da çok sağlıklı. Şehir mahsulü bol, zümrüt yeşili tepelerle çevrili. Tüm bölge küçük bir kaynakla sulanıyor. İnsan Diriye’de çeşit çeşit meyve, ama en çok da üzüm ve hurma bulur. Bunların bir kısmı olgunlaşmadan yenmiş olabilir. Bu bölgenin insanı, cömert ve misafirperver. Burada siyah kıllı, iri kulaklı ve eti en kaliteli et sınıfından olan bolca koyun var. At da çok fazla, üstelik fiyatları da pahalı değil. Aralarında en iyi cinsten safkan Arap atları da var…
Diriye’de bir hafta geçirdim. O dönemde emiri Şeyh Abdülaziz bin Muhammed bin Suud idi. Altmış yaşlarında, boylu poslu, zayıf, kültür ve bilgi haznesi geniş biriydi. Bana, ailesinde seksen kişi olduğu söylendi. Batı’daki lüks kraliyet saraylarına benzer bir sarayı yoktu. Meclisi de yoktu; işlerini kendisi yürütüyor ve ona bir kâtip yardımcı oluyordu. Askerlerinin sayısı da yüz bindi, ama istediği zaman bu sayının iki katını savaş meydanına sevk edebilir.”
Fransız tarihçi Corancez de (MS. 1810) Diriye’nin mimari ve kentsel tarzını şöyle tarif ediyor:
“Taştan yapılara sahip bir şehir olan Diriye, yarım fersah genişliğinde ve genişliğinin üç katı uzunluğunda. İki mahalle arasında uzanır: Biri solda, Âl-i Suud’un karargâhı olan et-Turayf, diğeri de doğuda, el-Buceyri. Şehirde yirmi sekiz cami ve otuz medrese var. Çarşılarında bir yerden bir yere taşınabilen, kamıştan yapılmış dükkânlar mevcut. Diriye’de taştan ve tuğladan yapılmış tahminen iki bin beş yüz ev bulunuyor. Diriye, surlarla çevrili değil, ancak kuzeyden güneye uzanan ve Tuvayk adı verilen yüksek sıradağların eteğinde yer alıyor. İnsanlar bu şehrin güneyindeki bir vadiyi geçerek, Necd’in batı bölgelerine ulaşıyorlar. Diriye’nin üzerinden bir vadi geçiyor. Hanife Vadisi denen bu vadi, yazın kuruyor, kışın ise çevre dağlardan inen akıntı sularıyla doluyor. Diriye’nin etrafında hurma, kayısı ve şeftali gibi meyve ağaçlarının, ayrıca karpuz, buğday, arpa ve mısır gibi ürünlerin yetiştiği bahçeler var.”
Diriye, Arap Yarımadası’nın dört bir yanından ilim talebelerinin ve araştırmacıların yöneldiği bir hedefti. Diriye’nin liderleri ve ileri gelenleri, ilim ve irfan derslerini destekleyenlerin başında geliyordu.
Diriye aynı zamanda bilimsel ve kültürel etkinlikle de doluydu. Burada sabah namazından yatsı namazına kadar süren eğitim halkaları faaliyet yürütüyordu. İmam İbn Suud, sabah namazından sonra çarşı meydanındaki bir derse katılır, emirler ve liderler de ona eşlik ederdi. Sonra sarayına döner ve öğleden sonra sarayda bir meclis daha düzenler, bunu da akşam ile yatsı arasında bir başka meclis izlerdi.
Tarihçi İbn Bişr bize o dönemde Diriye’deki kültürel ve bilimsel vaziyeti anlatıyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre o dönemde Diriye, Arap Yarımadası’nın dört bir yanından gelen ilim talebesinin ve araştırmacıların hedef noktasıydı. Diriye’nin liderleri ve ileri gelenleri de ilim irfan derslerini destekleyenlerin başında geliyordu. İbn Bişr, o döneme dair şu tabloyu çiziyor:
“Güneş doğduğunda Diriye halkından olan ve olmayan insanlar ders almak için içeride, alışverişin yapıldığı mevsime göre belirlenen yerde oturuyor; bu yer, yaz ise doğudaki dükkânlar, kış ise batıdaki dükkânlar oluyor. Büyük bir kalabalık toplandı. O kadar ki geride yalnızca iş adamlarından oluşan bir azınlık kaldı. Halka halinde oturuyorlar ve her bir halkanın arkasında bir halka oluşuyor; sayılamayacak kadar çok.
Meclisin ön kısmı Suud’a, iki oğluna, amcası Abdullah’a ve onun iki oğluna, kardeşleri Abdullah’a, Ömer’e, Abdurrahman’a ve Şeyh’in oğullarına bırakılıyor. Sonra Suud’un oğulları, bir grup halinde geliyor; her birinin yanında has adamlarından, maiyetinden ve hizmetlilerinden oluşan bir grup bulunuyor. Onlardan biri, o halkaya yöneldiğinde bununla yetinmediklerinden onlar için ayağa kalkmadılar. Bu meclisteki her bir erkek, o, amcalarının yanındaki yerini alana kadar omzunun üzerinden baktı. Onun yanındakiler de halkanın bir ucuna oturuyor.
İnsanlar toplandığında Suud, yanında kölelerinden oluşan büyük bir kalabalıkla sarayından çıkıyor. Değerli ve süslü kılıçların şakırtısına ve yoğun kalabalığa bakarak onun maiyetinin geldiğini anlayabilirsiniz. O meclise yöneldiğinde kendi yerine varana kadarki yolda herkes onun için ayağa kalkıyor. O da herkese selam veriyor ve o dersi verecek şeyhin yanına oturuyor. Maiyetindekilerin çoğu da halkanın bir ucuna oturuyor. Oturuşu tamamlandığında sağındaki ve solundaki Müslüman alimlere ve liderlere dönüyor; onlar ona selam veriyor, o da onlara karşılık. Sonra da tefsir dersine başlanıyor.
Ben, Hafız Muhammed bin Cerir et-Taberi’nin ve İbn Kesîr’in tefsiriyle yapılan derse katıldım. Ders bitince Suud heybetiyle ayağa kaldı.”
Suudi Arabistan’ın kuruluşunun yıl dönümü vesilesiyle geleceği inşa eden ve tarihiyle, cömertliğiyle ve görkemli bugünüyle parlayarak yüzyıllardır dimdik ayakta kalmış bir devlet kuran büyük adamların ve liderlerin hoş kokulu hayat hikâyesini ve bu şanlı tarihi anıyoruz. Kuruluşun şafağı Diriye’den başladı ve tarihe şanlı sayfalar eklendi.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.