Körfez ülkelerindeki Şii otoritesi

İran ve Irak'taki otoritelerle ilişkiler sorunu ve yerel otoritelerin geleceği.

Necef'teki İmam Ali bin Ebi Talib'in türbesi (Shutterstock)
Necef'teki İmam Ali bin Ebi Talib'in türbesi (Shutterstock)
TT

Körfez ülkelerindeki Şii otoritesi

Necef'teki İmam Ali bin Ebi Talib'in türbesi (Shutterstock)
Necef'teki İmam Ali bin Ebi Talib'in türbesi (Shutterstock)

Abdullah Faysal Al Rebah

On İki İmam Şiiliği, Arap Körfezi kıyılarında önemli bir orana sahip. Bahreyn'de çoğunluk oluştururken, Suudi Arabistan'ın doğusunda ve Kuveyt'te yüksek orandalar. Diğer ülkelerde (Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman) ise azınlıktalar. Dini konularda sınırları aşan büyük referanslara başvururlar ve bu referanslar Irak ve İran'da bulunur.

1979'da İran'da İslam Devrimi’nin patlak vermesinden bu yana Körfez ülkeleri, sınırların dışında ikamet eden dini otoritelerle ilişkiler konusundaki kaygılarını gizlemediler. Körfez kıyılarındaki Şii toplulukların tarihine rağmen, İran'ın Şii çoğunluğa sahip bir devlete dönüşmesi,16’ıncı yüzyılda, Körfez'deki topluluklarında önceden Şii toplumların tarihi dönüşümüne rağmen, İran'da Şii dini hükümetin kurulması, Irak'taki İranlı müçtehitlerin liderliği ile birlikte, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin hükümetlerini endişelendirdi. Özellikle, Lübnan sahnesinde İran'ın etkisi 1980'lerden beri belirgin bir şekilde görülmekte ve Baas Partisi'nin 2003'te devrilmesinden bu yana Irak'ta da belirginleşti.

Yerel çağrılar

Son zamanlarda, birçok yerel din adamlarının da desteklediği bazı yerel Körfez topluluklarından, Körfez toplumunun rahminden dini liderliğin çıkması için Körfez otoritesine karşı çıkma çağrıları arttı. Çünkü Körfez vatandaşlarının yabancı müçtehitleri taklit etmeleri ve onlara zekat ve sadaka gibi hakları göndermeleri yerel yasaları ihlal edebilir ve hatta çifte sadakat konusunda soru işaretleri yaratabilir. Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri İran'ı kendi çıkarlarını tehdit eden yayılmacı bir devlet olarak görüyor ve bu da bazı ülkelerde Şiilerin ‘İslam Cumhuriyeti’ne bağlılık pahasına Arap ülkelerine sadakatsizlikle suçlama noktasına varmasına neden oluyor. Ayrıca, KİK ülkelerinin vatandaşlarından bir referansın ortaya çıkması, mezhepsel gerginlik sorununu sona erdirebilir ve şüphelerin giderilmesine de kesinlikle yardımcı olacaktır.

KİK ülkelerindeki hızlı siyasi ve toplumsal değişiklikler göz önüne alındığında, özellikle ‘Sistani sonrası dönemin’ başlangıcına yaklaştığımız göz önüne alındığında, otoriteye layık birisinin bu pozisyona karşı olduğunu duyurması çok uzun sürmeyebilir. (Büyük Taklid Merci'i Ali es-Sistani şu anda 93 yaşında).

Fotoğraf Altı:  Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın 2005 yılına ait bir fotoğrafı. (AFP)
Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın 2005 yılına ait bir fotoğrafı. (AFP)

Şu an Seyyid Sistani Şii dini liderlik hiyerarşisindeki en yüksek figür olarak kabul ediliyor ve önde gelen müçtehitlerin, onun statüsüne duydukları saygıdan dolayı otoritelerini sunmak konusunda isteksiz oldukları açık. Ancak Sistani sonrası dönem, Suudi ve Bahreynli din alimleri de dahil olmak üzere, otoriteye meydan okumaya yetkili bazı kişilere yer bırakacak. Şu anki KİK ülkeleriyle İran arasındaki mevcut gerilimin KİK vatandaşlarını oldukça zor durumda bıraktığı dikkate alındığında, Sistani'nin yerine Körfez ülkelerinden bir dini otoritenin geçmesi, yalnızca bireysel bir dini otoritenin yükselişi olmayacak, aynı zamanda İran'ın bu ülkelerdeki Şiileri etkileme olasılığını etkileyecek siyasi bir olay olacaktır. Bu, siyasi karar alıcıların gelecek dönemde bu durumla başa çıkmaya hazır olmaları gereken bir jeopolitik meseledir.

Tarihe dönüş

Tarih boyunca, Körfez'in Arap yakasındaki Şiiler yerel otoriteleri taklit ediyorlardı, hatta yerel otorite yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde etkisi azalana kadar bölge toplumlarına hakim oldu. Son yerel yetkililerin ölümü ve bir grup Körfez öğrencisinin Necef'ten büyük Irak otoritelerinin ajanları olarak hareket etmek üzere geri dönmesi, geleneğin yapısında yerel otoritelerden sınır ötesi otoritelere doğru bir değişikliğe yol açtı. Söz konusu dönemde yerel yetkililer, özellikle bu yetkililerin çoğunun bölgedeki eski ailelere mensup olması nedeniyle, bölge toplum liderlerinin ve yöneticilerinin saygısını kazandı. Bu aileler, petrol öncesi dönemde, dini eğitim almak isteyen çocuklarına maddi destek sağlayarak, çocuklarının dini eğitimlerine odaklanmalarını sağlayabiliyordu. Çünkü çoğu aile, geçimlerini sağlamak için tüm çocuklarının çabalarına ihtiyaç duyuyordu. Aynı zamanda, köklü ailelerin bireyleri toplumda sosyal ve ekonomik güce sahipti; tüccarlar ve toprak sahipleri sosyal ve ekonomik etkiye sahipti, dini liderler ise dini otoriteye sahipti. Daha sonra, dini eğitim almak için katılmaya yetkin olanların çemberi genişledi ve bu da birçoğunun Necef'e eğitim için göç etmelerine neden oldu, sonra da Necef'in ünlü rehberlerinin vekilleri olarak dönüş yaptılar, bu durum büyük yerel rehberlerin ölümleriyle denk geldiği bir zamanda gerçekleşti.

Necef öğrencileri

1950’li yıllarda, Necef'ten dönen öğrenci dalgası, Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi yerlere, yüksek eğitimli din adamlarını içeriyordu. Bu din adamları, Irak'ta yaşayan büyük Ayetullahlar olarak bilinen kişilerin öğretilerini yaymaya başladılar. Bu kişiler arasında, Seyyid Ebu'l-Hasan el-İsfahani (ö. 1946), Şeyh Muhammed Rıza Al Yasini (ö. 1951) ve Seyyid Muhsin el-Hakim (ö. 1970) gibi isimler yer alıyorduEl-Hakim'in ölümünden sonra yetki Necef ve Kum arasında bölündüğünde, yasa koyucuların Seyyid Ebu el-Kasım el-Hui'yi (ö. 1992) taklit etmeye başlamasıyla Necef'te en yüksek otorite geleneği devam etti. Seyyid el-Hui'nin ölümünden sonra, Körfez'deki çoğu Şii, aynı zamanda Seyyid el-Hui'nin ölümünden bir yıl sonra vefat eden Muhammed Rıza el-Kelbeykani'yi taklit etmeye başladı.

Eski ailelerin üyeleri, sosyal ve ekonomik etkiye sahip olan tüccarlar ve toprak sahipleri ile nüfuzu paylaşırken, aralarındaki din adamları da dini otoriteye sahipti.

1993 yılından bu yana, Seyyid Ali es-Sistani, dünyadaki çoğu Şii'nin, Körfez'deki çoğu Şii de dahil olmak üzere, çoğunluğunun takip ettiği en üst düzey dini otorite haline geldi. Ancak KİK ülkelerindeki bazı Şiiler, diğer dini otoriteleri taklit etmeye başladılar. Bu otoriteler arasında, Şeyh el-Vahid el-Horasanî, Seyyid Sadık el-Şirazi (Kum'da), İran'ın Yüksek Lideri Ayetullah Ali Hamaney gibi isimler bulunuyor. Ayrıca, bazıları, Lübnanlı dini lider Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'ı (ö. 2010) taklit etmeye devam ettiler.

Vekiller ve otoriteler

Yerel din adamları (vekiller) ile yurtdışındaki büyük dini otoriteler arasındaki ilişki, ‘karşılıklı meşruiyete’ dayanır. Otorite Irak, İran veya Lübnan'daki ilahiyat okullarında uzmanlığını kanıtlarken, ajanlar onun otoritesini teşvik etmek ve kendi toplumlarındaki insanları onu taklit etmeye ikna etmekle meşgul. Bölgelerinde çok popüler olan yerel din adamları, meşruiyetlerini, Gaîb İmam adına hareket eden mercilerin ajanları ve temsilcileri olmaktan alıyorlar. Ancak geleneksel eğitim merkezinde etkili bir dini lider, fetvalarını takip edecek ve onun görüşüne rehberlik edecek takipçilere ihtiyaç duyar. Makama talip olan ve çok sayıda taklitçi elde etmek isteyen gayretli kişi için bunun en önemli anahtarı, kendi otoritesini destekleyebilecek ehil temsilcileri kendine çekmek ve onu diğer otoritelere karşı teşvik etmektir. Bu, Necef ve Kum'da yaşayan bazı dini otoritelerin Körfez toplumlarındaki taklitçileri çekmedeki başarısını açıklıyor.

Fotoğraf Altı: Seyyid Ali es-Sistani, Mart 2021, Necef. (AFP)
Seyyid Ali es-Sistani, Mart 2021, Necef. (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre Körfez ülkelerindeki ajanların büyük bir kısmı aslında yüksek eğitimli ve hatta bazıları içtihat derecesine ulaşmış durumda. Bu kişiler, toplumlarında ve ülkelerinde büyük bir saygı görürler. Örneğin, 2004 yılında vefat eden Şeyh Muhammed el-Haciri, tanınmış bir alimdi ve müçtehit olarak anılırdı. Ayrıca, Adalet Bakanlığı'nda bir yargıç olarak görev yapıyordu ve el-Hasa'daki Şii toplumuyla ilgili vakıflar, evlilik, boşanma, miras ve dini vakıflar gibi konularla ilgili görevleri üstleniyordu. El-Katif'de başka bir Şii yargıç daha bulunur. Hacri, bazı İranlı ve Iraklı öğrencilerinin Suudi Arabistan'da taklitçi olmasına ve öğrencileri arasında Kum'daki Seyyid Sadık el-Şirazi olmasına rağmen otoriteye karşı çıkmadı. Medine'de Şeyh Muhammed el-Ömeri (ö. 2011) 1951'den beri Batı Suudi Arabistan'daydı ve ölümüne kadar yabancı üst düzey yetkililerin ana vekiliydi.

Ömeri'nin cenazesi ve ölümünden sonra düzenlenen taziye konseyi, onun yalnızca Suudi Arabistan'da değil, tüm dünyadaki Şiiler arasında Şii toplumunda yüksek dini ve ilmi statüsünün kanıtıydı. İran Lideri Ali Hamaney ve Irak'taki en yüksek dini otorite olan Seyyid Ali es-Sistani gibi figürler, onun cenazesini taziyelerini sundular. Bu durum şaşırtıcı değil çünkü yaşarken hacca giden tüm müçtehitlerin, Medine'deki mütevazı camisini ziyaret edip onun arkasında namaz kıldıkları biliniyordu. Bir başka örnek ise 2013 yılında vefat eden Şeyh Abdülhadi el-Fadli'dir. Arap dünyasının en büyük Şii siyasi partisi olan ed-Dava Partisi'nin etkili isimlerinden biriydi. Hamaney'in 1994 yılında otoritesini açıklamasının ardından el-Fadli, ölümüne kadar onun mutlak temsilcisi oldu.

Körfez bölgesinde, mevcut varış noktaları (Necef ve Kum) yerine Körfez'in içine aktarıldığı takdirde, oradaki herhangi bir otoriteyi güçlendirmeye yetecek kadar bol miktarda para var.

Şii çoğunluğun bulunduğu Bahreyn'de, hükümet tarafından atanan bir müçtehit ve Caferi yargıç olan Şeyh Süleyman el-Medeni (ö. 2003) gibi, Bahreyn'deki iktidar ailesini destekleyen bir dizi üst düzey din adamı vardı ve halen de öyle. O, hükümet tarafından atanmış bir müçtehit ve Câferî yargıçtı. Kuveyt'te, nüfusun yaklaşık yüzde 30'unu oluşturan Şiiler arasında, ünlü Şii din adamları bulunuyor. En önde gelenlerden biri, Kuveytli tek müçtehit olduğu iddia edilen Seyyid Muhammed Bakır el-Mehri (ö. 2015) idi. Ancak dini otoriteye karşı olduğunu beyan etmedi ve Kuveytli Şii arkadaşları gibi Kuveyt'teki yönetici ailenin destekçisiydi.

Fotoğraf Altı: Necef'teki İmam Ali'nin türbesi.
Necef'teki İmam Ali'nin türbesi.

Bugün Bahreyn ve Suudi Arabistan Krallığı'nda, kendi memleketlerinde ikamet edenlerin yanı sıra bir kısmı Necef'te, bir kısmı da Kum'da ikamet eden çok sayıda müçtehit alim bulunuyor. Bildiğimiz kadarıyla diğer KİK ülkelerinde müçtehit bulunmuyor ancak yakın gelecekte iktidar için çok sayıda güçlü aday ortaya çıkabilir. Bugün önerilen en öne çıkan isimler arasında, bir süre önce otoritesini ortaya koyan ve Necef Havzası’nın tanınmış alimlerinden biri olarak kabul edilen Bahreyn Şeyhi Muhammed Senad yer alıyor. Suudi Arabistanlılardan ise Necef'teki Sayın Münir El-Habbaz, kendi ülkelerinde geleneksel öğretimi öğreten Şeyh Ali el-Cezeri gibi bir grup alimin varlığına ek olarak, oradaki önde gelen alimlerden biri olarak kabul ediliyor.

Irak ve İran dışındaki liderler

Irak ve İran dışında herhangi bir Şii otoritenin ortaya çıkması, yerel bir din aliminin kararı meselesi olmanın ötesine geçiyor ya da sadece otoritesini ortaya koymadan ve ülkesinde taklitçileri çekmeden önce havzada tanınma süreciyle bağlantılı. Bu konuda başarılı deneyimler olsa da bunlar sınırlıdır. En önemli örneklerden biri, Lübnan'a geri dönmeden önce Necef'te varlığını kanıtlamış ve Güney Lübnan'daki Şii topluluğunun tarihi merkezi olan Cebel Amel'in yerel alimlerinin mirasıyla desteklenen Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'tır. Ayrıca Lübnan'daki açık siyasi ve sosyal ortam da ona yardımcı oldu ve bu da otoritesinin getirdiği yükleri kabul edilebilir bir şekilde yerine getirmesine olanak sağladı.

Dikkate alınması gereken başka şeyler de var, en önemlisi parasal kaynaklar. Başarılı bir otorite, resmi denetime tabi olmayan meşru hak fonlarından gelen fonlara ihtiyaç duyar; zira Şii havzalarının tarihi, otoritenin siyasi otoritelerden tamamen bağımsız olmasını gerektirir. Körfez bölgesinde, mevcut varış yerleri (Necef ve Kum) yerine Körfez'in içlerine aktarılırsa, oradaki herhangi bir otoriteyi güçlendirmeye yetecek miktarda para var. Diğer yandan gerçek şu ki Körfez Şiilerini, özellikle Şii vicdanına dayanan duygusal ve tarihsel bir bağlantı noktası oluşturan Necef'te, kendi fıkıh geleneklerini mevcut geleneksel referanslardan dönüştürmeye ikna etmek zordur. Buna göre KİK ülkelerinde Şii bir otoritenin ortaya çıkması, bu ülkelerin halkları ve hükümetleri arasında yerel çabalara dayalı ulusal uzlaşmayı gerektirir.

Sınır ötesi yetkililerle (İran ve Irak'a yerleşmiş) uzun süreli ilişkiler göz önüne alındığında, Körfez Şiilerinin kendi aralarında yaşayan, camilerinde namaz kıldıran, işlerini aracılar yerine günlük yaşamla yürüten bir dini otoriteye uyum sağlamaları için zamana ihtiyaçları olacak. Bu değişiklik Necef ve Kum otoritelerinin bölgedeki vekillerine gölge düşürecektir. Buna göre, yerel yönetim, özellikle yetkililerin sınır ötesi temsilcileriyle uğraşmak zorunda kalacak çünkü bu, üst yetkililerin temsiline dayalı olarak onların sosyal ve ekonomik statülerine yönelik bir meydan okuma oluşturacaktır. Her iddialı otoritenin karşı karşıya olduğu ciddi zorluk, bu vekillerin etkisini azaltmak olacaktır. Bunu ya geniş bir halk desteği tabanı oluşturan aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla ya da üst otoritelerin temsilcilerinin desteğine dayanan yukarıdan aşağıya bir yaklaşımla başarmak mümkün olacaktır. Her iki seçenek de vekilleri, kendilerini aşmadan ve otoritesini tanıtmadan önce bir zamanlar meslektaşları olarak kabul edilen yeni otoritenin otoritesine boyun eğmeye zorlayacaktır. Bu nedenle, herhangi bir yeni otoritenin, toplumunun önde gelen din adamlarının güçlü, hatta sert direnişiyle karşılaşması muhtemeldir.

Körfez ülkelerindeki ajanların büyük bir kısmı aslında yüksek eğitimli ve hatta bazıları çalışkanlık derecesine ulaşmış durumda.

Körfez toplumlarının -diğerleri gibi- kabile/aile ve dini çizgilerdeki bölünmelerle dolu olduğunu belirtmek gerekir. Şii bileşen için, insanları onların takip ettiği referansa göre sınıflandırmak yaygındır, bu nedenle ‘Sistani’, ‘Şirazi’, ‘Hameney’ gibi terimler belirli bir aileyi veya belirli bir kasabayı veya en azından belirli bir camiyi işaret etmek için kullanılır. Bu tür bir özdeşleşme sosyal ittifaklar kurar ve destekler, bu da mevcut referanslardan desteğin kaydırılmasını zorlaştırır. Bir referansı destekleme taahhüdü, bir iletişim geçmişini, ilişki ağlarını ve değişime direnebilecek sosyal ittifakları gerektirir. Ayrıca, yerel bağlama entegre edilen yeni otorite, iç protestolar veya diğer ülkelerle askeri çatışmalar gibi içişlerine ilişkin kritik durumlarla ilgili fetva verme zorunluluğunu da duyacaktır. Ayrıca Arap Yarımadası bölgesinde güçlü bir ruhban okulu bulamıyoruz ve bu nedenle Kum ve Necef otoriteleriyle rekabet eden bir otoritenin ortaya çıkma fırsatı sınırlı kalıyor.

Yerel havzalar

Bilimsel güvenilirliğe sahip yerel bir havzanın varlığı otorite için ikincil bir konu değildir. Herhangi bir güçlü otorite, üç temel görevi yerine getirmek için gelişmekte olan bir ilim havzasının varlığını gerektirir:

1-Ona akademik ve entelektüel faaliyetler için bir platform sağlamak.

2-Toplumda ve ötesinde daha geniş bir temsilci ağı olarak hizmet edecek gelişmiş bir kadro da dahil olmak üzere, derslerini ve hükümlerini kendi topluluklarına aktarabilecek bir öğrenci nesli geliştirmek.

3-Her seviyede yerel öğrencilerin kapsanması, Irak veya İran'a seyahat etme ihtiyacını azaltmak için önemlidir, bu da ileri düzeyde dini eğitim almak için gereksinimi azaltır. Zamanla ve havzanın itibarının artmasıyla, bölgeden dışarıdan gelen öğrencilerin Şii mezhebine dini eğitim almak için Körfez'deki havzalara gitmeye başlaması muhtemeldir.

Vekiller ve Otorite’nin yetkileri

Yerel bir Şii Havzası’nın yükselerek Şii toplumu içerisinde ileri bir statüye ve nüfuza ulaşması durumunda, Vesayet devleti (Suudi Arabistan veya Bahreyn), Şii toplumu üzerinde yalnızca kendi topraklarında değil, hatta belki Şii çoğunluğun bulunduğu ülkelerde (İran ve Irak) nüfuz sahibi olabilecektir. Siyasi yatırım, Suudi Arabistan veya Bahreyn'den Şii din adamlarının, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi geleneksel Şii merkezlerin dışında büyük Şii nüfusa sahip ülkelere gönderilmesini içerebilir. Böyle bir hamle Suudi-İran rekabetinde yeni bir aşamayı temsil edecek, zira Suudi Arabistan küresel Şii sahnesinde İran'la rekabet ederken Sünni toplumların büyük bir kısmındaki liderlik konumunu da koruyacaktır.

Siyasi yatırım, Suudi veya Bahreynli Şii vaizleri, geleneksel Şii merkezinin dışında, büyük Şii nüfusa sahip ülkelere göndermek olacaktır.

Necef veya Kum'daki yüksek otorite geleneğini sürdürmek mevcut bir seçenek olmaya devam ediyor. Ancak otorite ile mezhep mensupları arasındaki ilişkiyi, mezhep mensuplarının mezhep mahremiyetini ve Körfez ülkelerinin egemenliğini koruyacak şekilde yeniden düşünmesi gerekecek. Yeni ilişkinin önemli özelliklerinden biri, dini liderin baş temsilcilerine, dini hükümlerin gerekli olduğu konularla ilgili daha geniş yetkiler verilmesi ve dini liderin vatandaşların Şii mahkemelerin yargı yetkisi altında olan boşanma, ayrılık, miras, vakıf gibi kişisel durumlar ve diğer medeni konularla doğrudan ilgilenme rolünün azaltılmasıdır. Bu, içlerinde anlaşmazlık bulunan davalar için, vatandaşların detaylı bilgileriyle birlikte ülkelerindeki Şii vatandaşlarınca dini mahkemelerde anlaşmazlıkların çözümlenememesi durumunda, dini liderin ofisine sunulur ve ofis personeli, kendi ülkelerinin atadığı Şii hakimlerinden daha nitelikli olmayan kişilerce ele alır. Dini liderin ofislerinin bu tür bir yetki kullanımı, bu ülkelerin içişlerine müdahale olarak kabul edilir ve özellikle Körfez ülkelerinin vatandaşlarından oluşan din adamlarının bu konularla başa çıkmak için yetkin oldukları göz önüne alındığında, bu tür bir uygulamaya gerek duyulmaz.

Dini otoritenin kişisel durumları yönettiği ve dini yetkinin uygulandığı ‘dini merci’ sorunu, hem yerel hem de sınırları aşan dinî otoriteler için en önemli zorluklardan biridir. Bu sorun, yerel yasaları ve Şii fıkhını dikkate alan bir düzenleme çerçevesinde ele alınmadığı sürece çözümlenmesi zor bir hal alır. Dinî otorite, her ayrıntıya müdahale etmez, ancak yetkili bilginlere hüküm verme yetkisi tanır. Bu nedenle, en ideal çözüm, hâkimlerin, kendi mezheplerinin içtihatlarına göre vasıflandırılmış, toplumlarının koşulları hakkında bilgi sahibi ve ülkelerindeki hukukun otoritesine tabi olan toplum üyelerinden seçilmesinde yatıyor. Dinî otorite için, toplumun bir üyesinin bu yetkiye layık olduğu takdirde, bu toplum için bir artı olacaktır; ancak bu başarılamazsa, yerel konular yine yasa ve Şeriat hükümleri çerçevesinde korunacaktır.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Infantino, Şarku’l Avsat'a konuştu: Dünya, Suudi Arabistan'da düzenlenecek 2034 Dünya Kupası'nı keyifle izleyecek

TT

Infantino, Şarku’l Avsat'a konuştu: Dünya, Suudi Arabistan'da düzenlenecek 2034 Dünya Kupası'nı keyifle izleyecek

Infantino, Şarku’l Avsat'a konuştu: Dünya, Suudi Arabistan'da düzenlenecek 2034 Dünya Kupası'nı keyifle izleyecek

Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) Başkanı Gianni Infantino, Suudi Arabistan’ın küresel futbol sahnesinde önemli bir merkez hâline geldiğini söyledi. Son yıllarda yaşanan farklı ve hızlı dönüşümün, uluslararası düzeyde etkili bir varlık ortaya çıkardığını belirten Infantino, Suudi Arabistan'da dünyanın önde gelen futbol yıldızlarını bünyesinde barındıran küresel nitelikte bir yerel lig oluştuğunu ifade etti. Infantino, söz konusu ligin dünyadaki en iyi üç lig arasına girme yolunda ilerlediğini kaydetti.

zxcvf
FIFA Başkanı Gianni Infantino, Suudi Arabistan liginin dünyanın en iyi üç liginden biri olma yolunda ilerlediğini iddia etti. (Şarku’l Avsat)

Infantino, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Suudi Arabistan Milli Takımı’nın 2022 Dünya Kupası’nda Arjantin karşısında elde ettiği çarpıcı sürprizin ardından, 2026 Dünya Kupası’nda da İspanya karşısında benzer bir başarıyı tekrarlayabilecek kapasiteye sahip olduğunu söyledi. Infantino, Suudi futbolunun yalnızca A Milli Takım düzeyinde değil, alt yaş grupları seviyesinde de dikkat çekici bir gelişim gösterdiğini vurguladı. Aynı zamanda ülkedeki kadın futbolunun da, son yıllarda futbol otoritelerinin bu alana verdiği ilgi sayesinde daha güçlü bir büyüme potansiyeline sahip olduğunu ifade etti.

Öte yandan Infantino, Suudi Arabistan’ın 2034 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olmasının kendisine kişisel bir mutluluk verdiğini belirterek, Suudi Arabistan’ın misafirperver bir ülke olduğunu, köklü bir kültüre, zengin bir mutfağa ve özgün bir halka sahip bulunduğunu, tüm bu unsurların büyük futbol organizasyonunun başarısına katkı sağlayacağını dile getirdi.

fvg
FIFA Başkanı Gianni Infantino, Suudi Arabistan milli takımının Dünya Kupası'ndaki sürprizlerini tekrarlayabilecek kapasitede olduğunu söyledi. (Şarku’l Avsat)

* Son yıllarda Suudi Arabistan'daki spor hareketinin, özellikle Ronaldo ve Benzema gibi büyük yıldızların transferiyle birlikte, küresel futbol haritası üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün Suudi Arabistan, Cristiano Ronaldo ve daha birçok yıldızın varlığıyla modern futbolun güçlü bir merkezi haline geldi. Ancak sadece yıldız transferlerini değil, yerel futbolun ve Suudi Arabistan Milli Takımı’nın gücünü de unutmamak gerekiyor. Son Dünya Kupası’nda Arjantin’e karşı alınan zafer de bunun önemli bir göstergesi. Tüm bunlar, Suudi Arabistan’ı küresel futbol arenasında etkili bir güç haline getirdi ve bu son derece olumlu bir gelişme. Dünyanın her yerinde futbola ihtiyaç var ve ben Suudi futbolunun büyümeye devam etmesini, her geçen gün daha da iyi hale gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.

df
Suudi Arabistan'da düzenlenecek 2034 Dünya Kupası, tüm dünyanın konuşacağı bir turnuva olacak. (Şarku’l Avsat)

* Sizce Suudi Arabistan Milli Takımı, 2026 Dünya Kupası'nda elde ettiği başarıyı İspanya'ya karşı tekrarlayabilecek mi?

Bu gerçekten ilginç bir soru. Bence her şey mümkün. Elbette grup zorlu, ancak Suudi Arabistan, herhangi bir rakibi yenebileceğini gösterdi. Bu nedenle taraftarlar, oldukça heyecanlı ve çekişmeli bir mücadele izlemeyi bekleyebilir.

* Suudi Arabistan Ligi'ni bugün dünya genelindeki en iyi liglerle kıyasladığınızda hangi seviyede görüyorsunuz?

Bugün geldiğimiz nokta, Suudi Arabistan Ligi’nin dünyanın en iyi üç ligi arasında yer alma yolunda olduğunu söylememizi sağlıyor. Bu hedefler yüksek, ama kesinlikle mümkün. Taraftarların coşkusunu görüyoruz, modern futbol stadyumlarını görüyoruz. Ayrıca 2034 Dünya Kupası ve Asya Kupası hazırlıkları kapsamında inşa edilen yeni altyapıyı da gözlemliyoruz. Çok sayıda oyuncu Suudi Arabistan’da oynamak için geliyor.

Genç yeteneklerin gelişimini ve Suudi Arabistan Ümit Milli Takımı’nın her geçen gün güçlendiğini görüyoruz. Ülkedeki futbol kültürü zaten oldukça güçlü. Bu nedenle lig büyüyor ve etkisi artıyor; sadece Suudi Arabistan’da değil, Avrupa, Amerika ve Asya’da da varlığı hissediliyor. Herkes Suudi Arabistan Ligi’nden söz ediyor. Bu durum, dünyanın pek çok diğer ligi için geçerli değil. Lig sürekli gelişiyor ve giderek daha iyi hâle geliyor.

sdv
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, 2034 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmak üzere hazırlanan sözleşmeyi imzalarken (Şarku’l Avsat)

* Suudi Arabistan’ın 2034 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

FIFA’nın, Suudi Arabistan’a 2034 Dünya Kupası’nı verme kararını geçen yıl oybirliğiyle almış olmasından dolayı çok mutluyum. Bu karar, tüm futbol dünyasının Suudi Arabistan’da Dünya Kupası düzenlenmesini onayladığı anlamına geliyor. Bu organizasyon, Suudi Arabistan’ı tamamen yeni bir seviyeye taşıyacak ve elbette hem ülkedeki topluma hem de Suudi Arabistan’ın uluslararası imajına güçlü bir etki yapacak.

Suudi Arabistan, misafirperver bir ülke, köklü bir kültüre, zengin bir mutfağa ve özel bir halka sahip. Dünya, Suudileri tanımak ve Suudi misafirperverliğini deneyimlemek istiyor; işte bu tam olarak gerçekleşecek. Ülkenin şimdi hazırlık için sekiz yılı var ve yapılacak çok iş bulunuyor. Ancak Suudi Arabistan kesinlikle dünyanın gelişine hazır olacak ve dünya 2034’te Suudi Arabistan’da bulunmaktan büyük keyif alacak.

xc
FIFA Başkanı Gianni Infantino, Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinin açıklandığı törende (Şarku’l Avsat)

* Suudi Arabistan’ın, uluslararası büyük spor organizasyonlarına ev sahipliği yapması ve yıldız oyuncuları çekmesiyle yaşadığı büyük dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu, Suudi Arabistan’da birkaç yıldır devam eden gerçek bir dönüşüm. Ülke, sadece futbolda değil, sürekli olarak farklı spor etkinliklerine ev sahipliği yapıyor; bunlar arasında boks, tenis ve çok sayıda diğer organizasyonlar yer alıyor. Bu etkinlikler yalnızca Suudiler, Ortadoğu veya Arap dünyası tarafından değil, tüm dünya tarafından takip ediliyor.

Bu durum, Suudi Arabistan gibi büyük bir ülkenin sadece bölgesel değil, küresel çapta ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Bu nedenle, Suudi Arabistan’ın tarihi bir adım attığını düşünüyorum. Bu vizyon, elbette Kral Selman, Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve onların ekibi tarafından şekillendirildi. Amaç, ülkeyi dünyaya açmak ve Suudi Arabistan’ı sadece politik ve ekonomik alanda değil, spor alanında da istikrarlı ve etkili bir konuma taşımak.

zsx
FIFA Başkanı Gianni Infantino, Suudi Arabistan'da kadın futbolunun gelişimini övdü. (AFP)

* Suudi Arabistan kadın futbolunun son dönemde elde ettiği başarıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durumdan gerçekten çok mutluyum ve bence insanlar bu konuyu yeterince konuşmuyor. Suudi Arabistan’ın kadınlar futbol ligi kurma kararı çok önemli bir adım. İki yıl önce Suudi Arabistan Kadınlar Ligi maçlarından birine bizzat katıldım; maçta 4 bin kişi vardı. Maç çok iyiydi ve milli takım artık uluslararası maçlara katılabilecek düzeyde. Takım, sadece birkaç yıl önce dördüncü maçını oynuyordu ve o zamandan bu yana 40’tan fazla karşılaşma yaptı. Şu anda, sanırım, FIFA sıralamasında 161. sırada yer alıyor ve sürekli yükseliyor.

Dünyanın, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin kadın futboluna ev sahipliği yapmasının ne kadar büyük bir etki yarattığını fark edip etmediğini bilmiyorum. Bu çok önemli, cesur bir adım ve Suudi Arabistan Futbol Federasyonu ile ülke için büyük bir kazanım. Kadın futbolu Suudi Arabistan’da daha da büyüme potansiyeline sahip. FIFA olarak biz de bu ülkede kadın futbolu turnuvaları ve etkinlikleri düzenlemeyi arzu ediyoruz.

* Suudi Arabistan Milli Takımı’nın maçlarını izlediniz; taraftarlar ve stadyum atmosferi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Muhteşem. Gerçekten muhteşem ve olağanüstü bir atmosfer vardı. Suudi Arabistan, köklü bir futbol kültürüne sahip ve bu yeni bir durum değil; yılların birikimi sonucu oluşmuş bir gelişim. Milli takım ve kulüp maçlarında taraftarları izlediğinizde, 90 dakika boyunca tezahürat yaptıklarını ve coşkuyla maçı takip ettiklerini görüyorsunuz.

* Suudi Arabistan Kalkınma Fonu, FIFA aracılığıyla stadyumların geliştirilmesi için 1 milyar dolara kadar kredi sağlayacak. Hangi ülkeler bu girişimden yararlanacak ve koşullar neler olacak?

Elbette birçok ülke bu destekten faydalanacak. Lübnan, senin bir Lübnanlı gazeteci olman vesilesiyle özel bir örnek; kesinlikle modern, gelişmiş ve yüksek standartlarda yeni bir stadyuma sahip olmalı. Bu, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’a verdiğim bir söz. Bu destek, Suudi Arabistan Kalkınma Fonu veya başka bir proje aracılığıyla olabilir, detayları daha sonra göreceğiz.

Dünya genelinde birçok ülke, bir stadyuma bile sahip değil. Sadece Afrika’da 20’den fazla ülke milli takım maçlarını kendi topraklarında oynayamıyor. Lübnan, Asya’da kendi sahasında maç oynayamayan ülkelerden biri; başka ülkeler de benzer sorunlar yaşıyor.

FIFA Başkanı olarak benim hedefim, her ülkede en az bir stadyumun uluslararası maçlara ev sahipliği yapabilmesini sağlamak. İşte bunu başarmak istiyoruz ve Suudi Arabistan Kalkınma Fonu ile doğru ortaklığı bulduk. Bu bir kredi; yani geri ödeyeceğiz, ancak bu, stadyum inşasına yatırım yapmamıza imkân tanıyor. Toplamda 1 milyar dolara kadar yatırım yapılacak ve düzenlemeler ile rehberler gelecek yıl başında ilan edilecek.

FIFA’nın önceliği, maçlarını kendi sahasında oynayamayan ülkelere yönelmek olacak. Bu sayede her ülkenin çocukları ve halkı, kahramanlarını kendi ülkelerinde futbol oynarken izleyebilecek. Bu çok özel bir durum ve futbolun gelişimi üzerinde büyük bir etki yaratacak.

axsdf
FIFA Başkanı Gianni Infantino, dünyanın Suudi Arabistan'da düzenlenecek 2034 Dünya Kupası'nı keyifle izleyeceğine inanıyor. (Reuters)

* Bu projeden yararlanacak ülkelerin yerine getirmesi gereken koşullar neler? FIFA’ya araziyi mi tahsis etmeleri gerekiyor?

Evet. Biz stadyumun inşasını finanse edeceğiz. Tek ihtiyacımız olan arazi. Arazi ücretsiz olarak sağlanmalı. Ayrıca stadyuma ulaşım yolları, su ve elektrik bağlantıları da temin edilmeli. Geri kalan her şeyi biz sağlayacağız. Böylece her ülkede bir futbol mücevheri yaratacağız.

* Gianni Infantino’nun kaç pasaportu var ve Lübnan pasaportu sizin için ne ifade ediyor?

(Gülerek) Birkaç pasaportum var; Lübnan, İtalya ve İsviçre. Lübnan pasaportu benim için kalben Lübnanlı olmak demek. En önemli husus bu.

* Bu röportajın sonunda Arap dünyasındaki futbolseverlere bir mesajınız var mı?

Arapçam çok iyi değil… “Ben Lübnanlıyım, biraz Arapça konuşuyorum, mutlu bir yıl dilerim.” Başka ne söylememi istersiniz?

* İngilizce olarak Arap dünyasındaki futbolseverlere bir mesaj verebilir misiniz?

Tabii. Belki Arap taraftarların farkında olmadığı bir konu var: Gelecek yıl Dünya Kupası’na 7 Arap ülkesi katılacak. Bu, şimdiye kadar bir dil açısından en yüksek sayı. Irak’ın da katılma şansı hâlâ var; eğer katılırsa, Arapça konuşan ülke sayısı 8 olacak. Bu da demek oluyor ki, Dünya Kupası’nda Arapça konuşulacak. Arapça, gelecek yıl Kuzey Amerika’da en çok konuşulan dillerden biri olacak. Bunu dört gözle bekliyorum; çünkü Araplar oyuna eşsiz bir tutku getiriyor. Çok teşekkür ederim. Beni takip edin, ben Gianni Infantino.


Faysal bin Ferhan ve Safadi bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele aldılar

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Riyad'da Ürdünlü mevkidaşı ile yaptığı görüşmede (SPA)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Riyad'da Ürdünlü mevkidaşı ile yaptığı görüşmede (SPA)
TT

Faysal bin Ferhan ve Safadi bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele aldılar

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Riyad'da Ürdünlü mevkidaşı ile yaptığı görüşmede (SPA)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Riyad'da Ürdünlü mevkidaşı ile yaptığı görüşmede (SPA)

Ürdün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Dr. Ayman Safadi, resmi bir ziyaret için Riyad'a geldi.

Riyad'daki Kral Halid Uluslararası Havalimanı'na varışında, kendisini Dışişleri Bakan Yardımcısı Mühendis Velid bin Abdulkerim el-Hureyci karşıladı.

sdfr
Suudi Arabistan Dışişleri Bakan Yardımcısı, Ürdün Dışişleri Bakanı'nın Riyad'a gelişi sırasında kendisini karşılarken (SPA)

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suudi Arabistan Dışişleri Bakan Yardımcısı, Ürdün Dışişleri Bakanı'nın Riyad'a gelişi sırasında kendisini karşılarken (SPA)Prens Faysal bin Ferhan bin Abdullah, dün Riyad'da Ürdün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri ve Gurbetçiler İşleri Bakanı Ayman Safadi'yi kabul etti.

Görüşmede, iki ülke arasındaki kardeşlik ve tarihi ilişkiler gözden geçirildi ve çeşitli alanlarda ortak iş birliğini geliştirme fırsatları ele alındı.

ght
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Riyad'da Ürdünlü mevkidaşıyla yaptığı görüşme sırasında (SPA)

Bölgesel ve uluslararası alandaki son gelişmeler ve bunlara ilişkin çabaların koordinasyonu da görüşüldü.


Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Birinci Sınıf Kurucu Nişanı'nı takdim etti

Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Kurucu Nişanı verdi, (SPA)
Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Kurucu Nişanı verdi, (SPA)
TT

Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Birinci Sınıf Kurucu Nişanı'nı takdim etti

Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Kurucu Nişanı verdi, (SPA)
Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Kurucu Nişanı verdi, (SPA)

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman bin Abdulaziz, Pakistan Ordusu Başkomutanı Mareşal Asim Munir'e, Kral Selman bin Abdulaziz'in emri doğrultusunda, dostluk ve ortak iş birliği bağlarını pekiştirme ve güçlendirme, ayrıca Suudi Arabistan-Pakistan ilişkilerini geliştirme konusundaki seçkin çabaları nedeniyle Birinci Sınıf Kral Abdulaziz Madalyası'nı takdim etti. Bu tören, Suudi Savunma Bakanı'nın dün Riyad'daki makamında Pakistan Ordusu Başkomutanını kabulü sırasında gerçekleşti.

fr
Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Pakistan Ordusu Başkomutanına Kurucu Nişanı verdi, (SPA)  

Prens Halid bin Selman, Mareşal Asim Munir'i, Pakistan Ordusu Başkomutanlığına atanması nedeniyle tebrik ederek başarılar diledi.

Görüşmede, Suudi Arabistan-Pakistan arasındaki tarihi ilişkiler, iki kardeş ülke arasındaki savunma alanındaki stratejik iş birliği gözden geçirildi ve uluslararası barış ve güvenliğin temellerinin atılması çabalarının yanı sıra ortak ilgi alanlarına giren diğer konular ele alındı.

Toplantıya Savunma Bakan Yardımcısı Prens Abdulrahman bin Muhammed bin Ayyaf, Genelkurmay Başkanı Korgeneral Feyyad bin Hamid el-Ruveyli, Savunma Bakanı İstihbarat İşleri Danışmanı Hişam bin Abdulaziz bin Saif ve İslamabad'daki Suudi Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Tuğgeneral Bender bin Hamad el-Hakbani katıldı.

Pakistan tarafında ise Pakistan'ın Krallık Büyükelçisi Ahmed Faruk, , Savunma Kuvvetleri Komutanı Sekreteri Tümgeneral Muhammad Javad Tariq ve Pakistan'ın Krallık Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Tuğgeneral Muhsin Javed katıldı.