Gazze’de savaşın başlamasından altı ay sonra Arap ülkelerinin tutumu

İsrail ile normalleşme, İsrail’in Filistin işgaline son vermesinin bir sonucu olmalı.

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'a düzenlediği saldırılar sonrası ortaya çıkan yıkım, 29 Mart 2024 (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'a düzenlediği saldırılar sonrası ortaya çıkan yıkım, 29 Mart 2024 (Reuters)
TT

Gazze’de savaşın başlamasından altı ay sonra Arap ülkelerinin tutumu

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'a düzenlediği saldırılar sonrası ortaya çıkan yıkım, 29 Mart 2024 (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'a düzenlediği saldırılar sonrası ortaya çıkan yıkım, 29 Mart 2024 (Reuters)

Hişam el-Gennam

İsrail'in Gazze'ye açtığı savaşın başlarından bu yana Suudi Arabistan'ın dört hedefi oldu. İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırılarını durdurma, Gazze’deki Filistinlilere insani yardımları ulaştırma, İsrail'in Filistinlileri yerinden etmesini ve savaşın başka ülkelerin topraklarına doğru yayılmasını engellemek. Açık ve ilan edilmiş bir takvime göre İsrail işgalinin sona ermesi ve 5 Haziran 1967'de İsrail tarafından işgal edilen topraklarda bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak barış sürecinin derhal başlatılması.

Arap ve İslam dünyasını başından beri bu hedeflerin arkasında ortak bir tutumda birleştirmeye çabalayan Suudi Arabistan, geçtiğimiz kasım ayında başkent Riyad'da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi düzenledi. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, bu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla dünyayı dolaşan Arap ülkelerinden heyetlere liderlik etti.

Abartıdan uzak bir şekilde, İsrail'in Filistinlileri Gazze'den sürme projesine Arap ülkelerinin şimdiye kadar engel olduğu söylenebilir. Hatta yerinden edilmenin artık geride kaldığı bile iddia edilebilir. Bugün İsrail'in müttefiki, Bileşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki (BMGK) koruyucusu ve Gazze’deki ABD de dahil olmak üzere tüm dünya, yerinden edilmeyi reddediyor. Gerçi ABD, İsrail’in Gazze'ye yönelik saldırısının başlarında Gazzelilerin yerinden edilmesini pazarlamaya çalışmıştı. Zira herkes, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının başlamasından hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Mısır'a yaptığı ziyareti ve savaş bitene kadar Mısır’ın Filistinlilerin topraklarına girişini kabul etmesini istediğini hatırlıyor.

Suudi Arabistan, Güney Lübnan ve Yemen'deki sınırlı çatışmalara rağmen Arap kardeşleriyle birlikte Gazze’deki savaşın başka ülkelerin topraklarına yayılmasını önlemeyi de başardı. Ancak taraflardan herhangi birinin, bunun kendi çıkarlarına hizmet ettiğini düşünmesi halinde söz konusu sınırlı çatışmalar her an açık savaşlara dönüşebileceğinden, gerginliğin tırmanması riski halen devam ediyor.

Arap ülkelerinin İsrail saldırganlığını durdurmada başarısız olmasının nedeni, ABD’nin BMGK’da ateşkes kararını üç kez veto etmesidir.

Arap ülkeleri Gazze’ye insani yardım götürmekte başarısız oldular ve şu an Filistinliler arasında, özellikle de Gazze'nin kuzeyinde kıtlık felaketi giderek artıyor. BM, şimdiye kadar 27 Filistinlinin kıtlık nedeniyle öldüğünü, Gazze nüfusunun yüzde 80'inden fazlasının İsrail'in yürüttüğü açlık savaşından dolayı tehdit altında olduğunu açıkladı. İsraillilerin, Gazze şehrinin kuzeyindeki Kuveyt Kavşağı yakınlarında, işgalci İsrail’in girmesine izin verdiği sınırlı miktardaki insani yardımdan biraz un alabilmeye çalışan Filistinli sivilleri nasıl katlettiklerine birkaç kez tanık olduk. Filistinli bazı sivillerin ise havadan yapılan ve denize düşen yardımların peşinden koşarken boğulduklarını gördük. Bu görüntüler hem Arap ülkelerini hem de tüm dünyayı şoke etti. Yardımların Gazzelilere ulaştırılmasındaki bu başarısızlığın temel nedeni, ABD’nin Arap ülkelerinden gelen ve Refah Sınır Kapısı’nda bekleyen insani yardımların Gazze Şeridi’ne girmesini ‘sözlü’ olarak desteklemesine rağmen, fiilen bunu yapması için İsrail'e baskı yapmamasından kaynaklanıyor.

dfebrgt
Gazze'de havadan insani yardımlar atılırken sokaklarda yardımları alabilmek için koşan Filistinliler (AFP)

Arap ülkeleri İsrail saldırganlığını durdurmayı başaramadı. Bunun nedeni, ABD’nin önce Arap ülkelerinin 18 Ekim’de BMGK’ya sunduğu ve acil ateşkes çağrısı yapan karar taslağını, ardından 8 Aralık’ta ve son olarak 20 Şubat’ta yeniden ve yeniden BMGK’ya sunulan acil ateşkes için karar taslaklarını veto etmesinden kaynaklanıyor. ABD, son olarak 24 Mart’ta BMGK’ya mübarek ramazan ayında ateşkes kararı alınması için sunulan karar taslağı oylamasında çekimser kalarak kararın geçmesine izin verdi. Ancak ABD, kararın işgalci İsrail açısından bağlayıcı olmadığını, çünkü bu kararın BMGK tarafından kararın uygulanmasının reddedilmesi durumunda BM üyesi ülkelere güç kullanımı da dahil olmak üzere ek önlemler alma yetkisi veren BM Şartı'nın 7’nci maddesi uyarınca yayınlanmadığını vurguladı.

Üstelik ABD, İsrail'in BMGK kararına en azından karşı çıkmadığı için kararı uygulayacağını söylemesi gerektiği konusunda ısrar etmek yerine, mevcut tutumunu savunmak için İsrail'e yönelik bir medya kampanyası başlattı. Dahası Beyaz Saray, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi ve Dışişleri Bakanlığı sözcülerinin yaptıkları açıklamalarda, kararın ‘bağlayıcı olmadığı’ ve İsrail'in hedeflerine ulaşmasını ‘hiç etkilemediğini’ iddia etmelerinin yanı sıra, ABD'nin eski Tel Aviv Büyükelçisi ve Başkan Biden'ın yakın sırdaşı Dan Kurtz, İsrail gazetesi Haaretz'de İsraillilere yönelik ‘sevgi dolu bir azarlama’ makalesi kaleme aldı. Kurtz, hiçbir ABD başkanının Başkan Biden gibi İsrail'in yanında durmadığını yazdı. Biden’ın İsraillilere sağladığı duygusal, mali, siyasi ve askeri desteği hatırlatan Kurtz, ABD'nin BMGK’daki son ateşkes kararını veto etmekten kaçınmasının, küresel anlamda her geçen gün daha da yalnızlaşan İsrail'i korumayı amaçladığını, dolayısıyla Başkan Biden’ın daha iyi bir ‘muameleyi’ hak ettiğini ve onların yaptığı gibi azarlanmayı hak etmediğini vurguladı.

Bugün Arap ülkeleri yeni bir zorlukla karşı karşıya. Bu yeni zorluk, işgalci İsrail’in, Gazze'nin kuzeyindeki ve orta kesimlerindeki saldırılar nedeniyle yerlerinden edilen bir buçuk milyondan fazla Gazzelinin sığındığı Refah şehrini işgal etmekte kararlı olmasıdır. Yüzölçümü 55 kilometre kareyi geçmeyen küçük bir şehir olan Refah’a yapılacak herhangi bir saldırı gerçek katliam demektir.

Gazze halkına insani yardımların ulaştırılmasının, Refah’ın işgalinin önlenmesinin ve savaşın durdurulmasının bugün Arap ülkelerinin liderlerinin masasındaki acil görevler olduğuna ve bu görevlerin başarılmasının da bu konuda daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir uluslararası mutabakat olmasından dolayı her zamankinden daha mümkün olduğuna şüphe yok. Burada sadece Arap dünyası coğrafyasının ve demografik yapısının, küçük işgalci devletin ve onu destekleyenlerin karşı çıkamayacağı kadar büyük olduğunu söylemekle yetineceğim.

İsrail ile normalleşme, İsrail’in Filistin işgaline son vermesinin bir sonucu olmalı.

Büyük resimde Gazze’de savaşın başlamasından altı ay sonra bölgede ve dünyada meydana gelen stratejik değişiklikleri görmek zorundayız. Çünkü bunları görmek, Riyad ve tüm Arap ülkelerinin başkentleri için en önemli hedef olan Filistin meselesinin, Araplar için merkezi önemi nedeniyle genellikle unutulan Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki İsrail işgalinin sona erdirilmesi hedefine ulaşmaya yardımcı olacaktır. Buna karşın İsrail işgalinin devam etmesi Arap bölgesine istediği istikrarı ve barışı getirmeyecektir.

Gazze’deki savaşın İsrail ile normalleşmenin İsrail’in Filistin işgaline son vermesinin bir sonucu olmaması gerektiği görüşünü güçlendirdiğini söyleyerek başlayacağım. Çünkü ‘işgal’ iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesiyle çözülebilecek bir çatışma türü değildir. Çatışma bazen iki ülke arasında sınırlarda yahut maden, petrol, gaz ve su gibi kaynaklarla ilgili anlaşmazlıktan ya da kültürel veya ideolojik bir anlaşmazlıktan kaynaklandığında bu şekilde çözülebilir. Ancak işgal, bir bölgenin yabancı bir güç ya da askeri güç tarafından kontrol edilmesi ve yönetilmesidir. Tarihte işgaller, ya işgal edilen ülkeye duyulan stratejik ihtiyacın sona ermesi ya da orada yaşayanların direnişi nedeniyle sona ermiştir.

İsrail örneğinde işgalin niteliği de farklıdır. Tarihteki bildiğimiz türden işgallerden olmamakla birlikte ‘ikame’ niteliğinde bir işgaldir. Bu işgal toprak istiyor ama sahibini istemiyor. Dahası Filistinlileri de bu toprakların sahibi olarak tanımıyor. Onların Arap olduklarını ve herhangi bir Arap ülkesinde yaşayabileceklerini söylüyor. Çünkü İsraillilere göre tarihte denizden nehre kadar olan Filistin toprakları Tevrat’ta İsrailoğullarının toprağı olarak geçiyor. Bu türdeki bir işgal, işgal edilen devletin çevresine entegre edilmesiyle değil, çevresinden izole edilmesi, uluslararası baskı uygulanması ve sakinlerinin direnişiyle sona erer.

Dolayısıyla Suudi Arabistan'ın normalleşme konusunda, normalleşme için işgalin sona ermesini şart koşan tutumunda ne kadar haklı olduğunu vurgulamak önemli. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, BMGK’da son ateşkes kararının yayınlanmasından sadece beş gün önce Suudi Arabistan’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı ile Riyad’da yaptığı son görüşme de dahil olmak üzere ülkesinin bu tutumunu defalarca kez dile getirildi.  Bu durum ABD ve Avrupa’yı iki devletli çözümün hayata geçirilmesinin zamanının geldiğini, bu ‘çatışmanın’ devam etmesine izin verilemeyeceğini, çünkü Ortadoğu'da ve tüm dünyada istikrarsızlığa neden olduğunu açıkça dile getirmeye itti.

Bunun üzerine Suudi Arabistan ve İİT üyesi olan kardeş Arap ülkeleri, 28 Mart’ta Körfez bölgesinin güvenliğiyle ilgili görüşlerini açıkladılar. En önemli önceliklerinden biri “Demografik değişime, Arap kimliğinin silinmesine ve Müslümanların ile Hıristiyanların kutsal mekanlarının Yahudileştirilmesine yönelik girişimlerin derhal durdurulmasını vurgulayarak, Filistin sorununu çözmek için Arap girişimini canlandırmak, İsrail işgaline son vermek ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını sağlamak’ olarak belirlediler. Açıklamalarında, çözüm umutlarının sürekli olarak engellenmesinin bölgeyi istikrarsızlaştırmada temel bir faktör ve aşırılığın, nefretin ve şiddetin yayılmasının nedenlerinden biri olduğunu vurguladılar. Bu, güvenlik ve barışa giden yolun, işgale son vermeden önce işgalci devletin bölgeye entegre edilmesinden değil, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline son verilmesinden geçtiğini belirten, ABD ve Avrupa ülkelerinin dikkate alması gereken bir mesajdır.

Stratejik değişkenlerden biri de savaşın ABD, Kanada ve Avrupa'da derin değişikliklere yol açması oldu. Bugün küresel olarak tecrit edilmiş gibi görünen İsrail, Filistin halkına karşı soykırım savaşı yürütmekle suçlanıyor. İsrail'in artık dokunulamayacak, ‘ahlaksızlığı’ konuşulamayacak ‘kutsal bir inek’ olmadığı, boykot edilmesi ve cezalandırılması gerektiği yönünde giderek büyüyen küresel bir eğilim var.

ABD’de halkın yüzde 55'inden fazlası Gazze’deki savaşın durdurulmasını ve İsrail'in cezalandırılmasını istiyor. Bu, ABD tarihinde 1967'den bu yana bir ilki temsil ederken İsrail'in müttefiklerinden Kanada, İsrail’e silah ihracatını durdurma kararı aldı. İrlanda, İsrail'i soykırım suçundan yargılamak için Uluslararası Adalet Divanı'nda (ICJ) açtığı davada Güney Afrika'ya katılma kararı alırken, aynı kararı İspanya, Belçika, Norveç gibi diğer Avrupa ülkeleri de alabilir. Avrupa'da kamuoyunun geneli İsrail'in Gazze savaşına karşı çıkarken İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline son verilmesini istiyor. Almanya ve İngiltere liderleri kendi halklarından, İsrail'e silah ihracatını durdurmaları ya da en azından silah ihracatını İsrail'in, Filistinlilerin haklarına saygı duymasına bağlamaları yönünde büyük bir baskı görüyorlar.

fderbtr
ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield (sağdan ikinci), Gazze'de derhal ateşkes yapılmasını öngören BMGK kararına ilişkin oylamada çekimser kaldı (AFP)

ABD’nin de küresel anlamda yalnız kaldığını hissetmesi ve İsrail'in sırtındaki bir kambur haline geldiğinin farkına varması, BMGK’nın ramazan ayında Gazze’deki savaşa son verilmesi kararına karşı veto kullanmaktan kaçınmasının nedenlerinden biri olabilir.  ABD Kongresi'nde İsrail'e ekonomik ve askeri yardım sağlanmasının Filistinlilerin haklarına saygı gösterilmesiyle ilişkilendirilmesi, yani işgalin sona ermesi anlamına gelmesini isteyen, fakat yetersiz kalan sesler yükselmeye başladığını da belirtmemiz gerekir.

ABD yönetiminin İsrail'le arasındaki anlaşmazlıklar da gün geçtikçe derinleşiyor. ABD yönetimi, Filistin Yönetimi'nin Gazze'nin yönetimini devralması ve Gazze topraklarının hiçbir noktasının bölünmemesi gerektiği konusunda ısrar ederken, işgalci İsrail hükümeti, buna karşı çıkıyor ve Gazze’de bir güvenlik kemeri oluşturmak istiyor.

Askeri çözüm mümkün değil, siyasi çözüme geçilmeli. Bu aynı zamanda Suudi Arabistan'ın talepleriyle de tutarlı.

ABD, Refah şehrinin işgal edilmesine ve on binlerce Filistinlinin öldürülmesine neden olmak istemezken işgalci İsrail, bunu istiyor ve bunda ısrar ediyor. ABD, İsrail'in esir takası için anlaşmalar yapmaya devam etmesini isterken İsrail, bunun gerçekleşmesini engellemek için dönen çarklara somak sokuyor. ABD askeri çözümün mümkün olmadığı ve siyasi çözüme geçilmesi gerektiğini düşünüyor. Suudi Arabistan da Gazze’de savaşın başlamasından bu yana bunu istiyor.

Bunlar uluslararası sahnede, Gazze’deki savaşı durdurma ve Filistin topraklarının işgalini sona erdirme yönündeki iki projeye hizmet edecek net siyasi pozisyonlar geliştirmek için üzerine inşa edilmesi ve üzerinde çalışılması gereken önemli değişkenler.

Bölgedeki büyük resme bakıldığında, İsrail'in Gazze'de zafer elde edemediğini de belirtmek gerekiyor. İsrail, başlamasının üzerinden altı geçen ve halen devam eden savaşta, Filistinli silahlı örgütleri ortadan kaldırmayı ve rehineleri kurtarmayı başaramadı. Aynı zamanda on binlerce Filistinliyi öldürüp yaralamasına ve Gazze’deki alt yapının yüzde 75’inden fazlasını yok etmesine rağmen, Gazzelileri Gazze Şeridi çevresindeki ve kuzeydeki evlerine geri döndürmeyi de başaramadı. Tüm bular, İsrail’in doğaüstü olmadığını ve yenilebilir bir devlet olduğunu gösterirken biz de bu yazının son noktasına geliyoruz.

Bu platformda savaşla ilgili yaptığım ilk yorumda “İsrail'in bu savaşı kazanmasına izin verilmemeli” demiştim. Bazıları bunu dar anlamda silahlı bir gruba karşı savaş olarak görse de bu savaş, milislere karşı değil, tüm bileşenleriyle Filistin halkına ve Ortadoğu bölgesinin geleceğine karşı bir savaştır.

Eğer işgalci İsrail bu savaşı kazanırsa, işgalini, Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'yı ve Gazze’yi kapsayacak şekilde genişletecek.

Eğer işgalci İsrail bu savaşı kazanırsa, işgalini, Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'yı ve Gazze’yi kapsayacak şekilde genişletecek ve Filistin halkını aşağılama, yerinden etme, topraklarını ilhak etme gibi eylemlerini artırarak devam ettirecektir.

Eğer işgalci İsrail galip olursa, zaferi onu Lübnan'a savaş açma ve Lübnan topraklarının bir kısmıyla Suriye’nin Golan Tepeleri’ndeki işgalini sürdürmesi için motive edecektir. Bu da Arap ülkelerinin kalkınma ve refah konularına yönelmek için istedikleri istikrarın ve barışın sağlanamayacağı anlamına gelir.

Eğer işgalci İsrail zafer elde ederse bu, dünyanın işgalin sona erdirilmesine ve adil bir çözüme ulaşılmasına olan ilgisini kaybedeceği anlamına da geliyor. Çünkü galip gelen genellikle alabildiğini alır. İsrail'in böyle bir zafer elde etmesini engellemekse, onu barış aşkıyla olmasa da güvenliğini garanti altına alma ve kendini koruma içgüdüsüyle bölgede gerçek ve kalıcı bir barış aramak zorunda bırakır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Suudi Arabistan, Yemen'e barışın getirilmesi konusundaki kararlılığını yineledi

Asya Baakdah Cenevre'deki İnsan Hakları Konseyi önünde konuşmasını yapıyor (Suudi heyeti)
Asya Baakdah Cenevre'deki İnsan Hakları Konseyi önünde konuşmasını yapıyor (Suudi heyeti)
TT

Suudi Arabistan, Yemen'e barışın getirilmesi konusundaki kararlılığını yineledi

Asya Baakdah Cenevre'deki İnsan Hakları Konseyi önünde konuşmasını yapıyor (Suudi heyeti)
Asya Baakdah Cenevre'deki İnsan Hakları Konseyi önünde konuşmasını yapıyor (Suudi heyeti)

Suudi Arabistan dün Cenevre'de İnsan Hakları Konseyi'nin 57. oturumunda yaptığı konuşmada Yemen'e barışın geri dönmesi konusundaki istekliliğini ve krizin çözülmesi ve Yemen halkının çektiği insani acıların sona erdirilmesini amaçlayan tüm çabalara verdiği desteği bir kez daha teyit etti.

Cenevre'deki Birleşmiş Milletler Suudi Daimî Temsilciliği İnsan Hakları Bölümü Başkanı Asya Baakdah tarafından yapılan konuşmada Suudi Arabistan, Yemen'deki savaşın sona erdirilmesi ve kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşılması yönündeki girişimini yineledi.

Baakdah şöyle etti: “Kızıldeniz bölgesinde uluslararası deniz yollarının ve küresel ticaretin güvenliğini ve emniyetini etkileyen gerginlikler çerçevesinde Suudi Arabistan, seyrüsefer özgürlüğünün tüm dünyanın çıkarlarını etkileyen uluslararası bir gereklilik olduğu, bölgenin güvenlik ve istikrarının korunması için bilgelik, tırmanmadan kaçınma ve ortak çabaların güçlendirilmesi çağrısını yinelemektedir.”

Konsey'de teknik yardım ve kapasite geliştirme konulu genel görüşmeye katılan Suudi delegasyonu, Yemen İnsan Hakları İhlallerini İzleme Ulusal Komitesi'nin 12. raporunun yayınlanmasını memnuniyetle karşıladı ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi'nin (OHCHR)  Komite'ye desteğini yoğunlaştırmaya devam etmesinin önemini vurguladı.