Abdullah Reşid
Tarihçi, seyyah ve edebiyatçı Hamad el-Câsir Ekim 1972’de istirahat ve toparlanma ihtiyacı hissederek okuma-yazma faaliyetine bir süre ara verdi. Daha sonra Kahire’ye giderek orada yaklaşık 40 gün geçirdi. Bu süre zarfında sık sık sırt ağrılarının masaj ve diğer yollarla tedavi edildiği Yeni Mısır Hastanesi Uzman Tedavi Merkezi’ne gitti. Ancak tutkulu araştırmacının ruhu bu dönemde de sakin duramadı ve kendisi okuma konusunda sabır gösteremeyeceğini anlayarak Hac ile ilgili seyahatnameleri incelemeye dair büyük projesine devam etme kararı aldı. İşini tamamlaması için olabildiğince çok sayıda kitaba ve el yazmasına ulaşması gerekiyordu. Hac ve Umre ibadetlerini yerine getirmek ve Medine-i Münevvere’yi ziyaret etmek için yaptıkları yolculuklarla ilgili anılarını belgeleyen yazar, alim, şarkiyatçı ve seyyahların kitaplarından olabildiğince çoğunu elde etmek için ülkeler, şehir ve başkent kütüphaneleri, müze koridorları, üniversiteler ve kitap depoları arasında mekik dokudu. El-Câsir’e göre bu kitaplar, değerli bir bilgi hazinesidir ve bunlarda ‘ülkelerimizin tarihi, coğrafyası ve farklı durumları hakkında başka eserlerde bulunmayan çeşitli bilgiler’ vardır. Bu yüzden yönünü Arap Mağrip (Batı Arap) ülkelerine çevirdi. Ona göre bu ülkelerin halkları, bu alanda zirveye yükselmişti. Nitekim söz konusu alimlerin seyahatleri hakkında onlarca eser hâlâ el yazması formunda mevcut ve Mağrib’in özel ve kamu kütüphaneleri bunlardan birçoğuna ev sahipliği yapıyor.
El-Câsir, Cezayir ve Fas’ı ziyaret etti, el-Karaviyyin Üniversitesi’ne gitti, Marakeş ile Rabat arasında taşındı ve Tunus’a yöneldi. Daha sonra Arap Yarımadası tarihi ve mirasına dair yazmalar hakkındaki araştırma sahasını genişleterek yüzünü İstanbul’a döndü. Burası için, “Türkiye’deki kütüphanelere dağılmış bir mirasımız var” der. Ardından Hollanda Lahey ve Leiden’den Londra’ya, British Museum’a, Cenevre’ye, Berlin’e; Vatikan Kütüphanesi ve Roma’dan Paris’e, Sorbonne Üniversitesi’ne, Madrid’deki El Escorial Kütüphanesi’ne kadar Avrupa şehirlerini dolaştı. Bilginin, değerli kitapların ve eserlerin peşindeydi. Detaylarında güzel ve eğlenceli hikâyeler barındıran bu eserler, bilgi uğrunda verilen mücadelenin, çalışkanlığın ve azmin canlı bir örneği ve araştırmacılar ile ilim talebesi için bir ilham kaynağıdır.
Arap Yarımadası alimi Hamad el-Câsir’in, seyahatnameler peşindeki bu seyahatlerini Arap mirasındaki eski edebi yöntemi takip ederek yazmaya karar vermesi ilginçtir. Kendisi, Arapça el yazmaları arayışına dair yolculuğunun hikâyelerini kaleme aldı. Gözlemlerinin çoğu, bu yolculukların ana hedefi olan kütüphanelerin, müzelerin, üniversitelerin ve kültür merkezlerinin tasvirine ilişkindi ve bunlar, ‘Hamad el-Câsir’in Kültür Mirası Peşindeki Yolculukları’ başlığıyla yayınlandı.
El-Câsir’e göre bu kitaplar, değerli bir bilgi hazinesidir ve bunlarda ‘ülkelerimizin tarihi, coğrafyası ve farklı durumları hakkında başka eserlerde bulunmayan çeşitli bilgiler’ vardır.
Kadim bir sanat
Gezi edebiyatı, insanlık tarihine ve doğasına dair araştırmalarıyla ve halkları, milletlerin kültürlerini, gelenek görenekleri keşfetme arzusuyla insanlık kadar eski bir sanattır. Bu edebiyat, insanın merakı için bir tatmin ve dünyayı birbirine bağlayan, toplulukları yakınlaştıran, anlayış ve iletişime yardımcı olan bir bağlantı halkası barındırır.
Bu sanatın, Arap-İslam mirasında büyük bir yeri vardı. Müslüman seyyahlar, seyahatname türünde eserler verdiler ki bugün bunlar, halkların tarihini, milletlerin medeniyetlerini, şehirlerin ve başkentlerin özelliklerini anlatan insanlık mirasının en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Bu eserler, dünya tarihini anlamaya ve sırlarını keşfetmeye yardımcı olan değerli tarihî belgeler mahiyetindeydi. İbn Fadlan, ünlü seyahatnamesinde Ruslar, Türkler, Hazarlar ve Sakâlibe* hakkında en eski tarifleri yazmıştır. El-Bîrûnî de Hindistan seyahatlerini kayıt altına aldığı ‘Tahkîku mâ li’l-Hind min Makûletin Makbûletin fi’l-Akl ev Merzûle’ adlı kitabında Hint insanının doğasını ve gelenek göreneklerini derinlemesine analiz ederek antropolojinin temellerini atmıştır. Daha sonra Endülüslü ünlü seyyah İbn Cübeyr, ‘Tezkiretün bi’l-Ahbâr an İttifâkâti’l-Esfâr’ adlı kitabında İslam dünyası ülkelerinin durumları hakkında detaylı bilgiler sunmuştur. Onun ardından İbn Battuta, hayatının 28 yılını o zamanlar bilinen dünyanın bazı kısımlarında dolaşarak geçirdiği meşhur yolculuğuna çıktı. Bu yolculuğu esnasında en az 120 bin km yol kateden İbn Battuta, gözlemlerini ‘Garâibü’l-Emsâr ve Acâibü’l-Esfâr’ adlı kitapta bir araya getirdi. Onun, Müslüman seyyahların şeyhi lakabını hak etmiş olmasında şaşılacak hiçbir şey yoktur.
Başlangıç noktası
Bu noktada belirtmek gerekir ki Hac yolculuğu, çoğu zaman o seyyahı veya tarihçi ve yazarı seyahatlerini yazmaya ve bu sanatı geliştirmeye teşvik eden ilk şey olmuştur. Nitekim İbn Battuta, kitabının başında ‘Başlangıç Noktası’ başlıklı ilk yolculuğuna dair şöyle diyor:
Memleketim Tanca’dan hicri 2 Recep 725 Perşembe günü Beytullah-ı Harem’i (Kâbe’yi) haccetmek ve Resulullah’ın (a.s.) kabrini ziyaret etmek üzere yola çıktım. Yanımda sohbetiyle bana eşlik edecek bir arkadaşım yoktu, arasına katıldığım bir kervanım da. Ama o kutsal toprakları görme arzusu içimde yer etmişti, bu yüzden dostlarımdan ayrılmaya karar verdim ve kuşların yuvadan uçması gibi ben de yurdumu terk ettim. Annem ve babam henüz hayattaydılar ve onlardan uzaklığa tahammül ettim. Ayrılıktan onlar da ben de nasibimizi almıştık. O zamanlar 22 yaşındaydım.
Aynı şey İbn Cübeyr için de söz konusuydu. Nitekim de o da yolculuğuna hac niyetiyle çıkmıştı. Bundan dolayı kitabını da ‘İ‘tibârü’n-Nâsik fî Zikr-i Âsâri’l-Kerîme ve’l-Menâsik’ olarak adlandırdı. İbn Cübeyr, arkadaşı Ahmed bin Hassan eşliğinde hac farizasını yerine getirmek üzere deniz yoluyla Sebte’den (Ceuta) Sicilya’ya ve oradan da İskenderiye’ye geçti. Burada bir müddet kaldıktan sonra Kahire ve Mısır’a gidip buralarda dolaştı. Ardından Kûs şehrine yöneldi, sonra da kendisini Cidde’ye ulaştıran bir gemiye binmek üzere Ayzâb limanına gitti. Kitap, geçtiği ülkeler ve şehirlerde yaşadığı tecrübeler, ilginç hikâyeler ve gözlemlerle dolu. Seyyah, ilginç gerçekleri kaleme almış ve o zamanlarda hâkim olan siyasi, toplumsal ve ahlaki koşulları ve kabulleri belgelemiştir.
Müslüman seyyahlar, seyahatname türünde eserler verdiler ki bugün bunlar, halkların tarihini, milletlerin medeniyetlerini, şehirlerin ve başkentlerin özelliklerini anlatan insanlık mirasının en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Bu eserler, dünya tarihini anlamaya yardımcı olan değerli tarihî belgeler mahiyetindeydi.
Tarihî eserin bol bulunduğu bir şehir
İbn Cübeyr, Hac ibadetini tarif ederken şöyle diyor:
Biz önemli ritüellere şahitlik etmek ve teşrik** günlerinde kalmak üzere hazırlık yaptığımız evi görmek için Mina’ya çıktık. Buranın ruhları neşe ve sevinçle dolduran, bolca tarihî eseri barındıran, geniş planlı ve kadim bir şehir olduğunu gördük. İniş için kullanılan kolay evleri inceledim. Yanımda uzun bir yol vardı. Oraya gidenin solunda ve yakınında karşılaşacağı ilk şey, Mescid-i Biat-ı Mübareke olur. Bilindiği kadarıyla İslam’da ilk biat, Hz. Abbas’ın (r.a.) Ensar’a karşı Peygamber’e (a.s.) ettiği biattır. Sonra Mekke’den yola çıkanların ilk Mina’sı olan Akabe Cemresi’ne (Büyük Şeytan) ve oradan geçenlerin soluna gidilir. Burası, yolun taşların yığılı olduğu yüksek kenarıdır. Eğer burada Allah’ın apaçık ayetleri olmasaydı peş peşe asırlar ve devirler boyunca biriken yüksek dağlar gibi olurdu. Ama onda Cenab-ı Hakk’ın gizli sırlarından yüce bir sır vardır. O’ndan başka ilah yoktur.
İbn Battuta, hazırlıkların tüm hızıyla başladığı ilk günden itibaren hac ritüellerini anlatıyor:
Zilhicce ayının birinci günü mübarek dönemin habercisi olarak sabah ve akşam namaz vakitlerinde davul ve tefler çalınır ve Arafat’a çıkış gününe kadar böyle devam eder. Zilhiccenin yedinci gününde hatip, öğle namazının ardından güzel bir hutbe okuyarak insanlara nasıl ibadet edeceklerini ve vakfe gününü öğretti. Sekizinci gün erken vakitte insanlar, Mina’ya çıktı. Mısır, Şam*** ve Irak emirleri ile ilim ehli geceyi Mina’da geçirirler. Mısır, Şam ve Irak halkı arasında (aydınlanmak için) kandil yakmak gururlanma ve böbürlenme vesilesidir. Ancak bu konuda üstünlük her zaman Şam halkınındır. Dokuzuncu gün sabah namazından sonra Mina’dan Arafat’a hareket ettiler. Yol üzerinde Müzdelife ile Mina arasında sınır olan Muhassir Vadisi’ni geçtiler. Müzdelife, iki dağ arasında geniş ve basit bir arazidir ve etrafında Müminlerin Emiri Harun Reşid’in eşi Cafer bin Ebî Cafer el-Mansur’un kızı Zübeyde’nin inşa ettiği imalathaneler ve sarnıçlar vardır. Arafat’ta insanlar Arafat’ın saçaklarında toplanır; ortasında Cebel-i Rahme vardır. Üzeri Müminlerin Annesi Ümmü Seleme’ye (r.a.) nispet edilen bir kubbe ile örtülmüştür. Cebel-i Rahme’nin eteğine gelince… Kâbe’nin karşı solunda Hz. Adem’e (a.s.) nispet edilen eski bir ev, sağında ise Peygamber’in (a.s.) durduğu kayalar vardı. Çevresinde de sarnıçlar ve oluklar, yakınında imamın durup hutbe okuduğu ve öğle ile ikindi namazlarını cem ettiği yer var.
İbn Battuta, Müzdelife’ye doğru yürüyen hacı kafilesini ise şöyle tarif ediyor:
“İnsanlar dünyayı sallayan ve dağları titreten bir güçle kalabalığı harekete geçirdiler. Ne değerli bir makam ve ne muazzam bir manzara. Ruhlar, onun güzel yurdunu umar, rahmetinin esintilerini arzular.”
Çağdaş yazarların Hac yolculuğu
Modern çağda birçok yazar ve düşünür gerek makalelerinde gerekse kitaplarında Hac yolculuğunu kaleme almaya özen göstermiş ve Arap ülkelerindeki dinî, sosyal, ekonomik durumlar, siyasi koşullar ve gelenek görenekler hakkında önemli bilgiler vermiştir. Bu yolculuklar, Hicaz tarihi, emirlerin hayat hikâyeleri, Harem’in özellikleri ve inşasının gelişim aşamaları, hac yolları ve zamanları ile ilgili önemli bilgiler içermektedir.
Hac yolculuğunu kayda geçiren önde gelen yazarlardan biri Ahmed Hasan ez-Zeyyat’tır. Yolculuğunu ‘Mecelletü’r-Risâle’ adlı dergide ‘Hicaz Diyarında’ başlıklı makalesiyle kayda geçiren ez-Zeyyat, buraya bir tutku seli ve coşkuyla çekilmiştir. Yazar bu durumu şu sözlerle dile getirir:
“Hicaz’ın her noktasında bir fedakârlık izi ve kahramanlık simgesi vardır. Oraya Hac ziyareti yapmak bir gurur nişanesi, yükselmek için bir güdülenme, özgürleşmek için bir teşvik ve birlik için hatırlatıcıdır. Vahyin indiği Hira Mağarası, fedakârlığın simgesi olan Darü’l-Erkam ve şanın kaynağı Sevr Mağarası buradadır. İşte Ebu Bekir, Ömer, Ali, Amr, Sad ve Halit’in, Beni Haşim ile Beni Ümeyye’ye mensup şerefli insanların avlusuna sığındığı o ev. İşte dünya liderlerinin ve mahlukat önderlerinin kumlarına karıştığı Bathâ!”
Muhammed Hüseyin Heykel, ‘Vahyin Evinde’ adlı bir eser kaleme aldı. İbrahim el-Mâzini ise 1930 yılında ‘Hicaz Yolculuğu’ adlı ve bilgi, anı ve ilginç gözlemlerle dolu değerli kitabını yazdı. ‘Advâü’l-Beyân’ adlı kitabın yazarı Şeyh Muhammed el-Emin eş-Şankayti’nin kaleme aldığı ‘Beytullah-ı Harem’e Hac Yolculuğu’ adlı seyahatname de tarihî yönler, tarihî eserler ve coğrafya bakımından önemli bir referanstır. Bu seyahatnameler arasında Mısır’ın Hac alayı emirlerinden olan İbrahim Rifat’ın yazdığı ‘Mir’âtü’l-Harameyn’ adlı eser de vardır. Emirü’l-Beyan Şekib Arslan da 1929 yılında hac yolculuğunu tamamladığında yolculuk anılarını ‘el-İrtisâmâtü’l-Litâf fî Hâtiri’l-Hac ilâ Akdes-i Metâf’ adlı kitabında toplayarak Kral Abdülaziz Hazretlerine takdim etmiştir. Arslan, kitabın önsözünde şöyle diyor:
“Kitabı tamamlamak nasip olduğunda ve dolunay, hilaline vardığında onu, günlerin alnında bir ışık olan yiğit kral hazretlerine, yani Hicaz, Necd ve etrafının kralı Abdülaziz bin Abdurrahman el-Faysal Âl-i Suud’a ithaf etmeyi uygun gördüm. Bu, gölgesini bu ülkelere yayan emniyetin güzelliğine bir hatırlatma, temellerini sağlamlaştırdığı adaletin değeri için bir takdir, sözlerini yerine getirdiği için bir minnettarlık, Araplığın hakkını ve İslam’ın hakikatlerini koruyan içten Arap Kralı’ndan ötürü duyulan bir sevinç nişanesidir. Allah, o krala olan desteğini daim kılsın, onu ikbalin burçlarına yükseltsin, parlak güneşini ebedileştirsin, diğer Arap kralları ve prensleri ile anlaşmasında ve onun ilerlemesi ve yükselmesi için çabalayan insanlarla çalışmasında onu muvaffak etsin.”
Seyahatname edebiyatı, Hac ibadetine çok şey borçlu. İbadetler ve ritüeller için yapılan yolculuk, yazarların ve bilim adamlarının zihinlerini ateşler, kalemlerini coşkulu yazıma ve hassas gözlemleri, ilginç ve hoş anıları belgelemeye teşvik eder. İbn Cübeyr ve İbn Battuta’da olduğu gibi mirasımızdaki seyahatnamelerin çoğunun ilk kıvılcımı, Hac yolculuğuyla başlar. Daha sonra yazım alanı genişler ve dünya şehirlerinin hikâyelerini ve milletlerle halkların ahvalini içerir. Nihayet saha gözlemine, betimlemeye, araştırmaya, derinlemesine düşünmeye ve incelemeye dayalı özenli bir tarihî kaynak ve görgü tanığı kaydı haline gelir. Seyahatnameler, Arap ve insanlık mirasının büyük hazinelerinden biridir.
*Sakâlibe, Ortaçağ İslam kaynaklarında Slavlarla Slav kökenli kölelere verilen ad.
**Terim olarak teşrik, Kurban Bayramı’nın son üç gününü kapsayan zaman dilimine ve zilhicce ayının belirli günlerinde farz namazlardan sonra söylenen tekbire verilen ad.
***Bilâd-ı Şam; Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin’i içine alan tarihî bölgenin adı.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.