Sudan muhalefetinden hükümete diyalog çağrısı

Es-Sadık el-Mehdi
Es-Sadık el-Mehdi
TT

Sudan muhalefetinden hükümete diyalog çağrısı

Es-Sadık el-Mehdi
Es-Sadık el-Mehdi

Muhalif “Nida Sudan” ittifakı ve Milli Ümmet Partisi lideri es-Sadık el-Mehdi, hakkında çıkarılan tutuklama kararının hükümetin kendisine karşı “kötü niyetli” eylemlerinden biri olduğunu belirtti. Hükümetin bu eylemlerinin kendisini Hartum’a dönmekten alı koyamacağını söyleyen el-Mehdi, belirlendiği üzere 19 Aralık’ta geri döneceğini vurguladı.
Mehdi, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Afrika Eş Gözlem Mekanizması (APRM) aracılığıyla hükümetle diyalogun başlayabileceğini belirtirken, muhalefetin birleşmesini “ütopya”  olarak nitelendirdi.
Herhangi bir muhalif güçle koordinasyon sağlamak için bir takım şartları olduğuna dikkati çeken Mehdi, bunların; rejimi zorla devirmek, kritik meseleleri kendi başlarına çözmeye çalışmaktan kaçınmak, İsrail’in zaferini önlemek, yalnızca muhalefet karşıtlığına odaklanmamak olduğunu belirtti. Mehdi, Sudanlı güçlerin, Güney Afrika apartheid sisteminden kurtulmasını sağlayan Demokratik Güney Afrika için Konvansiyon (CODESA) çerçevesinde bir anlaşma beklediğini kaydetti.
-Hükümet Devlet Güvenlik Savcılığı tarafından çıkarılan tutuklama emrinin ardından sizi tutuklamak için dönüşünüzü bekliyor. Sizce hükümet bu eylemlere devam mı edecek yoksa genel bir af mı çıkaracak?
Hükümet bizimle çelişkili şekillerde uğraşıyor. Bize üç kez en yüksek seviyede katılım için teklifte bulundular. Adil ve kapsamlı bir barış ve demokratik geçişe dayanmayan hiçbir katılımı kabul etmedik. Bu nedenle, hükümet iktidara gelmesinden bu yana yıllardır bu gibi eylemlerde bulunuyor. Şuan çalıştığımız silahlı güçler uluslararası toplum ve Afrika tarafından tanınıyor olmasına ve hiçbir terör eylemine karışmamış olmasına rağmen bugüne kadar hakkımda 6 dava açıldı. İktidar rejimi birçok yerde tartışma konusu. “Nida Sudan” ittifakı ise şiddet içermiyor. Bize karşı yapılan bu eylemleri göz önünde bulunduruyoruz. İktidarda bizi yönetimden uzaklaştırdığını düşünen bazı kişilerin bizimle ilgili açıklamaları var. Biz yasa dışı değiliz. Yani ya yönetimi paylaşırız ya da bizi yargılarlar. Bu kötü amaçlı açıklamalar bizi yasal olarak ortadan kaldırmaya yönelik yöntemlerdir. Bunlar rejim içinde kötü niyetli söylemlerin geçtiğinin delilidir. Rejim içinde farklı güç merkezleri var. Şu ana kadar neler yaptıklarını anlatamam. Fakat biz ilkeli duruşumuzu koruyacağız ve sonuçlarının sorumluluğunu üstleneceğiz. Çabalarımızın boşa çıkmamasını diliyor ve halktan destek bekliyoruz.
-“Yumuşak geçiş” olarak isimlendirilen geçiş çerçevesinde hükümetle diyalog başlatacak mısınız?
Söz konusu diyalog, APRM aracılığıyla gerçekleştirilecek bir diyalogdur.
-APRM ve uluslararası taraflar sizi Anayasa Komisyonu’na ve 2020 seçimlerine katılmaya davet ettiler. Ancak bununla birlikte savaşı durdurma ve demokratikleşme gibi konular müzakere gündeminde olmayacak.
Hükümet APRM’ye bir mektup gönderdi. Bu da hükümetin çizilecek bir yol haritasıyla bizimle diyalog başlatmaya, seçimler ve Anayasa Komisyonu gibi konuları konuşmaya hazır olduğunu gösterdi. Her şeyi yol haritası belirleyecek. Tabii ki, tüm bu konularda bir takım kesin şartlarımız var. Tüm meselelerin ele alınmasının yanı sıra ve taraflardan birinin yerine getiremeyecekleri durumlar müzakere gündemine taşınmalı. Bunlar da yol haritasına dayandırılmalı.
-İktidar dengesi artık Ömer el-Beşir hükümetinin lehine. Muhalefet ise etkisiz bir durumda. Sizce güç dengesindeki ölçüler nasıl olmalı?
Sistem 30 yılın ardından tüm alanlarda iflasın eşiğine gelmiş durumda. Eşi benzeri görülmemiş hatalar yapıldı. Mevcut ekonomik durum hükümeti istikrarsızlaştırmasına neden olacak yeterlilikte.
Uluslararası ilişkilerde, devletler rejimin zayıflığını kabul eder. Bu fırsatı kendi şartlarını öne sürmek için kullanırlar. Örneğin ABD’nin rejimden insan halkları ihlallerini öne sürerek Müslüman Kardeşler’i sınır dışı etmesini istemesi gibi.
-Muhalefet grupları arasında bölünmeler yaşanıyor. Bu da muhalefetin hükümetin önündeki varlığını zayıflatıyor. Muhalefet güçlerini bir araya getirecek bir girişiminiz var mı?
Muhalefetin bir araya gelmesi bir “ütopyadır” (gerçeklikten uzak). Ancak muhalefeti temsil eden en büyük grup olan “Nida Sudan” ittifakı tutarlı bir ittifaktır. “Milli Mutabakat Güçleri İttifakı”,  Nida Sudan Güçleri İttifakıyla uzlaşıya varmış olsalar da ilke olarak herhangi bir diyalog başlatmayı reddediyorlar. Bizimle ittifak içerisinde yer almalarına rağmen diyalogu reddedenler var. Muhalefette Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey örgütünün (SPLM-N) Başkan Yardımcısı Abdulaziz el-Hilu ve Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) lideri Abdulvahid Muhammed Nur gibi aşırılık yanlısı muhalifler bulunuyor.
Anavatanın inşası için bir tüzük imzalayarak görüşleri birleştirmeye çalıştık. Bu konuda hemfikir olmak ve hedeflerine barışçıl yollarla ulaşmak için çalışacağız. Herhangi bir muhalif güçle koordinasyon sağlamak için 4 şartımız olduğunu söylemiştik. Bu şartlar; rejimi zorla devirmemek ve barışçıl yollarla hareket etmek, kritik meseleleri kendi başlarına çözmeye çalışmaktan kaçınmak, İsrail’in zaferini engellemek, muhalefet karşıtlığına odaklanmamak.
-Aktivistler ve parti liderleri, muhalefetle ittifaklar kurduğunuzu söylüyor. Buna ne diyorsunuz?
1989 yılında kurulan Ulusal Demokratik İttifak’ı (NDA) bizim girişimimizdi. 1995’te Asmara’da gerçekleştirilen Kritik Meseleler Konferansı’nı biz düzenledik. SPLM-N’in “Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi” (IGAD) girişimi çerçevesinde hükümet ile diyaloga girişini destekledik. Şartları vardı ve hükümetle diyalog başlatma fikrini reddettiğimizde 1999 yılında Cibuti Anlaşması’nın yolu açıldı. 2005 yılında hükümet ve hareket arasında kapsamlı bir barış anlaşması imzalandı. Eleştirilerimizi yayınladık. Hiçbir bilgiye sahip olmayan eleştirmenler yalnızca rejime katılmak için diyalog istediğimizi söylüyorlar. Milli Mutabakat Güçleri İttifakı içerisinde yer alan taraflar altı yıldır rejimdeler. Biz hiçbir aşamada katılım göstermeyen muhaliflerdik. Bu durumda muhalefet koalisyonunu ortadan kaldıranlar da bizleriz.
Eylül 2009'da Güney Sudan’ın başkenti Cuba'daki Sudanlı Siyasi Partiler Konferansına katıldık. Milli Mutabakat Güçleri’ni oluşturduk. Daha sonra edinilen tecrübeler ışığında bu oluşumun tekrar gözden geçirilmeye ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Bunu yapmaya karar verdik. Ancak diğerlerinin üzerinde anlaştığımız konuları uygulamaya koymaktan kaçınması sonucu üyeliğimizi donduk. Ancak Devrimci Cephe Fecr’ul Cedid Bildirisi’ni yayınladığında muhalefet iki konu üzerinde mutabık kaldı. Gönüllü birleşme ve rejimin aralarında şiddetinde yer aldığı bir takım seçeneklerle devrilmesiydi. Buna rağmen Devrimci Cephe ile ilişkileri koparmadık. Diyaloga devam ettik. Ağustos 2014'te Paris Deklarasyonu’na ulaştık. Daha sonra Aralık 2014'te “Nida Tunus” ittifakını oluşturduk. Siyasi güçleri birleştirici rolümüzü bugüne kadar sürdürdük.
-70’li yılların ortalarında Sudan’ın eski cumhurbaşkanı Cafer Muhammed en-Numeyri ile uzlaşma sağladınız. Mevcut Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir ile bir dizi anlaşma (Nida el-Vatan ve Ulusal Konsensüs anlaşmaları) imzaladınız. Bu anlaşmalar birçok insanın askeri rejimlerle uğraşırken sizi eleştirmesine neden oldu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Prensipte tüm denetimi elinde tutan sistemlerle diyalogun ilke olarak reddedilmemesi hata olur.  Ulusal mücadeleciler yabancı işgal devletleriyle diyaloga öncülük ettiler ve bağımsızlık konusundaki değişikler bu diyalogun meyvesiydi.
Eski Cumhurbaşkanı Cafer Muhammed en-Numeyri ile diyalogumuz, hedeflerine ulaşmasa da, önemli bir rol oynadığımız Nisan 1985'teki ayaklanmanın başarısına yol açan bir ortam yaratarak o dönem mevcut sistemle başa çıkmamızı sağladı. İnsanların meşru taleplerine yanıt vermeye özen gösterdik. Birçoğu taleplerini dile getirdi. Biz de sağlam ve barışçıl bir demokratik geçişin önünü açacak, yol haritasına öncülük ettik. Eğer bu mümkün değilse, Sudan’da üçüncü bir bahar seçeneği var. Nelson Mandela, “Siyasi güçler diyaloga zarar veremez” der. Asıl acı veren teslim olmaktır.
-Bu içsel, bölgesel ve uluslararası karmaşık durumlarla Sudan'ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Sudan'ın insan gücü mükemmel. Doğal kaynakları da bol. Sudan’da siyasi güçler iki önemli açıdan gruplandırılır: Sertlik ve özgünlük ile “İslami, sosyalist, dirilişçi ve Afrikalı” ideolojilerin yönlendirdiği hoşgörü niteliklerine sahiplik. Bu unsurlar CODESA ya da Ekim 1964'teki barışçıl ayaklanma gibi bir anlaşmaya yol açabilir. Sudan’ın siyasi hareketi, bölgedeki en olgun siyasi harekettir. Çünkü özgürlükleri için liberal bir yola çıkan bu hareket, solcu, sağcı, komünist ve İslamcı deneyimlere sahip. Sudan bu deneyimlerdeki başarısızlıkların yanı sıra gelecekte tüm bunlardan edinilen tecrübeye dayalı bir ulus inşa etmesine yardımcı olacak zengin bir siyasi kültüre sahip oldu.



Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
TT

Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)

İsrail medyasında, Binyamin Netanyahu hükümetinin Gazze Şeridi’ndeki uygulamaları nedeniyle Mısır ile İsrail arasındaki gerilimin son dönemde arttığına dair haberler yer alırken, Mısırlı üst düzey bir yetkili Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Mısır makamları İsrail’in Şarm eş-Şeyh Anlaşması’nı ihlal eden uygulamalarını tespit etti, bunlara ilişkin bir dosya hazırladı ve Washington’ı bilgilendirdi” dedi.

Mısır’da görev yapmış bazı eski askeri yetkililere göre ise Kahire, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki adımlarını, üzerinde uzlaşılan Trump planından kaçınma girişimi ve sarı hat olarak bilinen bölgede kalıcı bir İsrail askeri varlığı tesis etme çabası olarak değerlendiriyor. Bu durumun Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit ettiği ifade ediliyor.

Sarı hat, 10 Ekim’de Şarm eş-Şeyh’te ABD Başkanı Donald Trump’ın katılımıyla imzalanan ve Gazze savaşını sona erdirmeyi amaçlayan barış planı kapsamında, Gazze Şeridi’ni iki bölüme ayıran bir ayrım hattı olarak tanımlanıyor. Buna göre hat, Filistinlilerin kontrolündeki batı bölgesindeki toprakların yüzde 47’sini, İsrail’in kontrolü altındaki Gazze’nin yüzde 53’ünden ayırıyor. Gazze’deki Filistinlilerin neredeyse tamamının, bu hattın batısındaki bölgeye göç etmek zorunda kaldığı belirtiliyor.

xsdf
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında Gazze barış planını görüşmek üzere bu ayın sonlarında bir zirve yapılması bekleniyor. (AFP)

İsrail Kanal 14 televizyonunun yayımladığı bir raporda, İsrail ordusunun sarı hat olarak bilinen bölgede faaliyet yürüttüğü ve Gazze Şeridi’nin coğrafi yapısını değiştirdiği öne sürüldü. Kanalın aktardığına göre Kahire, bu durumu ‘bölgesel çıkarlarına yönelik doğrudan bir tehdit’ olarak değerlendiriyor. Raporda, söz konusu faaliyetlerin Mısır’ı öfkelendirdiği ve Kahire’nin, Gazze Şeridi’ni ikiye bölmeye, bölgenin demografik ve coğrafi yapısını değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle İsrail’i ABD’ye şikâyet ettiği belirtildi.

Rapora göre Kahire, özellikle İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in sarı hata ilişkin açıklamalarının ardından Gazze’de yaşananları büyük bir endişeyle izliyor. Zamir’in bu hattı yeni bir savunma ve saldırı hattı olarak nitelemesine dikkat çekilirken, İsrail ordusunun kontrolü altında bulunan bölgede tünel altyapısını tahrip etme ve evleri yıkma gibi faaliyetlerinin, Kahire’de Gazze’de uzun vadeli bir askeri varlık tesis edilmesine yönelik hazırlık olarak yorumlandığı ifade edildi. Bu durumun, Mısır’ı Washington nezdinde acil diplomatik girişimlerde bulunmaya sevk ettiği kaydedildi.

Mısır Askerî İstihbaratı eski Başkan Yardımcısı ve İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral Ahmed Kâmil ise Mısır’ın İsrail’in üzerinde uzlaşılan barış planından kaçınma girişimlerine karşı büyük bir öfke duyduğunu belirtti. Kâmil, İsrail’in sarı hattaki hamlelerinin Gazze’de ve Mısır sınırına yakın bölgelerde kalıcı bir askeri varlık oluşturma niyetine işaret ettiğini, bunun da Mısır’ın ulusal güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.

uı
Kaynaklar, Mısır'ın Sisi ve Netanyahu arasında bir zirve düzenlenmesi için şartlar belirlediğini bildiriyor. (İsrail medyası)

Kâmil, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Mısır’ın tutumunun ulusal güvenliği ilgilendiren bir dizi temel konuda açık, net ve değişmez olduğunu söyledi. Kâmil, bu tutumun, barışın Mısır dış politikasının temel ve stratejik hedefi olması, Kahire’nin İsrail tarafıyla imzalanan anlaşmalara bağlılığı ve İsrail’in iki taraf arasında imzalanan anlaşmalara saygı göstermesi gerekliliğine dayandığını ifade etti.

Kâmil, Mısır’ın İsrail ile gerilimin düşürülmesine yönelik şartlarının, Gazze anlaşmasının ABD Başkanı Donald Trump’ın girişimi doğrultusunda tüm aşamalarıyla uygulanmasını kapsadığını belirtti. Buna göre, herhangi bir engelleme ya da geçersiz gerekçeler olmaksızın ikinci aşamaya derhal geçilmesi, kalıcı ateşkesin tesis edilmesi ve barış sürecine geçilmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca İsrail’in anlaşmayı eksiksiz uygulaması, mutabık kalınan miktarlarda insani yardımların girişine izin vermesi ve Refah Sınır Kapısı’nın iki yönde açılması şartlarını sıraladı.

Kâmil’e göre diğer şartlar arasında, Mısır’ın Gazze Şeridi sakinlerinin zorla ya da gönüllü göçe zorlanmasını kesin olarak reddetmesi, İsrail’in Batı Şeria’da yerleşim kurulmasına ve bölgenin İsrail’e ilhakına yönelik adımlarına karşı çıkılması, İsrail ordusunun Philadelphia Koridoru da dahil olmak üzere Gazze Şeridi’nin tamamından çekilmesi ve 7 Ekim 2023 sınırlarına dönülmesi yer alıyor. Kâmil, mevcut İsrail varlığının, anlaşmanın aşamalarının uygulanmasına bağlı geçici bir durum olduğunu, sarı hat da dahil olmak üzere tüm hatların fiili ve hukuki geçerliliği olmayan, varsayımsal çizgiler olduğunu ifade etti.

Dördüncü şartın ise Netanyahu ve hükümetinin, Arap Barış Girişimi kapsamında yer alan açık Arap taleplerine ne ölçüde yanıt verdiğiyle ilgili olduğunu belirten Kâmil, bunun; işgal altındaki Arap topraklarından çekilme, iki devletli çözüme onay verilmesi ve Filistinlilerin Gazze ya da Batı Şeria’dan zorla yerinden edilmesinin reddedilmesi gibi başlıkları içerdiğini söyledi. Ayrıca İsrail’in iyi komşuluk ve saldırmazlık yönünde iyi niyet göstermesi, nükleer silah tehdidinden arındırılmış bir bölge oluşturulmasına ilişkin uluslararası taleplerle uyumlu adımlar atması ve bu alandaki uluslararası anlaşmalara katılması gerektiğini vurguladı.

d
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) çalışanlarını, ateşkes anlaşması kapsamında İsrail güçlerinin geri çekildiği ‘sarı hat’ içindeki bir bölgeye götürüyor. (Arşiv – Reuters)

Mısır’ın, ABD ve İsrail’in Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında bir görüşme düzenleme girişimlerine, İsrail’in barış ve bölgesel istikrara dair açık ve uygulanabilir bir girişimde bulunmadan yanıt vermeyeceği değerlendiriliyor.

İsrail medyasının aktardığına göre ABD, Sisi, Netanyahu ve Trump’ın katılımıyla Washington’da üçlü bir zirve düzenlemeyi denedi. Ancak bu girişim, Mısır’ın şartları nedeniyle İsrail açısından ‘kabul edilemez’ bulundu. Aynı raporlarda, Kahire’nin, Trump’ın bu ay sonunda Florida’da Netanyahu ile yapacağı görüşmede İsrail’e yönelik baskı yaparak Gazze’deki adımlarını sınırlaması yönünde rol oynayacağını beklediği kaydedildi.

Mısırlı strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına büyük önem atfedildiğini ve Trump’ın, adını taşıyan Gazze Barış Planı’nın uygulanması konusunda Netanyahu üzerinde kesinlikle baskı kuracağını söyledi.

Ferec, Mısır’ın pozisyonunun, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına bağlı olarak değerlendirileceğini, ancak aynı zamanda İsrail’in sarı hat ya da Gazze’nin herhangi bir bölgesinde kalıcı askeri varlık tesis etmesini asla kabul etmeyeceğinin açık ve net olduğunu vurguladı. Ferec’e göre Mısır, Netanyahu hükümetinin tüm hareketlerinin, İsrail ordusunun Gazze’nin tamamından çekilmesini öngören barış planını engellemeye yönelik girişimler olduğunun farkında.

 


Irak hükümeti, Hizbullah ve Husileri terör örgütleri listesine dahil etmekten sorumlu yetkilileri görevden aldı

Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
TT

Irak hükümeti, Hizbullah ve Husileri terör örgütleri listesine dahil etmekten sorumlu yetkilileri görevden aldı

Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)
Irak Bakanlar Kurulu toplantısından (INA)

Irak hükümeti dün yaptığı açıklamada, yaklaşık iki hafta önce Yemen’deki Husiler ile Lübnan’daki Hizbullah’ı ‘terör örgütü’ olarak sınıflandıran bir kararın yayımlanmasına ilişkin olarak bazı yetkililerin görevden alınmasını içeren yaptırımların onaylandığını duyurdu.

Irak Bakanlar Kurulu, resmî gazetede yayımlanmasının ardından özellikle hükümeti oluşturan ve söz konusu gruplara yakınlığıyla bilinen siyasi çevreler arasında geniş tartışmalara yol açan kararla ilgili kurulan soruşturma komisyonunun tavsiyelerini kabul etti.

Söz konusu sınıflandırmanın, iki grubun mal varlıklarının dondurulmasını da içermesi üzerine hükümet, kararın ‘yanlışlıkla’ yayımlandığını belirtmişti. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, karardaki hataya ilişkin acil soruşturma başlatılması, sorumluların tespit edilmesi ve ihmali bulunanların hesap vermesi talimatını vermişti.

Hükümetin dün yayımladığı açıklamada, Bakanlar Kurulu’nun, Irak Resmi Gazetesi’nin 17 Kasım 2025 tarihli 4848 sayısında yer alan ve Teröristlerin Mallarının Dondurulması Komisyonu’nun 2025/61 sayılı kararına ilişkin soruşturma komisyonu tavsiyelerini onayladığı belirtildi. Tavsiyeler kapsamında, ilgili bazı yetkililerin görevden alınması ve bazılarının ise başka görevlere atanması gibi idari yaptırımların yer aldığı kaydedildi.

Diğer yandan Irak Ulusal Güvenlik Servisi dün yaptığı açıklamada, komşu bir ülkeden geldiği belirtilen ve DEAŞ terör örgütü bünyesindeki ‘en tehlikeli bomba uzmanlarından biri’ olarak tanımlanan bir kişinin yakalandığını duyurdu.

Irak Ulusal Güvenlik Servisi, Irak Haber Ajansı’na (INA) yaptığı açıklamada, 10 aydan uzun süren takip ve hassas izleme faaliyetlerini içeren nitelikli bir istihbarat operasyonu sonucunda, komşu ülkelerden birinden dönüşünün ardından DEAŞ’ın üst düzey isimlerinden birinin gözaltına alındığını bildirdi. Açıklamada, yakalanan kişinin yüksek derecede tehlikeli unsurlar arasında yer aldığı, adının terör örgütü lider kadrolarına ait listelerde bulunduğu ve 2004 yılından itibaren Bağdat’ta El Kaide unsurları içinde faaliyet göstermeye başladığı belirtildi. Ebu İlya lakabını kullanan şüphelinin, patlayıcı düzeneklerin hazırlanmasında uzmanlaştığı, beş kişiden oluşan bir hücreye liderlik ederek saldırıların gerçekleştirilmesinde rol aldığı kaydedildi.

Soruşturmalarda, söz konusu kişinin patlayıcıların cep telefonlarıyla irtibatlandırılması ve hazırlanmasından sorumlu olduğu, Bağdat’ta faaliyet gösterdiği dönem boyunca 100’den fazla patlayıcı düzeneği teslim ettiği ve başkentin farklı bölgelerini hedef alan terör eylemlerinin doğrudan uygulanmasına katkı sağladığı tespit edildi.


Eski rejimin kalıntıları Yeni Suriye’nin inşasını zorlaştırıyor

Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
TT

Eski rejimin kalıntıları Yeni Suriye’nin inşasını zorlaştırıyor

Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)
Şair ve aktivist Enver Fevzat, pazar günü Suveyda ilinin doğusundaki Busan köyünde evinin önünde öldürüldü (SANA)

Suriye’deki yeni yönetim, büyük şehirlerin kalabalık sokakları ile kırılgan, yoksul kırsal kesimler ve Suriye genelindeki yaygın yıkım arasında, önceki dönemin karmaşıklığından kaynaklanan muazzam zorluklarla karşı karşıya.

Beşşar Esed rejiminin düşüşünü günlerce kutlayan mahallelerin göz alıcı görüntüsünün ardında, daha az gürültülü ve daha karmaşık başka bir mücadele sürüyor. Bir güvenlik kaynağına göre bu mücadelede DEaŞ ve göçmenler (yabancı savaşçılar) en önemli zorlukları oluşturuyor.

Ancak bazıları DEAŞ’ı ve genel olarak aşırılığı güvenlik yaklaşımıyla çözülebilecek ‘teknik bir sorun’ olarak görürken, diğerleri ‘asıl sorunun, eğitim veya aile sistemi ya da herhangi bir örgütlü yaşam biçimi olmaksızın, birkaç yıldır normal sosyal bağlamın dışında gelişen devasa bir insan kitlesini absorbe edecek planlar yapmakta yattığını’ düşünüyor.

Zorluk, yıkıma uğrayan bölgeleri yeniden inşa etmek ve geçim kaynakları yaratmak, özellikle de siyasi ve sosyal kimliklerin radikal grupların mirasıyla iç içe geçmiş olduğu ve bu yüzden potansiyel çatışmalar için verimli bir zemin oluşturan İdlib gibi kırsal bölgelerde yatıyor.

ABD, Irak'tan çekilmeden önce Sünni aşiretlerinden oluşan ve el-Kaide'ye karşı savaşan Sahva Silahlı Güçleri deneyimi, radikalizmden etkilenenleri siyasi ve güvenlik yapılarına dönüştürerek Suriye için olası bir model sunarken, militarizasyondan siyasete ve hizipçilikten devletçiliğe geçiş, yeni Suriye'nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk olmaya devam ediyor.