Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?
TT

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Hindistan’ın en büyük demokrasi şölenine yani genel seçimlere yalnızca birkaç hafta uzaklıktayız. Hindistan’ın her beş yılda bir tanık olduğu bu önemli olay, kendi türünde dünyanın en büyüğü.
1947 yılındaki bağımsızlıktan bu yana gerçekleştirilecek on yedinci seçimin, önümüzdeki Nisan ve Mayıs ayları arasında olması kararlaştırıldı.
Seçimlere 870 milyon seçmenin yani ABD nüfusunun iki katının katılım göstermesi bekleniyor.
2014 yılında gerçekleştirilen son seçimlerde oy kullanması beklenen 830 milyon kişiden 550 milyonu oy kullanmıştı. O dönemde ülke genelinde düzenlenen ve altı hafta süren seçimlerin sonucunda kazanan Hindu milliyetçisi mevcut Başbakan Narendra Modi oldu.
Hindistan Seçim Komisyonu’nun önümüzdeki hafta 543 meclis üyesinin de seçimini içeren oylamanın kesin tarihini duyurması bekleniyor. Seçimler bir milyon seçim merkezinde bu merkezlerde çalışan 10 milyondan fazla kişi ve polislerin denetiminde yürütülecek.
ABD’deki Carnegie Barış Kurumu Güney Asya Programı Müdürü Dr. Milan Vaishnav’a göre Hindistan’ın önümüzdeki genel seçimleri, “Hindistan tarihinde ve belki de demokratik herhangi bir ülkedeki en yüksek maliyete sahip”.
Reuters haber ajansı Vaishnav’dan konuya ilişkin şu ifadeleri aktardı: “Amerika’da 2016 yılındaki başkanlık ve meclis seçimlerinin maliyeti toplamda 6.5 milyar Amerikan doları tutarındaydı.
(Hindistan’da) 2014 yılındaki seçim maliyeti tahmini 5 milyar dolarsa da 2019 seçimlerinin bu rakamı kolaylıkla aşması beklenebilir ki bu da Hindistan seçimlerini dünya çapında en maliyetli seçim haline getiriyor”.
Bilindiği gibi Hindistan, 1975 ila 1977 yılları arasında seçimlerin ertelendiği talihsiz duraklama devrini saymazsak bağımsızlıktan bu yana geçen yetmiş yıl içerisinde 16 meclis seçimi gerçekleştirdi. Seçimlerden sonra oluşturulan hükümetlerin hepsi süresini dolduramayıp bazıları birkaç gün zarfında düşürüldü. Hindistan demokrasisi ideal olmaktan çok uzak belki ancak dünya üzerinde eksikliklerden muaf ideal bir demokratik rejim de henüz mevcut değil.
Hindistan’daki genel seçimler de en külfetli, lojistik açıdan belki dünyada en zorlu seçim süreçlerinden biri olarak görülüyor. Bu süreci gözlemleyen herhangi birini şaşkınlığa uğratacak ilk şey, siyasi hayat için ifade ettiği önem ve sokakları dolduran pankartlar, afişler ve kitleler.
Kitlesel faaliyetler, baskın unsur. Medya kanalları düzenli ve yoğun olarak seçim haberleri yapıyor, ülkenin dört bir yanındaki siyasi olayları duyuruyor. Sokaklardaki konuşmalar ve on binlerce kişinin katıldığı büyük seçim mitinglerindeki seçim kalabalığı türünün eşsiz bir örneğini temsil ediyor.
Katılımcı taraflar
Hindistan çeşitli eğilimlere ve yaklaşımlara sahip farklı siyasi partilerin katılım göstereceği seçimlere hazırlanıyor. Bu, her türlü ihtimale açık bir ortamda karar alma ve tercih yapmanın zor olacağı anlamına geliyor. Çok açık ki 2019 yılı, çoktan başlamış ve seçimlerle de sona ermeyecek gibi görünen ‘siyasi öğütme’ yılı olacak.
Hem Başbakan Modi hem de onun Hindu milliyetçisi sağcı partisi Bharatiya Janata (Hindistan Halk Partisi, BJP) yarışı kazanmak için çabalıyor. Ülkenin en büyük siyasetçi ailesi Nehru-Gandi ailesinin üyesi olan Rahul Gandi’nin liderliğindeki sosyal demokrat çizgideki Hindistan Ulusal Kongresi (INC), bu ekibin ana muhalif rakibi olarak görülüyor. Bilindiği üzere Rahul Gandi, önceki Başbakan Rajiv Gandi’nin oğlu, ülke yönetimini üstlenen ilk kadın ve Hindistan’ın ilk Başbakanı Jevahirlal Nehru’nun kızı İndira Gandi’nin ise torunu.
Bununla birlikte ülkede etki ve etkinlik sahibi diğer partilerin bir kısmı Modi’yi desteklerken bir kısmı ona muhalefet ediyor ancak her türlü seçimin sonucunu etkiliyor. Ruchir Sharma, ‘Yoldaki Demokrasi’ adlı yazısında bu konuyu şu sözlerle değerlendiriyor: “2019 seçimleri ülke genelinde Modi ve diğer taraflar arasında bir karşılaşma ve Hindistan’ın baskıcı yönetim ile demokrasiye bağlılığa karşı tutumu üzerine bir referandum olarak gösteriliyor. Son birkaç yılda INC büyük değişimlere sahne oldu ancak yine de Modi gibi bir devi yenilgiye uğratmak için bir yardıma ve desteğe muhtaçtı”.
Öte yandan Hindistan’daki siyasi partilerin hızlı bir şekilde artış göstermesi de dikkat çekici. Nitekim Hindistan Seçim Komisyonu’nun son açıklamalarına göre 2010 ile 2018 yılları arasında partilerin sayısı ikiye katlanarak iki bini geçti. 2014 seçimleri sırasında ülke çapında siyasi partilerin ve yarışanların sayısı, toplamda 6 binin üzerine çıktı. Bu yıl onlarca siyasi parti büyük bir koalisyon çatısı altında bu yaz Modi ve müttefiklerini yenmek için güçlerini birleştirdi. Seçimlerin öncesindeki en önemli etkinlik esnasında 23 parti ve 14 eyalet lideri, Kalküta şehrindeki son mitingde aynı platformu paylaştı.
Söz konusu bu cephe, belki de ülkede iki yıl olağanüstü hâl ilan etmesinden sonra dönemin başbakanı İndira Gandi’ye üstün gelmek için onlarca partinin işbirliği yaptığı 1977 yılından bu yana en büyük muhalefet koalisyonudur.
Modi’nin kazanma şansı
Mevcut Başbakan Modi, 2014 seçimlerindeki kampanyası öncesinde büyük bir destek toplamış; partisi BJP, genel seçimlerde rekor sayıya ulaşarak 1984 yılındaki genel seçimlerden bu yana ilk kez en büyük çoğunluk hükümetini oluşturmasına yeten 282 koltuk elde etmişti. Bu, bir partinin başka partilerin desteğine ihtiyaç duymaksızın yönetime gelmek için yeterli koltuğu kazandığı ilk örnek olmuştu.
Bu sefer hem BJP hem de INC kendisini destekleyen bir koalisyona sahip. Şöyle ki BJP Ulusal Demokratik Birlik tarafından desteklenirken INC, Birleşik İlerici İttifak tarafından destekleniyor. Seçimlerde nüfus çokluğuna dayalı olarak belirleyici olan ve toplamda 249 koltuk eden beş eyalet ve koltuk dağılımı şu şekilde: Uttar Pradeş: 80; Maharaştra: 48; Batı Bengal: 42; Bihar: 40 ve Tamil Nadu: 39. Bu beş eyaletin ardındaki eyaletlerin sıralaması ise şöyle: Madhya Pradeş (29), Karnataka (28), Gucerat (26), Andhra Pradeş (25) ve Racastan (25); bu eyaletler de toplamda 382 koltuğa tekabül ediyor.
Orta, küçük ve nispeten daha az önemli diğer eyaletlerdeki koltuk dağılımına bakıldığında ise on eyaletin bir kısmında iyi sonuçlar elde edemezse hiçbir koalisyon çoğunluğu kazanamaz.
Modi’nin partisi 2014 yılında büyük eyaletlerde (Hint Kemeri eyaletleri olarak da tarif edilir) 213 koltuk elde etmişti. EBB-C Footer anketine göre Modi’yi destekleyen sağcı Ulusal Demokratik Birliğin 272 koltuğu oluşturan çoğunluğu elde edemeyerek 233 koltuk kazanması muhtemel. İlerici İttifak’ın ise 167 koltuk kazanması öngörülüyor. Aynı şekilde Bharatiya Janata’nın 203 koltuk ve Kongre Partisi’nin 109 koltuk elde etmesi beklenirken üçüncü cephe partilerinin 130 koltuk kazanması bekleniyor.
Bu demek oluyor ki Modi’yi sarsma ihtimali ile birlikte Ulusal Demokratik Birlik, açık ara farkla en büyük blok olarak kalacak.
Diğer yandan Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmalar, Hindu sağcı Başbakan’ın arkasındaki halk desteğini artırmış gibi görünüyor.
Geçtiğimiz 14 Şubat’ta Keşmir’de yaşanan kanlı Pulwama olayları ardından Pakistan’daki silahlılara yönelik Hint hava saldırıları seçim hareketliliğinin perde arkasında kalıyor ve sonuçları etkileyeceğinden şüphe edilmiyor. Bu noktada Sharma, “Zorlu bir savaş olacak. Ancak ben her hâlükârda seçim şöleni başladığında nerede duracağımı biliyorum. Ben demokrasinin dünyada gerilediği bir zamanda Hindistan’da gelişeceğine inanıyorum” ifadelerini kullanıyor.
BJP, hava saldırılarından sonra yaklaşan meclis seçimleri ile birlikte ‘milliyetçilik’ silahının muhalefete, özellikle Kongre Partisi’ne karşı en etkili silah olduğuna ikna olmuş gibi görünüyor. Bu noktada gazeteci-yazar Satish Mishra’nın sözüne yer verelim: “Hindistan ve Pakistan arasındaki son gündem, Başbakan Modi ve Bharatiya Janata Partisi’nin genel seçimlerdeki söyleminin odak noktasını değiştirecek. Sadece birkaç hafta öncesinde yaklaşık 200 koltuk elde etmeyi düşünen Parti, şu an 300 koltuk kazanma ihtimalini dillendirmeye başladı bile”.
Bu, muhalefet partilerinin Hindu dinsel milliyetçilik eğilimine sahip Bharatiya Janata’nın (Hindistan Halk Partisi) programı karşısında temkinli olmaları gerektiği anlamına geliyor. Zira özellikle hava saldırılarının ardından ulusalcı ve milliyetçi olmayan şeklinde sınıflandırılmaları tehlikesine maruz kalacaklar. Öte yandan Modi, hava saldırılarından bu yana başkentte savaş anıtı açılışı gibi resmi etkinliklerde bile Kongre Partisi’ne karşı şiddetli bir saldırı başlattı. Dolayısıyla Seçimlerden önceki son haftalarda seçmenleri aşırı Hindu Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) kuruluşu ve BJP’ye çekecek en önemli şey birlik beraberlik iken bölünmüş bir muhalefetin, ulusalcı ve milliyetçi bir bloğun karşısında durması mümkün olamaz. Hiç şüphesiz iktidar partisi ve onun büyük propaganda mekanizması, muhalif partileri ile destekçilerinin (orta sol) milliyetçiliğe karşı ve yurtseverlikten uzak oldukları yönünde bir algı yaratırken Modi ve partisi içinse gerçek milliyetçi imajı çizecek.
Hint seçmenin oyu nasıl olacak?
Siyaset Bilimi Seçim Politikaları Uzmanı olan ve aynı zamanda Delhi’deki Büyüyen Toplumlar Araştırma Merkezi’nde müdür olarak çalışan Prof. Sanjay Kumar, “Seçmenler belirli bir partiye oy verme ya da muhalefet etme konusunda hiç olmadığı kadar ilgililer. 2004 yılında gerçekleştirilen genel seçimlere kadar seçmenlerin çoğu, kime oy vereceklerine seçimden üç dört gün öncesinde ancak karar verebiliyorlardı. Ancak bugün durum değişti. 2009 ila 2014 genel seçimlerinden topladığımız veriler, seçmenlerin büyük kısmının oylarını seçimden uzun bir süre önce kesinleştirdiklerini ortaya koyuyor” değerlendirmesinde bulunuyor. Bağlı bulunduğu merkezin seçimlere ilişkin bir araştırma kolu bulunan Kumar, değerlendirmesini şu sözlerle sürdürüyor: “Hindistan’da insanlar, seçim oylarını çok önemsiyor. Seçim sonuçları açıklandıktan sonra bir kasabaya gitseniz insanların yüzde 80 ila 90’ı kazanan partiye oy verdiklerini söyleyecekler. Kazanan tarafa mensup görünmek, sosyal bakımdan istenen bir durumdur”.
İşsizlik, refah ve milliyetçilik
Ekonomi ve kalkınma, temel meseleler olarak kabul edilir. Nitekim BJP, 2014 öncesinde INC öncülüğündeki Birleşik İlerici İttifak yönetiminde yaşanan ekonomik büyümede yavaşlık, enflasyonun artması ve birkaç yolsuzluk skandalının patlak vermesi gibi birtakım karşılaştırmalar sunuyor. Buna karşılık Kongre Partisi de başarılarını pazarlamak için 2004-2014 yılları arasında iktidarda geçen on yıllık İlerici İttifak kayıtları ile BJP’nin son beş yıldaki kayıtlarının karşılaştırmasını yapıyor.
Muhalefetin işsizlik krizi ve işsizlerin sayısının artması üzerinden hükümete karşı bir saldırı başlatmak istediği çok açık. İşsizlik, ekonomi düzlemindeki en ciddi meselelerden biri iken Başbakan Modi’nin partisi kalkınma ve refah hakkında konuşmayı tercih ediyor. Zira Parti, refah sistemlerinin seçmenler nazarında ama özellikle de kadınlar arasında ve kırsal kesimlerde büyük bir popülerliğinin olduğuna inanıyor. Hindistan’ın politik ekonomisi konusunda Dr. Vaishnav (Carnegie Kuruluşu), Rediff.com adlı internet sitesine yaptığı açıklamada şu ifadeleri dile getirdi: “Modi’nin seçmenlerin önüne sürdüğü şey, BJP’nin ülkedeki modern refah devletinin temellerini attığı ve bu çalışmayı bitirebilmek için bir beş yıla daha ihtiyacı olduğudur. Küresel bankacılıktan küresel sağlık hizmetleri ve doğrudan yardım transferlerine kadar”.
Üçüncü temel mesele ise son beş senede sık sık kendini gösteren ulusalcı-milliyetçi eğilim. Modi hükümeti, ekonomik yönelimini, sosyal ve dış politikasını bu çerçevede şekillendirmeye çalıştı. Önem arz eden diğer meselelerin başında ise şunlar geliyor: Çiftçilerin sıkıntıları, iş piyasasının zayıflaması, yakıt fiyatlarının yükselmesi, para biriminin pazardan çekilmesi, azınlıklar arasında artan ayrımcılık.
Kadın, gençlik ve Müslümanlar
Son genel seçimlerde eyaletler düzeyinde ya da ülke genelindeki oylamaya ilişkin veriler, kadın katılımının arttığını ortaya koyuyor.
Analistler, bu sefer kadın seçmenlerin belirleyici bir rol oynamaları açısından güçlü bir fırsatın var olduğunu düşünüyor. Centrum Brooking adlı bir finans şirketinin yapmış olduğu bir araştırma kadınların, geçtiğimiz on yılda seçmen olarak büyük bir sıçrama gerçekleştirdiğini ve 2019’da kadınların katılım oranının eşitlenebileceğini ya da erkeklerin katılım oranının üstüne çıkabileceğini söylüyor. Bu durum siyasi açıdan onların oylarını ve kadına ilişkin meseleleri daha da önemli kılıyor. Centrum Brooking şirketinin yapmış olduğu araştırmada şu ifadelere yer veriliyor: “Bu durum, Uttar Pradeş, Bihar, Madhya Pradeş ve Racastan gibi eyaletlerde kadınların katılım oranlarına bakıldığında oldukça net bir şekilde görülüyor. Bunlar, önceki seçimlerde şiddet vakalarına tanık olunan eyaletler”.
2018 yılında 27.9’a ulaşan yaş ortalamasına bakıldığında Hindistan’ın genç bir ülke olduğu söylenebilir. 2020 yılında ülkenin toplam nüfusunun yüzde 34’ünü gençler oluşturacak. Seçim Komisyonu’nun 2018 yılı verilerine göre 2014 yılından beri seçmen listesine eklenen 18 yaşındaki kişi sayısı 45 milyon. Bu, 2014 yılından bu yana seçmen listelerinde yüzde 5’lik bir artışa denk geliyor.
Hint Müslüman seçmen kilit rol oynayacak
Bununla birlikte Hint Müslümanların 2019 yılında genel seçimlerde belirleyici bir rol oynayacağı açıkça görülüyor. Hatırlanacağı üzere Mayıs 2014 seçimlerinin ardından IndiaSpend kuruluşu, gençlerin en yoğun olduğu eyaletlerdeki oylama modellerine dair bir araştırma yürüttü ve beş eyalette gençlerin BJP’yi iktidara taşıdığını açıkladı.
Son iki meclis seçimlerine ilişkin veriler ise Müslüman seçmenlerin katılımında bir düşüşe ve Hindistan Parlamentosundaki temsil oranının gerilediğine işaret ediyor.
Müslümanlar nüfusun yüzde 14’ünü oluşturuyor. İki seçim dönemindeki Müslüman seçmenlerin oranı ise en az yüzde 10’du. 2014 yılında kazananlar arasında sadece 22 Müslüman bulunuyordu ki bu, en düşük temsil oranına tekabül ediyor.
Müslüman bir milletvekili seçimler sırasındaki siyasi iklimin Müslüman adayların gayrimüslimlerin oyunu elde etmesini epey zorlaştırdığını ifade ederken bazı sosyologlar, bu düşünceye katılmıyor.
Büyüyen Toplumlar Araştırma Merkezi’nde yardımcı olan Prof. Hilal Ahmed’in konuya ilişkin düşünceleri şu şekilde:
“Veriler, seçim bölgelerinin karmaşıklığını yansıtamaz. Etkin olan başka faktörler de var. Hâkim bakış açısının aksine toplum içerisinde büyük oranda sosyal çoğulculuk söz konusu. Bu çeşitlilik, Müslümanların politik etkileşiminin doğasını belirliyor. Ben inanıyorum ki kendilerini temsil etmek üzere Müslüman adayları tercih etmeyen çok sayıda Müslüman vardır”.
Keşmir’in yarışa muhtemel etkisi
Keşmir’de 40 Hintli paramiliterin öldürülmesi olayını Hindistan ve Pakistan arasındaki askeri bir gerilim takip etti ve Keşmir, Narendra Modi liderliğindeki Bhatiya Janata Partisi’nin iktidar dizginlerine tutunmaya çalıştığı Hindistan’daki genel seçimler çerçevesinde bir seçim meselesi haline gelerek fazladan önem kazandı.
Anketlerle ilgilenen uzmanlara göre Modi ve partisi, Keşmir’de meydana gelen intihar saldırısına karşı oluşan güçlü Hindu milliyetçiliği tepkisinden faydalanacak. Seçmenler de Modi’ye şu an güçlü ve kararlı bir lider gözüyle bakıyor. Söz konusu uzmanlardan biri olan M. K. Vino konuya ilişkin, “Gerçek şu ki Pulwama saldırısı, BJP için epey cazip bir fırsat.  Partinin bu konunun siyasi amaçlarla kullanmaya çalışmadan elden gitmesine izin vermesi imkânsız. Modi’nin dikkatleri işsizlik ve kırsal kesimlerde ateşlenen krizlerden ülkenin ulusal güvenliğini korumak gibi elverişli bir noktaya çekmesi çok mantıklı olacaktır. BJP, Keşmir olayları üzerinden ulusal güvenlik ve popüler öfkeyi sentezlemeye çalışacak. Bu karışımın etkili olması mümkün. Muhalefet partilerinin yapması gereken, seçimlere iki ay kalmışken seçim kampanyalarında bu konuyu işlemeye hazırlık yapmaktır”.
Hindistan’daki muhalefet partileri, önümüzdeki genel seçimlerde iktidarı ikinci kez elde etmeyi garanti altına almak için mevcut milliyetçi duyarlılık dalgasından faydalanarak silahlı güçleri siyasete alet ettiği gerekçesiyle Başbakan Modi’ye karşı birleşik bir saldırı başlatmıştı.
Bilindiği gibi Keşmir’deki gerginliğin kökeni, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun Hint alt kıtası ile olan bağlantısını kopardığı döneme dayanıyor. 1947 yılında bağımsızlık ilan edildiğinde (Müslüman çoğunluğa sahip) Keşmir’in Hindu mihracesi Pakistanlı kabileler tarafından bir saldırıya uğradı. Bunun üzerine kayda değer bir halk desteğine sahip bulunmayan Mihrace, yardım talebiyle Hint Birliği’ne sığındı ve bir sözleşme imzaladı. Keşmir bu sözleşme gereğince Hint Birliği’nin bir parçası oldu. Hindistan askerlerini bölgeye göndererek Hindistan ve Pakistan arasındaki ilk savaşın fitilini ateşledi.
Hint güçleri, 1948 yılında Keşmir’in üçte birini kontrolü altına aldıktan sonra Pakistan’ın ilerleyişini durdurdu ve hâlihazırda bölge, Hindistan ve Pakistan arasında bölünmüş durumda. “Kontrol Hattı” bölgenin iki kısmı arasındaki sınır çizgisini temsil ediyor. Bu hat, iki ülke arasındaki 1947-48 savaşının ardından çizildi. Sonraki yıllarda meydana gelen savaşlar boyunca bu hatta hafif değişiklikler yapıldı. Ancak o zamandan bu yana Keşmir’de askeri, yarı askeri ve resmi hedefler çoğunlukta olmak üzere düzenli olarak şiddet eylemleri ve terör saldırıları gerçekleşiyor. Birbiri ardı sıra gelen Hindistan hükümetleri, Pakistanlı askeri ve istihbarat kurumlarını saldırıda parmağı bulunanları desteklemek ve istihdam etmekle suçlarken Pakistan bu iddiayı yalanlıyor.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.