Macron, Elysee Sarayı’ndaki ikinci yılını doldurduhttps://turkish.aawsat.com/home/article/1711901/%E2%80%8Bmacron-elysee-saray%C4%B1%E2%80%99ndaki-ikinci-y%C4%B1l%C4%B1n%C4%B1-doldurdu
Macron, Elysee Sarayı’ndaki ikinci yılını doldurdu
Macron dün Elysee Sarayı’nda (AFP)
Paris/Mişel Ebu Necm
TT
TT
Macron, Elysee Sarayı’ndaki ikinci yılını doldurdu
Macron dün Elysee Sarayı’nda (AFP)
Bugün, Emmanuel Macron’un Elysee Sarayı’na çıkışının ikinci yıl dönümü. Hiçbir yerel seçime katılmamış, küçük siyasi tecrübelere sahip olan genç siyasetçi Macron, Fransa’nın siyasi haritasını farklı şekillendiriyor. Bu kapsamda 60 yıldır iktidarda olan iki kanat marjinalleşti. Bunlar, Cumhuriyetçi Partinin temsil ettiği klasik sağ, Sosyalist Partinin temsil ettiği ılımlı sol.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi'nin adayı Marine Le Pen’in, Fransızlar tarafından iktidara gelmesi kabul görmedi. Büyük hayallerle iktidara gelen Macron, selefleri tarafından yapılmamış reformları yapmak istedi. Macron kurumları sallamaya kararlıydı. Eski Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande danışmanlık yapan Macron, Elysee Sarayı'nda Cumhurbaşkanı Genel Sekreter Yardımcısı olduktan sonra, Ekonomi Bakanı olarak görevlendirdi. Macron’un umutları ülkesi ile sınırlı kalmayarak, Fransa’yı uluslararası seviyeye taşımak istedi. Genç cumhurbaşkanının üyeleri arasında daha fazla bütünleşmenin özü olan iddialı bir reform programını yürüttüğü ve dünya kararlarını vermedeki ağırlığını artıran politik, askeri ve ekonomik bir güce dönüştüren Avrupa’nın varlığı yadsınamaz.
Cumhurbaşkanlığı görevinin ilk yıllarında yurt içi ve yurt dışı istisnai politik koşullardan yararlandı. İçeride, sağ ve sol rakiplerinin yerinde sayması, sendikaların zayıflığı ve ayrıca gençliğinin, hırslarının ve bir takım konulardaki 'olumlu' imajı nedeniyle sahada bir nevi tek oyuncuydu.
Macron, gerek ABD Başkanı Donald Trump, gerek Rus ve Çinli mevkidaşları gerekse Avrupalı dünya liderleri ile görüşme gerçekleştirerek uluslararası sahnede yer bulma konusunda hızlı bir mesafe kat etti. Macron, bölgesel krizlere yönelmekten çekinmeyerek, ülkesinin Libya ve Suriye’deki savaşta rol almak, Körfez krizinde arabuluculuk, Yemen’deki savaş ve özellikle Afrika’daki sahil ülkelerinde roller üslenmeye çalıştı.
Avrupa Macron’a kurtarıcı adam gözü ile baktı. Son yıllarda aşırı sağ İtalya, Avusturya, Danimarka, Almanya, Orta Avrupa gibi bazı ülkelerde büyük seçim başarıları elde ederken, Avrupa’nın inşasını tehdit ediyor. Fransa’daki aşırı sağdan seçilen adaylar, akımlara yönelik set oluşturdu. Seçim, Almanya Şansölyesi Merkel’in Suriye’den gelen bir milyonu aşkın mülteciyi kabul etmekten kaynaklanan iç problemlerin yaşandığı zamana denk gelirken, Fransa’nın diğer rakibi İngiltere ise Brexit labirentine girdi.
2017 yılında Cumhurbaşkanlığına seçilen Emmanuel Macron’un popülerliği yaklaşık beş ay önce sahneye çıkan Sarı Yelekliler’in protesto hareketinden sonra düşüş yaşadı. Sarı Yelekliler’in rotasında ise, çok sayıda dükkân, kafe ve restoranın yakılma ve yağmalanması bulunuyor. Bu da Fransızların çizilen Macron imajına nasıl yaklaştığını daha belirsiz hale getiriyor.
Son yıllarda TikTok'un hızla gelişen bir görsel platform olarak yükselişine tanık olduk (CNN)
Dalia Muhammed
Sıradan bir sabah, milyonlarca kişi TikTok uygulamasında dans videoları ya da komik videolar ararken karşılarına 30 saniyelik bir video çıktı. Videoda meçhul bir asker, yıkık bir şehrin ortasında ateş etmektedir. Videoda herhangi bir açıklama yok, sadece heyecan verici müzik ve hızlı görsel efektler var. Video 24 saatten az bir sürede 10 milyon izlenme sayısını aşar. Kimi bunu askerin kahramanlığını belgeleyen bir video olarak görürken kimi videonun gerçekliğini sorgulayıp sadece izlenme alabilmek için yapılmış bir video olduğu yorumunda bulundu.
Ancak bu rastgele çekilmiş fotoğrafın arkasında, sadece duyguları harekete geçirmekle kalmayıp zihinleri yönlendirmek amacıyla tasarlanmış, ustaca hazırlanmış bir mekanizma yatıyor. Çağdaş propaganda böyle bir hal aldı ve artık savaş alanında dağıtılan kâğıt broşürler veya uzun frekanslar üzerinden yayınlanan radyo konuşmaları değil, küçük ekranlardan akıp giden, kendini belli etmeden fikirler aşılayan gizli, görünür, canlı bir mesaj haline geldi.
İnsanlık, tapınaklarda firavunları yücelten yazıtlardan, iki dünya savaşındaki propaganda broşürlerine, değerleri ve düşmanları aynı anda tanıtan Hollywood filmlerine kadar binlerce yıldır propagandayı biliyor ve kullanıyordu.
Kâğıttan radyoya
Propaganda sosyal medya trendleri haline gelmeden önce, ucuz kâğıda basılmış ve uçaklardan atılan bir broşür ya da şehrin duvarlarını süsleyen renkli bir afiş halindeydi ve ‘biz haklıyız, düşman ise tamamen kötüdür’ şeklinde basit, ama güçlü bir slogan taşıyordu.
Modern propaganda, savaşın rahminden doğdu. Devletler, savaşın sadece savaş alanlarında değil, askerlerin zihinlerinde, fabrikalardaki kadınların zihinlerinde ve hatta okullardaki çocukların zihinlerinde de kazanıldığını fark ettiler.
Propaganda onlarca yıl önce ucuz kağıda basılmış broşürler biçimindeydi (Oxford University Press)
Birinci Dünya Savaşı'nda, savaşan güçler propaganda ilanlarını (broşürler, afişler) daha önce görülmemiş bir ölçekte kullandılar. Bu materyallerde vatan için fedakârlık yapan askerler veya masumları tehdit eden vahşi canavarlar olarak gösterilen düşmanlar resmediliyordu ve sembolik imgeler, temel insani duygular olan korku, gurur, nefret ve umut üzerine kurulu, son derece basit ve güçlü mesajlar içeriyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nda ise, radyonun etkili bir kitle iletişim aracı olarak yaygınlaşmasıyla propaganda yeni bir aşamaya girdi. Liderin sesi her gün insanlara ulaşıyor, böyle onun etrafında bir ihtişam ve yenilmezlik havası yaratılıyor, mesajlara milliyetçilik ya da şüphecilik hakim oluyordu.
O zamanlar, Amerikan askerlerinin moralini bozmak amacıyla onlara yönelik mesajlar yayınlayan ‘Tokyo Rose’ radyosu ve Avrupa'daki direnişçilere gönderilen şifreli mesajları yayınlayan ‘Londra Radyosu’ gibi radyo istasyonları ortaya çıktı. Arap dünyasında ise bazı hükümetler radyonun gücünün farkına varmaya yeni yeni başladı. Kahire'den yayın yapan ‘Savtu’l-Arab’ (Arapların Sesi) sadece bir radyo istasyonu değil, özellikle 1950'ler ve 1960'larda Arapların toplumsal bilincinde etkili bir ideolojik platformdu.
Soğuk Savaş sırasında ise propaganda, Doğu ile Batı, yani komünizm ile kapitalizm arasında yumuşak bir savaşa dönüştü. ABD ve Rusya, resmi medya ve ‘Özgürlük Radyosu’ gibi taraflı radyo istasyonlarını kullanarak demokrasi, özgürlük ve ebedi düşman hakkında birbiriyle çelişen anlatılar yaydı.
İlginç olansa bu propaganda kampanyalarının her zaman geniş kitlelere yönelik olmamasıydı. Bazen işçiler, öğrenciler, azınlıklar ve hatta entelektüeller gibi belirli gruplara yönelik oluyordu.
Arap ülkelerinin modern dönem savaşlarında ise rejimler, medyayı meşruiyeti sağlamlaştırmak ve halkı harekete geçirmek için bir araç olarak gördüler. Bağdat’tan Şam’a ve Kahire'ye kadar resmi medya, yenilgiye uğramış olsalar bile zaferi öven bir söylem kullandı ve sorgulanmaya açık olmayan tek taraflı bir anlatı sundu. Yenilgiler medyada ‘taktiksel zaferler’ olarak gösterilirken, tüm yıkımların sorumluluğu düşmana yüklendi ve başarısızlık bir komplo olarak yorumlandı.
Bu açıdan propaganda, sadece bilgi aktarımı için bir araç değil, gerçekliğin kendisini şekillendiren, neyin söyleneceğini ve neyin söylenmeyeceğini, kimin kahraman kimin hain olduğunu belirleyen bir süreçti.
Televizyon ve sinema
Propaganda 20. yüzyılın ortalarında televizyonun ortaya çıkmasıyla daha etkili bir aşamaya girdi. Artık kelimeler veya sabit görüntüler yetmiyordu. Sesle desteklenen hareketli görüntüler, bilinci şekillendirmek için en güçlü araç haline geldi.
İkinci Körfez Savaşı (1990) sırasında, ABD merkezli televizyon kanalı CNN, savaşı 24 saat canlı olarak yayınlayan ilk televizyon kanalı olarak tarihe geçti. Gazetecilik başarısı gibi görünen bu olay, aynı zamanda Amerikan propagandasında da bir dönüm noktası oldu. Seçilmiş saha haberleri ve hesaplı yorumlar, ‘Irak düşmanı’ ve hava saldırılarının ‘cerrahi hassasiyeti’ hakkında dünya çapında bir kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulundu.
İlginç olansa canlı yayınların sadece gerçeği aktarmak için değil, duyguları yönlendirmek için de kullanılmasıydı. Bazen bağlamlar göz ardı edilir ve resmin diğer tarafı gizlenirdi.
Otoriter rejimlerde ise resmi televizyon, tek bir anlatıyı sabitlemek için bir araçtı. Lübnan iç savaşında, İsrail'in Gazze’ye saldırısında, hatta Mısır ve Suriye'nin 6 Ekim 1973'te İsrail'e karşı başlattığı Yom Kippur Savaşı'nda resmi kanallar propaganda aracına dönüşerek bazen moralleri yükselttiler, bazen de kayıpları gizlediler.
Beyaz perdede ise bu etki, 1935 yılında Leni Riefenstahl tarafından yönetilen ve üretilen, Nazi propagandasının en önemli eserlerinden biri olan ‘İradenin Zaferi’ gibi filmlerde daha da derin bir şekilde ortaya çıkıyor. Filmde Hitler ve Nazizm, sadakati ve desteği güçlendirmek için neredeyse dini bir üslupla tasvir edilmiştir.
‘İradenin Zaferi’ adlı filmde Hitler ve Nazizm, sadakati ve desteği güçlendirmek için yarı-dini bir şekilde tasvir edildi (New York Times)
Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı sırasında askerleri ve halkı harekete geçirmek amacıyla ‘özgürlük ve faşizm’ hikâyesini anlatmak için kullanılan Amerikan yapımı belgesel dizisi ‘Neden Savaşıyoruz?’ da buna bir örnektir. Öte yandan, ‘Cezayir Savaşı’ (1966) filmi, gerçekçi bir belgesel tarzında devrimci direnişin propagandasını yapan bir örnek olarak kabul edilir. “Kızıl Şafak” (1984) filmi ise, silahlı ulusal direnişin öyküsünü anlatarak Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği tehdidine ilişkin endişeleri yansıtıyor. Söz konusu filmlerde Ruslar, Araplar, Müslümanlar ve Çinliler çoğunlukla kötü adamlar veya insani motivasyonları olmayan teröristler olarak tasvir edildi.
Dolayısıyla televizyon ve sinema, sanatsal araçların açıkça siyasal amaçları gizlediği, kahramanların yaratıldığı, düşmanların resmedildiği psikolojik laboratuvarlara dönüşmüştür.
Hashtag (etiket) savaşları
20. yüzyılın sonlarında internetin ortaya çıkmasıyla birlikte propaganda, devletin ve resmi medyanın geleneksel kontrolünden uzak, fikirlerin ve anlatıların yayılması için alternatif platformlar sunan elektronik forumlar ve siyasi bloglar aracılığıyla yeni bir biçim almaya başladı. Bu araçlar 2000’li yıllarda, siyasi ve toplumsal hareketlerin muhalif anlatılarını yaymak için kullandığı önemli araçlar olarak öne çıktı.
Arap Baharı (2010-2012) bu hareketlerin en belirgin örneğiydi. Facebook ve X (eski adıyla Twitter) gibi platformlar, gençleri harekete geçirmek, protestoları organize etmek ve resmi kanalların yayınladıklarından farklı hikayeler yaymak üzere çok önemli bir rol oynadı. Arap Baharı sırasında “#Devrim - #Onur - #BinAlinin_düşüşü” gibi hashtagler (etiketler), mesajları birleştirmek ve hızlı bir şekilde yaymak için etkili araçlar haline geldi. Böylece hashtagler gerçek bir kitle propaganda silahına dönüştü.
İnfluencerlar da (sosyal medya fenomenleri) bu alanda giderek daha önemli bir rol oynuyor. Kişisel ve gayri resmi görünen içerikler aracılığıyla siyasi veya askeri fikirleri yaygınlaştırarak, geleneksel medya kuruluşlarının denetimi altında olmadan veya resmi medya kuruluşları olarak sınıflandırılmadan daha derin ve daha geniş bir etki yaratıyorlar.
Sosyal medya çağında dijital platformlar kalıcı propaganda platformlarına dönüştü (Reuters)
Son yıllarda, TikTok hızlı etki yaratan bir görsel platform olarak yükselişe geçti. Bu platform, kısa sürede dikkat çeken ve rekor sürede çok sayıda kullanıcıya ulaşan kısa videolara dayanıyor. Canlı yayın özelliği, anlık propaganda fırsatı sunuyor. Çünkü güncel olayları (savaşlar veya protestolar gibi) anında belgeleyen mesajlar veya görüntüler yayınlanabiliyor ve bu görüntüler genellikle kamuoyunu yönlendirmek veya rakibi görsel olarak yanıltmak için özenle seçiliyor.
Kriz durumlarında, TikTok’da belirli bir tarafın anlatısını destekleyen içerik yayınlamak veya dijital virüsler aracılığıyla dikkati dağıtmak için kullanılır. Bu da onu gerçek zamanlı olarak bireysel ve toplu etkiye sahip gelişmiş bir propaganda aracı haline getiriyor.
Propagandanın geleceği
Günümüzde propaganda, dezenformasyon ve bilgi savaşı kavramları birbiriyle iç içe geçmiş durumda. Artık sadece propaganda mesajları yaymakla kalmayıp, sahte içerikler, sahte hesaplar ve kamuoyunu karıştırmak ve farklı tarafların çıkarlarına hizmet etmek için koordine edilmiş kampanyalar gibi gelişmiş teknikler kullanılıyor. Son zamanlarda, bu araçları kullanarak yalan haberler yaymak veya kamuoyundaki tartışmanın gidişatını fark edilmeyecek veya karşı konulamayacak şekilde değiştirmek için sistematik kampanyalar düzenlendiğini gördük.
Bu kampanyaların amacı, iç cepheyi güçlendirmek ve ulusal aidiyeti pekiştirmekten, bağlamından koparılmış görüntü ve haberler yayınlayarak rakibin moralini bozmaya kadar çeşitlilik gösteriyor. Duyguları ve kültürel kimliği kullanarak derin bir psikolojik etki yaratmak, psikolojik savaş olarak bilinir.
Artık yapay zekanın (AI) gelişmesiyle birlikte, reklam içeriğinin otomatik olarak, doğru ve gerçekçi bir şekilde üretildiğini görebiliyoruz. Bu da akan içerik seli içinde bilgilerin doğruluğunu kontrol etmeyi daha da güçleştirirken birçok kişiyi ‘profesyonel gazetecilik, kamuoyunu şekillendirmede etkili bir rol oynamaya devam edecek mi, yoksa kararlar algoritmalar ve dijital platformlar aracılığıyla saniyeler içinde mi alınacak?’ sorusunu sormaya itiyor.
Ancak içeriğin biçimi ne olursa olsun, ister uçaktan atılan bir kağıt parçası ister akıllı telefondan girilen bir sosyal medya platformundaki bir hashtag olsun, sorulması gereken en önemli soru ‘Biz, neyi alacağını seçen bilinçli bir kitle miyiz, yoksa eşitliğin olmadığı bir savaşta potansiyel kurbanlar mıyız?’ sorusudur.