Afganistan'daki savaşı kim kazandı?

​Taliban heyeti ile ABD temsilcisi anlaşmayı imzaladıkları sırada (AFP)
​Taliban heyeti ile ABD temsilcisi anlaşmayı imzaladıkları sırada (AFP)
TT

Afganistan'daki savaşı kim kazandı?

​Taliban heyeti ile ABD temsilcisi anlaşmayı imzaladıkları sırada (AFP)
​Taliban heyeti ile ABD temsilcisi anlaşmayı imzaladıkları sırada (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayed
Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleştirilen ve dokuz oturumdan fazla süren zorlu görüşmelerin ardından ABD ile Taliban arasında bir anlaşmaya varıldı. Bu durum, onlarca yıldır çeşitli biçimler alan Afgan meselesinde yeni bir aşamaya gelindiğini gösteriyor.
Anlaşmada bir dizi kilit madde bulunuyor Bunlar arasından en önemlisi, Afgan topraklarının ABD veya müttefiklerinin güvenliğine zarar verecek herhangi bir uluslararası terörist grup veya birey tarafından kullanılmasının engellenmesidir. Başka bir değişle anlaşma, Çin veya Rusya gibi Washington tarafından müttefik olarak sınıflandırılmayan uluslararası taraflara karşı herhangi bir düşmanca eylem yapılmaması için Taliban’dan güvence alınmıyor. Anlaşma aynı zamanda uluslararası ve ABD güçlerinin çekilmesine ilişkin bir zaman çizelgesinin yanı sıra Afgan Devlet Başkanı ve Taliban arasındaki siyasi bir anlaşmayı da içeriyor.
İlk analizler, Washington'un Taliban'ı Afgan hükümeti ile müzakere etmeye zorlama hususunda başarılı olduğuna işaret edebilir. Çoğu kimse, anlaşmanın imzalanmasını ve aşamalı bir şekilde ABD güçlerinin geri çekilmesini, dış politika söz konusu olduğunda şimdiye kadar vermiş olduğu diğer vaatleri yerine getirmeyen Trump için diplomatik zafer olduğunu düşünüyor. Nitekim Kuzey Kore ve İran meselelerin yanı sıra Filistin meselesine ilişkin çözümünü dikte edip edemeyeceğinden emin değil. Ayrıca Çin’in ekonomik olarak ilerlemesini durdurmaya yönelik yaygarasından net bir çözüm çıkmadı. Koronavirüsün Çin'in ekonomik büyümesi önündeki etkisi onun icraatlarından daha büyük bir rol oynadı. Her ne kadar mümkün olsa bile bu durumu kendisine mal edemez.

Zorlu anlaşma
Tartışmayı tamamlamadan önce, anlaşmanın birtakım zorluklarla çevrili olan bazı hükümlerine dikkat çekmek gerekiyor. Bunlardan ilki mahkumların teslim edilmesini içeren hükümdür. Taliban'ın hükümet güçlerinden olan binden fazla mahkumu teslim etmesi ve 5 bin mahkumu serbest bırakması gerekiyor. Afgan Devlet Başkanı Eşref Gani, hızlı bir şekilde bu durumun kendisi ile Taliban arasında görüşmelere başlamak için gerekli olmadığını ifade etmişti. Zira kendisi Taliban ile müzakerelerin zorluğunu biliyor ve mahkum kartının muhtemelen sahip olduğu en önemli şey olduğunu düşünüyor.


Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad ve Taliban Siyasi Ofis Başkanı Molla Abdulgani Berader (AFP)

Anlaşmanın uygulanmasına ilişkin zorluklar bundan ibaret değil. Anlaşma, Taliban'ın kontrolü altında bulunan alanlarda güvenli sığınaklar edinmemesini öngörüyor. Ancak Pakistan'daki el-Kaide ve diğer aşırılık yanlısı örgütlerin güvenli sığınaklarına kadar uzanmıyor. Taliban ile el-Kaide arasındaki ilişkiler tarihsel olarak oldukça önemli. Ekim 2001'de ABD’nin Afganistan'ı işgal etmesinin nedenlerinden biri de 11 Eylül saldırılarına karşılık vermekti. ABD’nin Afganistan'ı işgal etmesi, Taliban'ın yenilgisiyle ve başkent Kabil'den çıkarak Afgan dağlarına çekilmesiyle sonuçlandı. Taliban savaşçıları, ülkenin geniş alanlarında kademeli olarak kontrol sağlamayı başardılar ve buralarda yaşamın her alanında katı yönetim kalıplarını uyguladılar.

Müzakereye giden yol
Taliban hiçbir zaman sahneden bütünüyle çekilmedi. ABD ve müttefikleri, Taliban’ın genişlemesini ve güçlerini hedef almasını durduramadılar ve yaklaşık 2 bin 300’ü ABD’li olan 3 bin 500 kayıp verdiler. En korkunç olanı ise ABD’nin desteği olmaksızın kendisini ve halkın koruyamayacağını anlayan Afgan hükümetinin, kendi güçlerinden ve halkından binlerce kişiyi kurban vermesidir. Bununla birlikte mesele 1 milyar dolardan fazla olduğu tahmin edilen ekonomik bir kayıptan dolayı bir dereceye kadar ABD’nin bir iç meselesine dönüştü.
Burada hizmetlerini sunmaya hazır ve en önemli iletişim kanallarından olan bir arabulucu vardı. Yıllar boyunca birkaç müzakere turuna ev sahipliği yapan ve Taliban'ın Doha'da bir temsilcilik açmasına izin veren Katar’ı kastediyoruz. Öte yandan Trump, meseleyi ABD ekonomisini canlandırmaya odaklanan seçim kampanyasının merkezine yerleştirdi. Doğal olarak, askeri olarak çözülebileceğine dair herhangi bir kanıtın bulunmadığı bu kayıpları durdurmaya yönelik gerekçeleri vardı.

Sonuçların değerlendirilmesi
Müzakere stratejisinde olduğu gibi bir savaş stratejisinde de ders her zaman sonuçlarla ilgilidir. Burada iki seviye veya iki aşama arasında bir ayrım yapabiliriz. ABD Başkanı tarafından açıklanan hedef, ülke ekonominin canlandırılması ve ABD cephaneliğiyle edinilen tüm tecrübelere rağmen sonu görülmeyen bu savaşın durdurulmasıydı. En nihayetinde yaklaşan başkanlık seçimlerinde istifade edilecek bir başarı kazanıldı.
Bu kısa vadeli hesaplamalara göre Trump, müzakerelerdeki hedeflerine ulaşıyor. Ayrıca Taliban'ı Afgan hükümeti ile müzakere etmeye zorladığını da iddia edebilecek. Fakat ABD işgalinin başladığı zamanda hedef, el-Kaide ile müttefik olan Taliban'ı ortadan kaldırmak ve tehdidine son vermekti. Ancak mevcut anlaşma ABD ve müttefiklerine yönelik saldırılarda bulunulmayacağının garantisini verse de, ABD’nin düşmanlarına ve hatta diğer dostlarına saldırılmayacağının güvencesini vermiyor.
Bu bahsi tamamlamadan önce ABD tarihinden -önemli farklılıklarına rağmen- benzer bir diğer modele değinmek istiyorum: “1970'lerin başında Nixon ve Kissinger zamanında, ABD-Vietnam müzakereleri.” Washington'un Kuzey Vietnam'ın Güney'i istila etmeyeceğine ilişkin güvence alma girişimi üzerine geri çekilmeye ilişkin müzakereler çıkmaza girdi. Güney Vietnam’ın başında Washington tarafından kurulan bir kukla yönetim vardı.
Washington müzakereler sırasında, o zamana kadar kaydedilen en büyük hava operasyonu ile başkent Hanoi’yi bombaladı. Hanoi, bu ağır bombardımanı, geri çekilmesine yol açacak baskının veya savaşın yeniden başlaması olarak değerlendirmedi. Daha ziyade ABD’nin, güney tarafına dair herhangi bir şartın bulunmadığı bu anlaşmanın imzalanmasının ardından ‘kapsamlı bir zafer elde etmek ve yükünün akını muhafaza etmek mesabesinde olan bir tasarrufu’ olarak kabul edildi. Gerçekten de olan buydu. Ardından ABD kuvvetlerinin pahalı da olsa stratejik bir zafer elde ederek geri çekilmesinin akabinde kuzey güçleri güneyi işgal etti.
Burada bazıları, anlaşmanın Taliban'ı Afgan hükümeti ile müzakere etmeye zorladığını söyleyebilir. Bu Vietnam modeline kıyasla doğrudur. Ancak Taliban Afgan hükümetiyle bir anlaşma yapmak zorunda değil. Ayrıca ABD güçlerinin çekilmesinin ardından yeni iç denklemler sahneye dahil olabilir ve durum Vietnam’da olduğundan daha uzun sürebilir.
Fakat elde edilen tek bir sonuç var: “Taliban, Washington'un müzakerelerde bulunduğu uluslararası bir taraftır.”
Trump onlarla görüşmeye hazır olduğunu gösterdi. Daha önce böyle bir şey olmadı. Bu, uluslararası olarak kabul edilebilmeleri için bir miktar ılımlı olmalarının önünü açabilir mi? Şimdiye kadar bunu göz ardı ediyordum, fakat sonuç açık.
Afgan sahnesi her iki aşamada da ABD seçimlerinin -yani kısa vadeli kazanımların- bir konuydu. Ancak birincil stratejik hedefe ulaşılamadı ve yine güvenilmez bir müttefik olduğunu ispatladı. Taliban, 2001 yılında askeri aşamada başarısız oldu fakat geri döndü ve başarılı oldu. Kaybeden, medeniyet ve ilerleme yolu oldukça zorlaşan Afgan halkıdır. Ayrıca dünya gelecekte daha tehlikeli bir hale gelebilir.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan aktarılmıştır.



Estonya, Rusya yanlısı siyasetçileri vatana ihanetten suçlu buldu

NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
TT

Estonya, Rusya yanlısı siyasetçileri vatana ihanetten suçlu buldu

NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)

Kasım 2023'te başlayan dava nihayet sonuçlandı ve Estonya yargısı, aynı yılın mart ayında tutuklanan politikacılar hakkındaki kararını verdi. 

Harju Bölge Mahkemesi'nde geçen perşembe görülen davada muhafazakar Koos partisinin kurucularından Aivo Peterson vatana ihanetten 14 yıl, Dmitri Rootsi ve Andrei Andronov ise 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

Ekim 2022 - Mart 2023'te Estonya devleti ve toplumunun hilafına Rusya'nın politikalarını desteklemekle suçlanan üç siyasetçi bu iddiaları reddediyor. 

Moskova'dan aldıkları emirlerle hareket etme iddialarının hedefindeki üçlü, temyize başvuracaklarını açıkladı. 

Partiden yapılan açıklamada da savcıların Estonya'nın anayasal düzeni ve güvenliğine nasıl zarar verildiğine dair somut kanıt gösteremediği savunuldu.

Estonya'nın Ukrayna'ya yardımına karşı çıkan Koos partisi, bu yıl düzenlenen belediye seçimlerinde ülke genelindeki oyların yalnızca binde 8'ini alabilmişti. 

2022'de kurulan parti, Baltık ülkesinin NATO'dan çıkıp tarafsızlığını ilan etmesini ve yabancı askerlerin ülke topraklarından çekilmesini isterken, diğer ülkeler arasındaki askeri çatışmalara doğrudan ya da dolaylı olarak karışılmasına karşı çıkıyor. 

Öte yandan Aivo Peterson, Ukrayna'dan 2014'te tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ve Eylül 2022'de Rusya'ya katılma kararı alan Donetsk Halk Cumhuriyeti'ni 2023'te ziyaret etmişti. 

55 yaşındaki siyasetçi, Şubat 2022'de başlayan Ukrayna savaşına dair bilgi almak için bölgeye gittiğini şu ifadelerle savunmuştu:

Estonya medyasından aldığımız bilgiler tek taraflı. Tüm gazetecilerimiz Kiev'i destekliyor.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova haziranda yaptığı açıklamada Estonya için "düşmanca davranan ülkeler arasında ilk sıralarda" ifadesini kullanmış, Tallin yönetiminin kendilerini yalanlarla bir tehdit gibi gösterdiğini öne sürmüştü. 

Independent Türkçe, ERR, RT


Barrack, Netanyahu’yu Gazze’de Türkiye’nin rolünü kabul etmeye ikna etmeye çalışıyor

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
TT

Barrack, Netanyahu’yu Gazze’de Türkiye’nin rolünü kabul etmeye ikna etmeye çalışıyor

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)

İsrail basınında yer alan haberlerde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ile pazartesi günü Kudüs’te yaptığı görüşmede, Trump yönetiminden “sert ve özel mesajlar” aldığı belirtildi. Görüşmenin, ay sonunda Florida’da yapılması planlanan ABD-İsrail zirvesi öncesinde gerçekleştiği aktarıldı. Barrack-Netanyahu görüşmesinin ana gündem maddelerinin Gazze, Suriye ve Trump’la yapılacak buluşma olduğu kaydedildi.

Gazze’de “kabul edilemez” açıklamalar

Gazze dosyasında, Ekim ayında başlayan kırılgan ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesi ele alınırken, Yedioth Ahronoth gazetesi Barrack’ın, Netanyahu’nun Türkiye’nin rolüne ilişkin kaygılarını gidermeye çalıştığını ve Türkiye’nin Gazze’de kurulması öngörülen uluslararası güce katılmasına ikna etmeye çalıştığını yazdı. Haberde, Barrack’ın Türkiye’nin Hamas üzerinde en fazla etkiye sahip ülke olduğunu ve silahsızlanma konusunda Hamas’ı ikna edebilecek en güçlü aktör konumunda bulunduğunu vurguladığı belirtildi.

frt
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şarm el-Şeyh Ortadoğu Barış Bildirgesi'ni imzalarken (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth’tan aktardığı habere göre Barrack, Türkiye’nin Trump planını imzaladığını ve Hamas adına silahların teslimini içeren maddeye taahhüt verdiğini Netanyahu’ya hatırlattı. Türkiye’nin katılımının, şu aşamada çekimser olan birçok ülkeyi de uluslararası güce katılmaya teşvik edeceğini savundu.

Haberde, Barrack’ın “Türkiye’nin dışlanmasının diğer ülkelerin de geri adım atmasına yol açtığını, Başkan Trump’ın bu planın başarısız olmasına izin vermeyeceğini” söylediği aktarıldı. Ayrıca Netanyahu’nun “Hamas’ın silah bırakacağına güvenmediği” yönündeki açıklamalarının ve İsrail’in bunu zorla sağlayabileceğine dair ifadelerinin “kabul edilemez” olduğu ve planı tehdit ettiği uyarısında bulunduğu kaydedildi.

Bu bilgiler, İsrail Kanal 12 televizyonunun aktardıklarıyla da örtüştü. Kanal 12, Beyaz Saray’ın Netanyahu’ya “özel ve sert” bir mesaj gönderdiğini ve Hamas’ın üst düzey askeri isimlerinden Raid Saad’ın öldürülmesinin, Trump arabuluculuğunda varılan ateşkes anlaşmasının ihlali olarak görüldüğünü bildirdi.

Kanal ayrıca, Gazze savaşını sona erdirmeyi amaçlayan anlaşmanın ikinci aşamasına geçiş konusundaki görüş ayrılıkları ve İsrail’in bölgedeki genel politikaları nedeniyle Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında artan bir gerilim yaşandığını aktardı.

ABD’li iki yetkili, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Beyaz Saray Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve Başkan Trump’ın damadı Jared Kushner’in Netanyahu’nun tutumundan “son derece rahatsız” olduğunu söyledi. Üst düzey bir ABD’li yetkiliye göre Netanyahu’ya verilen net mesajda şu ifadelere yer verildi: “Eğer itibarını zedelemek ve anlaşmalara uymayan bir lider olarak görünmek istiyorsan bu senin tercihin. Ancak Trump’ın arabuluculuğunda sağlanan Gazze anlaşmasının itibarını zedelemene izin vermeyiz.”

Batı Şeria ve bölgesel gerilim

Batı Şeria konusunda da Beyaz Saray’ın, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddetinden ve “Arap dünyasında provokasyon olarak algılanan” İsrail adımlarından giderek daha fazla endişe duyduğu belirtildi. ABD’li bir yetkili, Washington’un Netanyahu’dan İsrail’in güvenliğini tehlikeye atmasını değil, İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’nın genişletilmesine zarar verecek adımlardan kaçınmasını istediğini söyledi.

Aynı yetkili, Netanyahu’nun son iki yılda uluslararası alanda giderek yalnızlaştığını savunarak, “Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin neden onunla görüşmeyi reddettiğini ve Abraham Anlaşmaları’nın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen neden BAE’ye davet edilmediğini kendisine sorması gerekir” dedi. Yetkili, Netanyahu’nun tansiyonu düşürmeye hazır olmaması halinde Washington’un Abraham Anlaşmaları’nı genişletme çabalarına zaman ayırmayacağını da ifade etti.

Beyaz Saray’da Netanyahu’ya öfke

Trump’ın, son dönemde Netanyahu’nun sert eleştirilerine maruz kalan Barrack’ı Kudüs’e göndermesi dikkat çekti. Netanyahu, Barrack için “Amerika’daki Türk büyükelçisi gibi davranıyor” ifadesini kullanmıştı. Barrack’ın İsrail demokrasisine ilişkin sözleri de Netanyahu’nun tepkisini çekmiş, Barrack bu açıklamalar için özür dilemişti.

Yedioth Ahronoth yazarı Nahum Barnea, ABD’li kaynaklara dayandırdığı yazısında, Washington’un Netanyahu’nun Trump’ın barış planını hayata geçirme konusunda samimi olmadığı ve İsrail’in sürekli savaş halinde kalması için çaba gösterdiği kanaatine vardığını yazdı. Barnea, Beyaz Saray’da Netanyahu’ya yönelik sert ve ağır ifadeler kullanıldığını, bunların bir kısmının doğrudan Netanyahu’ya da iletilmiş olabileceğini belirtti.

Suriye’de “kırmızı çizgiler”

İsrail basınına göre Barrack, Netanyahu’ya Suriye konusunda da “kırmızı çizgiler” iletti. Trump yönetiminin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’yı Washington’un bir müttefiki olarak gördüğü ve ülkenin istikrarı için desteklenmesi gerektiği görüşünde olduğu aktarıldı. ABD’nin, İsrail’in yoğun askeri operasyonlarının Suriye’de yönetimin çökmesine yol açmasından endişe duyduğu ve güvenlik anlaşmasına varılmasını istediği belirtildi.

Lübnan konusunda ise Trump’ın, İsrail’in Hizbullah’a karşı sınırlı baskıyı sürdürmesini desteklediği, ancak geniş çaplı bir savaşa onay vermediği ifade edildi.

İsrailli analistler, Netanyahu’nun Barrack’ın tüm taleplerini reddetmeyeceğini, ancak kesin taahhütlerden kaçınarak Trump’la 29 Aralık’ta Florida’da yapacağı görüşmenin önünü açmaya çalıştığını öne sürdü. Buna karşın Netanyahu’nun, Barrack’ın ofisine ulaşmasından hemen önce Suriye’ye hava saldırısı düzenlenmesi talimatı vererek bağımsız hareket ettiği mesajını da vermekten geri durmadığı kaydedildi.

vgt
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Pazartesi günü bir araya geldi (İsrail hükümeti)

Türkiye’ye mesaj olarak yorumlanan bir adımda ise Netanyahu’nun, Yunanistan Başbakanı ve Kıbrıs Rum Yönetimi lideriyle üçlü bir zirve düzenleme kararı aldığı belirtildi. İsrail’de bu toplantı, Türkiye’ye yönelik doğrudan siyasi mesaj olarak değerlendirildi. Barrack ise görüşme sonrasında, temasların “bölgesel barış ve istikrarı hedefleyen yapıcı bir diyalog” olduğunu söyledi.


Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

TT

Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

Bondi Plajı’ndaki saldırganlardan birini etkisiz hâle getirerek silahını alan manav Ahmed el-Ahmed’in, saldırı sırasında yaralanmasının ardından ameliyata alındığı bildirildi. El-Ahmed’in ailesi, oğullarını “kahraman” olarak nitelendirirken, hastanedeki tedavisi sürerken kendisi için başlatılan bağış kampanyasına yoğun destek geldi.

El-Ahmed’in, Avustralya yayın kuruluşu ABC’ye konuşan anne ve babası, oğullarının omzundan dört ila beş kurşunla vurulduğunu, vücudunda hâlâ çıkarılmamış mermiler bulunduğunu söyledi. Ailesi, Ahmed el-Ahmed’in 2006 yılında Avustralya’ya geldiğini, kendilerinin ise Suriye’den Sidney’e yalnızca birkaç ay önce ulaştıklarını ve uzun süredir oğullarından ayrı olduklarını belirtti.

Kuzeni Hozay el-Kenc, pazartesi günü basına yaptığı açıklamada, Ahmed el-Ahmed’in ilk ameliyatının başarıyla tamamlandığını söyledi. El-Kenc, “İlk ameliyatını geçirdi. Durumuna bağlı olarak iki ya da üç ameliyat daha gerekebilir” dedi.

Aileden hükümete çağrı

El-Ahmed’in anne ve babası, yaşlarının ilerlemesi nedeniyle oğullarının iyileşme sürecinde yeterli destek verememekten endişe duyduklarını ifade ederek, Başbakan Anthony Albanese hükümetinden yardım talep etti. Aile, Almanya’da ve Rusya’da yaşayan iki kardeşin Avustralya’ya gelerek destek olabilmesi için vize kolaylığı istediklerini belirtti.

sdfg
Ahmed Al-Ahmed'in babası Muhammed Fateh Al-Ahmed (Videodan alınan ekran görüntüsü).

Anne, “Şu anda yardıma ihtiyacı var çünkü engelli kaldı. Diğer çocuklarımızın buraya gelmesini istiyoruz” dedi. Ahmed el-Ahmed’in, saldırganın mermileri bittiğinde silahını elinden aldığı sırada vurulduğunu da aktardı.

Başbakan Albanese, Ahmed el-Ahmed’in cesaretinin hayatlar kurtardığını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump da el-Ahmed’i “çok, çok cesur bir kişi” olarak nitelendirdi.

Bağışlar 750 bin dolara yaklaştı

Reuters’ın aktardığına göre, 43 yaşındaki Ahmed el-Ahmed için başlatılan bağış kampanyasında toplanan miktar yaklaşık 750 bin ABD dolarına ulaştı. GoFundMe üzerinden başlatılan kampanya, bir gün içinde 1,1 milyon Avustralya dolarını (yaklaşık 744 bin ABD doları) aştı.

Ailesinin anlattığına göre el-Ahmed, Bondi’de bir arkadaşıyla kahve içerken silah seslerini duydu. Ağaç arkasına saklanan silahlı kişiyi fark eden el-Ahmed, saldırganın cephanesi tükendiğinde arkadan yaklaşarak silahını almayı başardı.

Hanuka Bayramı dolayısıyla düzenlenen etkinlikte gerçekleşen silahlı saldırıda en az 15 kişi hayatını kaybederken, 42 kişi yaralandı. Saldırının Navid Akram (24) ile babası Sajid Akram (50) tarafından gerçekleştirildiği açıklandı.

Başbakan Chris Minns, hastane ziyaretinin ardından yaptığı paylaşımda, “Ahmed’in gösterdiği cesaret olağanüstüydü. Hayatını büyük bir riske atarak saldırganı etkisiz hâle getirdi” dedi.

El-Ahmed’in, silahlı saldırgana arkadan koşarak uzun namlulu tüfeğini aldığı anlara ait görüntüler dünya genelinde medya kuruluşları tarafından yayımlandı ve sosyal medyada 22 milyondan fazla kez izlendi.