Washington, Esed ve eşini de kapsayan Ceaser Yasası’nı yürürlüğe koydu

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Şam’daki bir posteri (Reuters) Esed’in eşi Esma Esed (AFP) ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Şam’daki bir posteri (Reuters) Esed’in eşi Esma Esed (AFP) ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (AFP)
TT

Washington, Esed ve eşini de kapsayan Ceaser Yasası’nı yürürlüğe koydu

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Şam’daki bir posteri (Reuters) Esed’in eşi Esma Esed (AFP) ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Şam’daki bir posteri (Reuters) Esed’in eşi Esma Esed (AFP) ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (AFP)

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve eşi Esma Esed dahil olmak üzere Suriyeli üst düzey 39 isim ve kurumu kapsayan ‘Ceaser Yasası’nın ilk aşamasını yürürlüğe koyarken Şam’a yönelik baskı kampanyasını sürdürme sözü verdi.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo yaptığı açıklamada, önümüzdeki aylarda daha fazla yaptırım uygulanmasını beklediklerini belirterek, “Esed, Suriye halkına karşı vahşi savaşını bitirmezse, daha fazla yaptırım uygulayacağız” ifadelerini kullandı. Pompeo, uygulanan yaptırımları ‘Esad rejimini savaş kazanmak ve Suriye halkına yönelik zulümleri sürdürmek için kullandığı gelirlerden ve destekten mahrum etmek için yapılan kalıcı ekonomik ve siyasi baskı kampanyasının başlangıcı’ olarak nitelendirdi.
Pompeo, Esed'le çalışan herhangi bir şirkete yaptırım uygulayan Ceaser Yasası’nın yürürlüğe gireceğinin duyurulması kapsamında yasanın henüz yürürlüğe girmeden dahi hali hazırda kırılgan olan Suriye ekonomisini sarstığını ifade etti. Ceasar Yasası’nın ilk aşaması, Suriye Devlet Başkanı Esed ve eşi Esma Esed dahil olmak üzere önde gelen Suriyeli 39 kişi veya kurumu hedef alıyor. Bu arada Esma Esed, ilk kez ABD yaptırımlarının kapsamına dahil edildi.
Yasa, yatırımların uygulandığı kişilerin ABD’deki herhangi bir mal varlığının dondurulmasını öngörüyor. Twitter hesabından yaptığı açıklamada Esma Esed’in ‘Suriye'deki savaşın en ünlü faydalanıcılarından biri haline geldiğini’ belirten Pompeo, “Bugün (dün) Esed rejimine ve dış destekçilerine, Suriye halkına yönelik acımasız eylemlerinin sorumlusu olarak sert ekonomik yaptırımlar uygulanmasına izin veren Ceaser Yasası uyarınca Esed rejimine karşı kalıcı bir yaptırım kampanyası başlatıyoruz. Esed ve rejimi Suriye halkına yönelik vahşi savaşını durdurana ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararında belirtilen siyasi bir çözümü kabul edene kadar daha fazla yaptırım uygulanacak” dedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan resmi bir açıklamada, Pompeo’nun Ceasar kod adlı askeri polisin çektiği ve kaçırmayı başardığı, ilk kez 6 yıl önce ortaya çıkan fotoğrafların Esed rejiminin hapishanelerde sistematik işkence yaparak ve infazlar gerçekleştirerek işlediği savaş suçlarının delili olarak dünyayı şoke ettiğini söylediği aktarıldı. Pompeo ayrıca Ceaser’ın bu cesurca hareketinin ABD Başkanı Donald Trump tarafından 180 gün önce onaylanan ‘Ceaser Suriye Sivil Koruma Yasası’na ilham verdiğini ve böylece Esed rejimi tarafından işlenen savaş suçlarının ve Suriye halkına uyguladığı zulmün hesap verebilirliğini artırmak için sert ekonomik yaptırımlar uygulamalarını sağladığını belirtti. Ceasar Yasası ile öngörülen cezalara ilişkin hükümler dün yürürlüğe girerken yasa, dünyanın neresinden olursa olsun, Esed rejimi ile çalışan herkese seyahat kısıtlamaları veya finansal yaptırımlar uygulanmasını ve Amerikan finans sisteminden dışlanmasını öngörüyor.

Bakan Pompeo açıklamasını şöyle sürdürdü:
“ABD Hazine ve dışişleri bakanlıkları, Caesar Yasası ve 13894 sayılı Başkanlık kararnamesi kapsamında 39 ismin yer aldığı listedeki kişilere ve kurumlara karşı yaptırımları uygulamaya koyarken, Esed rejiminin Suriye halkına yönelik zulümlerini ve acımasız savaşı sürdürmesi için gereken gelirlerden mahrum etmek ve dış desteği kesmek amacıyla ekonomik ve siyasi baskı kampanyası başlatıyorlar.”
 Baskı kampanyasının durmayacağı ve önümüzdeki haftalarda ve aylarda da devam edeceğini vurguladığı açıklamasında Pompeo, Esed rejimini ve acımasız savaşını destekleyen, BMGK’nın 2254 sayılı kararında belirtildiği üzere mevcut çatışmaya barışçıl ve siyasi bir çözümün getirilmesini engelleyen kişilere ve kurumlara yönelik daha fazla yaptırım uygulanmasını beklediğini söyledi.
ABD Dışişleri Bakanı, “Ekonomik ve siyasi baskı kampanyamızı, görüşümüzü paylaşan ülkelerle, özellikle de aynı nedenlerle Esed rejimine uyguladığı yaptırımları üç hafta önce yenileyen Avrupalı ​​ortaklarımızla tam bir işbirliği çerçevesinde hayata geçireceğiz” ifadelerini kullandı.
Esed rejimini dokuz yılı aşkın bir süredir Suriye halkına karşı kanlı bir savaş yürütmekle suçlayan Pompeo, rejimin ayrıca cinayet, işkence, adam kaçırma ve kimyasal silah kullanımı da dahil olmak üzere çeşitli savaş suçları ve insanlık suçu anlamına gelen sayısız zulüm gerçekleştirdiğini belirtti. Suriye’deki çatışmaların başlamasından bu yana yarım milyondan fazla Suriyelinin hayatını kaybettiğini vurgulayan Pompeo, Suriye halkının savaş öncesi nüfusunun yarısına eşit sayıda 11 milyondan fazla insanın ise yerlerinden edildiğinin altını çizdi.
Beşşar Esed ve rejimi, kanlı savaşını finanse etmek ve evleri, okulları, dükkanları ve halka açık pazarları yok etmek için her ay on milyonlarca dolar harcadı. Bu yıkıcı savaşla insani krizi daha da kötüleştirirken insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını engelledi ve Suriye halkına acı çektirdi. Pompeo açıklamasında, ABD'nin Esed rejiminin elindeki Suriye halkına insani yardımda bulunmak amacıyla uluslararası ve bölgesel ortaklarla çalışmaya yönelik sözü verdiğini vurguladı.
ABD’nin Suriye halkına en büyük yardımları yapan ülke olduğunu ve savaşın başlangıcından bu yana Suriyelilere yönelik insani yardımlar için 10,6 milyar doların üzerinde harcama yaptığını söyleyen Pompeo, Esed'in kontrolü altındaki bölgelerde dahil olmak üzere tüm Suriye’de istikrarın sağlanması için 1,6 milyar doların üzerinde yardım harcaması yaptığını ifade etti.
Ceaser yasası ve ABD'nin Suriye’ye yönelik diğer yaptırımları, Suriye halkına yapılan insani yardımları ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki istikrar faaliyetlerini kapsamadığının altını çizen Pompeo, “Washington, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde bile çeşitli uluslararası ve Suriyeli ortaklarımız aracılığıyla insani yardım sağlamaya devam edecektir” dedi.
Açıklamasında ‘Esed'in bu acımasız ve gereksiz savaşının sona ermesinin zamanının geldiğini’ söyleyen Pompeo, “Esed rejimi ve onu destekleyenlerin önünde bugün basit bir seçim bulunuyor. Ya Suriye’deki güvenlik sorununa, BMGK’nın 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi bir çözüme yönelik geri dönüşümsüz adımlar atacaklar, ya da yeni yaptırımlarla yüzleşecekler” şeklinde konuştu.

Yaptırımlar listesindeki Suriyeli kişiler ve kurumlar
Pompeo'nun açıklamasına göre Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve eşi Esma Esed, ABD Başkanı Trump'ın 13894 sayılı Başkanlık kararnamesinin hükümleri uyarınca yaptırımlar listesine dahil edildi. Ayrını şekilde açıklamada ‘vahşetin kurucuları’ olarak nitelendirilen önde gelen Suriyeli iş insanlarından Muhammed Hamşo ve Suriye'de rejim saflarında savaşan İran’ın milis gruplarından Fatımiyyun grubu da bulunuyor. Aynı şekilde Beşşar Esed'in kardeşi ve Suriye ordusunun Dördüncü Tümen Komutanı Mahir Esed ile yine Dördüncü Tümen komutanlarından Gassan Ali Bilal ve Samir el-Dana da yaptırımlar listesine eklendi. Listedeki bir diğer Esed ailesi üyeleri Beşşar Esed'in ablası Büşra Esed ve Mahir Esed’in eşi Manal Esed olurken rejim bağlantılı iş insanları Ahmed Şabir Hamşo, Amr Hamşo, Ali Hamşo, Ranya Dabbas ve Sümeyye Hamşo da yaptırımlar listesinde yer aldı.
Pompeo, ABD yönetiminin yaptırım uyguladığı onlarca kişi ve kurumun, Suriye’deki savaşa barışçıl bir siyasi çözümün getirilmesinin önlenmesinde temel bir rol oynadıklarını ve kendilerini, ailelerini ve çevrelerini zenginleştirirken Suriye halkına karşı Esed rejiminin zulmüne yardım etmiş veya yardımda bulunmayı taahhüt etmiş olduklarını vurguladı.
Pompeo açıklamasında özellikle Beşşar Esed’in eşi Esma Esed’in kocasının ve Ahras ailesi (Esma Esed’in ailesi) fertlerinin desteğiyle Suriye’deki savaşın en ünlü faydalanıcılarından biri olduğunu vurgularken bugün bu kişi veya kurumlarla bağlantılı herkesin yaptırımlara tabi olduğunu belirtti.
Öte yandan ABD Hazinesi Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, bakanlığın 24 kişi ve kuruma yaptırım uyguladığı belirtildi. ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, “Esed rejimi sivilleri rejim yanlısı seçkinlerle değiştirirken ABD eli kolu bağlı durmayacak. Hazine Bakanlığı, Suriye halkının acılarından yararlanmaya çalışan Esed rejimini ve destekçilerini hedef alan araçları ve güçleri kullanmaya devam edecek” ifadelerini kullandı.
Açıklamada, birçok lüks konut ve turizm projesini yöneten, diğer şirketlerde çok sayıda hissesi bulunan ve şuan Şam’daki bir bölgede çevre sakinlerinin yetkililer tarafından sürülmesinin ardından ‘Marota City’ adında lüks bir konut projesi yürüten Damascus Cham Holding de dahil olmak üzere Suriye Devle Başkanı Esed ile doğrudan bağlantılı şirketlerin de yaptırımların kapsamına girdikleri belirtildi.
Şam Uluslararası Havaalanı yakınlarında başka bir lüks konut projesi yürüten iki iş insanı Nadir Kalai ve Halid ez-Zubeydi de yaptırımlar listesine eklendi.
 Açıklamada Kalai'nin biri Lübnan'da diğeri Kanada'da olmak üzere iki ayrı telekomünikasyon şirketinin sahibi olduğu da belirtildi. Kalai ayrıca iletişim altyapısı ve çelik yapılar inşa eden Suriye merkezli Castle Yatırım Holding’in de sahibi.
Şam Valisi Adil Enver el-Ulebi de Damascus Cham Holding ve Marota City konut projesinin denetlenmesindeki rolü nedeniyle yaptırımlar listesinde sıralandı. Açıklamada Ulebi’nin 2018 yılında Damascus Cham Holding kısmen veya tamamen Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, kuzeni olan işadamı Rami Mahluf ve ona yakın isimlerin sahibi olduğu şirketlerle ortak olan ‘Tributary Damascus Private’ adında anonim bir şirket kurduğu belirtildi. Söz konusu şirket, diğer şirketlerle birlikte Marota City adlı konut projesinin yüzde 51’lik hissesine sahip. Ortak projedeki dört şirketten diğer üçü ise, Rami Mahluf’a ait Ramak Kalkınma ve İnsani Projeler Grubu, El-Kamer Gayrimenkul Yatırım Danışmanlığı, Teymeyt Ticaret Şirketi. Aynı şekilde Rami Mahluf'un kardeşi Ehab Mahluf da yaptırımlar listesinde yer aldı. Bu şirketlerin her biri ortak projeye Suriye hükümetinin yararına finansman sağladı ve sonraki üç yıl boyunca ek katkılar da bulundu.
Açıklamada, bu kişilerin ABD'de bulunan mal varlıklarının dondurulması ve iş ortaklıklarının engellenmesi ve faaliyetlerinin Hazine Bakanlığı’na bağlı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) bildirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
OFAC düzenlemeleri genel olarak, ABD'de yaşayan kişilerin veya ikamet eden kişilerin yaptırımlar listesinde adı geçen kişiler ve kurumlarla iş yapmalarını yasaklar. Bununla birlikte söz konusu kişilerle iş yaptıkları ortaya çıkarsa ABD vatandaşı olmasalar dahi bir takım cezalar öngörebilir.



Taviz baskısı ile güven inşa etme arzusu arasında Şera-Abdi anlaşması

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Şam'da tarihi anlaşmayı imzaladıktan sonra SDG Lideri Mazlum Abdi ile el sıkıştı. (Reuters)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Şam'da tarihi anlaşmayı imzaladıktan sonra SDG Lideri Mazlum Abdi ile el sıkıştı. (Reuters)
TT

Taviz baskısı ile güven inşa etme arzusu arasında Şera-Abdi anlaşması

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Şam'da tarihi anlaşmayı imzaladıktan sonra SDG Lideri Mazlum Abdi ile el sıkıştı. (Reuters)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Şam'da tarihi anlaşmayı imzaladıktan sonra SDG Lideri Mazlum Abdi ile el sıkıştı. (Reuters)

Rüstem Mahmud

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Lideri Mazlum Abdi'nin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile imzaladığı anlaşmanın ardından SDG, Suriye sorununun tamamında önemli bir saha aktörü ve Suriye'nin kuzey ve doğusunda önde gelen bir askeri-siyasi güç olduğu yaklaşık on üç yıllık siyasi-askeri yörüngeyi sonlandırmış oldu. Anlaşmaya göre SDG, Suriye'nin şu anda içinden geçmekte olduğu geçiş döneminin ve büyük olasılıkla öngörülebilir geleceğinin aktif bir parçası olacak.

Anlaşma, SDG kontrolündeki kuzeydoğu Suriye'nin nasıl görüneceğinin ana hatlarını oluşturan sekiz açık ve net madde içeriyor. Anlaşma kendisi için bir zaman çerçevesi belirliyor ve hem o bölgede hem de ülkenin genelinde bazı önemli siyasi çizgiler çiziyor.

Gözlemciler, bu anlaşmanın sonuçlarının çok fazla ‘siyasi gerçekçilik’ ile karakterize edildiğini, yani iki tarafın ABD'nin himayesi ve baskısı altında haftalarca süren ikili müzakerelerin ardından ‘taviz’ alışverişinde bulunduklarını ve öne çıkan noktalarda uzlaşmayı kabul ettiklerini belirtti. Al Majalla’ye konuşan üst düzey bir Kürt kaynağa göre mevcut anlaşma üç hafta önce hazırdı, ancak anlaşmayı uygulayacak teknik komitelerin nasıl oluşturulacağı konusu, bu konuda da anlaşmaya varılana kadar uzun tartışmalara konu oldu.

İlk iki madde, ‘dini ve etnik kökenlerine bakılmaksızın, liyakate dayalı olarak tüm Suriyelilerin siyasi süreçte ve tüm devlet kurumlarında temsil ve katılım haklarının’ garanti altına alınması gerektiğini vurguluyor. Söz konusu iki maddede, ‘Kürt toplumunun Suriye devletinin asli bir topluluğu olduğu ve Suriye devletinin Kürt toplumunun vatandaşlık hakkını ve tüm anayasal haklarını garanti altına aldığı’ vurgulanıyor. İşte bu, Suriyeli Kürtlerin devletin kuruluşundan bu yana uğruna mücadele ettikleri ve çeşitli otorite ve rejimlerin anayasal olarak tanımakta isteksiz davrandıkları ‘siyasi tanımadır’. Ancak bu anlaşma aynı zamanda Suriyeli Kürt siyasi güçlerin yıllardır talep ettiği jeopolitik adem-i merkeziyetçiliğin tanınmasını da ortadan kaldırıyor ya da en azından erteliyor.

Anlaşma, Özerk Yönetim tarafından geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin kuzeydoğusunda inşa edilen alternatif kurumların lağvedilmesini ve ulusal doku içerisinde yeniden yapılandırılmasını öngörüyor: ‘Sınır kapıları, havaalanı, petrol ve gaz sahaları da dahil olmak üzere kuzeydoğu Suriye'deki tüm sivil ve askeri kurumlar Suriye devletinin idaresine entegre edilecektir.’

Bununla birlikte, Özerk Yönetim'in imzacıları ‘tüm Suriye topraklarında ateşkes, yerinden edilmiş tüm Suriyelilerin kasaba ve köylerine geri dönmelerinin sağlanması ve Suriye devletinden korunmalarının güvence altına alınmasını’ sağlamayı umuyor. Başka bir deyişle SDG, tanınmış bir ulusal güç haline geldiği için artık herhangi bir yabancı ülke tarafından tehdit edilmiyor; Afrin, Rasulayn ve Halep kırsalından yüz binlerce yerinden edilmiş Kürt, toplu göçleri Suriye'deki Kürt varlığını tehdit ettikten sonra eski bölgelerine ve mülklerine geri dönebiliyor.

SDG, tanınmış bir ulusal güç haline geldiği için artık herhangi bir yabancı ülke tarafından tehdit edilmiyor.

Anlaşmanın son maddeleri bir sonraki aşamanın siyasi özelliklerinden bazılarını özetledi. Buna göre SDG, yeni yönetimin eski rejimin kalıntılarıyla mücadele çabalarının bir parçası haline gelmiştir: ‘Esed rejiminin kalıntılarına karşı ve ayrıca güvenlik ve birliğe yönelik tüm tehditlere karşı mücadelesinde Suriye devleti desteklenecektir.’

Bu, yeni rejimin meşruiyetinin SDG, kurumları ve hatta siyasi vizyonu üzerinde tam ve zorunlu hale geldiği anlamına gelmektedir; yeter ki SDG devlet kurumlarından ve onların medya ve siyasi uzantılarından herhangi bir baskı ve şantaja maruz kalmasın: ‘Bölünme çağrıları, nefret söylemi ve Suriye toplumunun bileşenleri arasında nifak yayma girişimleri reddedilecektir.’

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir Kürt siyasi kaynak Al Majalla'ya verdiği mülakatta söz konusu anlaşmayı hazırlayan iklimin ne olduğunu şöyle açıkladı:

“Geçtiğimiz aylarda, özellikle de yeni ABD yönetimi göreve geldikten sonra, Türkiye'nin askeri olarak hazırlık yaptığı ve SDG’yi ne pahasına olursa olsun bitirmek için ülkedeki yeni otoriteye azami baskı uyguladığı açıkça görüldü. Türkiye'nin görüşüne göre ABD yönetimi, Türkiye gibi bir müttefikle çatışmaya girmektense geri çekilmeyi tercih edecektir. SDG bu olasılığı bertaraf etmek için Şam'la müzakerelere büyük bir gayretle ve ABD'nin teşvikine olumlu bir yaklaşımla başladı. Amerikalı saha komutanları, yeni ABD yönetiminin alabileceği doğrudan kararlardan ve Türkiye'nin tam desteğine ihtiyaç duyduğu İran ve Ukrayna gibi diğer önemli meseleler lehine Suriye'nin kuzeydoğusu gibi küçük bir detayın ötesine geçebilecek hesaplarından duydukları korkuyu dile getirdiler.”

Siyasi kaynak, varılan mutabakatın sahada uygulanması için net bir şekilde tanımlanmış bir mekanizmanın varlığına vurgu yaparak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yakında çalışmalarına başlayacak olan yedi ya da sekiz uzman teknik komite, eğitim ve yüksek öğrenim alanlarında uzmanlaşacak. Geçtiğimiz yıllarda sadece Kürtçe dilinde eğitim gören yüz binlerce öğrenci var. Genel bürokratik idare, ordu, sınır kapıları, cezaevleri vb. için de benzer komiteler olacak. Bu kurumlar 13 yıldır faaliyet gösteriyor ve kendi kendilerini yönetiyor. Bu nedenle Suriye devlet kurumlarıyla birleştirilmeleri süreci iki devlet arasında bir fesih birliği oluşturmaya benzemektedir ki bu da özellikle ordu ve hapishaneler gibi son derece hassas konularda birçok zorluk yaratacak ve başarısız olması halinde anlaşmayı çökme tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek. Bunun için iki tarafın, askeri güçlerin et-Tanf Üssü’ndeki ABD eğitimli oluşumlardan Özerk Yönetim bölgelerine girmesi veya iki tarafın cezaevlerini ortak bir iç sisteme göre yönetmeyi kabul etmesi gibi aylarca sürebilecek uzun bir güven artırıcı aşamaya ihtiyacı olacak. Entegrasyon için belirlenen zaman dilimi, uygulama sırasında iki tarafın karşılaşabileceği zorluklara tabi olacak. Dolayısıyla uygulama, her zaman ABD'nin himayesi ve gözetimi altında olmak üzere, bunun için belirlenen dokuz aylık süreyi aşabilir.”

Jeopolitik değişim

Büyük resme bakıldığında, anlaşma bölgesel ‘siyasi fay hattındaki’ temel bir değişimin, yani İran'ın bölgesel etkisinin keskin bir şekilde azalması ve Türkiye'nin rolünün yükselmesinin ifadesi gibi görünüyor. Bu, Türkiye'nin ülkedeki ve çoğu zaman bölge genelindeki Kürt meselesine yönelik mevcut girişimiyle örtüşüyor.

defrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile SDG Lideri Mazlum Abdi arasındaki tarihi anlaşmanın açıklanmasının ardından Şam'da kutlama yapan Suriyeli bir aile (Reuters)

Bu anlaşmaya göre, ideolojik ve sembolik olarak terör örgütü PKK'ya yakın olan SDG, Türkiye'ye çok yakın olan yeni Suriye güç yapılarının entegre bir parçası haline gelecektir ki bu birkaç ay önce hayal edilmesi bile imkânsız bir şeydi. Kuşkusuz bu gelişme, hapisteki terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine silah bırakmayı ve kendini feshetmeyi kabul eden, böylece Türk devletiyle kırk yıldır süren savaşı sona erdiren ve Türkiye'deki Kürt sorununu birikmiş siyasi çözümlere bırakan PKK ile Türkiye'nin ilişkisindeki değişimden ayrı olarak okunamaz ve anlaşılamaz.

Bu anlamda anlaşma, Suriye'de ‘İran döneminin sona ermesi’ anlamına geliyor. Türkiye'ye yakın gözlemciler ve siyasetçiler, Suriye'nin kuzeydoğu bölgesinin -ki ülke yüzölçümünün yaklaşık dörtte birini oluşturuyor-, özellikle ABD güçlerinin hızlı bir şekilde ve sonuçlarını hesaplamadan çekilmesi halinde, Suriye'de İran etkisinin geri dönüşü için bir yuva haline gelebileceği konusunda uyarılarda bulunuyorlardı. Bu durumda İranlılar kendilerini SDG'ye ve tüm bölgeye bir can simidi olarak sunabilir ve herhangi bir stratejik destekçi ve koruyucudan yoksun kalmaları halinde SDG'yi ve toplumsal tabanlarını etkileyecek ‘panikten’ faydalanabilirler.

Anlaşma Suriye'de ‘İran döneminin sonu’ anlamına geliyor. Türkiye'ye yakın gözlemciler ve siyasetçiler, Suriye'nin kuzeydoğusunun İran etkisinin Suriye'ye geri dönüşü için bir odak noktası haline gelebileceği konusunda uyarılarda bulunuyorlardı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan anlize habere göre  Anlaşma, Suriye'nin yakın gelecekte sakin ve tartışmasız bir odak noktası olarak, ABD/Türkiye/Arap ülkeleri etkisiyle nasıl bir yer olacağına dair bir fikir veriyor. Suriye'deki sükûnet, Lübnan'daki durumun istikrara kavuşması ve Filistin meselesinde uzlaşıya varılması olasılığının bir parçası olacak. Ancak en önemlisi yakın gelecekte İran konusunda ne yapılacağı ve Suriye'nin bu noktadaki tutumu.

Ayrıca mevcut anlaşma, geçtiğimiz haftalarda medyada yer alan ve SDG'yi siyasi gerçekçiliğe meydan okuyan bir dizi ulus ötesi siyasi programla ilişkilendiren bir dizi iddia ve söylemi de sona erdiriyor. Çok sayıda siyasi platform ve argüman, Suriye'nin birliğini bozmak ve Türkiye'yi jeopolitik derinliğinde tehdit etmek amacıyla İsrail ile SDG arasında yüksek düzeyde istihbarat, siyasi ve hatta askeri koordinasyonun uygulama aşamasına geçtiğini ileri sürdü.

Ayrıca Suriyelilere federal bir sistem dayatmak için ülkedeki mezhepsel ve ulusal azınlıkları temsil eden siyasi güçler arasında bir ittifak olduğuna dair şüpheler dile getirildi, özellikle de bu güçler ile Suveyda vilayetinde konuşlanan askeri güçler ve eski rejimin kalıntıları arasındaki ilişki sorgulandı.

Son olarak, bu anlaşma merkezi uluslararası güçlerin Suriye'deki yeni siyasi sistemi kabul ettiklerinin ve tanıdıklarının bir ifadesidir. Aksi takdirde ne bu anlaşmaya destek verirlerdi ne de temsilcilerinin açıklamaları aracılığıyla bunu gelecekte Suriye'de birden fazla düzeyde görmek istediklerinin bir ifadesi olarak değerlendirirlerdi. SDG'nin ülkenin yeni siyasi sisteminin yapılarına katılımı, Batılı ülkelerin yeni otoriteye yönelik en önemli şartlarından birinin, yani yönetim kurumlarının inşasında ‘gerçek katılımcı’ bir yaklaşımın benimsenmesinin yerine getirilmesidir. Cumhurbaşkanı eş-Şera'nın SDG'yi kontrol altına almanın öneminin farkında olması, bir boyutuyla Batılı güçlere bir mesaj ve iyi niyetinin kanıtıdır.