Dünyanın 2021’e girerken hatırlayacağı 10 tarihi olay

2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
TT

Dünyanın 2021’e girerken hatırlayacağı 10 tarihi olay

2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)
2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’de iki uçağın çarpması sonucunda çıkan yangın (AFP)

Tarık eş-Şami
Küresel tarihi olaylar, insanlığın hafızasına unutulmaz izler kazıyor. Bu sayede politikacılar, kanaat önderleri ve halklar, zaferler, aksilikler, kazanım ve kayıplar, doğru ve yanlış kararlardan öğrenilen dersler çıkarırlar. Tarihin dikkatli bir şekilde okunması karar verici merciler geçmiş hatalardan kaçındığında gelecekte dünyanın dört bir yanındaki insanlar için daha iyi bir yolun çizilmesine katkıda bulunur. 2021 yılı boyunca da dünya, sonraki etkileşimler ve sonuçlar üzerinde büyük bir etkiye sahip  önemdeki tarihi dönemeçleri hatırlayacak. İşte en önemli on olay ve sonuçları:

11 Eylül saldırılarının 20’nci yıldönümü
11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide terör örgütü ile bağlantılı 19 militan dört sivil uçağı kaçırıp, ABD’de belirledikleri hedeflere yönelik intihar saldırıları düzenlemek için kullandılar.  İki uçak, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerini hedef aldı. Söz konusu saldırı kulelerin çökmesine neden oldu. Üçüncü uçak, başkent Washington yakınlarındaki Pentagon binasını hedef aldı. Dördüncü uçak ise, Pensilvanya’daki bir tarım arazisine düştü. Bazıları uçağın Beyaz Saray, Capitol Hill’deki Kongre binası ya da Camp David kompleksini hedef alma niyetinde olduğunu düşünüyor.
O gün gerçekleştirilen terör saldırısı kurbanlarının sayısı 2 bin 996 kişiye ulaştı. Bu nedenle ABD tarihinin en kanlı günü kabul ediliyor. Bu olayın ardından ABD’nin dünya çapındaki politikasında uzun vadeli ve köklü değişiklikler yaşandı. Başkan George W. Bush yönetimi, terörizmle mücadele için küresel girişimler başlattı. El Kaide ile savaşmak için uluslararası bir koalisyona öncülük etti. Yıl sonundan önce Afganistan’da Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ağına ev sahipliği yapan Afgan Taliban hareketini çökertmeyi başardı.
Saldırıların ardından ortaya çıkan güvenlik endişeleri üzerine hükümet, terör saldırılarını önlemek için yeni bir bakanlık olan İç Güvenlik Bakanlığı kurdu. Bu bakanlığı, sınır, göç ve gümrük güvenliği konularından sorumlu tuttu. Saldırılar ABD ekonomisini de olumsuz etkilemişti. Piyasa yüzde 7,1 değerinde düşüş gösterdi. Sadece New York'ta bir ay içerisinde 143 bin kişi işini kaybetti. En büyük kaybı, ciddi şekilde zarar gören ve etkisi uzun süre devam eden havayolu taşımacılığı yaşadı.

Usame bin Ladin’in öldürülmesinin 10’uncu yıldönümü
11 Eylül saldırılarından yaklaşık 10 yıl sonra 2 Mayıs 2011 tarihinde, en yetkin Amerikan özel kuvvetleri Pakistan'ın Abbottabad kentinde El Kaide’ye ait bir yerleşkeye baskın düzenledi. Washington'un 11 Eylül terör saldırılarının azmettiricisi olarak gördüğü, dünya genelinde aranan 1 numaralı terörist Usame bin Ladin'i öldürdü. Operasyon, yıllar süren bir planlama ve eğitimin sonucuydu.
Baskın sırasında ABD kuvvetleri 10 bilgisayar sabit diski, beş bilgisayar ve 100’den fazla USB bellek ele geçirdi. Baskında ayrıca, Usame bin Ladin’in El Kaide’deki rolü ve örgütün dahili çalışmaları hakkında önemli istihbarat bilgileri sunan kişisel günlüklerine el konuldu.
Çeşitli uluslararası tepkilere rağmen ABD, Usame bin Ladin suikastını kendisi ve ölümünü adaletin sağlanmasının sembolü olarak gören 11 Eylül kurbanlarının, aileleri için büyük bir zafer olarak nitelendirdi. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki dini radikalizmin destekçilerini etrafına toplayan kişinin sonu olarak görüldü. Operasyon, El Kaide'yi ve dünyadaki terörist operasyonlarını zayıflatmada büyük bir etkiye sahip oldu.

Çöl fırtınasının 30’uncu yıldönümü
16 Ocak 1991'de Başkan Baba George Bush, Çöl Fırtınası Operasyonunun başladığını duyurdu. Bu, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal edip Irak’a ilhak eden Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin güçlerini Kuveyt'ten çıkarmayı amaçlayan askeri bir operasyondu. ABD aylarca 20'den fazla ülkeden oluşan bir koalisyona liderlik etti. Bu süre zarfında, çoğunluğu Suudi Arabistan-Irak sınırına yerleştirilen yaklaşık 900 bin asker konuşlandırdı.
Birleşmiş Milletler tarafından çekilmesi için verilen mühletin 15 Ocak'ta sona ermesine rağmen Irak tarafında herhangi bir hareketlilik görülmemesi üzerine Koalisyon güçleri Irak'ın komuta ve kontrol hedeflerine beş hafta süren bir bombardıman başlattı. Bunu Şubat ayında gerçekleştirilen bir kara istilası takip etti. Koalisyon Güçleri, Irak kuvvetlerini Kuveyt'ten hızla sınır dışı ederek Irak'a doğru ilerledi.
Irak güçleri on binlerce kayıp verirken Koalisyon saflarında yüzlerce kişi yaşamını yitirdi.  100 saat içinde ateşkes anlaşması imzalandı. Ancak Saddam Hüseyin'in iktidardan ayrılması o dönemde tartışmalara yol açtı.

Enver Sedat suikastının 40’ıncı yıldönümü
6 Ekim 1981 tarihinde İhvan-ı Müslimin’den (Müslüman Kardeşler) ayrılan İslami Cihad adlı harekete mensup aşırılık yanlısı kişiler, Kahire’de 1973 yılında İsrail’e karşı açılan savaşın anma töreninde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a ateş açtı. Sedat, saldırı sonucunda hayatını kaybetti.
Sedat suikastı, küresel çapta bir şok etkisi yarattı. Günlerce küresel medyanın en önemli meselesi oldu. Üç savaşa tanıklık eden otuz yıl sonra İsrail ile barış yapan ilk Arap cumhurbaşkanıydı. 1977'de Kudüs'ü ziyaret edip Knesset'te İsrail'in 1967'de işgal ettiği toprakları iade etmesini talep eden bir konuşma yapmıştı. Sedat, ABD tarafından desteklenen zorlu müzakerelerin ardından, Arap ülkelerinin katılmayı reddetmesi üzerine İsrail ile Camp David Anlaşmalarını tek başına imzalamıştı. 1978'de İsrail Başbakanı Menachem Begin ile ortaklaşa Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştı. El-Ariş şehri de dahil olmak üzere Sina'nın bir bölümünü geri almıştı. Müslüman Kardeşler ve İslami Cihad ile Cemaati İslami gibi kendisinden ayrılan gruplar,  1970’li yıllarda eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından kendilerini serbest bırakıp topluma yeniden kazandırılmalarını olanak sağlayan Sedat’a sempati duymasına rağmen davalarına destek toplamak için Camp David Anlaşmalarını kullandı. Bazıları alenen onun görevden alınmasını istedi.
Sedat, Sovyetler Birliği'nin Libya, Suriye ve Irak'taki bölgesel müttefiklerini Mısır'da nihayetinde onu iktidarı bırakmaya zorlayacak iç karışıklıkları kışkırtmak için görevlendirdiğine olan inancının ağırlığı altında, suikastından bir ay önce, yüzlerce siyasi ve muhalefet figürüne ve çeşitli akımlardan kanaat önderlerine büyük bir baskı emri verdi. Bu durum ülke içindeki popülaritesini etkiledi. Aşırılık yanlışı örgütler, Ömer Abdurrahman tarafından verilen fetvanın ardından ona suikast düzenlemeye niyetlendiler. Sedat’ın iktidarını teokratik bir hükümet sistemiyle değiştirmeyi reddettiğini düşündüler.
Hüsnü Mübarek’in Mısır cumhurbaşkanlığını devralması ve Sina’nın tamamının geri kazanılmasıyla birlikte İsrail ile barış Sedat’ın mirası olarak varlığını korudu. Kuveyt'i kurtarma savaşının ardından 1991'de Madrid Konferansı yapılarak Ortadoğu'ya barış getirilmesi için uluslararası çabalar başlatıldı. Arap ülkeleri, Sedat’ın önünü açtığı barış sürecini başlattı.

Üçüncü Hindistan-Pakistan Savaşı'nın 50’inci yıldönümü
Hindistan ve Pakistan'ın tarihi yakından ilişkilidir. Her iki ülke 1947 yılında İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulup bağımsızlıklarını kazandıklarından beri birçok savaş gerçekleştirdiler. 3 Aralık 1971 tarihinde iki ülke arasında üçüncü savaş çıktı. 1947 ve 1965 yıllarında önceki iki savaş sırasında Keşmir konusundaki kalıcı anlaşmazlığın aksine, Hindistan ve Pakistan, savaşlar tam anlamıyla bir savaşa girmeden önce birbirlerinin havaalanlarına hava saldırıları düzenledi. Üçüncü Hint-Pakistan savaşı, Pakistan'ın iki yarısı arasında bir iç savaş patlak vermesiyle birlikte gerçekleşti. Doğu Pakistan'ın (şimdiki Bangladeş) bağımsızlık iddiaları arttı. Bu durum Batı Pakistan'ı Doğu Pakistan'la karşı karşıya getirdi.
Kanlı çatışmalar ve yoğun ihlalle ortasında milyonarca Doğu Pakistanlı (Bengalliler) Hindistan’a kaçtı. Hindistan ile Pakistan arasında yaklaşık üç hafta süren askeri çatışmalardan sonra Batı Pakistan ordusu teslim oldu. Doğu Pakistan bağımsızlığını kazanarak adını Bangladeş olarak değiştirdi.

Fukuşima nükleer felaketinin 10’uncu yıldönümü
11 Mart 2011 tarihinde Japonya'nın doğu kıyısı, Richter ölçeğine göre 9 şiddetinde bir depremle sarsıldı. Bu, ülkede kaydedilen en güçlü deprem oldu. Bunun sonucunda15 binden fazla insanın ölümüne ve bir milyondan fazla binanın yıkılmasına neden olan otuz fitlik bir tsunami meydana geldi. Ancak tsunami, Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali'ndeki soğutma pompalarını çalıştıran jeneratörleri bozduğu için felaket bununla sınırlı kalmadı. Jeneratörlerin bozulması üç nükleer reaktörün erimesine yol açtı. Bu, 1980’lerde Sovyetler Birliği'ndeki Çernobil reaktörünün erimesinden sonra en kötü küresel nükleer felakete neden oldu. Felaket sonucunda, Japonya nükleer reaktörlerinin çoğunu kapattı. 2011'de yüzde 30 olan ülkedeki nükleer enerji kullanımını 2017'de sadece yüzde 3'e düşürdüler.
Japonya, kaybedilen nükleer enerjiyi telafi etmek için şu anda, iklim değişikliği risklerini artıracak ve Japonya'nın 2050 yılına kadar karbonsuz bir topluma ulaşma hedefini zayıflatacak olan kömürlü termik santraller inşa ediyor. Japon hükümeti ayrıca nükleer santral tanklarında bulunan 1,2 milyon ton radyoaktif atık suyu bertaraf etmek için halen mücadele ediyor.

Ping Pong Diplomasisi’nin 50’inci yıldönümü
Bazen uluslararası ilişkiler beklenmedik şekillerde kurulur veya onarılır. ABD ve Çin arasında uluslararası arenada ‘pinpon’ olarak bilinen masa tenisi sayesinde kurulan ilişki de tam olarak böyledir. İki ülke arasındaki ilişkiler, Mao Zedong'un 1949'da Çin'de iktidara gelmesinden sonra durma noktasına gelmişti. Çin'in 1950 yılında Kore Savaşı'na girmesi, Pekin ile Washington arasındaki anlaşmazlığın artmasına neden oldu. Ancak, yakınlaşma 1971 yılının Nisan ayında Japonya'daki Dünya Masa Tenisi Şampiyonası sırasında başladı. ABD takımından ‘Glenn Cowan’ adlı bir oyuncu, Çin takımını taşıyan bir araca bindi. Otobüs hareket halindeyken, Çin takımının en iyi oyuncusu ‘Zhuang Zedong’, Cowan ile el sıkıştı ve ona baskılı ipek bir kumaş hediye etti. Bir tercüman aracılığıyla konuştular. Amerikalılar tarafından bu, ilk buluşmayı ayarlamak için Çin girişimi olarak görüldü.
Ertesi gün Cowan’da, Zhuang'a üzerinde barış sembolü basılı bir tişört hediye etti. Buluşmaları, küresel medyada turnuva haberlerinin gündemi haline geldi. Birkaç gün sonra Mao, Amerikan takımını Çin'i ziyaret etmeye davet etti. Böylece Amerikan ‘Masa Tenisi’ takımı oyuncuları 22 yıl aradan sonra Çin'i ziyaret eden ilk Amerikalılar oldu. Ziyaretin ardından, Pekin ile Washington arasındaki gizli diplomatik görüşmeler yoğunlaştı. Bu durum, ABD Başkanı Richard Nixon'un 1972 yılının Şubat ayında Çin'e gerçekleştirdiği tarihi ziyaretin yolunu açtı.

Tayvan'ın Birleşmiş Milletler'den çıkarılmasının 50’inci yıldönümü
Çin Cumhuriyeti, 1945 yılında Birleşmiş Milletler'i kuran ve veto hakkına sahip olan dört üyesinden biriydi. Ancak Mao Zedong'un Komünist güçleri, 1949 yılında Çin İç Savaşı'nı kazandığında, Çin Cumhuriyeti sadece Tayvan'a ve bazı küçük adalara dönüştü.
Mao liderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti'nin tüm Çin toprakları üzerindeki kontrolüne rağmen Birleşmiş Milletler, ‘komünist olmayan Çin Cumhuriyeti'ni Çin devletinin resmi temsilcisi olarak görmeye devam etti. Ancak 1971 yılına gelindiğinde Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek temsilcisi olarak tanınmasına ve cumhuriyetin devrilmesine izin veren bir karar üzerine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oy kullanması için pek çok ülkeden yeterli desteğe sahip oldu.
ABD'nin muhalefetine ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni ayrıca kabul etme ve böylece Tayvan'ın koltuğunu korumasına izin verme önerisine rağmen, Genel Kurul 25  Ekim'de Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek temsilci olarak kabulüne ve Çin Cumhuriyeti'nin temsilciliğinin düşürülmesini onaylayan 2758 sayılı kararı kabul etti.  Tayvan'ın Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi diğer uluslararası kuruluşlara katılımı yasaklandı. Tayvan'ın üyeliğini geri kazanma çabaları, Çin Halk Cumhuriyeti'nin tek başına Çin halkını temsil ettiği konusundaki ısrarı nedeniyle sonuç alamadı.

Vietnam Savaşı belgelerinin yayınlanmasının 50’inci yıldönümü
Daniel Ellsberg, Vietnam Savaşı'nın bir destekçisiydi. Ancak Vietnam'daki savaşın gerçekliği üzerine çok gizli bir proje üzerinde çalışan RAND (ABD merkezli düşünce kuruluşu ç.n.) Şirketi'ndeki çalışmaları, yıllar süren çatışmayla ilgili hayal kırıklığını arttırdı. 1969 yılının sonlarında Ellsberg derlenmesine yardım ettiği raporun gizlice fotoğrafını çekmeyi başardı. Söz konusu rapor Başkan Lyndon Johnson yönetiminin Kongre'yi ve Amerikan halkını Vietnam Savaşı'nın gerçekliği ve zafer umutları konusunda yanılttığını ortaya koyuyordu.
Ellsberg, nafile bir çaba ile ertesi yıl savaş karşıtı Senatörleri raporu yayınlamaya ikna etmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Sonunda Pentagon  belgelerinden ilk alıntılarını 13 Haziran 1971'de yayınlayan gazetelerden The New York Times'a başvurdu.
Johnson'dan sonra iktidara gelen Başkan Richard Nixon, yayınların sadece Johnson yönetimine değil, kendi yönetimine de zarar verdiğini fark etti.  Bunun üzerine ‘New York Times’ın söz konusu bölümleri ve gizli belgelerin diğer ayrıntılarını yayınlamasını engelleyen bir mahkeme emri kararı çıkarttı. Ancak tutuklanmaktan kaçınmak için saklanan Ellsberg belgeleri, ‘Washington Post’ gazetesine sızdırdı ve bazı bölümleri yayınladı. Yeni bir yasaklama kararından sonra bu yayın da durduruldu.
Dava kısa bir süre sonra Yüksek Mahkeme'ye taşındı. 30 Haziran'da yapılan duruşmada 3’e karşı 6 oy çokluğu ile  mahkeme The New York Times ve The Washington Post'un belgeleri yayınlama hakkına sahip olduğu hükmüne vardı. Bu, ABD ve dünyada basın özgürlüğünü güçlendiren ve hükümetin bilgi yayınlama konusunda kısıtlamada bulunması durumunda yetkilerine sınırlar koyan tarihi bir karar oldu.

Demir Perde’nin 75’inci yıldönümü
Halk, çoğunlukla politikacıların yaptığı konuşmaları çabucak unutur. Ama bazı politikacılar, bazen dönemin özelliklerini belirleyen konuşmalar yapar. 5 Mart 1946 tarihinde yaşan da tam olarak buydu. Winston Churchill, ABD’nin Missouri eyaletindeki Fulton şehrindeki Westminster College'de yaptığı konuşma da böyleydi. O zamanlar İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sına karşı galip gelen İngiltere'nin Başbakanı değildi. İngiliz seçmenler ve Muhafazakar Parti sekiz ay önce onu iktidardan uzaklaştırmıştı.
Churchill, normal bir vatandaş olmasına rağmen sözleri tarihin kilometre taşlarını belirledi. Konuşması sırasında ABD ile Büyük Britanya arasında özel bir ilişki çağrısında bulundu. Dünya Savaşı'ndan sonra bu hattın doğusuna uzanan Avrupa ülkeleri üzerindeki Sovyetler Birliği'nin demir yumruğuna atıfta bulunarak Avrupa'nın kuzeyindeki Baltık Denizi'nden, kıtanın güneyindeki Adriyatik Denizi'ne kadar uzanan demir bir perdenin olduğunu söyledi.
Churchill’e göre Batı’nın Sovyet genişlemesine direnmekten başka seçeneği yoktu. Konuşmasında Sovyetler için güçten başka hayranlık uyandıran hiçbir şey olmadığına dair inancını açıkça ifade etmişti. Churchill’in sözlerine ilk tepkiler olumsuz olsa ve eleştirmenler onu ‘korku taciri’ olarak nitelese de Amerikalılar zamanla ‘Demir Perde’ konuşmasını gerçekleşen bir kehanet olarak görmeye başladı.



İran: Uranyum zenginleştirmek için ‘her hakka’ sahibiz

 İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi medya mensuplarına konuşurken (EPA)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi medya mensuplarına konuşurken (EPA)
TT

İran: Uranyum zenginleştirmek için ‘her hakka’ sahibiz

 İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi medya mensuplarına konuşurken (EPA)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi medya mensuplarına konuşurken (EPA)

İran bugün, Batı'nın Tahran'ın nükleer silah peşinde olabileceğine dair artan korkularına ve ABD ile görüşmelerin ertelenmesine rağmen uranyum zenginleştirme ‘hakkını’ savundu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi X platformunda yaptığı paylaşımda, “İran'ın tam nükleer yakıt döngüsüne sahip olmaya hakkı var” dedi ve Tahran'ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın (NPT) imzacılarından olduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Arakçi, “Nükleer silahları tamamen reddederken uranyum zenginleştiren pek çok NPT imzacısı ülke var” ifadesini kullandı.

NPT imzacısı ülkeler, nükleer stoklarını beyan etmek ve bunları Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) gözetimi altına almakla yükümlüdür.

ABD ve diğer Batılı ülkeler İran'ı nükleer silah elde etmeye çalışmakla suçlarken, Tahran bunu reddediyor ve nükleer programının sadece sivil amaçlı olduğunda ısrar ediyor.

İran ve ABD, 12 Nisan'dan bu yana Tahran'ın nükleer programına ilişkin görüşmeler yürütüyor.

Bu görüşmeler, Donald Trump'ın 2018'deki ilk başkanlık döneminde ABD'yi büyük güçlerin İran'la yaptığı anlaşmadan çekmesinden bu yana İran'ın nükleer programına ilişkin en üst düzey temas olma özelliğini taşıyor.

Tahran tarafından geliştirilen yerli santrifüjler (Arşiv-AFP)Tahran tarafından geliştirilen yerli santrifüjler(Arşiv-AFP)

Arabulucu Umman bu hafta başında yaptığı açıklamada, başlangıçta cumartesi günü (bugün) yapılması planlanan dördüncü tur görüşmelerin ‘lojistik nedenler’ ileri sürülerek ertelendiğini duyurdu.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio perşembe günü verdiği bir demeçte, İran'a uranyum zenginleştirmekten ‘vazgeçmesi’ çağrısında bulunarak, ‘dünyada uranyum zenginleştiren ülkelerin nükleer silah sahibi ülkeler olduğunu’ söyledi.

İran şu anda uranyumu yüzde 60'a kadar zenginleştiriyor. Bu oran anlaşmada öngörülen yüzde 3,67'lik oranın oldukça üzerinde, ancak askeri kullanım için gerekli olan yüzde 90'lık eşiğin halen altında.

Stoklar önde gelen Batılı ülkeler için endişe kaynağı. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Nool Barrot pazartesi günü yaptığı açıklamada, İran'ın ‘nükleer silah edinmenin eşiğinde’ olduğunu söyledi ve Tahran'ın nükleer faaliyetlerinin Avrupa güvenliğine bir tehdit olarak görülmesi halinde Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının yeniden devreye sokulabileceğini ifade etti.

Tahran, 2015 nükleer anlaşmasının imzacılarından biri olan Fransa'nın açıklamalarını ‘gülünç’ olarak nitelendirdi.

Arakçi daha önce İran'ın uranyum zenginleştirme hakkının ‘müzakere edilemez’ olduğunu söylemişti.

UAEA Başkanı Rafael Grossi çarşamba günü yaptığı açıklamada, zenginleştirilmiş malzemenin ‘kolayca eritilebileceğini’ ya da İran dışına ‘gönderilebileceğini’ söyledi.

Geçtiğimiz ay İran hükümet sözcüsü Fatma Muhacerani zenginleştirilmiş malzemenin transferinin ‘kırmızı çizgi’ olduğunu belirtmişti.

Rubio, İran'ın nükleer tesislerinin ABD'li uzmanlar tarafından da denetlenmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Rubio ayrıca Tahran'a, İsrail'e ve Kızıldeniz'deki gemilere yönelik saldırıları ABD'nin misilleme saldırılarına yol açan Yemen'deki Husilere verdiği desteği sona erdirmesi çağrısında bulundu.

Tahran, Washington ile görüşmelerin sadece nükleer program ve yaptırımların kaldırılması konularını ele almasında ısrar ediyor ve bölgesel nüfuzu ve askeri kabiliyetleri ile ilgili müzakereleri dışlıyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu geçtiğimiz hafta, güvenilir bir anlaşmanın ‘İran'ın nükleer silahlar için uranyum zenginleştirme kabiliyetini ortadan kaldırması’ ve balistik füze geliştirmesini engellemesi gerektiğini söyledi. Arakçi ise Netanyahu'yu ABD politikasını ‘dikte etmekle’ suçladı.