Şarku’l Avsat, ABD ve Rusya arasında son yıllarda kapalı kapılar ardında yapılan müzakerelerin detaylarını yayınlıyor: Viyana’da Moskova-Washington arasındaki “gizli iletişim kanalı”, askeri uzlaşılar ve siyasi hayal kırıklıkları

Eski ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran 2019'da Japonya'nın Osaka kentinde G20 Zirvesi'nin oturum aralarında bir araya gelmişlerdi (Getty)
Eski ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran 2019'da Japonya'nın Osaka kentinde G20 Zirvesi'nin oturum aralarında bir araya gelmişlerdi (Getty)
TT

Şarku’l Avsat, ABD ve Rusya arasında son yıllarda kapalı kapılar ardında yapılan müzakerelerin detaylarını yayınlıyor: Viyana’da Moskova-Washington arasındaki “gizli iletişim kanalı”, askeri uzlaşılar ve siyasi hayal kırıklıkları

Eski ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran 2019'da Japonya'nın Osaka kentinde G20 Zirvesi'nin oturum aralarında bir araya gelmişlerdi (Getty)
Eski ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran 2019'da Japonya'nın Osaka kentinde G20 Zirvesi'nin oturum aralarında bir araya gelmişlerdi (Getty)

Rusya ordusu ile ABD savaş uçaklarının 26 Şubat'ta Suriye-Irak sınırındaki ‘İran üslerini’ bombalandıklarının duyurulmasının arasında 4 veya 5 dakikalık bir süre vardı. ABD’nin Rusya ile arasındaki bu süre önceden daha uzundu. Bu süre, Nisan 2017 veya 2018 yıllarında ‘Suriye üslerinin’ bombalanması öncesinde saatleri bulabiliyordu.
Rusya şuan, askeri yetkilileri ve diplomatları ile bu ‘Suriye unsurunu’ değerlendirirken Washington, ABD’nin Rus muhalif siyasetçi Aleksey Navalni davasıyla ilgili ‘yaptırımlar paketine’ ek olarak resmi eleştirilerine devam ediyor. ABD Başkanı Joe Biden, yönetimi sırasında Moskova ile Washington arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açıldığını, “ABD, özellikle Çin'in artan hırslarıyla ve Rusya'nın demokrasimizi zayıflatma arzusuyla tiranlığın ilerlemesi karşısında var olmalıdır” sözleriyle ifade etmişti. Biden sözlerine ayrıca, “Başkan (Vladimir) Putin'e, açıkça ve selefimden çok farklı bir şekilde, ABD'nin Rusya'nın saldırgan eylemlerine maruz kaldığı zamanın bittiğini söyledim” ifadelerini eklemişti.
Biden, bu sözlerle, eski ABD Başkanı Trump ve Rusya Devlet Başkanı Putin liderliğinde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Hillary Clinton, John Kerry'den Rex Tillerson ve Mike Pompeo'ya ABD’nin eski dışişleri bakanları arasında kapsamlı resmi toplantıların yapıldığı önceki yıllara atıfta bulunuyordu. İki taraf arasında özellikle 2019 ve 2020 yıllarında ve öncesinde, başta Rusya Dışişleri Bakanı’nın Suriye dosyasından sorumlu eski yardımcısı Büyükelçi Sergey Verşinin ile Trump döneminin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey arasında ve askeri yetkililer arasında olmak üzere Suriye konulu ‘Viyana Yolu’ adlı görüşmeler ve ‘ilan edilmemiş müzakereler’ yapıldı. Bunların yanı sıra geçtiğimiz yıllarda yetkililer, askerler, eski diplomatlar ve her iki taraftan uzmanlar arasındaki ‘ikinci yol’ görüşmeleri gerçekleşti.
İki taraf arasındaki ilişkiler, Biden’ın ABD yönetimini devralmasıyla çetin bir sınava girerken Şarku’l Avsat bugün ABD ve Rusya arasında son yıllarda resmi ve gayri resmi olarak yapılan görüşmelerin bir özetini yayınlıyor:
ABD’nin dış politikasına, eski Başkan Barack Obama döneminden beri ‘Irak düğümü’ yön veriyor. ABD, Irak’a ‘delinmiş uluslararası kitle imha silahları şemsiyesi’ altında müdahale etti. Domino etkisi yaratamayan, sorunları ve trajedileriyle başına taç ettiği Irak'ta ve Ortadoğu'da demokrasiyi yayma macerasına atıldı. Washington, Libya'ya müdahale ettiğinde Batılı müttefikleri, ABD’nin yarasını sarmadılar. Bu iki deneyim, ABD’nin Suriye'deki adımlarını gölgeleyen ‘iki düğümdü’. Buna bir de Obama ekibinin, İran'ın bölgesel yayılmacılığını ele almadan nükleer dosyasına ilişkin ‘takıntısını’ da ekleyebiliriz. Başkan Barack Obama, Ağustos 2013'teki Doğu Guta’da gerçekleşen iki katliamdan sonra güç kullanmakta ve güvenli bir bölge kurma tekliflerini kabul etmekte tereddüt etti. Putin, Obama’ya ‘kimyasal silahların kullanılmasının’ ardından teklifi gümüş tepside sundu ve iki ülke, Eylül 2013'te kimyasal programla ilgili bir anlaşmaya vardı.
Bu gelişme öncesinde, Lavrov, Clinton ve diğerleri Haziran 2012'de ‘Cenevre Bildirisi’ni hazırladılar ve ‘geçici bir yürütme organı’ oluşturulmasını sağladılar, ancak yorumu konusunda aralarında pürüz çıktı.  Mayıs 2013'te Lavrov ve Kerry, Cenevre Bildirisi’ni uygulamak için siyasi süreci hızlandırmayı kabul ettiler ve Eylül 2012'de Kofi Annan'ın yerine Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilciliğine atanan Lakhdar Brahimi’yi 2014 yılının başlarında Montrö'de uluslararası ‘Cenevre 1’ konferansını düzenlemekle görevlendirdiler.
Eylül 2013'te Lavrov ve Kerry arasında kimyasal silahların imha edilmesi bir için anlaşmaya varıldı. Anlaşmayı uygulama programı, Şam'ın 2014 ortalarındaki bakanlık seçimi tarihlerine uyuyordu.  Anlaşma daha sonra Cenevre Bildirgesi’ni yasallaştıran BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2118 sayılı uluslararası kararına çevrildi. Anlaşma, DEAŞ’ın Suriye’deki kontrol ettiği alanların artması ve Ürdün ile Türkiye'deki Suriyeli muhalifleri silahlandırmak için bölgesel destekli gizli bir ABD programının hayata geçirilmesiyle Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) geri çekilmesi gibi birçok konuda adeta bir dönüm noktası oldu. 2015 baharında ağır darbe alan rejim güçlerine İran’ın desteği de yardımcı olamadı ve rejim İdlib ve Dera kırsalını kaybetti. Rejimin kontrol ettiği bölgeler, Suriye'nin yaklaşık yüzde 15'i ile sınırlı kaldı.
2015 ortalarında, rejimi desteklemek için tüm yeteneklerini ortaya koyan İran, Putin'in ‘avına’ saldırmak için uygun anı beklediği bir dönemde Rus ordusuna başvurdu. Olan oldu ve Rusya, Eylül 2015'te Suriye’ye müdahale etti. Rusya artık Suriye'ye ve Ortadoğu’nun anahtarına sahipti. Bundan sonra Rusya, siyasi sürecin ‘münhasır temsilcisi’ oldu. Bu durum, çatışmaya dahil olan tüm ülkelerin katılımıyla ‘Viyana Siyasi Süreci’ başlatılarak, Suriye için Uluslararası Destek Grubu (ISSG) belirginleşmesini sağladı. 2015 yılı sonunda BMGK’nın 2254 sayılı karar taslağına ulaşıldı. Rusya karar taslağında bir dizi ‘aksaklık’ ve ‘çatlak’ buldu. Bunlardan bazıları, siyasi sürecin, BM’nin eski Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura tarafından desteklenen bir ‘paket formül’ sayesinde ‘geçiş organından yönetişime’ taşınması, Suriye muhalefetinin ‘müzakere organı’ olarak kalmayıp temsil çerçevesinin Kahire ve Moskova platformlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi ve terörist grupların belirlenmesine rağmen ‘ılımlı muhalefete’ karşı geniş çaplı askeri operasyonların yapılmasının temelini oluşturan ‘terörle mücadele’ unsurlarının getirilmesiydi.
Suriye, bombardımanlar, yerinden edilmeler ve iltica etmelerle yorgun düşmüş vaziyette 2016 yılına ulaştığında Kerry halen Lavrov ile ‘uzlaşılara’ varmakla meşguldü. Görüşme maratonunu ardından ateşkes anlaşmasına vardılar. Ateşkes anlaşması, Cenevre'deki barış müzakerelerinin başlatılmasına paralel olarak kuşatma altındaki Doğu Halep'e yardım ulaştırılması, ateşkes için Amerikan ve Rus orduları arasında ‘ortak uygulama odası’ oluşturulması, Heyet Tahrir'uş Şam’ın (HTŞ/eski adıyla Nusra Cephesi) hedef alınması için harita ve istihbarat bilgisi alışverişi yapılması, DEAŞ'a karşı mücadelenin koordine edilmesi ve Suriye’nin savaş uçaklarının üslerinde kalması dahil olmak üzere birçok çetrefilli dosyayı kapsıyordu. Ancak anlaşmanın uygulamaya koyulamamasındaki en önemli faktör, bir izleme mekanizmasının olmamasıydı. Zaman geçti. Bombardımanlar ve çatışmalar devam etti. 2016 yılının sonuna gelindiğinde yaşanan en belirgin uzlaşı Moskova-Ankara arasındaydı. Rusya, Türkiye'nin Suriye'nin kuzey cephelerine girmesi ve Fırat Kalkanı’nı oluşturması karşılığında Doğu Halep'ten vazgeçti.
Şam'ın Halep'i geri alması, Suriye savaşındaki bir başka dönüm noktası oldu. Moskova, Ankara ve Tahran ilerleme kaydetti. Bu durum, 2017 yılının başında Doğu Guta, Humus kırsalı, İdlib ve çevresi ile Dera ve çevresinde olmak üzere dört adet ‘gerginliği azaltma’ alanını oluşturan üç ‘garantör’ ülke arasında Astana sürecinin başlamasıyla açıkça görülüyordu. Astana süreci, kuşatma ve bombardıman altında inleyen muhaliflerin kontrolü altındaki bölgelerin büyük bölümünü geri kazanmak için bir manevra sağladı. Rusya'nın siyasi ve insani kılıfla izlediği askeri yol, uluslararası sponsorlukla desteklenen ve yüksek siyasi prestije sahip olan Cenevre sürecini gölgede bıraktı.

Çatışmanın engellenmesi
Öte yandan ABD, iki bölgeye odaklandı. Bunlar biri, Uluslararası Koalisyon’un DEAŞ'a karşı mücadele operasyonlarının gerçekleştiği Fırat’ın doğusu, diğeri ise İsrail ve Ürdün’e yakın olan Suriye’nin güneybatısıydı. Washington her ‘hastalığa’ bir tedavi uyguladı. Geçtiğimiz yıllarda dışişleri bakanları arasında ikili veya toplu olarak yapılan basına açık toplantıların yanı sıra iki taraf arasında (ABD-Rusya) çoğunlukla Viyana olmak üzere (bazıları Cenevre ve New York'ta), daha önce açıklanmayan görüşmeler yapıldı. İki taraf arasında Suriye dosyasında gerçekleşen büyük anlaşmaların çıkış noktası, bu görüşmelerdi. Bu görüşmeler sonucunda 2017'nin ortalarında, doğusunun ABD’nin liderlik ettiği DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) batısının ise Rusya ve müttefiklerine ayrıldığı Fırat Nehri'nin iki taraf arasındaki temas hattı olarak kabul edildiği, ‘sürtüşmeleri önleme’ amacıyla askeri bir uzlaşıya varıldı. Böylece iki ülkenin savaş uçakları arasında Suriye'deki faaliyetleri sırasında herhangi bir sürtüşme olmasını önlemek amacıyla bilgi ve veri alışverişi yapılmasını sağlayacak askeri bir iletişim hattı kuruldu. Elbette bu gelişme, ABD’de Rus ordusuyla iş birliğini yasaklayan yasal bir engelin aşılmasının ardından gerçekleşebildi.
Temmuz 2017'ye gelindiğinde Trump ve Putin, Suriye hükümet güçleri ile muhalif güçleri arasında bir ateşkes anlaşması yapıldığını duyurdu. Anlaşmanın imzalanmasından önce Trump, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) Suriyeli muhalif güçleri finanse etme çabalarını tamamen durdurmuştu. Bu da Rusya’nın Suriye meselelerinde üstünlüğü korumasına izin veren üstü örtülü bir anlaşma çerçevesinde olmuştu.
ABD güçleri, Mayıs 2017’de et-Tanf Üssü’ndeki ‘İran destekli grupları’ bombaladı. Şubat 2018'de ise Suriye'nin doğusunda, Rus güvenlik şirketi Wagner'e bağlı paralı askerleri bombaladı. İki taraf arasında ‘sürtüşmeyi engelleme’ anlaşması çerçevesinde sorunların artmasını önlemek için askeri istihbarat paylaşımı yapılıyordu. Tıpkı ABD'nin geçtiğimiz 26 Şubat’ta Elbukemal yakınlarında ‘İran destekli grupları’ hedef aldığı son bombardımanda olduğu gibi. Genellikle Viyana'daki müzakere turları sırasında bombardımanlar ve sahadaki gerilimlerle karşılıklı mesajlar verilip alındı.
Diğer yandan 2018 yılı ortalarında ‘Güney Suriye Anlaşması’ yapıldı ve iki taraf arasındaki ‘Viyana Süreci’ doğdu. Güney Suriye Anlaşması, BM Ateşkes Gözlemci Gücü'nün (UNDOF) Golan Tepeleri’nde görevine devam etmesi karşılığında, İran destekli milislerin güneyden uzaklaştırılmasını ve rejim güçlerinin, Dera ve Kuneytire kırsalının kontrol etmesini öngörüyordu. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, Eylül 2018’de yapılan anlaşmaların ayrıntılarını açıkladı. Konaşenkov açıklamasında, “Tüm İran yanlısı güçler ve onlara ait ağır silahlar, Suriye'nin doğusunda İsrail için güvenli bir mesafeye Golan Tepeleri'nden 140 kilometre geriye çekildi” dedi. Konaşenkov, söz konusu bölgeden bin 50 asker, 24 roketatar ve taktik füze sistemlerinin yanı sıra 145 silahın geri çekildiğini de sözlerine ekledi. Aynı şekilde UNDOF, düzenlemelerin 2011 öncesine dönüşünün bir göstergesi olarak  2 Ağustos'ta 2012'den beri ilk kez, 1974'te anlaşmaya varılan ateşkes hattına ulaşan Rus subaylar eşliğinde bir devriye gezdi.
Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield, ABD'nin DMUK Özel Temsilcisi Brett McGurk ve ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi Michael Ratney, Rus mevkidaşlarıyla katıldıkları Viyana Süreci görüşmelerinde, Güney Suriye Anlaşması uyarınca et-Tanf Üssü’nü ‘dağıtma’ kararı aldı.  Ancak kısa süre sonra İsrail'in baskısı nedeniyle karardan vazgeçildi. Böylece çekilmenin, et-Tanf Üssü’nü içermediği anlaşıldı.
Trump’ın, Ekim 2019’da Türkiye’nin Tel Abyad ile Rasulayn arasında bir operasyon başlatmasına yeşil ışık yakan Türkiye ile Suriye sınırındaki Amerikan güçlerinin geri çekilmesi kararından sonra Fırat'ın doğusundaki askeri konuşlandırmada büyük değişiklikler oldu. Rusya, Türkiye ve Suriye rejimi bölgede asker konuşlandırdı. ABD ve Rusya’ya ait tanklar ve askeri araçlar arasında askeri bir kovuşturmadan daha fazlası vardı ve bu mesele, liderler arasındaki iletişimin yanı sıra taraflar arasında birçok askeri uzlaşının yapılmasını gerektiriyordu. Ayrıca, ABD’nin petrol alanlarını korumayı ve Rus güçlerinin ‘tacizinden’ kaçınmayı amaçlayan ‘Bradley’ mekanizmaları dahil olmak üzere yeni mühimmat konuşlandırması gerekti. Aralık 2019'un ikinci yarısında, İsviçre'nin Bern kentinde, Rusya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valeriy Gerasimov ile ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley arasında ‘Suriye'deki askeri operasyonların uygulanması sırasında askeri güçleri arasındaki sürtüşmeleri engellemek’ için bir toplantı yapıldı.

“Suriye bataklığı”
Jeffrey ve yardımcısı Joel Rayburn, Brett McGurk’un görevini devraldıktan sonra ABD’nin Suriye'ye yaklaşımında bir değişiklik oldu ve Viyana’da duyurusu yapılmayan resmi müzakerelere yeniden başlandı. ABD tarafı görüşmelere McGurk'ün izlediği yolda devam etti, ancak buna siyasi ve insani dosyalar hakkında konuşulması ve ‘adım adım’ yaklaşımını ya da ‘çoktan çok azdan az gider’ yaklaşımını sunma girişimi de dahil olmak üzere bir takım eklemeler yaptı. Jeffrey ve Verşinin arasında 2019 yazında Viyana'da gerçekleşen oturumlardan birinde, Amerikalılar ilk kez bazı karşılıklı adımlar atılması için yazılı belgeler ve teklifler sundular. Bunlar arasında sınır ötesi insani yardımların yapılabilmesi amacıyla uluslararası bir kararın kabul edilmesi, siyasi sürecin etkinleştirilmesi, Suriye Anayasa Komisyonu’nun oluşturulması, çalışmalarının başlaması ve çalışma ilkeleri üzerinde anlaşma sağlanması gibi talepler karşılığında yaptırımların dondurulması, rejimin kontrolü altındaki bölgelere yardım sağlanması, bir bildiri yayınlanması, Suriye'deki mayın temizleme çalışmalarının finanse edilmesi ve Ürdün'ün güney Suriye'ye elektrik sağlamaya ikna edilmesi yer aldı. ABD tarafı ayrıca 2018 yılı ortalarına uzanan, İran'ın Golan Tepeleri ve Ürdün sınır hattından en az 85 kilometre geriye çekilmesini öngören ve Lavrov ile Kerry arasında Eylül 2013'te imzalanan kimyasal silahsızlanma anlaşmasına bağlılığı garanti eden Güney Suriye Anlaşması’nın uygulanmasını şart koştu. ABD’nin sunduğu belgeler ve teklifler, Haziran 2019'da Japonya'da gerçekleşen G20 Liderler Zirvesi’nin oturum aralarında yapılan Putin-Trump zirvesine zemin hazırladı. Fakat bu çabalar, her iki taraf için de bir hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Suriye’de kötüleşen ekonomik durum ve 2020 başlarında İdlib Ateşkesi’ne yönelik ihlaller nedeniyle Viyana Süreci 2019'un sonlarında askıya alındı. Ruslar, Viyana Süreci’ni sürdürme niyetinde olduklarını gösterdiler. Jeffrey ile Verşinin arasında geçtiğimiz yılın Temmuz ayında Viyana'da, Ağustos ayında ise Cenevre'de iki görüşme gerçekleşti. (Verşinin, yeni tip koronavirüse (Kovid-19) yakalandığı için ikinci tura katılmazken onu Putin’in Ortadoğu ve Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov temsil etti.) Rusya’nın süreci devam ettirmeye yönelik ilgisi, Lavrov’un 2019 sonunda Washington'a yaptığı ziyaretin sonuçlarına ilişkin Moskova'nın duyduğu hayal kırıklığından da kaynaklanıyordu. Hayal kırıklığının nedeni ise Lavrov’un, ‘Sezar (Caesar) Yasası’nın yürürlüğe girmesini ve Washington’ın Şam'a yönelik ‘azami tecrit’ uygulamasını dondurmayı başaramamasıydı.
Temmuz ayında yapılan görüşmede, Rusya tarafı ekonomik krizin derinliğine ve siyasi durumu ele almaya’ ikna olsa da Sezar Yasası’nın Haziran ayında yürürlüğe girmesine ve Washington'ın Moskova'nın birkaç Arap ve Avrupa ülkesini Şam'la ‘normalleşmeye’ ve uyguladıkları yaptırımları durdurmaya ikna etme girişimlerini engellemesine canının sıkıldığı belliydi. Bunun yanı sıra taraflar arasında Suriye Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarının sonuçlarıyla ilgili fikir ayrılığı vardı.
Rusya heyetine göre İdlib Ateşkesi, Şam’ın İdlib’de herhangi bir kapsamlı askeri operasyon gerçekleştirmesine gerek kalmadan Türkiye’nin Astana Süreci’ndeki iş birliği sayesinde gerçekleşti. Bu da Moskova’nın, Ankara ile olan iş birliğine güvendiğini gösteriyordu. Suriye’deki diğer askeri varlıkların ‘yasadışı’ olduğu söyleminde, Kürt ‘ayrılıkçılara’ yönelik ikazlarda ve Suriye'nin birliğine yönelik endişede bir artış söz konusuydu.
Siyaset arenasında ise Amerikalılar, geçtiğimiz Ağustos ayında, Suriye Anayasa Komisyonu'nun yıllarca çalışmaya devam edebileceğini ve sonuçlara ulaşması için herhangi bir zaman çizelgesi olmadığına dikkati çekerek Moskova'nın adım adım yaklaşımını reddettiğini söylediler. Öte yandan 2020 yazında 2021 yılı ortalarında Suriye’de başkanlık seçimi yapılmasının planlandığı duyuruldu. Ruslara göre Arap ve Avrupa ülkelerinin Suriye ile yeniden normalleşmesi, seçim sonuçlarının ve ‘Esed’in meşruiyetinin’ tanınması için bulunmaz bir fırsat. Buna ek olarak yeni başkanlık seçiminin, Suriye’nin mevcut 2012 Anayasası’na göre yapılması planlanıyor. Ayrıca başkanlık seçiminin, Anayasa Komisyonu'nun Cenevre'deki çalışmaları ve BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanmasıyla hiçbir ilgisi olmadığını belirtmekte fayda var.
Buna karşın ABD, Rusya ve İran'ı ‘caydırmak’ amacıyla Fırat'ın doğusundaki askeri varlığın güçlendirilmesi, Kürtler için ‘iç evi düzenleme" girişimleri ve DMUK’un görevine devam etmesi,  Şam'a uygulanan tecridi ve krizi artıran Sezar Yasası kapsamında yeni yaptırımların uygulanması, Şam ile siyasi normalleşmenin önlenmesi ve Suriye'nin yeniden yapılanmasına katılımın engellenmesi gibi adımlarla kendi gündemine göre hareket etmeye devam ediyor. Bir yandan da İsrail’in Suriye’de düzenlediği bombardımanlar sürüyor. ABD, bu ‘araçlarla’ Rusya'yı kendi tarafına çekebilme ihtimali üzerine bahse giriyor. ABD’nin ekibinin, özellikle de Jeffrey'nin aklında, İran’ın 1980-1988 yılları arasında Irak’la arasındaki savaşta ve Sovyetler Birliği'nin (Rusya) Afganistan'da boğulma deneyimini tekrar etmesi olasılığı var. Amerikalılar, az sayıda asker kaybederek, para ve insan gücü harcayarak, İran ve Rusya'ya karşı ve Suriye’de siyasi olarak stratejik sonuçlar elde edebiliyorlar. Bu da Rusya’yı iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor. Ya yıkılmış, dışlanmış, kuşatılmış ve izole edilmiş bir ülkeye sahip olacak ya da ABD ile bir takım jeopolitik tavizler vermesini gerektiren ve iç krize bir çözüm içeren bir anlaşmaya varacak.
Geçtiğimiz yılın sonlarında, ABD başkanlık seçimi öncesinde Viyana Süreci görüşmelerini gerçekleştirmek için yeterli zaman kalmamıştı. Seçim sonrası ise Trump ve Suriye dosyasıyla ilgilenen ekibi saf dışı kaldı. Biden ve ekibi ise Suriye politikasının gözden geçirildiği ve Rusya ile gerilimin yaşandığı bir zamanda göreve geldi. Suriye, yeni ABD yönetimi için henüz bir öncelik değil ve Suriye dosyasıyla ilgili yeni bir temsilci atanmadı.
ABD, açık bir şekilde DEAŞ'a odaklanıyor ve DEAŞ hücrelerini avlıyor. Bu arada Obama yönetiminde görev yapan bazı isimler Biden yönetimiyle sahaya geri döndüler. Bu isimlerden bazıları, Obama'nın yıllarındaki ‘hayal kırıklıklarını’ ve ‘alınan dersleri’ hatırlatırken bazıları ise Rusya tarafına ABD, Suriye ve dünyadaki ‘acılarını’ hatırlatıyorlar.
Obama yönetiminde görevli olan McGurk, Biden yönetiminde kilit bir pozisyonla geri döndü ve Suriye politikasının gözden geçirilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Bu da DEAŞ’la mücadele, göç, kimyasal silahlar, İsrail'in endişeleri, İran'ın nüfuzunu azaltma ve insani yardımlar sağlama gibi yalnızca ABD’nin çıkarlarına odaklanma ile BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanması, hesap verebilirlik meselesinin gündeme getirilmesi ve Suriye krizinin nedenlerinin ele alınması gibi siyasi sürece odaklanma arasında büyük bir soruyu gündeme getiriyor.
Biden yönetiminin Suriye dosyasıyla ilgilenen ekibi, 2018 yılında dosyayı terk ettiğinde, Şam ve Moskova'da ‘tam bir askeri zafer’, tüm ülke üzerindeki kontrolün yeniden sağlanması, siyasi normalleşme, Arap ve Avrupa ülkelerinden para akışı ve yeniden yapılanma konuşuluyordu. Şimdi ise Suriye’ye ABD, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail olmak üzere beş ülkenin ordularının olduğu ve üç nüfuz alanına bölünen bir ülke olarak geri döndüler. Ülke aynı zamanda Avrupa ve ABD’nin uyguladığı yaptırımlar ve Sezar Yasası nedeniyle ekonomik bir çöküş yaşıyor.

ABD’nin teklifleri ve Rusya’nın belirsizliği
Rusya ile ABD arasında 2019 ve 2020 yıllarında Viyana'da çok sayıda duyurusu yapılmayan müzakere oturumu yapıldı. Bu oturumlara ABD tarafı adına Jeffrey Rusya tarafı adına ise Verşinin katıldı. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Viyana’da ve Ağustos ayında Cenevre'de (Verşinin, Kovid-19’a yakalanması nedeniyle sonuncuyu kaçırdı) yapılan son iki oturumun belki de en belirgin özelliği açıklama yapılmadan gerçekleşmeleriydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Tel Abyad ile Rasulayn arasındaki bölgeye askeri operasyon başlatmasına ‘yakılan bir yeşil ışık’ olarak yorumladığı eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Ekim ayında Suriye'nin kuzeydoğusundaki Amerikan askerlerinin bir kısmından çekilme kararı, özellikle Rusya, Türkiye ve Suriye rejim güçlerinin Fırat'ın doğusuna girişiyle asker konuşlandırma haritasında büyük bir değişikliğe yol açtı. Bu durum, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki müttefiki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) payının düşürülmesinin ardından taraflar arasında sahada bir uzlaşıya varılmasını gerektirdi. ABD ve Rusya arasında, yıl sonunda, Viyana'da kapalı kapılar ardında bir toplantı gerçekleşti. Toplantı,  Aralık 2019’da Rusya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gerasimov ile ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Milley arasında ‘Suriye'de askeri operasyonların uygulanması sırasında ülkeleri arasında olası sürtüşmeleri engellemek’ için İsviçre'nin Bern kentinde yapılan görüşmenin önünü açtı.
Askeri, siyasi, güvenlik yetkilileri ve diplomatlar arasında yıllar önce başlayan bu görüşmelerde operasyonel, siyasi ve askeri konular ele alındı. ABD tarafı sık sık teklifler, fikirler ve makaleler sundu. Bunların başında 2019 ilkbaharında Jeffrey tarafından sunulan bildiri geliyor. Bildiri, Haziran 2019'da Japonya'da düzenlenen G20 Liderler Zirvesi oturum aralarında bir araya gelen Trump-Putin görüşmesine hazırlık olarak ABD’nin taleplerinin ve Moskova'ya yönelik ‘cazip tekliflerinin’ net bir haritasını içeriyordu.
Peki, ABD, Rusya’dan ne talep ediyor? ABD, özellikle İran ve 2011'den sonra Suriye'ye giren Rusya’ya dışındaki tüm güçlerin Suriye topraklarından çıkmasını, kitle imha silahlarının, özellikle ‘kimyasal silahların’ ortadan kaldırılmasını, DEAŞ ile mücadelenin sürmesini, BMGK’nın 2254 sayılı karar uyarınca siyasi sürecin ilerletilmesini, Suriye Anayasa Komitesi çalışmalarının etkinleştirilmesini, Suriye genelinde kapsamlı bir ateşkesin ilan edilmesini, mültecilerin ücretsiz, onurlu ve güvenli bir şekilde geri dönmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılmasını ve tutukluların serbest bırakılmasını istiyor.
Peki, karşılında ne öneriyor? Yaptırımlardan muaf tutmayı, yaptırımları askıya almayı, Şam ile normalleşmeye yönelik kısıtlamaları kaldırmayı, yeniden yapılanma için fon sağlamayı, Suriye'ye Ürdün'den elektrik temin etmeyi, Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere insani yardım götürmeyi ve mayın temizleme faaliyetlerini finanse etmeyi ve ayrıca, ABD’deki büyük şüphelere ve yasal kısıtlamalara rağmen, Sovyetler Birliği'nin varisi (Rusya) ile herhangi bir iş birliği için iki ordu arasındaki iş birliğini genişletme imkanı sunuyor.
İlginç olan fikirlerin, karşılıklı uygulama adımlarını ve zaman çizelgelerini içerecek şekilde detaylandırılmasıydı. Buna karşın Rusya, belirsiz sinyaller içeren açıklamalar yapmakla yetindi.

Suriye ve ‘yeni dünya’ için Rus modeli: Nüfuz alanları
Rusya ile ABD arasındaki resmi müzakerelere paralel olarak iki taraf arasında Kremlin'e yakın isimlerin yanı sıra savunma ve dışişleri bakanlıklarından yetkililer ile ABD’li mevkidaşları arasında ‘ikinci süreç’ oturumları yapılıyordu. Bu görüşmeler arasında, Cenevre Güvenlik Politikası Merkezi’nin (GCSP) girişimi de vardı. Ekim 2018'de başlayan müzakerelerdeki çalışmaların bir özeti GCSP’de misafir araştırmacı olarak görev yapan Mona Yacoubian tarafından birkaç gün önce yayınlandı.

Mona Yacoubian yayınladığı özette şunları belirtti:
“Daha iyi seçeneklerin olmamasıyla birlikte Rusya'nın Suriye'de oyun sonu modeli olarak ‘nüfus alanları’ modelini takip ettiği görülüyor. Bu, rekabet halindeki yabancı güçlerin vesayeti altında Suriye’nin bölgesel nüfuz alanlarına bölünmesini gerektiren bir modeldir. Moskova, batı bölgesini, Türkiye kuzeyini ve ABD doğusunu kontrol edecek. Rusya bunu gönülsüz yapacak. Rusya’nın ülkedeki nüfuzunun daha gizli olduğu göz önüne alındığında, İran, belirli bir bölgesel nüfuz alanı üzerinde kontrol sağlayamayacaktır. Fakat yine de Tahran ve vekilleri, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin kontrolündeki stratejik alanlarda nüfuzlarını göstereceklerdir. Esed rejimine yönelik uluslararası eleştiriler, Suriye anlaşmazlığının karmaşıklığı ve Şam ekonomisinin felaketle sonuçlanan çöküşünün yanı sıra Rusya'nın iç meseleleri ve özellikle de sarsılan ekonomisi, bu modeli benimsemesinin bir seçimden çok bir zorunluluk olduğunu ve oyun sonu stratejisinin büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığını gösteriyor.”
Yacoubian'a göre, Suriye'deki nüfuz alanları, Moskova için Ortadoğu'ya ve belki daha da ötesine yönelik geniş kapsamlı bir yaklaşıma dair bir model oluşturuyor. Rusya'nın Suriye'ye müdahalesinin detaylarının başka herhangi bir yerde tekrarlanması ihtimal dahilinde olmasa da, oyun sonu stratejisinin unsurları, 21’inci yüzyılın giderek karmaşıklaşan dünyasında Moskova'nın dış politikası için bir model oluşturabilir. Bazı Rus analistler, Suriye'yi ‘Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki ilk başarısı’ olduğunu düşünüyorlar. Ayrıca bunu, ABD liderliğindeki uluslararası düzenin aşınmasıyla karakterize edilen çok kutuplu ‘post-Batı’ (Batı sonrası) bir dünya için bir test örneği olarak görüyorlar. Öte yandan Rusya'nın nüfuz alanları stratejisi, Moskova'nın diğer bölgesel güçlerle (örneğin, Türkiye ve İran) baskın bir rol üstlendiği ve ABD'nin nüfuzunun önemli ölçüde azaldığı bir post-Batı vizyonunun hayata geçirilmesini hedefliyor.

O halde Rusya neden ‘Suriye'nin tüm toprakları üzerinde egemen olduğunu’ söylüyor? Yacoubian bu soruya şu cevabı veriyor:
“Bu, hem Suriye’ye müdahale etmek için bir bahaneydi, hem de Suriye rejiminin tüm topraklar üzerindeki kontrolünü yeniden kazanma söylemini pohpohlamaktı.”
2016 yılından bu yana her yıl Ortadoğu Enstitüsü (MEI, Middle East Institute) ile Askeri Savunma İşleri Üniversitesi'ndeki Ortadoğu ve Güney Asya Merkezi tarafından düzenlenen Rus-Amerikan diyalogunun koordinatörlüğünü yapan Randa Slim, ikinci süreçteki müzakerelerin amacının, Suriye'de ademimerkeziyet (merkezin yokluğu) modelinin geliştirilmesi üzerine tartışmalarla gerilimi azaltma, Suriye'nin kuzeydoğusunda ‘güvenlik düzenlemeleri’ sağlama, terörle mücadele ve  iki taraf arasında iş birliği için mekanizmalar önermeye yönelik resmi müzakerelere ayak uydurmak olduğunu düşünüyor. Slim’e göre Ruslar müzakereleri ‘arka planda’ sürdürmek istiyorlar, ancak buna karşın Suriye’de önümüzdeki Mayıs ayının sonunda yapılması planlanan başkanlık seçimi öncesinde Biden ile özellikle siyasi alanda yeni iş birliği yollarını deneme niyetinde değiller.



İsrail'in kara harekatı: Refah'ta yeraltı tünelleri bulduk

IDF, tank birliklerinin Refah sınır kapısının Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini bildirdi (IDF)
IDF, tank birliklerinin Refah sınır kapısının Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini bildirdi (IDF)
TT

İsrail'in kara harekatı: Refah'ta yeraltı tünelleri bulduk

IDF, tank birliklerinin Refah sınır kapısının Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini bildirdi (IDF)
IDF, tank birliklerinin Refah sınır kapısının Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini bildirdi (IDF)

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin Mısır sınırındaki Refah şehrinin "teröristlerin geçişi için kullanıldığını" savunarak, bu yüzden bölgeye operasyon düzenlendiğini bildirdi. 

İsrail Savunma Kuvvetleri'nden (IDF) bugün yapılan açıklamada, "Refah'ın doğusundaki sınır kapısının teröristler tarafından kullanıldığını gösteren istihbarat bilgileri doğrultusunda bölgeye operasyon düzenlendiği" savunuldu.

Açıklamada, pazar günü Refah sınır kapısı yakınından, Gazze Şeridi ve İsrail arasındaki Kerem Şalom sınır kapısı tarafına saldırı düzenlendiği, olayda 4 İsrail askerinin öldürüldüğü, üç askerin de yaralandığı hatırlatıldı. 

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları da kısa menzilli füzelerle saldırı düzenlendiğini açıklamıştı. 

IDF, Refah sınır kapısının Gazze tarafındaki kısmının ele geçirildiğini bildirdi. Ayrıca buradaki çatışmalarda en az 20 Hamas militanının öldürüldüğü ve aktif olarak kullanılan üç yeraltı tünelinin tespit edildiği öne sürüldü. Hamas'tan iddialara ilişkin henüz açıklama yapılmazken IDF, Kerem Şalom kapısının da kapatıldığını duyurdu.

Diğer yandan Amerikan gazetesi Wall Street Journal (WSJ), ABD'nin İsrail'e göndermeyi planladığı 6 bin 500 Müşterek Doğrudan Saldırı Mühimmatı'nın (JDAM) satışını Refah'a yönelik büyük kara operasyonu sinyallerinin artışından sonra durdurduğunu aktardı.

Kimliğinin paylaşılmasını istemeyen yetkililer, Washington'ın bombaları güdümlü hale getiren JDAM ekipmanıyla ilgili süreci ilerletmediği için 260 milyon dolar değerindeki anlaşmanın duraksadığını söyledi.

Adının açıklanmasını istemeyen bir Kongre yetkilisi, bunun "alışılmadık bir durum" olduğunu belirtti. Washington merkezli düşünce kuruluşu Ortadoğu Demokrasi Merkezi'nden Seth Binder, Joe Biden yönetiminin "ilk kez böyle bir adım attığına" dikkat çekti. 

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, dünkü açıklamasında silah satışlarının durdurulduğuna dair iddialara yönelik doğrudan yorum yapmayı reddederek, "İsrail'in güvenliğine desteğimiz sarsılmaz" demişti.

İsrail ordusu, dün Refah'ın doğusundaki sivilleri bölgeden çıkarmak için operasyon başlatmıştı. Ordu, broşürler ve telefon mesajlarıyla sivillerin tahliyeyle ilgili bilgilendirildiğini belirtmişti. IDF, en az 100 bin kişinin şehrin kuzeyinde hazırlanan Mavasi "insanı bölgesine" gönderileceğini açıklamıştı. Kaç kişinin buraya sevk edildiği henüz bilinmiyor.

Refah'ın doğusunda yaşayan Muhammed Ganim, ABD'nin önde gelen medya kuruluşlarından CNN'e "Bize burayı terk etmemiz gerektiğini söyleyen broşürlerden verdiler. 17 yıldır yaşadığım evimi bırakmak zorunda kaldım. Çocuk, yetişkin, militan ya da sivil ayırmadan tüm bölgeyi bombalıyorlar" dedi.

Adını paylaşmayan bir başka Filistinli kadın da "Burada güvende değiliz. Gitmek zorunda kaldık" ifadelerini kullandı.

Refah'ın doğusuna düzenlenen kara harekatı, Hamas'ın dün ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini duyurmasının ardından geldi. Tel Aviv yönetimiyse anlaşmayı onaylamadıklarını duyurmuştu. İsrailli bir heyetin bugün Mısır'ın başkenti Kahire'ye giderek anlaşmayla ilgili görüşme düzenleyeceği bildirilmişti.

Independent Türkçe, Guardian, Times of Israel, Wall Street Journal, CNN


İsrail'e Refah'a yönelik saldırısını durdurması için uluslararası çağrılar sürüyor: Daha fazla sivili öldürecek

İsrail'in Refah’a gece boyunca düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin yakınları, Refah Sahra Hastanesi önünde yas tutuyor. (EPA)
İsrail'in Refah’a gece boyunca düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin yakınları, Refah Sahra Hastanesi önünde yas tutuyor. (EPA)
TT

İsrail'e Refah'a yönelik saldırısını durdurması için uluslararası çağrılar sürüyor: Daha fazla sivili öldürecek

İsrail'in Refah’a gece boyunca düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin yakınları, Refah Sahra Hastanesi önünde yas tutuyor. (EPA)
İsrail'in Refah’a gece boyunca düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin yakınları, Refah Sahra Hastanesi önünde yas tutuyor. (EPA)

İsrail'in Refah'a yönelik saldırı kararını geri alması için yapılan uluslararası çağrılar devam ederken, saldırının daha fazla sivilin ölümüne yol açacağı ve insani sonuçlarının yıkıcı olacağı uyarısında bulunuldu.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bugün (Salı) yaptığı açıklamada, İsrail'in Refah'a yönelik saldırısının daha fazla sivilin ölümüne yol açacağını belirterek, İsrail'in AB üyesi ülkeler ve ABD'den gelen açık uyarılara rağmen bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ifade etti.

Borrell gazetecilere verdiği demeçte, “Refah'a yönelik saldırı, uluslararası toplumun, ABD'nin ve AB üyesi ülkelerin tüm taleplerine rağmen yeniden başladı. Herkes İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'dan Refah’a saldırmamasını istiyor. Söz konusu saldırının siviller arasında çok sayıda can kaybına yol açacağından korkuyorum. Ne derlerse desinler Gazze Şeridi'nde güvenli bölge yok” şeklinde konuştu.

Guterres

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, İsrail'in Refah'ı işgal etmesinin ‘kabul edilemez’ olacağı uyarısında bulundu ve İsrail hükümeti ile Hamas'ı ateşkese varmak için ‘ekstra çaba göstermeye’ çağırdı.

Guterres, İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'yı kabulü sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, “Refah'ın karadan işgali, yıkıcı insani sonuçları ve bölge üzerindeki istikrarsızlaştırıcı etkisi nedeniyle kabul edilemez olacaktır. Bugün İsrail hükümetine ve Hamas liderliğine, kesinlikle hayati önem taşıyan bir anlaşmaya varmak için ekstra çaba göstermeleri yönünde çok güçlü bir çağrıda bulundum. Bu kaçırılmaması gereken bir fırsat” ifadelerini kullandı.

BM Sözcüsü Stephane Dujarric, Hamas'ın arabulucuların ateşkes anlaşması önerisini kabul ettiğini açıklamasından kısa bir süre sonra neredeyse tamamen aynı sözleri sarf etti.

Dujarric gazetecilere şunları söyledi: “Bugün Refah'ın doğusu için verilen tahliye emirleri sivillerin çektiği acıları daha da arttıracaktır. Bu büyüklükte bir toplu tahliyenin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün değil.”

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk de Refah'ın doğusunda yaşayanlara yönelik tahliye emirlerini ‘insanlık dışı’ olarak nitelendirdi.

Çin

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian bugün yaptığı açıklamada İsrail'i ‘Refah'a saldırmaktan vazgeçmeye’ çağırdı. Jian, “Çin, İsrail'i uluslararası toplumun taleplerine kulak vermeye, Refah'a saldırmayı durdurmaya ve Gazze Şeridi'nde daha ciddi bir insani felaketi önlemek için elinden gelen her şeyi yapmaya çağırıyor” ifadesini kullandı.

İsrail ordusu dün (pazartesi) sabah Refah'ın doğu bölgelerinde yaşayanlardan bölgeyi boşaltmalarını ve Refah'ın kuzeybatısındaki el-Mevasi'ye taşınmalarını isteyerek, operasyonun 100 bin kişiyi kapsayacağını belirtti.

Hamas dün yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nde arabulucular tarafından sunulan ateşkes önerisini kabul ettiğini duyurdu. Ancak İsrail, şartların taleplerini karşılamadığını söyleyerek Refah'a saldırmaya devam etti. Diğer yandan İsrail, bir anlaşmaya varmak üzere müzakereleri sürdürmeyi planlıyor.


Vladimir Putin’in beşinci dönemi başlıyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
TT

Vladimir Putin’in beşinci dönemi başlıyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Reuters)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bugün (Salı) Rusya'nın beşinci dönem başkanı olarak yemin edecek.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre, ülkeyi yaklaşık çeyrek asırdır yöneten 71 yaşındaki Putin, yeniden seçilmesinden yaklaşık iki ay sonra düzenlenen yemin töreniyle en az 2030 yılına kadar iktidarda olacak.

Putin, 2020 yılında anayasayı değiştirerek 83 yaşında olacağı 2036 yılına kadar iki altı yıllık dönem için daha iktidarda kalmasına olanak sağladı.

Rus basınında yer alan haberlere göre Kremlin'de, ülkenin siyasi elitlerinin ve aralarında Fransız Büyükelçisi’nin de bulunduğu yabancı temsilcilerin katılımıyla yapılacak yemin töreni yerel saatle 12:00'de başlayacak ve bir saat sürecek.

SCDVFRGTH
Putin Kremlin'de (Reuters)

Aralarında Polonya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti'nin de bulunduğu diğer Avrupa ülkeleri, Kremlin'in politikasına karşı olduklarının bir işareti olarak törene temsilci göndermeyeceklerini açıkladılar.

ABD dün (Pazartesi) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in bugün beşinci dönem devlet başkanlığı için yapacağı yemin törenine temsilci göndermeyeceğini açıkladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller gazetecilere yaptığı açıklamada, “Putin'in yemin törenine temsilci göndermeyeceğiz” dedi.

Miller, ABD'nin töreni boykot etmesinin Putin'i gayrimeşru bir başkan olarak gördüğü anlamına gelip gelmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Biz kesinlikle bu seçimin özgür ve adil olduğunu düşünmüyoruz. Ancak Putin, Rusya'nın başkanıdır ve her zaman da öyle kalacaktır.”

Tören sırasında Putin, ulusa kısa bir konuşma yapmadan önce yemin ederek görevine başlayacak.

TH56J7
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (EPA)

Konuşma, 9 Mayıs'ta Nazi Almanya'sına karşı kazanılan Sovyet zaferinin yıldönümünden iki gün önce yapılacak. Bu yıldönümü anmaları, Ukrayna'da ‘neo-Nazilere’ karşı bir savaş yürüttüğünü vurgulayan Vladimir Putin'in güç ve nüfuz politikasının temel taşlarından birini oluşturuyor.

Sahte demokrasi

Yemin töreni, 2022 yılının ilkbahar ve sonbaharında Ukrayna'nın geniş çaplı işgalinin ilk aylarında yaşanan gerilemelerin ardından Rus ordusunun cephe hattındaki konumunun iyileştiği bir döneme denk geldi.

Son haftalarda Rusya'nın Ukrayna'nın doğusundaki saldırıları yoğunlaştı ve başta Şubat ortasında ele geçirdiği stratejik Avdiivka kenti olmak üzere birçok kentte art arda hakimiyet sağlandı.

Öte yandan Ukrayna güçleri 2023 yazında başarısızlıkla sonuçlanan karşı saldırılarının ardından mühimmat ve asker sıkıntısı çekiyor. Rus savunma sanayileri tam kapasite çalışırken, Ukrayna yeni ABD yardımının gelmesini bekliyor.

Moskova'nın merkezinde, 9 Mayıs'ın yıldönümünde yapılacak askerî geçit törenine hazırlık olarak ana caddeler boyunca çok sayıda barikat kuruldu.

Ukrayna töreni ‘sahte demokrasi’ olarak nitelendirerek kınadı.

Ukrayna Dışişleri Bakanlığı dün, Putin'in Rusya'yı ‘saldırgan bir devlete’ ve mevcut rejimi de ‘diktatörlüğe’ dönüştürdüğünü savunarak, törenin Putin'in devam eden iktidarını ‘meşrulaştırma izlenimi vermeyi’ amaçladığını belirtti.

Baskı

Mart ayı ortasında, resmi olarak oyların yüzde 87'sinden fazlasını alarak kazandığı bir seçimin ardından Putin, kendisinin ve ordunun arkasında ‘birleşmiş’ bir Rusya'dan söz etti.

Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, Rusya'nın önde gelen muhaliflerinden Aleksey Navalni'nin hapishanede esrarengiz bir şekilde ölmesinden birkaç hafta sonra herhangi bir muhalefet olmaksızın yapılan seçimi kınadı.

Rusya'nın başlıca muhalifleri sürgünde ya da hapiste olduğu gibi, Rusya'nın komşu Ukrayna'yı işgaline karşı çıkan pek çok sıradan vatandaş da hapiste.

Yetkililer, zaten ciddi baskıların hedefi olan ve Putin'in ‘geleneksel değerlerini’ desteklemenin bedelini ödeyen azınlıklara da baskı uyguluyor.

Putin geçtiğimiz yıl, Wagner Grubu'nun daha sonra bir uçak kazasında hayatını kaybeden eski başkanı Yevgeniy Prigojin'in isyan girişimini de bastırdı.

Ancak Putin, Ukrayna'daki savaşın sonucu halen çözülememişken, özellikle ekonomik alanda birçok zorlukla karşı karşıya.

Askeri harcamaların federal bütçede yol açtığı büyük artış nedeniyle enflasyon devam ediyor ve bu durum, Batı'nın ülkeye uyguladığı yaptırımların yansımaları nedeniyle alım gücü zaten etkilenmiş olan halkı endişelendiriyor.

Büyük ölçüde hidrokarbon gelirlerine dayanan Rusya ekonomisinin, bizzat Putin'in öncülüğünde Asya'ya yönelmesi bekleniyor. Ancak bunun için gerekli olan pahalı ve inşası uzun yıllar alan altyapı halen mevcut değil.


Holokost'tan sağ kurtulanlar Netanyahu'yu Hamas’ın elindeki esirlerin hayatlarını hiçe saymakla suçluyor

Kudüs'teki Uluslararası Holokost’u Anma Günü'nde yoldan geçenler iki dakikalık saygı duruşunda bulundu. (Reuters)
Kudüs'teki Uluslararası Holokost’u Anma Günü'nde yoldan geçenler iki dakikalık saygı duruşunda bulundu. (Reuters)
TT

Holokost'tan sağ kurtulanlar Netanyahu'yu Hamas’ın elindeki esirlerin hayatlarını hiçe saymakla suçluyor

Kudüs'teki Uluslararası Holokost’u Anma Günü'nde yoldan geçenler iki dakikalık saygı duruşunda bulundu. (Reuters)
Kudüs'teki Uluslararası Holokost’u Anma Günü'nde yoldan geçenler iki dakikalık saygı duruşunda bulundu. (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Uluslararası Holokost’u Anma Günü'nde yaptığı ve dünyadaki Yahudilerin hayatlarının sorumluluğunu miras almış gibi görünmeye çalıştığı, İsrail'i Gazze Şeridi'ne karşı yürüttüğü savaş nedeniyle eleştiren herkesi antisemitizmle ve Nazi katliamını tekrarlamakla suçladığı konuşmasından birkaç gün sonra, Holokost'tan kurtulan bazı Yahudilerden ağır bir darbe aldı. Söz konusu kişiler, Netanyahu’nun Batı Kudüs'teki Yad Vashem Holokost Müzesi'nde yaptığı konuşmayı yarıda keserek, onu Hamas tarafından esir alınan ve savaşın devam etmesi nedeniyle gerçek bir tehlike altında yaşayan 100'den fazla Yahudi'nin hayatını hiçe saymakla suçladılar.

Holokost'tan sağ kurtulan bazı Yahudiler, Netanyahu ve bakanlarının Hamas'ın bir Nazi hareketi olduğu ve İsrail'in güneyine yönelik saldırısının ikinci bir Holokost olduğu söylemlerini protesto ettiler. Ayrıca bu söylemi en sık kullanan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'e yüklendiler. Smotrich birkaç kez Batı Şeria'da ‘iki milyon Nazi olduğunu’ söyleyecek kadar ileri gitmişti. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da dün (pazartesi) Kerem Şalom Sınır Kapısı yakınlarında askerlere yönelik roket saldırısı nedeniyle Hamas'ı Nazi olarak nitelendirdi.

SX
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'te düzenlenen Uluslararası Holokost’u Anma Günü töreninde (AP)

Diğer taraftan hem devlet başkanı Isaac Herzog hem de muhalefet lideri Yair Lapid bu söylemi reddetti. Herzog, “7 Ekim bir Holokost değildi. Çünkü bugün İsrail Devleti'nin bir savunma ordusu var. Holokost'tan bu yana geçen on yıllar boyunca, Yahudi halkının bir daha asla savunmasız ve korumasız kalmayacağını tekrar tekrar vurguladık ve yemin ettik. Ancak Holokost'un dehşeti Ekim katliamları sırasında hepimizi sarstı ve hepimizin yüreğinde yankılandı” ifadelerini kullandı. Lapid ise “Holokost bize bu ülkenin iyi olması gerektiğini öğretti. Nefrete nefretle karşılık veremezsiniz. Onlar gibi olmayacağız. Onlara bu zevki tattırmayacağız” şeklinde konuştu.

Zor koşullarda hayatta kalanlar

Bugün İsrail'de, Nazi soykırımından sağ kurtulan yaş ortalamaları 86'nın üzerinde 133 bin kişi bulunuyor. Araştırmalara ve istatistiklere göre bu kişiler, Holokost'u en çok dile getiren lider olan Netanyahu'nun liderliğinde, her geçen yıl daha da kötü koşullarda yaşıyorlar. Nüfusun bu kesiminin refahından sorumlu fonun 2024 verilerine göre, yüzde 61'i Gazze savaşından sonra yaşam standartlarının düştüğünü düşünüyor, yüzde 51'i günlük yaşam masraflarını karşılamakta zorlanıyor ve yüzde 46'sı sirenler çaldığında güvenli bir yere ulaşamıyor. Yüzde 27'si ise bu süreçte evlerini terk etmek zorunda kaldı. Yüzde 27'si yeterince yiyecek almaktan, yüzde 24'ü masraflarını karşılayamadığı için tıbbi tedavilerden, yüzde 21'i tıbbi yardımlardan, yüzde 8'i ilaç almaktan vazgeçmek zorunda kaldı ve üçte birinden fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Netanyahu'nun “Holokost'tan Yahudilerin çıkardığı ders, İsrail'in yalnız olduğu ve kendisini savunmak için kimseye güvenemeyeceğidir” şeklindeki açıklamasını eleştirenler var. Bu açıklamayı, İsrail'in güçlü bir ülke, hatta dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olduğunu ‘güzel’ bir şekilde inkâr eden ifadelerden biri olarak görüyorlar. İsrail, askeri olarak Hamas'a savaş ilan etti ve Hamas, İslami Cihad ve diğer gruplardan 30-40 bin savaşçıya karşı yaklaşık yarım milyon asker topladı. Tüm Batılı ülkeler onun yanında yer aldı ve ona silah sağladı. ABD, İsrail’e yaklaşık 15 milyar dolar sağladı ve savaş gemileri gönderdi. İran, Şam'da bazı Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanlarının öldürülmesine tepki olarak saldırdığında, etrafında kendisine yöneltilen füze ve insansız hava araçlarının (İHA) yüzde 60'ını düşüren büyük bir koalisyon oluşturuldu. Netanyahu tüm bunları görmezden gelmeye nasıl cüret eder?

Esir ailelerinin tümü, Uluslararası Holokost’u Anma Günü münasebetiyle düzenlenen meşale yakma törenine katılmayı reddetti. Bu etkinliğe büyük saygı duyduklarını ancak hükümetin esirleri kurtarmak için ciddi ve samimi bir şekilde çalışmaması nedeniyle törenlere katılmayı reddettiklerini söylediler. Bazıları tutumlarını sert sözlerle ifade ederek, bugün bir kez daha Yahudilerin bu savaşta yalnız olduklarını ve hükümetin arkalarında olduğunu hissetmediklerini vurguladı.


Pentagon’un artan insansız deniz aracı savaşları karşısındaki kafa karışıklığı

Pentagon, özel şirketlerden ABD Donanması için küçük insansız deniz araçları üretmelerini istedi (Reuters)
Pentagon, özel şirketlerden ABD Donanması için küçük insansız deniz araçları üretmelerini istedi (Reuters)
TT

Pentagon’un artan insansız deniz aracı savaşları karşısındaki kafa karışıklığı

Pentagon, özel şirketlerden ABD Donanması için küçük insansız deniz araçları üretmelerini istedi (Reuters)
Pentagon, özel şirketlerden ABD Donanması için küçük insansız deniz araçları üretmelerini istedi (Reuters)

Şirket yetkilileri ve CEO'lar, ABD Donanması'nın insansız deniz araçlarından (İDA) oluşan bir filo kurma çabalarının, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) büyük gemiler inşa etme projelerine bağlı kalması nedeniyle sekteye uğradığını ve İDA’ların deniz savaşlarının şeklini değiştirdiği bir dönemde bunun bir zayıflık olarak ortaya çıkardığını söylediler.

İDA'ların etkinliği, Ukrayna’nın bu araçları 2022 yılı sonlarından bu yana Karadeniz'de Rus savaş gemilerini ve mayın tarama gemilerini batırmak için kullanmasıyla kanıtlandı.

Yemen'deki Husiler de geçtiğimiz aylarda Kızıldeniz’deki ticari gemileri hedef almak için benzer araçlar kullanmış, ancak başarılı olamamıştı.

Pentagon Sözcüsü Eric Pahon, Reuters’a yaptığı açıklamada, bu taktiklerin Ukrayna savaşından ve Kızıldeniz’deki seyrüsefer özgürlüğünü hedef alan saldırılardan çıkarılan dersleri, Çin'in Pasifik Okyanusu’nda artan deniz gücüne karşı koyma planlarına dahil eden Pentagon'un dikkatini çektiğini söyledi.

Savunma Bakan Yardımcısı Kathleen Hicks’in Çin'in Pasifik’te artan askeri tehdidine karşı önümüzdeki 18 ila 24 ay içinde yüzlerce küçük, nispeten ucuz insansız hava aracı (İHA) ve İDA konuşlandırmak üzere ‘replicator’ adında bir girişim başlattıklarını duyurması Pentagon'un niyetinin bir işareti olarak görüldü.

Aralarında donanma subayları, Pentagon yetkilileri ve İDA üreten şirketlerin yöneticilerinin de bulunduğu, ABD'nin İDA planları hakkında doğrudan bilgi sahibi olan onlarca kişiyle yapılan görüşmeler sonucu alınan karar, ABD Donanması'nın deniz savaşlarının geleceğinde etkili olduğuna dair defalarca yapılan uyarılara rağmen İDA’lardan oluşan bir filo kurma konusunda yıllardır gösterdiği isteksizliğin üstünü örttü.

ABD Donanması’ndan iki kaynak ve denizcilik sektöründe faaliyet gösteren üç şirket yöneticisi, İDA filosu oluşturmanın önündeki en büyük engelin Pentagon’un bütçesinde geleneksel savunma sanayi üreticileri tarafından inşa edilen büyük gemilere ve denizaltılara öncelik verilmesi yönündeki eğilim olduğunu söyledi.

ABD Donanması'na WAM-V model İDA’lar tedarik eden New Jersey merkezli Ocean Power Technologies (OPT) şirketinin CEO'su Philipp Stratmann, Washington’daki karar mercilerine atıfla, “Bir noktada Washington sorunuyla karşı karşıya kalacaksınız” dedi.

Stratmann, sözlerini şöyle sürdürdü:

En iyi lobicilerin olduğu ve Pentagon’daki para akışının ve sözleşmelerin nasıl yapıldığını tam olarak bilen bir savunma sanayi ittifakı olduğu gerçeğiyle yüzleşeceksiniz.

ABD Donanması’ndan bir sözcü, Merkez Komutanlığı’nın donanma komutanlarından aldığı mesajlara atıfla ‘filoların talepleri doğrultusunda deniz yeteneklerini geliştirdiklerini’ söyledi.

Sözcü, Donanmanın bu yıl küçük ve orta ölçekli insansız araçlar için 172 milyon dolarlık bir bütçeye ayırdığını ve bu rakamın önümüzdeki yıl 101,8 milyon dolara düşeceğini açıkladı. Bu rakam, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin 2025 yılı için Donanmaya ayırdığı 63 milyar dolarlık bütçenin çok küçük bir kısmını oluşturuyor.

İDA’lar, füzelerle donatılmış hızlı botlardan, deniz mayınlarını imhaya yönelik küçük denizaltılara, yüksek çözünürlüklü casus kameralar, su altı sensörleri ve düşman gemilerine uyarı vermek için kullanılan hoparlörlerle donatılmış güneş enerjili yelkenlilere kadar çeşitlilik gösteriyor.

Ancak konunun hassasiyeti nedeniyle isimlerinin açıklanmasını istemeyen ABD Donanması’ndan iki kaynak, Donanmanın son birkaç yıl içinde keşif görevlerinde kullandığında İDA’lar konusunda yeterli deneyime sahip olmadığını söyledi.

Kaynaklar, İDA'ları kullanacak ya da aracın kameraları ve sensörleri aracılığıyla gönderilen büyük miktardaki verileri analiz edecek yeterli sayıda deniz piyadesi olmadığını belirttiler.

Buna karşın ABD Donanması Sözcüsü, Donanmanın veri toplama ve analiz yeteneklerini geliştirdiğini açıkladı.

Pentagon Sözcüsü Pahon ise Pentagon’un ‘son üç yıldır İDA’ların kullanımı da dahil olmak üzere yenilikçi yöntemlere hız vermeye odaklandığını’ söyledi.

Bütçe bakımından birtakım zorluklarla karşı karşıya olduklarını itiraf eden Pahon, Pentagon'un ‘ölüm vadisini’ aşmak için yenilikçi yöntemler kullandığını da sözlerine ekledi. Ölüm vadisi ifadesi, yeni araçların topluca satın alınmasına karar verilene kadar geçtiği zorlu onay sürecini tanımlamak için kullanılıyor.

Replicator Programı Girişimi

Pahon’un yenilikçi yöntemlere verdiği örneklerden biri, bürokrasiyi aşmak ve binlerce ucuz maliyetli İHA ve İDA'nın konuşlandırılmasını hızlandırmak için tasarlanmış, yılda 500 milyon dolarlık kısa vadeli bir proje olan Replicator Programı’ydı.

Girişim, ağustos ayında başlatıldığında Savunma Bakan Yardımcısı Hicks yaptığı açıklamada, insansız araçlar, Çin'in Asya-Pasifik bölgesinde hızla büyüyen hava ve deniz gücüyle rekabet için kullanılacak. Hicks, Replicator Programı’nın temelde Pentagon'un mevcut bütçesinden yeniden tahsis edilen fonlarla finanse edildiğini de sözlerime ekledi.

Pentagon, girişim çerçevesinde geçtiğimiz ocak ayında özel şirketlere Donanma için küçük İDA’lar üretmeleri talebinde bulunurken teslimatları 2025 yılının nisan ayında başlamak üzere yılda 120 adete kadar üretim yapılmasını istedi.

ABD'nin en büyük askeri gemi üreticisi Huntington Ingalls Industries'in Görev Teknolojileri Başkanı Duane Fotheringham, Pentagon ve Donanma'nın İDA'ların konuşlandırılmasını hızlandırma ‘niyeti’ olduğunu, ancak savunma sanayinin de savunma bütçesinde uzun vadeli finansman görmek istediğini söyledi. Fotheringham, “Bir talep olduğuna dair sinyaller görüyoruz, ama bu talebin ne olduğunu ve ne zaman hazır olacağını anlamak için hep birlikte çok yakın bir iş birliği içinde çalışmamız gerekiyor” yorumunda bulundu.

Donanma ve Pentagon ile sözleşmeleri olan kaynaklara göre her biri 1 milyon ile 3 milyon dolar arasında bir maliyete sahip olan İDA'lar, yeni bir fırkateyn sınıfı gibi birçok büyük geleneksel gemi inşası projesinin planlanandan yıllarca geride kalmış olması nedeniyle Donanmanın filosunu genişletmek için ucuz ve nispeten hızlı bir yol sunuyor.

ABD, gerçek savaş senaryolarında robotik gemilerin kullanımını test etse de en acil kullanım alanları, insanlı deniz filoları için çok pahalı ve çok sayıda olan görevler olmaya devam ediyor.

İDA üreticisi dört şirket, söz konusu görevler arasında deniz gözetimi, deniz mayınlarının yer tespiti ve doğalgaz boru hatları ve fiber optik kablolar gibi kritik denizaltı altyapısının korunmasının yer aldığını belirtti.

ABD Donanması İnsansız Araçlar danışmanı ve Washington merkezli düşünce kuruluşu Hudson Enstitüsü'nde araştırmacı olan Brian Clark, bu küçük boyutlu insansız araçların uçak gemileri ve denizaltılar gibi pahalı insanlı araçlar için bir kalkan görevi görebileceğini ve Çin'in Tayvan'ı işgal etmeye çalışması durumunda asker taşıyan gemileri durdurabileceğini söyledi.

ABD Donanması’nın okyanus yüzeyinde kullanılmak üzere 100 ve su altında kullanmak üzere 100 olmak üzere küçük İDA’lara sahip olduğunu tahmin eden Clark, Çin’in de benzer miktarda insansız araca sahip olduğunu ve sayılarının hızla arttığını belirtti. ABD Donanması Sözcüsü ise aktif hizmetteki insansız araçların sayısı hakkında yorum yapmaktan kaçındı.

Clark, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ukrayna, İDA’ların ne kadar etkili olduklarını ve mevcut operasyonlarda nasıl kullanılabileceklerini gösterdi. ABD Donanması'nın bundan ders çıkarması ve İDA’ları sahada kullanmak üzere derhal donatması gerekiyor.

ABD’nin Bahreyn'de konuşlu 5. Filosu, Görev Gücü 59 (TF-59) öncülüğünde üç yıldır İDA’ları test ediyor.

Projede, Lockheed Martin ve Huntington Ingalls Industries gibi savunma sanayinin ağır topları tarafından desteklenenlerin yanı sıra yeni kurulan şirketler de dahil olmak üzere özel şirketler tarafından üretilen İDA’lar kullanıldı.

TF-59’un Komutanı Tuğamiral Colin Corridan, “Kızıldeniz'deki durum TF-59’un çalışmalarını daha da acil hale getiriyor. Husilerin davranışlarını ele almaya yardımcı olacak çözümler bulmayı sabırsızlıkla bekliyoruz” açıklamasında bulundu.

Roketlerin test edilmesi

ABD Donanması, geçtiğimiz ekim ayında Arap Yarımadası’da yüksek hızlı bir İDA’dan ilk gerçek füze atışı denemesini gerçekleştirdi.

Donanma tarafından bir video ile birlikte yapılan açıklamaya göre Florida merkezli Maritime Tactical Systems (MARTAC) tarafından üretilen Devil Ray T38 model bir İDA, kıyıda komut veren bir operatörün gözetiminde hedef tekneyi imha etmek üzere minyatür bir füze sistemini başarıyla fırlattı.

MARTAC Pazarlama Müdürü Stephen Ferretti, operasyonla ilgili soruları yanıtlamaktan kaçınarak sorunların muhatabı olarak Donanma'ya işaret etti.

ABD Donanması’nın İDA kullanımı geçtiğimiz yıl Orta Amerika'da konuşlu 4. Filosu'na kadar genişletildi. İDA’lar, Orta Amerika ülkelerinden Haiti'nin kuzey kıyılarında insan kaçakçılığıyla mücadelede kullanıldı.

Bu alanda faaliyet gösteren şirketlerden biri de Saildrone. Kaliforniya merkezli şirket, kameralar ve sensörler kullanarak görüntü ve veri toplayan rüzgar, güneş ve benzinle çalışan İDA'lar üretiyor.

Washington'un finansman politikasıyla ilgili engellerin üstesinden gelen Saildrone, kendi araçlarını kullanıyor, bakımını yapıyor ve topladığı veriler için bir hizmet bedeli alıyor. Bu sayede Donanma, İDA’ların kullanım bedelini İDA satın alma bütçesinden değil, operasyonel giderler için ayrılan bütçeden karşılayabiliyor.

Saildrone, geçtiğimiz mart ayında ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Lisa Franchetti’nin de katıldığı bir etkinlikte ABD ordusuna özel üretilen en büyük aracı Surveyor'u tanıttı.

Saildrone’un kurucusu ve CEO’su Richard Jenkins, Sahil Güvenlik ve Okyanus Araştırmaları Dairesi'ne hizmet veren şirketinin 130 araçlık bir filosu olduğunu ve her ay daha fazlasını ürettiğini açıkladı.

Saildrone’un ABD Donanması’ndan ne kadar ücret talep ettiği konusunda yorum yapmaktan kaçınan Jenkins, “Şu anda talebi karşılamakta zorlanıyoruz” dedi.

Ocean Aero Şirketi ise sensörler kullanarak veri toplayan ve deniz mayını taraması için hem su yüzeyinde hem su altında gidebilen Triton adlı bir İDA modeli üzerinde çalışıyor.

Lockheed Martin tarafından desteklenen şirket, geçtiğimiz ekim ayında Mississippi eyaletinin Gulfport şehrinde yılda 150 Triton üretme kapasitesine sahip 63 bin metrekarelik bir üretim tesisi kurdu.

Lockheed Martin, şirketin çalışmalarıyla ilgili yorum talebine yanıt vermedi.

Huntington Ingalls Industries, geçtiğimiz ekim ayında ABD Donanması'nın Lionfish Programı için dokuz adet küçük boyutlu sualtında gidebilen İDA üretmek üzere bir sözleşme imzaladı. Önümüzdeki beş yıl içinde bu sayının 200'e çıkması bekleniyor. Sözleşmenin toplam değeri 347 milyon dolara kadar çıkabilir, ancak kesinleşmiş değil.

ABD ve Çin'in nüfuz ve kontrol için rekabet ettiği Hint-Pasifik bölgesine odaklanan Lionfish Programı, Huntington Ingalls Industries'in mürettebatlı bir gemi ya da denizaltıdan torpido fırlatılabilen, deniz mayını taraması yapabilen ve sualtında gidebilen bir İDA modeli olan Remus 300'ü temel alıyor.

Tüm bu programların Pentagon'un İDA’lar konuşlandırmak için daha hızlı hareket etmeye çalıştığının kanıtı olduğunu söyleyen Pentagon Sözcüsü Pahon, “Bir adım önde olmak için ilerlemeye devam etmemiz gerektiğini biliyoruz” ifadelerini kullandı.


Erdoğan: Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum

Fotoğraf: TCBB
Fotoğraf: TCBB
TT

Erdoğan: Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum

Fotoğraf: TCBB
Fotoğraf: TCBB

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, “Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini açıklamasından memnuniyet duyduk. Şimdi aynı adım İsrail tarafından da atılmalıdır. Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.

Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Türkiye yüzyılı vizyonumuzu hayata geçirme azmiyle yurt içinde ve yurt dışında canla başla çalışmaya devam ediyoruz. Bu sabah millî savaş uçağımız KAAN ikinci defa gökyüzüyle buluştu. Sabahki uçuşunda KAAN 10 bin fit ve 230 nat hıza ulaşmayı başardı. Yılbaşından beri iki kez milletimizin göğsünü kabaran TUSAŞ’ı ve Savunma Sanayii Başkanlığımızı tebrik ediyorum.

Gaziantep’in İslahiye ilçesinde meydana gelen minibüs kazasında vefat eden altısı öğrenci dokuz kardeşimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Son toplantımızdan bu yana özellikle dış politikada seçimler sebebiyle ertelediğimiz ziyaretlere ve kabullere ağırlık verdik. Tanzanya Cumhurbaşkanı Sayın Samia Hassan’ın resmî ziyareti devlet başkanı düzeyinde bu ülkeden 14 yıl sonra Türkiye’ye yapılan ilk ziyaretti. Tanzanya, ticaret ve yatırımlar açısından ülkemizin Doğu Afrika’daki ortakları arasında yer alıyor. Türk firmaları Tanzanya’da bugüne kadar yaklaşık 6,5 milyar değerinde 14 proje üstlendi. Tanzanya’yı baştanbaşa saracak standart aralıklı demir yolu projesinin büyük kısmı bir Türk şirketi tarafından inşa ediliyor. Görüşmelerimizde son 21 yılda 11 milyar dolardan 345 milyon dolara çıkan ticaretimizi süratle 1 milyar dolar seviyesine taşımayı kararlaştırdık.

“AFRİKA KITASI’YLA İLİŞKİLERİMİZİ 2005’TEN İTİBAREN TEKRAR YOĞUNLAŞTIRDIK”

Esasen Afrika Kıtası’yla kökleri 10. yüzyıla kadar uzanan çok boyutlu ilişkilere sahibiz. Bizden önce uzun yıllar ihmal edilen Afrika Kıtası’yla ilişkilerimizi 2005’ten itibaren tekrar yoğunlaştırdık. Diplomatik temsilciliklerimizin sayısını 12’den 44’e çıkardık. Ankara’daki Afrika büyükelçiliklerinin sayısı da 2008 yılı başında 10 iken bugün 38’e yükseldi. Ticaret hacmimiz 5,4 milyar dolardan 2023 yılında 37 milyar dolara ulaştı. Afrika’daki Türk yatırımlarının piyasa değeri 10 milyar doları aştı. Müteahhitlik firmalarımız kıta genelinde yaklaşık 87 milyar dolarlık 1885 adet proje üstlendi. Bugüne kadar kıtaya 50’den fazla ziyaret gerçekleştirdim, Afrika ülkelerinin liderlerini de çeşitli vesilelerle Türkiye’de misafir ettik.

Son dönemde bilhassa savunma sanayii ve güvenlik iş birliği alanlarında farklı bir ivme yakaladık. DEAŞ ve Eş Şebab gibi terör örgütlerine karşı mücadelelerinde Türkiye Afrika’daki kardeşlerine en güçlü destek veren ülkedir.

Eğitim ve kültür alanında da kıtayla iş birliğimizi geliştiriyoruz. Türk üniversitelerinin misafir öğrenciler için giderek bir eğitim üssü hâline geldiğini görüyoruz. Afrika Kıtası’nı ziyaretlerimizde Türkiye mezunu Türkçe konuşan, kendisini milletimizin gönül elçisi olarak gören bakanlarla, iş insanlarıyla, akademisyenlerle, siyasetçilerle karşılaşıyoruz. Elbette bu tablo yıllarca Afrika’nın kaynaklarını sömürmüş emperyalist güçleri rahatsız etmektedir. Uluslararası basında Türkiye karşıtı yayınların çoğalmasının arasında yatan sebeplerden biri de işte budur.

Kim ne derse desin kıtayla ilişkilerimizin kısa sürede bu kadar hızlı ilerlemesinde Türkiye mezunlarının çok büyük rolü vardır. Resmî kanallarının tıkandığı yerlerde gönül elçilerimiz devreye giriyor, düğümleri çözüyor, süreci kolaylaştırıyor. Dahası, Türkiye’nin ve Türk ürünlerinin tanıtımını yaparak ülkemize olan vefa borçlarını ödemeye çalışıyorlar.

Bugün dünyanın 198 farklı ülkesinden yaklaşık 340 bin öğrenci Türkiye’de yükseköğrenim görüyor. Uluslararası öğrenci hareketliliğinden aldığımız payın artması korkulacak değil, gurur duyulacak bir durumdur. İyi yönetilirse Türk ekonomisi, diplomasisi ve üniversiteleri adına büyük bir kazanım olacaktır. Yıllardır Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, Kanada, Avustralya gibi ülkeler tabiri caizse bu işin kaymağını yiyor. Dünya genelindeki 7 milyonu aşkın uluslararası öğrencinin yüzde 70’e yakını hâlen bu ülkelerde eğitim alıyor. Bu öğrencilerin Amerikan ekonomisine katkısı 40 milyar doları, Birleşik Krallık ekonomisine katkısı ise 42 milyar poundu buluyor. Türkiye ekonomisi için bu rakam yıllık 3 milyar dolardır. ‘Türkiye’ye yabancı öğrenci gelmesin’ demek, ‘devletimizi nüfuz alanı büyümesin, ülkemiz kabuğunu kırmasın’ demektir.

“NEFRET SUÇU İŞLEYEN FAŞİST ÇAPULCULARA ASLA MÜSAADE EDEMEYİZ”

Hukuku çiğneyen, kanun, nizam ve genel ahlaka aykırı davranan varsa, böyle bir durumda devletin ilgili kurumları gereğini yapar ve yapacaktır. Hâl böyleyken, bazı beşinci kol elemanları tarafından medyada ve sosyal medyada körüklenen lümpen ırkçılığın asla iyi niyetli olmadığı açıktır. Türkiye’ye döviz getiren turisti, kendi nam ve hesabına okuyan uluslararası öğrenciyi, istihdam oluşturan tüccarı, girişimciyi, esnafı, emek yoğun işlerde alın teriyle çalışan gariban işçiyi, velhasıl Türk ekonomisine katkı veren herkesi düşmanlaştıran, herkese saldıran bu başıbozuk güruh, ülkemiz düşmanları tarafından maşa olarak kullanılmaktadır. Muhalefet çevrelerinin de bazı söylem ve eylemleriyle radikal faşizme meyletmesi Türkiye siyaseti adına gerçekten üzüntü vericidir. Son dönemde tekrar ayyuka çıkan Arapça alerjisinin gerisinde de aynı hastalıklı zihniyet vardır. Açık söylüyorum, bunların derdi Türkiye’dir, ne Türkçedir, bunlar içlerinde marazı ve nefreti sürekli birilerine yönelterek egolarını tatmin etmeye çalışan zavallılardır.

Yurt severlik, ülkemize sığınan mazlumlara zulmetmek değildir. Vatanına sahip çıkmak, ayrımcılık yapmak, yabancı turistleri, öğrencileri, sığınmacıları nefret objesi hâline getirmek de değildir. Devlet ve millet olarak nefret suçu işleyen, Türkiye’nin çıkarlarına zarar veren yıllık 54,3 milyar dolarlık gelirle ekonomimizin lokomotifi olan turizmi baltalayan bu faşist çapulculara asla müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. On yıllar boyunca ilmek ilmek dokuyarak inşa ettiğimiz Türk ve Türkiye algısını bozmaya kimsenin hakkı yoktur ve olamaz. Nefret suçlarıyla mücadele noktasında bundan sonra daha kararlı, cezai açıdan daha caydırıcı adımlar atacağız.

IRAK ZİYARETİ

13 yıllık aradan sonra geniş bir heyetle gerçekleştirdiğimiz Irak ziyaretimiz, hem sonuçları, hem de içerdiği mesajlar açısından tarihî öneme sahipti. Irak Cumhurbaşkanı ve Başbakanıyla güvenlik, ulaştırma, enerji ve su başta olmak üzere ortak gündemimizdeki konuları detaylıca ele aldık. Farklı alanlarda imzaladığımız 27 anlaşmayla ziyaretimizi taçlandırdık.

Bölgemizin geleceğini belirleyecek Kalkınma Yolu Projesinde imzalanan 4’lü mutabakatla kritik bir eşik daha aşılmış oldu. Hâlihazırda 20 milyar dolar seviyesinde seyreden ticaret hamimizi daha üst seviyelere taşımak istiyoruz.

Irak Hükûmeti’nin PKK’yı yasaklı örgüt ilan etmesi terörle mücadele bağlamında mühim bir adımdı. PKK’nın terör örgütü olarak ilan edilmesini beklediğimizi de ifade ettik.

Irak Türkmen’i kardeşlerimizle bir araya gelerek yanlarında olduğumuzu dile getirdik.

Bağdat’taki temaslarımızın ardından geçtiğimiz Erbil’de de son derece verimli, olumlu ve samimi istişareler gerçekleştirdik.

Bizi ve heyetimizi muhabbetle karşılayan tüm Iraklı kardeşlerimize tekrar teşekkür ediyorum.

“SURİYE’DE YARIM KALAN İŞİMİZİ SAATİ GELDİĞİNDE MUTLAKA TAMAMLAYACAĞIZ”

Burada şu noktayı belirtmek durumundayız: DEAŞ ve PKK fark etmeksizin terör belası Türkiye için olduğu kadar Irak için de büyük bir tehdit kaynağıdır. Bölgemizin ekonomik olarak gelişmesi, siyasi olarak huzura ve istikrara kavuşması, ancak terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Kuzey Irak’taki terör bataklığını tamamen kurutana kadar mücadelemizi sabırla sürdüreceğiz.

Suriye’de müttefiklerimizce verilip tutulmayan sözler nedeniyle yarım kalan işimizi vakit ve saati geldiğinde mutlaka tamamlayacağız.

Şunun bilinmesini isterim: PKK, Irak ve Suriye’de hayat alanı bulduğu müddetçe kendimizi güvende hissetmemiz mümkün değildir. Kandil ve Suriye’deki terör baronları her fırsatta ülkemizi karıştırmaya, siyasete müdahale etmeye, vatandaşlarımız üzerinde baskı kurmaya devam edeceklerdir. Hiçbir devlet böyle bir tehdidi görmezden gelemez. Irak ve Suriye operasyonlarımız neticesinde manevra alanı iyice daralan bölücü örgüte neşteri önümüzdeki süreçte vuracağız. Evlatlarımızın terörün olmadığı bir iklimde yaşamaları için ne gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmeyeceğiz. Yakın dönemde Irak seyahatimizin etkilerini geniş bir yelpazede inşallah görmeye başlayacağız.

Almanya Cumhurbaşkanı Sayın Steinmeier’in resmî ziyareti Avrupa Birliği ekonomik ilişkiler, savunma sanayii kısıtlamaları ve artan yabancı düşmanlığı konularını tekrar gözden geçirmemiz için bir fırsat teşkil etti. Türkiye-Almanya dostluk anlaşmasının 100. yıldönümüne tekabül etmesi bakımından da Sayın Steinmeier’in ziyareti anlamlıydı. İki müttefike yakışmayan savunma kısıtlamalarının kaldırılması gerektiğini açıkça söyledik. Son olarak dört kardeşimizin hayatına mal olan ırkçı saldırıların engellenmesi ve faillerinin cezalandırılması konusunda da beklentilerimizi ifade ettik. PKK-YPG, FETÖ başta olmak üzere insanlarımıza ve temsilciliklerimize saldıran terör örgütleriyle mücadelenin önemini vurguladık. 50 milyar doları bulan ikili ticaretimizi dengeli biçimde 60 milyar dolara ulaştırmayı hedefliyoruz. Türkiye hakkaniyete ve ahde vefa ilkesine riayet edildiği sürece Avrupa Birliği ve Birlik üyesi ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye isteklidir. Ancak bunun için evvel emirde Avrupa Birliği’nin stratejik körlükten kurtulması ve Türkiye’yi dışlamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Avrupa’nın doğusu ve batısındaki güçlerin rekabeti sebebiyle sıkıştığı mengeneden tek çıkış yolu Türkiye’dir. Avrupalı liderler bu gerçeği ne kadar erken görür ve kabullenirse kendileri için o kadar iyi olacaktır. Biz ortak coğrafyamızın daha kötüye gitmemesi, savaşların yayılmaması, yeni krizlerin patlak vermemesi için çalışmayı sürdüreceğiz.

“HAMAS’IN ATEŞKESİ KABUL ETTİĞİNİ AÇIKLAMASINDAN MEMNUNİYET DUYDUK”

Bu vesileyle bizim telkinlerimizle Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini açıklamasından memnuniyet duyduk. Şimdi aynı adım İsrail tarafından da atılmalıdır. Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum. Daha önce de pek çok kez ifade ettim, biz dostlarımızın sayısını arttırmanın peşindeyiz. Bölgemizdeki hiçbir ülkeyle çözülemeyecek sorunumuz yok. Diyalog ve müzakerenin açamayacağı kapı olmadığı inancındayız. Yeter ki hüsnüniyetle yaklaşılsın, diplomasiye imkân tanınsın. Gerisi biraz gayret, biraz fedakârlıkla mutlaka gelecektir.

Yarın çok ilişkilere sahip olduğumuz Kuveyt Emiri kardeşim Şeyh Sabah’ı ülkemizde misafir edeceğiz. Haftaya Pazartesi de Yunanistan Başbakanı Sayın Miçotakis yine resmî ziyaret kapsamında Ankara’ya gelecek. Çift başlı Selçuklu kartalı misali doğuyla ve batıyla ilişkilerimizi ortak çıkarlarımız temelinde geliştirmenin yollarını arayacağız. Millî gelirinin büyüklüğü 1,1 trilyon dolar sınırını aşan, bölgesindeki etki alanı günden güne artan, krizlerin çözümünde anahtar rol üstlenen, çatışmaların ortasında istikrar adası olarak öne çıkan Türkiye’yi inşallah her alanda güçlendirecek, kalkındıracak, daha iyi seviyelere taşıyacağız.

AFAD ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüz arasında imzalanan sel ve taşkın risk azaltma protokolü, yağış mevsimi öncesinde afet riskini en aza indirme yolunda atılmış kıymetli bir adımdır. AFAD envanterinde bulunan 111 adet iş makinesinin Devlet Su İşleri’nin kullanımına verilmesiyle her iki kurumumuzun etkinliğini arttırıyoruz. Derelerin temizlik ve ıslah çalışmalarına hız vererek yoğun yağış dönemi başlamadan gerekli tedbirleri alıyoruz. 2024 yılını can ve mal kaybı yaşamadan geçirebilmemiz devletimizin çabaları yanında vatandaşlarımızın da dikkatli olmasına bağlıdır. Dikkatsizlik, tedbirsizlik ve ihmaller sebebiyle son dönemde yüreğimizi yakan birçok hadise yaşadık. Beşiktaş Gayrettepe’de 29 işçi kardeşimiz göz göre göre hayatını kaybetti. Antalya’da bir insanımızın vefat ettiği, yedi kişinin yaralandığı teleferik faciası meydana geldi. Ardından İstanbul Küçükçekmece’de belediyenin açıp öylece bıraktığı su dolu çukura düşen beş yaşındaki bir evladımız boğularak can verdi. Öncesinde de benzer müessif olaylarla karşılaştık. Basit önlemlerle veya dönemlerde engellenebilecek insani dramları tekrar tekrar yaşamak istemiyoruz. Bu konuda hükûmetiyle, belediyesiyle, vatandaşıyla hepimize sorumluluk düşüyor. İlgili bakanlıklarımız denetimlerini bundan sonra yoğunlaştıracak. Milletin yüreğine ateş düşürenler, hukuk önünde hesap verecek. Başka türlü bu acıların tekerrürünün önüne geçemeyiz.

Açıkçası 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün Beşiktaş’taki gibi iş cinayetlerinin gündeme taşındığı bir gün olmasını beklerdik. Ancak birkaç vicdan sahibi kuruluş dışında bu konuları konuşan olmadı. 1 Mayıs, Türkiye’nin 78 ilinde 210 etkinlikle şölen havasında kutlandı. Lafa gelince emekçinin hakkını savunduğunu iddia eden kimi kuruluşlar, işçi bayramını polisimize taş ve sopalarla saldırarak kutlamayı tercih etti. Samimi çağrılarımıza rağmen Saraçhane’den yansıyan bazı görüntüler 1 Mayıs’ın ruhuna gölge düşürmüştür. Siyasette ve toplumda yumuşama istemeyen marjinal odaklara maalesef malzeme verilmiştir. Bundan kimsenin memnun olmadığına inanıyorum. Siyasetten emekliye sevk edilenler dâhil, kimi çevrelerin 31 Mart sonrası yapıcı atmosferi zehirlemek için yoğun bir uğraş içinde olduğu anlaşılıyor. 15 Temmuz sonrası oluşan Yenikapı ruhunu kontrollü darbe iftirasıyla kısa sürede dinamitleyenlere fırsat vermememiz gerekiyor. Muhalefetin de sorumluluk bilinciyle hareket ederek tek sermayesi gerilim ve kutuplaşma olanların oyunlarına gelmemesini bekliyoruz. Bu vesileyle bir kez daha Türkiye yüzyılının inşasına alın terleriyle destek olan tüm işçi kardeşlerimin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tebrik ediyorum.

Şehir eşkıyalarının azgınlıklarına rağmen soğukkanlı duruşlarını koruyan polislerimizi kutluyor, hepsinin tek-tek alınlarından öpüyorum.

“EKONOMİ PROGRAMIMIZI KARARLILIKLA UYGULUYORUZ”

Bölgemizdeki savaşlar ve krizler bizi zorlasa da, ekonomi programımızı kararlılıkla uyguluyoruz. İstihdam oranlarında olumlu haberler gelmeye devam ediyor. Şubat ayında işsizlik oranımız yüzde 8,7 olarak gerçekleşti, ancak işgücü piyasamızda bir dengesizlik oluştuğunu görüyoruz. Özel sektörümüzün en çok şikayet ettiği konuların başında işçi bulamamak geliyor. Bundan sonra iş gücü piyasasında ihtiyaç duyulan beceri ve yetkinlikleri geliştirmeye odaklanacağız. 5 yıl aradan sonra toplanan 13. Çalışma Meclisi sorunların tespiti ve çözüm yolları bakımından gayet faydalı oldu.

Hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısını çözmek için gerekli adımları atıyoruz. Doğru politikalarla enflasyonu tek haneye düşürmekte kararlıyız. Bunu daha önce yaptık, inşallah yine başaracağız. Enflasyon geriledikçe milletimizin cebindeki paranın satın alma gücü de artacaktır. Bizim amacımız geçici rahatlamalarla sorunu ötelemek değil, 85 milyonun tamamı için kalıcı refah artışını sağlamaktır. Seçim döneminde popülizme meyil etmeyerek ekonomi politikamıza olan güvenimizi ortaya koyduk, bundan geriye dönüş olmayacaktır. Hedeflerimize ulaşmak için para, maliye ve gelirler politikalarımızı ahenk içinde yürütüyoruz. Verimliliği artırmak ve ekonomimizi daha rekabetçi kılmak için yapısal reformlara hız kazandıracağız. Teknolojik ve stratejik yatırımları teşvik için 3 yıllık periyotta toplam 300 milyar liralık yatırım taahhütlü avans kredisini devreye almıştık. Bugüne kadar toplam büyüklüğü 1 trilyon 281 milyar liraya ulaşan 210 yatırım için ön başvuru yapıldı. Enflasyon oranlarının genel olarak öngörülerimizle uyumlu, ancak gıda ve hizmetler gibi bazı alanlarda hâlâ yüksek seyrettiğinin farkındayız. Yıllık enflasyon yaz aylarından itibaren inşallah düşüşe geçecektir. Konut ve araç piyasasında oluşan fiyat balonu sönmeye başlamıştır.

Toparlanan büyüme sayesinde dış ticaret dengesi önemli ölçüde iyileşti. Şubat’ta yıllık cari işlemler açığı geçen senenin aynı dönemine göre 24,5 milyar dolar azalarak 31,8 milyar dolara geriledi. Altın ve enerji hariç cari denge ise Şubat ayında yıllık 36 milyar dolar fazla verdi. Turizmde ilk üç ayı rekorlarla tamamladık. 9 milyonu aşan ziyaretçi sayımızla yaklaşık 9 milyar dolar turizm geliri elde ettik. 2024 yılı için hedefimizi 60 milyon turist, 60 milyar dolar gelir olarak belirlemiştik. İlk 3 aylık rakamlara baktığımızda hedeflerimize doğru emin adımlarla ilerlediğimizi memnuniyetle ifade etmek isterim.

Orta Vadeli Programımız hamdolsun başarılı bir şekilde çalışıyor. Ülkemizin risk primi 700 baz puan seviyelerinden 290 baz puan seviyesine geriledi. Politikalarımızı uyguladıkça risk primimiz daha da düşecek. Son 1 yılda ülkemize 16,8 milyar dolar net portföy girişi oldu. Bankacılık sektörü ve reel sektörün dış borç çevirme oranları yükseliyor. Geçen yıl Mayıs ayında 97,1 milyar dolar brüt rezervlerimiz 27 milyar dolar artışla 124.1 milyar dolara çıktı. Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası, Asya Altyapı ve Kalkınma Bankası’yla önümüzdeki dönem de 50 milyar dolara yakın kaynağı kalkınma projelerimizde kullanacağız.

“TÜRKİYE EKONOMİDE BELİRLEDİĞİ HEDEFLERİNE DAHA ÇOK ÜRETEREK, DAHA ÇOK İHRACAT YAPARAK VARABİLİR”

Kredi derecelendirme kuruluşları da teker teker not artırımına gidiyor. Burada kritik bir hususu ifade etmek istiyorum. Türkiye ekonomide belirlediği hedeflerine ancak daha çok üreterek, daha çok ihracat yaparak varabilir. Biz çevremizdeki ülkeler gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip değiliz. Petrolümüzü, doğal gaz ve madenlerimizi yeni yeni keşfetmeye, işlemeye, ülkemiz ekonomisine kazandırmaya başladık. Terörden temizlediğimiz Gabar’da petrol üretimimiz günlük 40 bin varili geçti. İnşallah yılsonuna doğru bu rakam 100 bin varile ulaşacak. Yenilenebilir enerjinin sepetimizdeki oranı da aynı şekilde artıyor. Ancak bunlar enerjide dışa bağımlı olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Enerji faturamız büyümemize paralel olarak kabarıyor. Dolayısıyla, bir taraftan üretip, yeni pazarlara ihraç ederken, diğer taraftan da içeride tasarruf kültürünü yaygınlaştırmamız gerekiyor. Daha az kaynak kullanarak, daha büyük etki oluşturacak projelere ağırlık vereceğiz. Buna kamu olarak inşallah biz öncülük ve rehberlik edeceğiz.

Kamuda taşıtlar, binalar, haberleşme giderleri, cari harcamalar, hizmet içi eğitimler, yurt dışı seyahatler, kamu istihdamı gibi pek çok alanda tasarruf kültürünü güçlendirecek adımlar atacağız. Burada amacımız kamuda verimlilikten taviz vermeden ülkemizin kaynaklarının katma değeri yüksek alanlara yönlendirilmesidir. Hem vatandaşlarımıza sunulan hizmetlerin kalitesini artıracağız hem de bunu bütçeye yük oluşturmadan, hatta tasarruf ederek gerçekleştireceğiz. Ekonomi yönetimimizi bu konuda gerekli çalışmaları tekemmül ettirmek üzere talimatlandırdım.

“TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİNİN EĞİTİM SİSTEMİMİZİN NİTELİĞİNİ HER AÇIDAN YÜKSELTECEĞİNE İNANIYORUM”

Son olarak bugünkü Kabine Toplantımızda ekonomi ve dış politika yanında eğitimi ve müfredat konusunu da değerlendirdik. Bakanlığımızın kamuoyunun inceleme ve önerilerine açtığı Türkiye yüzyılı maarif modeli inşallah evlatlarımızı geleceğe çok daha donanımlı, erdemli, başarılı ve şuurlu bir şekilde hazırlanmasını sağlayacaktır. Tek tipçi, yasakçı, formatlayıcı, katı ideolojik eğitim anlayışı yerine, eğitim modelimizi soran, sorgulayan, sanata, bilime, spora, edebiyata önem veren millî ve manevi değerleri kuşanmış bireylerin yetiştirilmesi hedefiyle zaman zaman güncellenmemiş, güçlendirilmemiz temel bir ihtiyaçtır. Türkiye yüzyılı maarif modelinin eğitim sistemimizin niteliğini her açıdan yükselteceğine inanıyorum. Bakanlığımızın web sayfasından teklif, tenkit ve kıymetli fikirlerini bize ileten 57 bini aşkın kurum, kuruluş ve kişiye gönülden teşekkür ediyorum.

Bugün ayrıca atama bekleyen öğretmen adaylarımızın durumunu da mütalaa ettik. Millî Eğitim Bakanımız, Hazine Bakanımız ve ekonomi kurmaylarımıza son bir kez daha görüşecek, ardından öğretmen adaylarımızı bilgilendirecek Bakanlığımız yarın atamaya esas branş dağılımlarını, başvuru takvimini ve süreci paylaşacaktır. Fazla zaman kaybına tahammülümüz yok, kısa zamanda inşallah atamayı da bilhassa Bakanımız açıklayacaktır.”


UAEA İran'a ‘güveni yeniden tesis edecek’ önlemler alma çağrısında bulundu

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün (pazartesi) Tahran'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Direktörü Rafael Grossi'yi kabul etti. (Reuters)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün (pazartesi) Tahran'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Direktörü Rafael Grossi'yi kabul etti. (Reuters)
TT

UAEA İran'a ‘güveni yeniden tesis edecek’ önlemler alma çağrısında bulundu

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün (pazartesi) Tahran'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Direktörü Rafael Grossi'yi kabul etti. (Reuters)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün (pazartesi) Tahran'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Direktörü Rafael Grossi'yi kabul etti. (Reuters)

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Direktörü Rafael Grossi, İran'ı iki taraf arasında ‘güveni yeniden tesis etmek ve şeffaflığı arttırmak’ amacıyla anlayışları yeniden canlandırmak için somut önlemler almaya çağırdı. Grossi, İran'a yaptığı iki günlük ziyaretin başında Tahran'da Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve İranlı baş müzakereci Ali Bagheri Kani ile bir toplantı da dahil olmak üzere üst düzey görüşmelerde bulundu. Grossi söz konusu görüşmelerin ardından İran Atom Enerjisi Kurumu'nun faaliyetleri hakkında düzenlediği uluslararası bir konferansa katılmak üzere İsfahan'a gitti.

Grossi'nin yarın (Çarşamba) sona erecek olan ziyareti sırasında iki taraf arasında çözüm bekleyen konular, özellikle de açıklanmayan nükleer tesislerle ilgili yıllardır süren soruşturma ve müfettişlerinin İran'ın iş birliği yapmamasından şikayetçi olduğu UAEA misyonlarının güçlendirilmesi konularında ayrıntılı görüşmeler yapması bekleniyor.

Grossi, Abdullahiyan ile görüşmesinin ardından X platformu üzerinden yaptığı açıklamada İran tarafını, UAEA Direktörü’nün geçen yıl 4 Mart'ta Tahran'a yaptığı son ziyaret sırasında varılan mutabakata geri dönülmesi için somut adımlar atmaya çağırdı.

Grossi'nin önümüzdeki haftalarda, 3 Haziran'da başlayacak olan UAEA Yönetim Kurulu'nun üç aylık toplantısı öncesinde İran'ın faaliyetlerine ilişkin üç aylık bir rapor yayınlaması bekleniyor.

ABD yönetiminin 35 ülkeden oluşan konseyde İran'la ciddi bir şekilde karşı karşıya gelme konusundaki isteksizliği Grossi'nin etkisi konusundaki kuşkuları arttırdı. Reuters'a konuşan Batılı bir diplomat, “Grossi bir şey elde edebilecek mi? Bilmiyorum, genellikle İran'ın neyi kabul etmeye hazır olduğunu net bir şekilde anlamadan oradan ayrılmaz” ifadelerini kullandı.


Netanyahu: İsrail esir görüşmelerini sürdürürken Refah operasyonu da devam edecek

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
TT

Netanyahu: İsrail esir görüşmelerini sürdürürken Refah operasyonu da devam edecek

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, Savaş Kabinesi’nin, esirleri serbest bırakması ve savaşın diğer hedeflerine ulaşması için Hamas üzerindeki baskıyı arttırmak amacıyla Refah kentinde bir operasyona devam etme kararı aldığını bildirdi.

Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada ayrıca, Hamas'ın son ateşkes önerisinin İsrail'in taleplerini karşılamamasına rağmen, kabul edilebilir bir anlaşmaya varmaya çalışmak üzere müzakerecilerle görüşmek için bir heyet gönderileceği belirtildi.

Refah'ın bombalanması

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre İsrail, Gazze Şeridi'nin güneyindeki kentin doğusunu boşaltma çağrısını yinelemesinin ardından dün akşam Refah'a yoğun hava saldırıları düzenledi.

AFP'nin Refah'taki muhabirinin bildirdiğine göre saldırılar yarım saat boyunca neredeyse aralıksız devam etti ve saat 22:00'den kısa bir süre önce sona erdi.

İsrail ordusu daha önce, Hamas'ın Mısır ve Katar tarafından sunulan ateşkes önerisini kabul ettiğini açıklamasının ardından, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ın doğu mahallelerinde yaşayanlara ‘kara harekâtına’ hazırlık olarak bölgeyi boşaltmaları çağrısını yinelemişti.

İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari dün yaptığı kısa bir basın toplantısında, “Bu akşam (Pazartesi) bölge sakinlerinden belirlediğimiz alanları boşaltmalarını istiyoruz” dedi ve ‘Refah'ın doğu mahallelerinden sakinlerin tahliyesinin başlamasının bölgede bir kara operasyonuna hazırlanmanın’ bir parçası olduğunu açıkladı. Gün boyunca savaş uçaklarının ‘kara operasyonuna’ hazırlık olarak bölgeyi bombaladığını da sözlerine ekleyen Hagari, uçakların Refah bölgesinde ‘terörist’ hedefler olarak tanımladıkları 50'den fazla hedefi bombaladıklarını bildirdi.


İsrail ordusu Refah Sınır Kapısı'nın Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini duyurdu

 Refah Sınır Kapısı'ndaki İsrail tankları (X)
Refah Sınır Kapısı'ndaki İsrail tankları (X)
TT

İsrail ordusu Refah Sınır Kapısı'nın Filistin tarafında kontrolü ele geçirdiğini duyurdu

 Refah Sınır Kapısı'ndaki İsrail tankları (X)
Refah Sınır Kapısı'ndaki İsrail tankları (X)

İsrail Ordu Radyosu'nun bugün (Salı) bildirdiğine göre Hamas'ın Mısır ve Katar'ın Gazze Şeridi'nde ateşkes önerisini kabul ettiğini açıklamasına rağmen İsrail güçleri, Gazze Şeridi'nin güneyinde Mısır sınırında bulunan Refah Sınır Kapısı’nın Filistin tarafını kontrol altına aldı.

İsrail ordusu “Mısır sınırındaki Refah Sınır Kapısı’nın Filistin tarafının operasyonel olarak kontrol altında olduğunu” duyurdu ve ‘özel kuvvetlerin bölgeyi taradığını’ bildirdi.

Ordu, kuvvetlerinin, dün geceden beri Refah'ın doğusunda, bölge sakinlerinin ve bazı uluslararası kuruluşların tahliye edildiği belirli bir bölgede faaliyet gösterdiğini belirtti.

Gazze Sınır Kapıları İdaresi'nden bir sözcü bugün Reuters'a yaptığı açıklamada, Gazze ile Mısır arasındaki Refah Sınır Kapısı’nın İsrail tanklarının varlığı nedeniyle Filistin tarafında kapalı olduğunu söyledi.

Reuters'a konuşan üç insani yardım kaynağı, sınır kapısından yardım geçişinin kesintiye uğradığını bildirdi.

İsrail ordusu sabah erken saatlerde yaptığı basın açıklamasında, “Kerem Şalom Sınır Kapısı güvenlik nedeniyle bugün kapalı. Güvenlik durumu elverdiğinde yeniden açılacaktır” ifadeleri yer aldı.

İsrail daha önce önerilen anlaşmanın şartlarının taleplerini karşılamadığını açıklamış ve anlaşma müzakerelerine devam etme niyetindeyken, Refah'ta saldırılara devam etmişti.

Yedi aydır devam eden savaştaki gelişmeler, İsrail güçlerinin Refah'ı havadan ve karadan bombalamasıyla başladı. Bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin sığındığı kentin bazı bölgelerinin boşaltılması talimatı verildi.

Hamas tarafından dün yapılan kısa açıklamada, “Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır İstihbarat Şefi Abbas Kâmil ile yaptığı iki telefon görüşmesinde, Hamas'ın, ateşkes anlaşması önerisini onayladığını bildirdiği” ifade edildi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi ise ateşkes önerisinin İsrail'in taleplerini karşılamadığını, ancak anlaşmaya varmak için müzakerecilerle görüşmek üzere bir heyet gönderileceğini açıkladı.

dfvevervfr
İsrail ordusunun saldırı tehdidi öncesinde, Gazze Şeridi'nin güneyindeki kentin doğu kesimlerinden sivilleri tahliye etmeye başlamasının ardından Refah’tan ayrılan yerlerinden edilmiş Filistinliler (Reuters)

Katar Dışişleri Bakanlığı, Doha'dan bir heyetin İsrail ile Hamas arasındaki dolaylı müzakereleri yeniden başlatmak üzere bugün Kahire'ye gideceğini açıkladı.

Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada, Savaş Kabinesi'nin Refah'taki operasyonun devam etmesini onayladığı belirtildi. Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi ise X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, ‘Netanyahu'nun Refah'ı bombalayarak ateşkesi baltalama riskini aldığını’ ifade etti.

Gazze'deki sağlık yetkililerine göre İsrail askerî harekâtı 34 bin 600'den fazla Filistinlinin ölümüne neden oldu. Birleşmiş Milletler (BM) ise Gazze'de kıtlığın eli kulağında olduğu uyarısında bulundu.

Gazze'deki savaş Hamas mensuplarının 7 Ekim'de İsrail'e saldırmasıyla patlak verdi. İsrail saldırıda yaklaşık bin 200 kişinin öldüğünü ve 133'ünün halen Gazze'de olduğuna inandığı 252 kişinin esir alındığını açıkladı.

Refah bombardıman altında

Herhangi bir ateşkes, kasım ayında Hamas'ın esirlerin yaklaşık yarısını serbest bıraktığı bir haftalık ateşkesten bu yana çatışmalarda ilk duraklama olacak.

O zamandan bu yana yeni bir ateşkese varma çabaları, Hamas'ın savaşı kalıcı olarak durdurma sözü vermeden daha fazla esiri serbest bırakmayı reddetmesi, İsrail'in ise sadece geçici bir duraklamayı görüşmekte ısrar etmesi nedeniyle sonuçsuz kaldı.

Heniyye'nin Basın Danışmanı Tahir en-Nunu Reuters'a yaptığı açıklamada, önerinin, hareketin Gazze'deki yeniden inşa çabaları, yerlerinden edilen Filistinlilerin geri dönüşü ve İsrailli esirlerin İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklularla takas edilmesine ilişkin taleplerini karşıladığını söyledi.

Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki başkan yardımcısı Halil el-Hayya, teklifin altı haftalık üç aşamadan oluştuğunu ve ikinci aşamada İsrail'in Gazze'deki güçlerini geri çekeceğini ifade etti.

dfvrbt
Eşyalarıyla birlikte araçların arkasında oturan yerlerinden edilmiş Filistinliler (Reuters)

İsrail dün, Gazze Şeridi'nin 2,3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yarısının son sığınağı olan Mısır sınırındaki Refah'ın bazı bölgelerinin boşaltılması emrini verdi.

Sağlık görevlileri, İsrail'in Refah'ta bir eve düzenlediği saldırıda aralarında bir kadın ve bir çocuğun da bulunduğu beş Filistinlinin öldüğünü duyurdu.

Çok sayıda Hamas savaşçısının ve muhtemelen onlarca esirin Refah'ta olduğunu söyleyen İsrail, zafer için bu kilit kentin ele geçirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Diğer taraftan ABD, müttefiki İsrail'i Refah'a saldırmamaya çağırdı ve oradaki sivilleri korumak için henüz açıklamadığı tam bir plan olmadan ilerlememesi gerektiğini bildirdi.

ABD'li bir yetkili, Washington'un İsrail'in Refah'a yönelik son saldırılarından endişe duyduğunu, ancak bunların büyük bir askeri operasyon anlamına gelmediğine inandığını söyledi.

Bazı Filistinli aileler, kısa mesajlar, telefon aramaları ve Arapça broşürler aracılığıyla İsrail ordusunun yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki ‘genişletilmiş insani bölge’ olarak tanımladığı yere gitmeleri yönünde talimat aldıktan sonra, bahar yağmurları altında bölgeden kaçmaya başladı.


Çin ve Fransa cumhurbaşkanları iki devletli çözümün “somut olarak uygulanması” çağrısında bulundu

 Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Emmanuel Macron (AP)
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Emmanuel Macron (AP)
TT

Çin ve Fransa cumhurbaşkanları iki devletli çözümün “somut olarak uygulanması” çağrısında bulundu

 Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Emmanuel Macron (AP)
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Emmanuel Macron (AP)

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron, Çin resmi medyasında bugün (Salı) yayınlanan ve Reuters tarafından aktarılan ortak açıklamada, İran'ın nükleer meselesine siyasi çözüm arama konusundaki kararlılıklarını belirttiler.

İki lider ayrıca iki devletli çözümün "somut olarak uygulanması" çağrısında bulunarak, İsrail'in Batı Şeria'da yerleşim birimleri inşa etme politikasını "kınadı".

Ticari gerilimler ve Ukrayna savaşı nedeniyle Avrupalı ​​liderlerin baskısı altında olan Şi, beş yıldır yaptığı ilk Avrupa gezisi kapsamında Fransa'ya iki günlük ziyarette bulunuyor.