Üç günlük ateşkesin ilk gününde yaşanan patlamalarda 11 Afgan öldü

Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, 13 Mayıs’ta başkent Kabil’de Ramazan Bayramı namazından önce cumhurbaşkanlığı muhafızlarını denetledi (EPA)
Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, 13 Mayıs’ta başkent Kabil’de Ramazan Bayramı namazından önce cumhurbaşkanlığı muhafızlarını denetledi (EPA)
TT

Üç günlük ateşkesin ilk gününde yaşanan patlamalarda 11 Afgan öldü

Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, 13 Mayıs’ta başkent Kabil’de Ramazan Bayramı namazından önce cumhurbaşkanlığı muhafızlarını denetledi (EPA)
Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, 13 Mayıs’ta başkent Kabil’de Ramazan Bayramı namazından önce cumhurbaşkanlığı muhafızlarını denetledi (EPA)

Yerel yetkililer, 13 Mayıs’ta Ramazan Bayramı vesilesiyle ülkede üç günlük ateşkesin başlamasından birkaç saat sonra Afganistan’da dört ayrı patlamada en az 11 kişinin öldüğünü ve 13 kişinin yaralandığını açıkladı. Geçici ateşkesin yürürlüğe girdiği sırada Taliban militanları ve hükümet güçleri arasında doğrudan çatışma yaşandığı yönünde herhangi bir haber mevcut değildi. Ancak yol kenarlarına döşenmiş bombalar, sivil kayıplara ve can kayıplarına neden olmaya devam etti.
Washington’un geçtiğimiz günlerde ABD güçlerinin 11 Eylül’e kadar geri çekileceğini ilan etmesinin ardından ülke genelinde şiddet hızla artarken, Taliban bayram vesilesiyle ateşkes ilan ederken hükümet de buna olumlu yanıt verdi. Afganistan güvenlik güçleri, geçen çarşamba günü Vardak vilayetinde, başkent Kabil dışındaki Taliban kontrolünde olan bir bölgeyi geri almak için bir operasyon başlattı. Ancak ateşkesin başlamasından kısa bir süre sonra operasyon durdu. Bir gün öncesinde ise Kabil yakınlarındaki bir bölgenin merkezine baskın düzenleyen Taliban, kayıplara vererek çekilmek zorunda kaldı.
Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, Ramazan Bayramı namazının ardından cumhurbaşkanlığı sarayında Taliban hareketine, uluslararası güçlerin barışı sağlamak için ülkeyi terk etme fırsatını değerlendirme çağrısı yaptı. Afgan televizyon kanalı TOLOnews, Gani’nin “Uluslararası güçler ülkeyi terk ederken, Taliban’ın bundan daha iyi bir şansı olamazdı” sözlerini aktardı. TOLOnews’e göre Gani, “Halkımız patlamalardan ve intihar eylemlerinden kimin sorumlu olduğunu biliyor” dedi. Yıkım değil, kalkınma istediklerini söyleyen Eşref Gani, “Bugün bölge Afganistan için bir fırsat olduğu kanaatinde” ifadelerini kullandı. Gani, barış çabalarına atıfta bulunarak Taliban’ın niyetinin ne olduğunu görmek istediklerini belirtirken, “Tüm politikacılar, Afganistan liderliğinde bir barış süreci istiyor” dedi. Gani ayrıca, Taliban hareketiyle savaşın, ülkeye bir milyar dolara mal olduğuna dikkati çekti.
Taliban Hareketi, geçen hafta 3 günlük ateşkes ilan etti. Taliban’ın açıklamasına yanıt olarak, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, güvenlik güçlerine ateşkese saygı göstermeleri emri verdi. Taliban ve Afgan güçleri arasındaki üç günlük ateşkes, ülke çapında haftalardır tırmanan şiddetli çatışmaların ardından 13 Mayıs’ta yürürlüğe girdi. İsyancılar tarafından önerilen ve Cumhurbaşkanı Eşref Gani tarafından onaylanan bu ateşkes, Ramazan Bayramı vesilesiyle gerçekleşti. Bu bağlamda Kabil’deki büyük camilere güvenlik güçleri konuşlandırılırken, ibadet etmeye gelen cemaatin de üstleri arandı. Nangarhar vilayetinde yaşayan Amir Can Süleyman Halil, kalıcı bir ateşkes istediklerini söylerken, “Daha mutlu olacağız çünkü daha fazla hayat kurtarılacak” dedi.
Bayram vesilesiyle konuşma yapa Eşref Gani, uluslararası güçlerin ülkeden çekildiği bir zamanda Taliban’a kalıcı bir ateşkes çağrısı yaptı. Gani, “Teslim olmanızı istemiyoruz; Siyasi bir çözümü kabul etmenizi istiyoruz. Savaş bir çözüm değil” dedi. Taliban’ın ülkenin çeşitli bölgelerini kontrol altına almasının ardından tırmanan çatışmalar nedeniyle binlerce Afgan hayatını kaybetti veya kaçmak zorunda kaldı. İsyancılar ve Afgan hükümeti, barış görüşmelerine başlamıştı, ancak görüşmeler şu an duraksamış durumda. Geçmişte, ateşkes anlaşmalarına genel bir saygı gösterilirken, Taliban liderlerinin ülkede faaliyet gösteren tüm gruplar üzerindeki kontrollerini göstermelerinin bir yolu olarak görülüyordu. Aynı şekilde Washington ve NATO, ülkede konuşlandırılmış bütün kuvvetleri ABD’de 2001 yılında yaşanan saldırıların yıl dönümü olan 11 Eylül’e kadar geri çekme taahhüdünde bulundu.
Afgan kuvvetlerin, ABD hava kuvvetleri ve özel kuvvetlerinin koruması olmadan Taliban ile mücadele edebileceğine dair ülkede az bir inanış var. İsyancılar ABD güçleriyle çatışmaktan kaçınırken, Afgan hükümet güçlerine yönelik saldırılarını yoğunlaştırdılar. Geçen haftalarda da bazı illerde çatışmalar yoğunlaştı. Geçen çarşamba günü Taliban, Kabil’de Afgan hükümetinin kontrolü altındaki bir bölgenin kontrolünü ele geçirdi. Taliban, büyük şehirleri giderek kuşatırken, bu da ülkenin dört bir yanındaki şehirlere yönelik büyük çaplı saldırılar başlatmadan önce ABD güçlerinin geri çekilmesini beklediklerini gösteriyor.
8 Mayıs’ta başkentin batısındaki el-Hazare mahallesinde bir kız okulu önünde meydana gelen bir dizi patlamada 50’den fazla kişi öldü ve yaklaşık 100 kişi yaralandı. Saldırı, bir yıldaki en ölümcül saldırı oldu. Yetkililer, Taliban hareketini bu saldırıdan sorumlu tutarken, Taliban ise bunu yalanladı. Birleşmiş Milletler Afganistan Yardım Misyonu (UNAMA), ülkeyi destekleme taahhüdünde bulunurken, UNAMA Başkanı Deborah Lyons, bayram vesilesiyle yaptığı bir açıklamada “Sizi temin ederim ki başka bir yere gitme niyetimiz yok. Yolumuza devam etmeyi ve hepinizin yanında çalışmayı planlıyoruz” dedi. Kız okulu saldırısı sonrasında Afganistan’ın başkenti Kabil’deki üst düzey ABD'li diplomat Ross L. Wilson, ordunun geri çekilmesinin, ABD’nin Afganistan’da ‘kadınların eğitimini destekleme ve savunma’ seferberliğinin sonunun habercisi olmayacağını vurguladı.



Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
TT

Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)

Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) ‘ayrılıkçı’ ve yerinden yönetim yanlısı söylemlerden vazgeçmesini, bünyesindeki ‘terör unsurlarını’ tasfiye etmesini, Suriye ordusuna tam olarak entegre olmasını ve tek bir merkezi otoriteye bağlılık göstermesini talep etti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, SDG’nin ‘terör unsurlarından’ ayrılması gerektiğini belirterek, bununla örgütün ana omurgasını oluşturan ve Ankara tarafından Suriye’de PKK’nın uzantısı olarak görülen YPG’ye işaret etti. Güler, sahadaki paralel güvenlik yapılarının da tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Güler, SDG’nin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta Şam’da imzalanan ve Suriye ordusuna entegrasyonu öngören anlaşmayı, net bir vizyon ve belirlenmiş bir yol haritası çerçevesinde hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.

Entegrasyon yol haritası

Güler, 2025 yılı boyunca yaşanan gelişme ve olayları değerlendirmek amacıyla medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda, ‘tek devlet, tek ordu’ ilkesi çerçevesinde hazırlanan anlaşmanın henüz somut bir gerçekliğe dönüşmediğini ve pratik adımlarla desteklenmediğini söyledi.

 Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, “Entegrasyon süreci, belirsiz ve ucu açık ifadelerle değil, net tarihli, bağlayıcı ve uygulanabilir bir yol haritasıyla yürütülmek zorundadır. Bu bağlamda SDG'nin terör unsurlarından ayrıştırılarak Suriye ordusuna entegrasyonu hayati önem taşıyor” dedi.

Suriye’de yeni bir hükümetin kurulduğunu ve yeni bir cumhurbaşkanının göreve başladığını hatırlatan Güler, “Ülkede düzenin sağlanabilmesi için kendilerine bir miktar zaman tanınmasının gerekli olduğuna inanıyoruz. Suriye Cumhurbaşkanı, ülkesindeki tüm grupları kucaklayacağını açıkladı ve bu taahhüdüne bağlı kaldı, hâlen de bağlı. Suriyeli yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, SDG’nin entegrasyonuna ilişkin tutumlarını görüyor ve anlıyoruz” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)

SDG’nin entegrasyonuna ilişkin ABD’nin tutumu ve bu konuda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı olup olmadığına dair soruya yanıt veren Güler, iki ülke arasındaki temasların sürdüğünü ve ABD’nin yaklaşımında önemli bir değişim yaşandığını söyledi.

Güler, “Amerikalı dostlarımız artık sahadaki gerçeklerin daha fazla farkında. Bu konudaki görüş ayrılıklarımız giderek azalıyor. Ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koyduk, bu konuda geri dönüş yok. SDG mutlaka Suriye ordusuna entegre edilecek” dedi.

SDG’nin de entegrasyondan söz ettiğini belirten Güler, “Ancak onların kastettiği, birlik halinde entegrasyon. Birlik olarak değil, ferdi olarak entegre olmaları lazım. Aksi halde bunun adı entegrasyon olmaz” şeklinde konuştu.

Askeri seçenek

Güler, SDG’nin entegrasyon sürecine uymaması halinde Türkiye’nin tutumuna ilişkin olarak, “Türkiye, tüm olası gelişmelere karşı hazır planlara sahiptir. Ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz ve bugüne kadar yaptıklarımızı yapabilecek güç ve imkâna sahibiz” dedi.

Güler, “Biz 2016'dan itibaren Suriye'deki harekatlarımızı yaparken, ABD de oradaydı, Rusya da oradaydı. Biz yapılması gerekeni hiç kimseye sormadan yaptık ve bitirdik. Önümüzdeki dönemde de ihtiyaç olursa gerekeni kimseye sormadan yaparız” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)

Diğer yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, perşembe günü, Ankara’daki Dışişleri Bakanlığı’nda ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşmeden iki gün sonra, SDG’nin entegrasyon anlaşmasını uygulamamasının ilgili taraflarda sabırsızlığa yol açtığı uyarısında bulundu.

Fidan, “SDG’nin anlaşmaya gecikmeden uyması gerekiyor. Askeri gücün yeniden kullanılmasını desteklemiyoruz; ancak ilgili tarafların sabrı tükenmiş durumda. Şam yönetimi ile SDG arasında entegrasyona ilişkin bir çözümün diyalog yoluyla bulunmasını umuyoruz” dedi.

Milli Savunma Bakanı Güler de Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayarak, “Başından beri tutumumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bundan geri dönüş yok. Suriye’de istikrar ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.

Şam ile iş birliği

Güler, Suriye hükümetiyle yakın temas halinde olduklarını belirterek, uzun yıllar süren sıkıntıların ardından barış içinde yaşama ve yeniden uluslararası topluma entegre olma yolunda önemli mesafe kat eden Şam yönetimiyle güçlü bir koordinasyon ve yapıcı bir iş birliği yürüttüklerini söyledi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, iki ülke arasında geçtiğimiz ağustos ayında imzalanan eğitim ve danışmanlık mutabakat zaptı çerçevesinde, Suriye ordusunun savunma kapasitesinin güçlendirilmesi, kurumsal yapısının geliştirilmesi ve modernize edilmesi ile personel eğitimi başta olmak üzere, özellikle terörle mücadele alanında katkıların sürdürüldüğünü ifade etti.

2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Afrin’i SDG’nin kontrolünden aldığı döneme değinen Güler, bölgede cami, kilise ve okulların ‘terör unsurlarının mevzileri’ haline getirildiğini öne sürerek, operasyonla birlikte Afrin’in terörden arındırıldığını ve tespit edilen tüm tünellerin imha edildiğini söyledi.

Güler sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölgenin en büyük barajı Afrin'in kuzeyinde olmasına rağmen halk susuz bırakılmıştı. Orayı güvenli ve yaşanabilir hale getirdik. Terör örgütünün Rakka ve Deyrizor'daki devam eden tünel kazma faaliyetlerini de yakından takip ediyoruz.”

Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)

TSK’nın bugüne kadar toplam 732 kilometre uzunluğunda tüneli imha ettiğini kaydeden Güler, bunların 302 kilometresinin Tel Rıfat’ta, 430 kilometresinin ise Münbiç’te bulunduğunu ve bu çalışmalar sayesinde söz konusu bölgelerin yeniden yaşanabilir hale geldiğini söyledi.

Öte yandan Güler, İsrail’in ‘yanlış bir güvenlik anlayışına’ dayanan yaklaşımını da eleştirerek, bu tutumun Suriye hükümetine karşı devlet dışı aktörleri kışkırttığını, aşırı güç kullanımına yol açtığını ve zaten kırılgan olan bölgesel dengelere daha fazla zarar verdiğini dile getirdi. Bu durumun istikrarsızlığı derinleştirdiğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu vurguladı.

Güler, İsrail’in güvenlik kaygılarını Suriye’ye saldırarak ve ülkeyi istikrarsızlaştırarak gideremeyeceğini belirterek, bu sorunların ancak yeni Suriye hükümetiyle iyi komşuluk temelinde iş birliği yapılarak ve karşılıklılık ilkesi doğrultusunda ilişkiler kurularak çözülebileceğini ifade etti.


Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
TT

Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor

Michael Harari

Lübnan ve GKRY arasında 26 Kasım'da imzalanan münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması, her iki ülke için de hayati önem taşımasına rağmen, siyasi sahnede büyük ölçüde gözden kaçtı. Bu anlaşmanın önemi, ikili çerçeveyi aşarak, Doğu Akdeniz'de bölgesel iş birliğini güçlendirmek için temel bir sütun oluşturuyor.

İki ülkenin 2007 yılında benzer bir anlaşmaya vardığını, ancak Lübnan meclisinin o zaman bu anlaşmayı onaylamadığını açıklamalıyız. Bugüne kadar mevcut anlaşmanın resmi metni yayınlanmadı ve herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı belirsizliğini koruyor, ancak muhtemelen önemli bir değişiklik olmadı. Şu anda, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın, karmaşık iç siyasi koşullar göz önüne alındığında, anlaşmayı siyasi bir tartışma konusu haline getirmemek için mutlaka meclisin onayına sunmayı düşünmediği görülüyor. Bu yaklaşım yasal ve siyasi soruları gündeme getirebilir, ancak daha önce de belirtildiği gibi, Lübnan'daki ve genel olarak bölgedeki mevcut gelişmeler ışığında, bu sorular anlaşmanın resmi olarak kabul edilmesini engellemeyecektir.

Anlaşmanın başlıca etkileri

Bu anlaşmadan kaynaklanan birkaç önemli noktayı vurgulamakta fayda var. Başlıca noktalar şunlardır:

- Lübnan, münhasır ekonomik bölgesi içindeki enerji potansiyeline yatırım yapma planlarını daha ciddi bir şekilde uygulamaya koyabilecektir. Bu tür bir anlaşma, Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde gaz aramak isteyen uluslararası şirketler için gerekli yasal çerçeveyi ve istikrarı da sunmaktadır.

- Anlaşma, özellikle ada üzerindeki devam eden anlaşmazlıkla ilgili olarak, GKRY’nin siyasi ve bölgesel konumunu güçlendirecektir. Nicosia’nın (Lefkoşa), 2026 yılının ilk yarısında AB dönem başkanlığını kullanarak Lübnan'ın ve genel olarak Doğu Akdeniz'in, Avrupa ile bağlantılı stratejik bir alan olarak çıkarlarını desteklemesi bekleniyor.

Washington'un, Doğu Akdeniz'in enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor

-İki ülke, Yunanistan ve GKRY arasında planlanan ve nispeten ileri aşamalara ulaşan projelere ve GKRY ile İsrail arasında yıllardır öneri ve duyuru aşamasında kalan projelere benzer şekilde, aralarında denizaltı enerji kablosu döşeme projesini inceleme konusunda anlaştı. Bazı ülkelerin birçok açıdan “enerji alanında izole adalar” olması nedeniyle, özellikle enerji sektöründe bağlantı meselesi günümüzde son derece önemli. Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın Rus gazına bağımlılığını azaltma çabalarıyla birlikte, bu artan öneme ışık tutmuştur.

GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)

- Bu anlaşma, Suriye'nin Lübnan ile münhasır ekonomik bölgesini belirlemeye başlamasının önünü açıyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın üzerindeki ağır yükümlülüklere rağmen, rejimini sağlamlaştırmadaki başarısı, ülkenin yeniden inşa çabaları için Suriye sularındaki enerji kaynaklarının hayati önemi göz önüne alındığında, bu yönde ilerlemesini sağlayabilir. Bu bağlamda, Ankara açısından Kıbrıs sorunu ve karmaşık Türk-Yunan ilişkileri üzerindeki doğrudan etkileri göz önüne alındığında, burada Türkiye boyutu çok önemli, hatta belki de belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.

-ABD bu anlaşmayla ilgili müzakerelere doğrudan katılmadı, ancak şüphesiz ki bu durum hem iki ülke hem de genel olarak bölge açısından ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor. Washington'un Doğu Akdeniz'deki enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor.

İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor

-Lübnan-GKRY anlaşması, Lübnan'ın karasularında potansiyel gaz keşiflerine kapı açması nedeniyle Lübnan'ın çıkarlarına çeşitli şekillerde hizmet ediyor. Bu, ülkenin kötü ekonomik durumunu iyileştirmeye ve hatta Lübnan'ın bölgesel entegrasyonunu artırmaya katkıda bulunabilir. Bu bağlamda, Ocak 2019'da kurulan ve Filistin de dahil olmak üzere yedi üyeden oluşan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na Lübnan'ın katılımına yönelik davetin yeniden canlandırılmasının önemi açıkça ortaya çıkıyor. Bu davet, forumun kurulmasının ardından, İsrail ile aynı masada oturmasının zorluğu göz önüne alınarak, Lübnan'a ilk aşamada gözlemci statüsü verilmesi önerisiyle birlikte yapılmıştı. Lübnan o dönemde bu çağrıya yanıt vermemiş olsa da büyük olasılıkla İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki ülkelerle, siyasi diyaloğa giderek daha açık hale geldiği göz önüne alındığında, bu seçenek bugün daha uygulanabilir görünüyor.

-Türkiye, katılmadığı ve çıkarlarının dikkate alınmadığı bu gelişmelerden endişe duyuyor. Ankara, daha önce 2007 yılında Beyrut ve Lefkoşa (Nicosia) arasında imzalanan anlaşmayı kınamıştı ve mevcut anlaşmayla ilgili olarak da aynı tutumunu tekrarlıyor; ancak tepkilerinin siyasi kınamayla sınırlı kalması bekleniyor. Bu arada, Türkiye'nin öncelikli odağı, Şara rejiminin istikrarını pekiştirmeyi ve Şam ile ilişkilerindeki çıkarlarını güvence altına almayı amaçladığı Suriye arenasıdır. Bu bağlamda, büyük olasılıkla Ankara iki ülke arasında bir deniz anlaşması imzalamayı hedefleyen Suriye-Lübnan hamlelerini yakından izlemektedir.

Bu gelişmelerin en yenisi, dün açıklanan ve önümüzdeki 15 yıl boyunca büyük miktarlarda doğalgaz ihracatını öngören İsrail ve Mısır arasındaki doğalgaz anlaşmasının onaylanmasıdır. Bu son derece önemli bir gelişme, zira iki ülke arasındaki ikili ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, bu anlaşma, Mısır'ın kilit rol oynadığı Doğu Akdeniz'in bölgesel yapısının sağlamlaştırılmasına da önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre ancak, İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor. Netanyahu, anlaşmayı onaylamak için Amerikan baskısına boyun eğiyormuş gibi görünmeyi tercih etmiş görünüyor; bu hamlenin temel nedeni ise İsrail iç politikasıyla ilgili çağrışımlardır.

Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli, çünkü bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu

Daha geniş anlamda, Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli. Bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu ve kurulan bölgesel yapı, özellikle son iki yılda, ilgili tarafların karşılaştığı zorluklara ve meydan okumalara rağmen, olağanüstü bir direnç kapasitesi sergiledi. Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte, özellikle Ankara ve Kudüs'ün pozisyonlarına odaklanarak gelişmeleri izlemek zorunlu hale geldi, çünkü Suriye arenası aralarında açık bir rekabet alanına dönüştü. Türkiye, İsrail'in bölgesel hegemonya hırsı olarak tanımladığı adımları endişeyle takip ediyor ve bu nedenle İsrail ve Türkiye'nin bakış açılarının net bir şekilde anlaşılması hayati önem taşıyor. Bu bağlamda, Suriye konusunda devam eden görüşmelere benzer şekilde, doğrudan ve belki de başlangıçta gizli bir Türk-İsrail diyaloğu, karşılıklı anlayışı sağlamak ve yanlış değerlendirmeleri önlemek için gerekli bir adım olabilir.

Total Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyorTotal Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyor

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Doğu Akdeniz, bölgesel gelişmeleri yönlendiren önemli bir ikincil eksen haline gelirken, devam eden çatışmalar yanlış yorumlamalara veya yanlış anlamalara yol açabilir. Bu durum, gelişen bölgesel mimariye tüm aktörleri dahil etmenin yollarını bulmaya odaklanan yaratıcı bölgesel diplomasiye duyulan ihtiyacın altını çiziyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
TT

Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)

Alex Croft 

Ülke medyasına göre Rusya, göreve başlamasının üzerinden sadece iki ay geçen yeni MI6 Başkanı'nın Rus mevkidaşıyla "uzun" bir telefon görüşmesi yaptığını iddia etti.

Rusya Dış İstihbarat Servisi SVR'nin direktörü Sergey Narışkin, Gizli İstihbarat Servisi (Secret Intelligence Service, SIS ya da MI6 olarak biliniyor) başkanlığı görevine ekimde başlayan Blaise Metreweli'yle konuştuğunu söyledi.

Rus haber ajansı TASS'a göre Narışkin, "Yeni atanan MI6 Başkanı [Blaise] Metreweli'yle, birkaç gün önce oldukça uzun bir telefon görüşmesi yaptım" dedi.

Narışkin, Rus istihbarat görevlilerinin Londra'da resmi çalışma yürüttüğünü ve SIS görevlilerinin de Moskova'da aynı şeyi yaptığını ekledi.

Rus siyasetinde çeşitli üst düzey görevlerde bulunan ve 2016'dan beri SVR'yi yöneten Narışkin, yapıldığı iddia edilen görüşmeyle ilgili başka ayrıntı vermedi.

Sky News'a konuşan askeri analist Michael Clarke, Moskova'nın "Washington'da devam eden müzakereler nedeniyle... Britanyalıların bir şekilde kendilerinin ilgisini çekme çabasında olduğunu ima etmeye çalıştığını" söyledi.

Ancak bu görüşme, MI6'in ilk kadın başkanı Metreweli'nin yeni görevinde kamuoyu önünde yaptığı ilk büyük konuşmada, "agresif, yayılmacı ve revizyonist" Rusya'nın artan tehdidine karşı uyarıda bulunmasından sadece birkaç gün sonra geldi.

Metreweli, Birleşik Krallık'ın (BK) "barış ve savaş arasındaki bir alanda" hareket ettiğini ve Ukrayna çatışması sürerken Rusya'nın da kendilerini "gri bölgede test ettiğini" söylemişti.

"Putin hiç şüpheye kapılmasın; desteğimiz sürecek. Ukrayna adına uyguladığımız baskı devam edecek" diye eklemişti.

The Independent cevap hakkı için BK Dışişleri Bakanlığı'yla temasa geçti.

Clarke, bu "çok ama çok hassas bir konu" olduğu için Britanyalıların bu görüşmenin gerçekleştiğini kamuoyu önünde "asla" itiraf etmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Britanyalı liderler... Bunu yaptıklarını asla ama asla açıklamamalı ve Narışkin'in bunu yapması, onun kendi planına sahip olduğunu gösteriyor.

Avrupalı liderler Ukrayna'nın savaş çabalarına sağlanan finansmanın geleceği üzerine Brüksel'de kritik görüşmeler yaparken Narışkin'in yorumları gündeme geldi.

AB liderleri, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına ilişkin bir anlaşmayı onaylayamasa da Ukrayna'nın gelecek iki yıllık finansman ihtiyacının yaklaşık üçte ikisini karşılayacak 90 milyar euroluk bir anlaşmayı kabul etti.

Kredi için gereken para, dondurulmuş Rus varlıklarından fon çekmek yerine Çekya, Macaristan ve Slovakya hariç 27 AB ülkesinden 24'ünün ortak borçlanmasıyla sağlanacak.

Vladimir Putin cuma günü düzenlenen yıl sonu konferansında Avrupa'nın, "soyguncular açısından ciddi sonuçlar doğuracağı için soygunu gerçekleştiremediğini" söyledi.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news