Rafsancani: Tahran rejimi Filistin’i istismar ediyor

İran, Suriye ve Yemen’e müdahale ederken ve içeride İranlıların hakları engellenirken, Tahran’ın Filistin meselesine dair tutumu çelişkili

Faize Haşimi Rafsancani
Faize Haşimi Rafsancani
TT

Rafsancani: Tahran rejimi Filistin’i istismar ediyor

Faize Haşimi Rafsancani
Faize Haşimi Rafsancani

Camelia Entekhabifard
İran siyasetinin önemli ismi Ayetullah Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin kızı olan Faize Haşimi, İran rejimine yönelik can yakan eleştirileriyle tanınan siyasi bir aktivist. 1996’da Tahran’da en çok oy alan ikinci kişi olarak İran parlamentosuna seçildi. Açık sözlülüğü ve hükümete yönelik aleni eleştirisi, onu geçen yıllarda cezaevine soktu. Son zamanlarda Donald Trump hakkındaki tartışmalı açıklaması (hükümete daha fazla baskı yapacağı için Trump’ın yeniden seçilmesinin İranlılar açısından daha iyi olacağını söylemişti) ve Haziran ayındaki İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanmayacağını belirtmesi tartışmalara yol açtı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Persian’dan aktardığı röportajda Rafsancani, Suudi Arabistan ile ilişkiler de dahil olmak üzere, dış baskıların İran rejiminin politikalarına etkisi hakkında konuştu. Ayrıca seçimlere katılmamasının nedenlerinden ve İran hükümetinde yer alan reformistlerin kendilerini içinde buldukları çıkmazdan bahsetti. İslam Cumhuriyeti rejiminin zirvesindeki isim olan Ayetullah Hamaney’in ölmesi halinde oğlu iktidarı miras alamazsa, ülkeyi yönetmesi için üç kişilik bir heyet atanacağı belirtti. İran rejiminin zirvesindeki liderlik makamının adı “Veliyyi Fakih” ve “Devrim Rehberliği” şeklinde isimlendiriliyor.

Seçimler ve reformistlerin çıkmazı
Kendisinin ve onu takiben İranlıların seçimlere katılmamasının İran İslam Cumhuriyeti açısından önemli olup olmadığı sorusuna ve “Halkın katılım oranının düşüklüğü, seçimlerin meşruiyeti için bir sorun teşkil etmiyor” diyen Anayasa Koruma Konseyi Sözcüsü Abbas Kedhudayi’nin ifadeleri hakkındaki soruya ise yanıt veren Faize Haşimi, “Vatandaşların seçimlere katılmamasının, muhafazakarlara oy vermeyen toplumun evde kalacağı anlamına geldiğini düşünüyorum, bu onların arzusu. Bunlar seçimlere katılırsa, muhafazakârlar seçimleri kazanamayacak. Tıpkı son seçimde Ruhani'nin ve ondan önce Hatemi’nin kazanması gibi. Ancak Kedhudayi’nin, seçimlerin meşruiyetini zedelenmeyeceği yönündeki ifadelerinin doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü halkın oy kullanıp kullanmama hakkı vardır. Oy kullanmazlarsa, yasal açıdan bakıldığında, bir aday oyların küçük bir yüzdesini kazansa bile sorun olmaz. Ama bence rejimin meşruiyeti sorgulanabilir. Çünkü oy vermeyenler temelde protesto ediyorlar ve oy kullanmayarak bir şeyler söylemek istiyorlar. Ve katılımcıların yüzdesi düşükse bu, oy vermekten çekinenlerin bir sorunu olduğu anlamına gelir. Onların, sonu olmayan bir reddi bulunuyor. Zira oy sandıklarını sonuca ulaşmaları açısından önemli görmüyorlar. Hükmün, çoğunluk oyuna göre ilerlediğini ve çoğunluğun istediğini elde ettiğini düşünmüyorlar. Vatandaşın oyu hükümet için önemliyse, bir şeyin değişmesi gerekir. Ve insanların oy kullanmaya gitmemesinin nedeni, değişiklik arıyor olmalarıdır. Onlar, oy kullanmayarak bir şeyler göstermek istiyorlar. Hükümeti yönetenler bunu umursuyorlarsa, sistemdeki birçok şeyin baltalanacağını bilmeli” değerlendirmesinde bulundu.
Eski İranlı parlamenter, reform hareketini sert bir şekilde eleştirirken, kısmi olarak da bu meseleye değindi. Bu bağlamda kendisine şu soru yöneltildi; Reformistler iktidar mücadeleleri için sloganları terk ettiler mi? Öte yandan muhafazakârlar için iktidarın ana çekirdeğiyle bağlantılara sahip olmanın politikadaki yerlerini uzun süre garanti altına almak anlamına geldiği iyi biliniyor. Reformistlere yöneltilen eleştiriler ve kamu desteğinin olmadığı göz önüne alındığında, İran siyasetinde, seçimlerinde, yönetiminde ve kontrolünde herhangi bir tıkanıklık görüyor musunuz? İran halkının yıllardır iktidarda herhangi bir temsilcisi bulunmuyor ve her protestolarında şiddetli bir baskıyla karşılaştılar. İran halkına yönelik bu siyasi ablukanın akıbeti ne olacak?
Rafsancani, söz konusu sorulara yanıt verirken, “İzin verin bazı varsayımlarınızı düzelteyim ve kendi fikrimi sunayım. Reformistler, iktidar mücadelesinin bir parçası değil. Keşke olsalardı. Onlar, en zayıf koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. Taviz vermeye devam ediyorlar ama hiç taviz almıyorlar. İktidar peşinde değiller. Reformistler, statükoyu sürdürmek istiyor ve tamamen onun ağına düşmüş haldeler” değerlendirmesinde bulundu.


Eski İran Milletvekili Faize Haşimi Rafsancani, parlamentoda konuşuyor (AFP)

Rafsancani, “İran halkının yıllardır iktidarda temsilcisinin olmadığı söyleminize katılmıyorum. Ne zaman seçim yapılsa, halkın temsilcileri parlamentoya, şehir konseylerine, başkanlığa ve Uzmanlar Meclisi’ne gitti. Ancak son 4 yıldır, yani babamın ölümünden beri reformcular yolunu yitirdi. Son 4 yılda, halkın temsilcileri ya halkla bağlarını kaybetti ya da bu bağlar önemli ölçüde azaldı. Halkın taleplerine bakmaz oldular ve maalesef diğer yolu seçtiler: Halktan uzak, iktidara yakın olmak” ifadelerini kullandı.
Faize Haşimi, “Siyasi tıkanıklıklar olduğunu düşünmüyorum. Ama reformcu hareketin çıkmaza girdiğini görüyorum. Hükümet, insan hakları, ekonomik kalkınma, yönetim ve diğer pek çok konuda kimi reformlar yapmaya çalışanların gitgide çıkmaza girdiğini düşünüyorum ama bunu tanımlamak için en doğru terim ‘politik çıkmaz’ mı emin değilim. Ancak insanların oy kullanmayabileceği gerçeği, bu kişilerin reform hareketinin çıkmazda olduğunu gördükleri anlamına gelir ve insanlar ne kadar denerse denesin, olması gereken şey çok sınırlı bir ölçüde bile gerçekleşmez” dedi.

Hamaney’den sonra ne olacak?
Toplumun büyük bir kesimi, bu seçimlere katılmayacak olsa da diğer yandan seçimlerin oldukça önemli olduğuna dair konuşmalar devam ediyor. Çünkü Ayetullah Hamaney’den sonrası ilgili sorular var ve birçokları bu seçimleri kazanan herhangi bir siyasi çizginin Devrim Rehberi’nin ölümünden sonra iktidarı elinde tutabileceğini düşünüyor.
Bu bağlamda Rafsancani’ye, ‘Rehberlik makamının miras yoluyla geçmesi mümkün mü? Yani Ayetullah Hamaney’in oğlu babasının halefi mi? Şu anda siyasi tıkanıklıkla karşı karşıyayız ve Rehber’in politikayı tepeden kontrol ettiğini görüyoruz. Nitekim halk, herhangi bir siyasi yetkili veya bahsettiğiniz herhangi bir seçilmiş yetkili halkın fikrini dayatamıyor. Bu devam edebilir mi? İslam Cumhuriyeti, Ayetullah Hamaney’den sonra da devam ederse, Rehberlik makamı nasıl ayakta kalabilir?” sorusu yöneltildi.
Faize Haşimi Rafsancani ise, “Bu seçimi diğerlerinden farklı görmüyorum ve Ayetullah Hamaney sonrası kimin Rehber olacağı konusunu etkileyeceğini düşünmüyorum. Devrim Rehberi olmaya giden yol, Cumhurbaşkanı olmaya giden yoldan ayrı. Onları birbiriyle bağlantılı görmüyorum. Aynı zamanda Rehberliğin miras yoluyla geçip geçmeyeceğini gerçekten ön göremeyiz. Edindiğim bilgilere göre gelecek Devrim Rehberini üç kişilik bir komite seçebilir. Ancak bu, bugün kim cumhurbaşkanı olursa, mesela Reisi, sonraki Rehber olacak demek değil. Bu olur ya da olmaz, ama ben cumhurbaşkanı olmakla Rehberlik arasında bir bağ olduğunu düşünmüyorum” şeklinde yanıt verdi.
Hamaney’in halefini seçecek üç kişilik bir komitenin detayları hakkında ise Rafsancani, “Birkaç yıl önce bu komitenin kurulduğunu, ancak resmi olarak ilan edilmediğini duyduk. Belki de böyle bir yapı aslında mevcut değil ve belki duyduğumuz bu bilgi kamuoyunu yanıltmak için de yayılmış olabilir. Bu komite Hamaney sonrası kimin Rehber olacağına karar verecek, ancak komitenin yapısının bizim duyduğumuz gibi olup olmadığından da emin değilim. Bunu birkaç yıl önce duyduk. Belki üyeleri arasında Reisi ve belki de Laricani de vardır ama emin değilim. Şu an bu üç kişilik komitenin üyelerinin kim olduğunu hatırlamıyorum ve daha fazla bilgiye sahip değiliz” ifadelerini kullandı.
İran’da yaşayan ve hayatı boyunca politik çalışmalar yapmış olma tecrübesine dayanan Rafsancani, Ruhani bir lider tarafından yönetilen İslam Cumhuriyeti’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Ayetullah Hamaney’den sonra, bir sonraki Rehber’i bugün olduğu gibi iktidarın çoğunu elinde tutacak mı? sorularına yanıt veren Rafsancani, şu ifadeleri kullandı;
“Evet tabi ki. Rehberlik, anayasal bir makamdır ve biz anayasayı değiştirene kadar, doğal olarak bu sistem devam edecektir. 1989’da, yani devrimden 10 yıl sonra yapılan değişikliklerin ardından anayasanın değiştirilmesi gerçekten zorlaştı. Her şey Rehber’in görüşüne bağlı ve onun tarafından onaylanması gerekiyor. Yeni bir anayasa referanduma götürülmeden önce ruhani Rehber’in her şeye karar vermesi gerekiyor. Rehberlik makamının gelecekte hayatta kalmayacağına dair hiçbir kanıt yok. ‘Bu rejim faaliyetlerine devam edebilir mi?’ sorusuna gelince, evet, rejim olduğu gibi devam edebilir. Bu ülkenin her yerinden para fışkırdığı için ve para olduğu sürece rejim yaptıklarına devam edecek.”

Devrim Muhafızlarının Yolsuzluğu
Rafsancani konuşmasında, finansal ve parasal kaynakların ülkeye akışına dikkati çekti. Bu bağlamda bu paranın çok adaletsiz şekilde dağıtıldığı bilinirken, yolsuzluğun yayılma nedenlerinden birinin de ülkenin tüm ekonomik kurumlarına karışan, siyasete, kültüre ve güvenliğe dahil olan Devrim Muhafızları’nın rolü olduğu ifade ediliyor. Bu çerçevede Faize Haşimi’ye ‘Silahlı bir gücün iktidarın tüm organlarında var olması İran’ın geleceği için ne kadar tehlikeli?’ sorusu yöneltildi. Rafsancani ise yaptığı açıklamada, “Buna gelmeden önce, yanlış yönetimin en önemli sorunlarımızdan olduğunu söylemeliyim. Çünkü İran’da meritokrasi yok, işe liyakat ve ehliyet sahipleri getirilmiyor. Makamlar politikaya, ideolojiye ve ahlaki değerlere göre dolduruluyor. Uzmanlar kenara atılıyor ve kullanılmıyor. Yetişmiş yöneticilerimiz yok ve bu, İran’ın şu an baş problemlerinden” ifadelerini kullandı.

Rafsancani sözlerinin devamında ise şunları söyledi;
“Paranın doğru yerlere harcanmaması sorunu da büyük oranda bu yanlış yönetim sorunuyla alakalı. Şu anda pek iyi yöneticilerimiz yok. İyi ve uzman yöneticileri nadiren görüyoruz. Devrim Muhafızları hakkında söylediklerin doğru. Ne yazık ki şu anda her şey Devrim Muhafızları’na çıkıyor. Ekonomi, sosyal işler, siyasi işler, yargı ve politikada onların izlerini görebilirsiniz. Bu, anayasaya aykırıdır ve Devrim Muhafızları’nın dahli, yanlış yönetim sorununun da nedenlerindendir.”
Röportajda, Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) rolü, bölgeye müdahalesi, Suudi Arabistan-İran ilişkileri ve neden olduğu sorunlar üzerinde de duruldu. Haşimi Rafsancani’nin hükümette ciddi muhaliflerin varlığıyla, iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için çok çaba sarf ettiği biliniyor. Peki ya kızı, İran ile Suudi Arabistan arasında ilişkilerin varlığının, İran ekonomisi üzerinde olumlu bir etkisi olabileceğini, kapıyı İranlı hacılara ve bölgede barış ve güvenlik varlığına açabileceğini düşünüyor mu? Ayetullah Hamaney, Riyad ile var olan gerginliği yatıştırmak için Devrim Muhafızları’nın davranışını değiştirebilir mi? Dini Lider’in ‘Bu gerginlik, olumsuz diplomasiyi, yani bölge işlerine müdahaleyi atlatma yolunu teşvik ediyor’ dediğini duyduk.
Söz konusu sorular çerçevesinde Rafsancani, Suudi Arabistan ile ilişki kurma fikrine de değinirken, “Öncelikle, söz konusu ifadeler Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’e ait. Ve aslında bu alanda öncelik diplomatik değil siyasidir. Ne yazık ki yıllardır dış politikamız, saldırgan hale geldi ve diğer ülkelerle uluslararası hukuk ilkelerine dayalı yapıcı ve kapsamlı bir etkileşime sahip değil. Tabi ki İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde yaşanan bozulmanın tüm sorumluluğunu Devrim Muhafızları’na yükleyemem. Bunun, hükümetin kendisinin bir başarısızlığı olduğunu düşünüyorum. Özellikle de babam hayattayken bu konuda, hiçbir çaba sarf edilmedi. Aslında fırsat kaçırıldı. Asıl konuşmama şimdi başlıyorum. Sonucun ne olacağını bilmiyorum, ama başkanlığı muhafazakârlar üstlenirse, bu sorunu elbette mevcut şartlar altında çözeceklerini düşünüyorum. Çünkü sorunlarımızdan biri de istediğini yapmak istediği ve bunları kimin adına yapacağıdır. Hükümet adına ya da reformistler adına yapabilir ya da iktidardaki muhafazakarların bir kısmı adına yapabilirler. Ortaya çıkan tıkanıklıkların çoğu bu ayrıntılardan kaynaklanıyor” ifadelerini kullandı.
Rafsancani, “Meclis’teki İslami ittifak grubunun merkezi konsey üyesi Hamidrıza Taraki, ABD ile müzakereler yapılacaksa bunun, muhafazakârların işi olduğunu söyledi. Belki şu an Suudi Arabistan ile ilişkiler meselesini çözme yönüne gideceklerdir, çünkü ister Ortadoğu bölgesi ister tüm İslam ve Arap ülkeleriyle ilişkileri açısından olsun bu durum önemli. Bu, ülkelerle ilişkilerimizin geliştirilmesinde çok önemli bir rol oynayacak. Suudi Arabistan’a yalnızca bir ülke olarak bakmıyoruz. O, çok sayıda Arap ve İslam ülkesini temsil ediyor. Dolayısıyla onunla ilişkilerimiz, tüm bu İslam ülkeleriyle ilişkilerimizi etkiliyor” dedi.
Suudi Arabistan’ın İran’la ilişkisinin önemi göz önüne alındığında Hamaney’in, İran’ın Arap dünyasındaki nüfuzundan ve Arap ülkelerinin işlerine karışmasından elde ettiği faydalara rağmen İslam Cumhuriyeti’nin ilişkilerin kurulmasına tamamen aykırı olan davranış ve politikasını gözden geçirmesi mümkün mü?


Haşimi Rafsancani’nin ölümü, Arap bölgesiyle sakinleşme çabalarını etkiledi (AFP)

Söz konusu soruya yanıt veren siyasi aktivist, “Tecrübeler, stres altındayken davranışlarımızı genellikle biraz değiştirdiğimizi ortaya koydu. Nükleer anlaşmayla ilgili mevcut sorunlar ve ABD’yi anlaşmaya geri döndürmek amacıyla devam eden görüşmeler, bu meseleyi aynı çerçeveye koyarsak çözülebilir. Artan uluslararası baskı varlığının ve İran’daki etkilerinin bizi politikamızı değiştirmeye ittiğini düşünüyorum. Ama aynı zamanda baskının da doğal olarak devam edeceğine inanıyorum. Pek bir umudum yok, olağandışı bir durumu kabul etmeli ve ardından politikaları değiştirmeye karar vermelisiniz. Yetkililerin çoğunun konuşmalarına bakarsanız, çiçekler ve kuşlar varmış gibi konuştuklarını göreceksiniz. Onlara göre gücün, büyümenin, gelişmenin, ilerlemenin, ahlakın, kültürün ve her şeyin zirvesindeyiz ve dünya devriliyor! Gelişmiş ülkelerin birçok sorunu var. Biz tepedeyiz, hepsi ise en aşağıda!” açıklamasında bulundu.

İran’ın Filistin konusundaki tutumu çelişkili
Bölge siyasetini genişletmek istediğimizde İsrail’le ister istemez karşılaşacağız. Ateşkes sağlanan Filistin ve İsrail arasındaki çatışma meselesine yöneleceğiz. İslam ülkeleri, Filistin’i destekledi ve ateşkes koordine edildi. Öte yandan Tahran’ın son 42 yıldır kendisini Filistin halkının yegane destekçisi olarak görmesine rağmen radikalizm yanlısı grupların desteklenmesi, Filistin halkının koşullarını şimdiden daha da kötüleştirdi. Bu çerçevede İran’ın Filistin ve İsrail’e yönelik politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rafsancani, “Başlangıçta bazı hipotezler sunmama izin verin. İsrail saldırgan ve suçludur. Size Filistin’in işgalini anlatayım. Tarihe baktığımızda İran’ın istila edilmiş birçok parçasını görürüz. Örneğin Türkmençay Antlaşması, Gülistan Antlaşması ve çeşitli savaşlar; İran aynı şeyi yapmadı.

Kırım işgali ve Suriye’de katliamlar
Şu an Rusya’nın Kırım yarımadasını gasp ettiğini görüyoruz. Bir toprağın gasp edilmesi hususunda bu kadar hassassak Rusya ile nasıl iyi olabiliriz? Orası bizim için önemli değil ama burası bizim için çok önemli! Burada Müslümanların var olduğunu söylüyorlar. Bir soru sormak istiyorum. Arap Baharı’ndan sonra Suriye’de ölenlerin sayısı ne kadar? Beşşar Esed’i korumak için, Suriye’de baştan beri danışman ve dini türbelerin savunucusu olarak faaliyet gösterdik. Bize yöneltilen pek çok suçlama var, bunlar az değil. Bu durumla benim bir ilgim yok. Bunu kendimiz kabul ettik ve resmen ilan ettik. Suriye’de 10 yıldan az bir süre zarfında ölenlerin sayısına bakarsak, geçen yüzyılda Filistin topraklarının işgali ve İsrail suçları nedeniyle öldürülen Filistinlilerin sayısından çok daha fazla olduğunu görürüz. Müslümanları öldürmek kötü bir şeyse, bu kadar çok Suriyeli Müslümanın öldürüldüğü bir yerde nasıl bulunabiliriz? Bu, bizim bir çelişkimiz olduğu anlamına gelir. Filistin halkını veya Filistin’i destekleyen bu politika benim hoşuma gitmiyor. Çünkü adaletsizlik ve suçla yüzleşmek istiyorsak, orada söz sahibi olabilmek için doğru bir örneklik ortaya koymalıyız. Tam tersine İran kötü örnekliğin adresi. Koşullarımız İsrail’den daha kötü. Suriyeli sivillerin katledilmesi veya Yemen’de yaşananlarla ilgili olarak bize yöneltilen suçlamalar var” değerlendirmesinde bulundu.

İranlı Sünniler
Faize Haşimi Rafsancani, “Filistinli Sünnilerin haklarını savunmak istiyorsak, o zaman neden önce İran’daki Sünnilerin haklarına değinmiyoruz? Onlar, bu ülkede eşit haklara sahip değiller. Neden bu politikayı takip etmemiz gerektiğini anlamıyorum. Filistin’deki durumu her geçen gün daha da kötüleştirdiğimize inanıyorum. Yaser Arafat, Filistin’de basit bir isim değildi. Barış için gitti, ama biz onu terk ettik. İslami Cihat ve Hamas hareketlerine destek verdik. Ve politikalarımızı değiştirdik. Filistin ve İsrail ile ilgili takip ettiğimiz politikaların, adaletsizlik ve suçla mücadele için samimi ve gerçek olduğu fikrini kabul etmiyorum” dedi.

İki devletli çözüm
Faize Haşimi, “Tarih boyunca tüm bu ülkeler parçalandı ve birleşti. Çok fazla hassasiyet yoktu. Şu an inanıyorum ki, eğer kalbimiz gerçekten Filistin halkının iyiliği için atıyorsa, iki devletli çözümü desteklememiz gerekir. Şu an dünya siyasetine baktığımızda Müslüman ülkeler, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğerleri buna onay veriyor. Yan yana yaşayabilecek iki devlet inşa etmeye doğru ilerlemek için bu fırsatı değerlendiriyorlar. Bu ülkeler, 70 yıldan fazla bir süredir savaşıyorlar. Peki ne oldu? Nereye gittiler? Her şey tekrar tekrar tecrübe edilemez. Elbette bu, Batı’nın İsrail’e 1967 sınırlarına dönmeleri konusunu ciddiye alması için baskı uygularsa gerçekleşecek ve iki devletin kurulması sağlanacaktır” dedi.

İran rejimi Filistin’i istismar ediyor
İslam Cumhuriyeti liderlerinin Filistin’den gerçekten ne istediklerini sorduğumuzda Rafsancani, “Tahran’ın, ondan bir şey istediğine inanmıyorum. Düzenli olarak harcıyor ve hiçbir şey almıyoruz. Bu, İslam Cumhuriyeti'nin kimliğini vurgulamak içindir. ‘Bir tavuğun tek bacağı vardır’; Bu, aynı hatalarda inat ve ısrar eden bir İran atasözüdür. Ona sahip değilmişiz gibi görünüyorsak, İslam Cumhuriyeti olmayacağız. Mahmud Abbas ve öncesinde Yaser Arafat, barış sağlayıp bağımsız bir Filistin devleti kursa da kimliğimizi korumak için bu politikalarda ısrar etmek istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Rafsancani, “Her zaman mevcut kritik durumda kalabilmemiz için bunun bir kimlikten fazlası ve daha fazla iç tüketim aracı olduğunu düşünüyorum. Şu ana kadar bu meselenin bir faydası bulunmuyor, sadece İran’ın maliyetlerindeki bir artışı temsil ediyor. Örneğin ABD ile ilişkimizin olmaması, kimliğimizin bir parçası haline geldi. Bu yanlış politikaya zaman harcamak için bir nedenimiz yok. Bu konuda halkımızın kaderini tamamen feda ettik. Ticaretimizi ve ekonomimizi feda ettik. Filistin’de de durum böyle” dedi.

Bir sonraki cumhurbaşkanı kim olacak?
İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerine, adayların ve bir sonraki cumhurbaşkanının uygunluğuna ilişkin beklentilerine değinen Rafsancani, “Seçimlere gelince, kimin kalacağını ve kimin dışlanacağını kestirmek ve nihayetinde bir sonraki başkanın kim olacağını bilmek zor. 52 yetkilinin ismi kayıtlı. Anayasa Koruma Konseyi, adaylar için bir dizi koşul belirledi. Cumhurbaşkanlığına aday olan bazı bakanlar, valiler ve Tahran Valisi şartları yerine getirememiş olabilir” dedi.
Faize Haşimi, “Ama adayların aynı çerçeveye göre uygunluğunu teyit etmek istiyorlarsa, bu adaylar fazladır. Anayasa Koruma Konseyi tarafından adaylıklarının uygunluğu belirtilen adaylar, kadın. Ama tabi ki bunlar bir analizdir, bir bilgi değil. Bir kadının aday olabilmesi için kadın cumhurbaşkanı hususunda konuşmalar yapıldı. Politikacılar terimi, kadınları da etkiler oldu” dedi.
Rafsancani, “Bu, Anayasa Koruma Konseyi sözcüsüne birçok defa soruldu. Kendisi, basın röportajlarında kadınların seçimlere katılabileceğini söyledi. Bu durumda, meşru, hukuki ve fıkhi açıdan bir sorun yok. Anayasa Konseyi’nin kadınlara bakan ve vali olma izni verdiğini söylemek lazım. Nitekim Ruhani, İçişleri Bakanlığı’ndan birkaç kadını vali olarak atamasını istedi.” ifadelerini kullandı.
Rafsancani, “Kur’an’da Sebe Melikesi geçiyor ve ona dair birçok övgüler yer alıyor. Bunun karşısında, kadınlara vali veya bakan olma hakkını vermeyecek bir devlet başkanı bulunuyor. Şu an cumhurbaşkanı adayının bir bakan olmasını şart koşuyorlar! Kadınların aday olmaması meselesine sıkışıp kaldıklarını düşünüyorum” dedi.
Rafsancani, “Belirledikleri koşullar yasadışıdır. Çünkü Anayasa Koruma Konseyi, hiçbir şekilde yasama ortaya koyamaz. Yasama, onun işi değil. Elbette daha az aday olacak. Ama kimin kalacağını ve kimin dışlanacağını bilmek çok zor. Tüm adaylar kalifiye olmak ister, ancak bu zor. Oylar bölünüyor ve seçimlerin her zaman 4 ila 6 adayı bulunuyor. Mevcut koşullarda Ali Laricani, adaylık başvurusu yaptı. Ancak iki yıldır Yargı Erki Başkanı olan İbrahim Reisi, bu süre zarfında seçimlerde çalıştı, seyahat etti, konuştu, ancak hiçbir şey yapmadı. Yalnızca sloganlar… Şu ana kadar cumhurbaşkanlığı için yaptıklarının hepsi bu. Bir kamuoyu anketine göre Reisi önde. Tabi Ahmedinejad’ın da iyi oyları bulunuyor. Ama Ahmedinejad’ın Anayasa Konseyi tarafından onaylanmayacağını düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
Yetkili ayrıca, seçimlerin bu şartlar altında Laricani ile Reisi olmak üzere iki kutup arasında yapılacağını savundu.
Rafsancani’ye, seçimleri boykot ettiği ve oy kullanmayacağı gerçeğine rağmen herhangi bir cumhurbaşkanlığı adayı tarafından hükümete aday olması için davet edilirse, siyasete geri dönme olasılığı ve bu tür bir ortamda siyasi geleceğini nasıl gördüğü soruldu. Yetkili, “Hiçbir aday beni davet etmeye cesaret edemiyor. Siyasi geleceğim açık. İzin verdikleri halde üniversitede ders vermeme tahammül edemediler, bakanlık yapmama ve bir pozisyon üstlenmeme izin verirler mi? Hayır. Reformistler görevde olsalar bile, kendim için hiçbir zaman siyasi bir gelecek tasavvur etmiyorum. Aynı zamanda reformistler bana muhafazakarlardan daha çok düşmandır. Son dört yılda iktidarda olmalarına rağmen hiç bir reform yapmamalarını eleştirdiğim için şimdi onlar, bana muhafazakarlardan daha da düşmanca davranıyorlar. Ahmedinejad, bana birinci sıradan milletvekili adaylığı teklif etti ama kabul etmedim. Yine de bana birinci sıradan milletvekilliği vermek isterse bu talep onaylanmayacaktır” dedi.
Ahmedinejad’ın başvurusunun resmi olarak onaylanıp onaylanmadığına dair ise Faize Haşimi Rafsancani, “Bu olsaydı, artık bana bu pozisyonu kesinlikle teklif etmezlerdi. Ama bir siyasetçi olarak yorum yapmak ve bu tür faaliyetlerde bulunmak açısından siyasi geleceğimde, elbette eleştirel ve muhalif olurum. Bu süreç bu şekilde devam edecektir” dedi.
Eski Milletvekili, “Sonuç olarak, finansal prosedürlere yönelik Mali Eylem Görev Gücü’nün belirlenmemiş görevler üstlenmesi sonrasında sanırım, nükleer anlaşma görüşmeleri bir ay boyunca devam etti ve Suudi Arabistan ile görüşmeler başladı. Görünüşe göre muhafazakarlar, adayları kazandıktan sonra başarılı oluncaya kadar onları aynı tuzlu suda tutmaya daha meyilli. Sorunlar, adaylarının galibiyetiyle çözülse bile bunu memnuniyetle karşılıyorum. Bir sonuca varmakta yanlış bir şey yoktur, ülke şartlarının iyileştirilmesinde ve özgürlüklerin artırılmasında yanlış bir şey yoktur. Önemli olan ülkenin durumu ve ulusal çıkarıdır. Muhafazakar ya da reformist olmam fark etmiyor. Ancak reformistler fırsatı boşa harcadılar. Muhafazakarların cumhurbaşkanlığı üstleneceği hususunda bir başka beklentim var. Hükmedici bir kişilikleri varsa ve Ahmedinejad dönemi kendini tekrar ederse, beklentilerim gerçekleşmeyecek. Ama Laricani seçilirse bir şeyler olabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Faize Haşimi, “Reisi’nin geçmişi net. İki yıl yargıda bulundu. Çok konuştu ama eylemi yoktu. Eylemden çok slogan vardı. Muhafazakarların bilge bir başkanı olsaydı ve o Laricani olsaydı, o zaman bunların hepsini kendileri yapacaklardı. Çünkü artık ismini kimin yazdığının ya da yaptıklarının kimin hesabına sayıldığının önemli yok. Ülkeyi popülaritesine geri dönme yolunu alabilirler. Toplumun nabzını kendi başlarına ölçebilirler. Bunu yaparlarsa sorun yok. İnsanların kendilerini rahat, huzurlu, refah içinde, ilerlemiş, gelişmiş ve özgür hissetmeleri için sorunların çözümü için çalışılmalıdır. Bunu kabul ediyoruz, ancak muhafazakarların kökten değişmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.



İngiltere'nin Filistin devletini tanıması tarihi bir hatayı düzeltiyor

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Başbakanlık konutu Downing Street 10 numaraya görüşmeye gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı karşılarken, 8 Eylül 2025 (AFP)
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Başbakanlık konutu Downing Street 10 numaraya görüşmeye gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı karşılarken, 8 Eylül 2025 (AFP)
TT

İngiltere'nin Filistin devletini tanıması tarihi bir hatayı düzeltiyor

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Başbakanlık konutu Downing Street 10 numaraya görüşmeye gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı karşılarken, 8 Eylül 2025 (AFP)
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Başbakanlık konutu Downing Street 10 numaraya görüşmeye gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı karşılarken, 8 Eylül 2025 (AFP)

Halil Musa

Birleşik Krallık, Filistin devletini tanıma adımını her ne kadar Kanada ve Avustralya ile eş zamanlı olarak atsa da onun bu adımı Filistinliler için özel bir anlam taşıyordu. Çünkü tanıma kararı, 100 yılı aşkın bir süre önce Balfour Deklarasyonu ve Filistin Mandası ile İsrail'in kurulmasının önünü açan bir ülke tarafından alınmıştı.

İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a gönderdiği takdir mektubunda, Balfour Deklarasyonu'nun ‘mevcut Yahudi olmayan toplulukların medeni ve dini haklarına zarar verecek hiçbir şey yapılmayacaktır’ ifadesine atıfta bulunması dikkat çekiciydi.

Starmer'e göre ülkesinin aldığı bu tarihi karar, Filistinlilerin bağımsız bir devlette kendi kaderini tayin etme hakkını, Birleşik Krallık'ın Filistin halkı için bir Filistin devleti kurulması konusundaki taahhüdünü ve iki devletli çözüme yönelik sarsılmaz desteğini teyit ediyor. Filistin Devlet Başkanı'na ülkesi ile Filistin arasında tam diplomatik ilişkiler kurma arzusunu ileten İngiltere Başbakanı, her iki ülkenin dışişleri bakanlarının, tam diplomatik ilişkilerin kurulması sürecini ilerletmek için öncülük edeceğini söyledi.

Filistinlilerin statüsünü yükseltmek için yasal ve diplomatik önlemler

Filistin'in İngiltere'deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Hüsam Zomlot, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, İngiltere’nin önümüzdeki günlerde Filistinlilerin statüsünü misyondan büyükelçiliğe yükseltmek için yasal ve diplomatik önlemler alacağını açıkladı. Zomlot’a göre İngiltere'nin bu hamlesi, Londra'nın 100 yıldan fazla bir süre önce yaptığı tarihi hatayı düzeltmesi için bir başlangıç olacak. Öte yandan bu gelişme, İngiltere'nin işgalci güç olan İsrail'e baskı uygulayarak Filistin devletinin kurulmasını zorlamaya başlayacağı anlamına geliyor.

Zomlot, İngiltere'nin Filistin Devleti’ni tanımasının ‘çifte önemi olduğunu, çünkü bu tanıma kararının 1948'de İsrail'in kurulmasına zemin hazırlayan ülke tarafından alındığını’ vurguladı. Zomlot, İngiltere'nin Filistin Devleti'ni tanımasının ardından, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik soykırımını ve Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik etnik temizliği de tanıması gerektiğini belirtti. İngiltere'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bakanı Hamish Falconer,

İngiltere'nin Orta Doğu'dan Sorumlu Devlet Bakanı Hamish Falconer, ülkesinin Filistin devletini tanımasının ‘tarihi bir anı ve uzun ve ortak bir çalışma sürecinin başlangıcını temsil ettiğini, bunun ilk adım olduğunu ve son olmadığını’ söyledi.

Avustralya'nın diplomatik ilişkiler kurmak için koşulları

Avustralya, Filistin devletini tanıdıktan sonra bu ülkeyle tam diplomatik ilişkiler kurma niyetini açıklayan İngiltere'nin aksine bu tür ilişkilerin kurulması için Filistin Devlet Başkanı Abbas'ın gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği reformların Filistin Yönetimi tarafından uygulanmasını şart koştu. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese'ye göre ülkesi ‘Filistin Yönetimi reform taahhütlerinde ilerleme kaydettikçe, diplomatik ilişkiler kurmak ve büyükelçilikler açmak da dahil olmak üzere daha ileri adımlar atmayı’ değerlendirecek. Başbakan, Abbas’ın İsrail'in var olma hakkını tanıdığını teyit ettiğini, Hamas'ın hükümette rol oynamasını engellediğini, demokratik seçimler düzenlediğini ve finans, yönetişim ve eğitim alanlarında önemli reformlar uyguladığını açıkladı.

Netanyahu aşırı sağcıların yoğun baskısı altında

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın Filistin devletini tanıma kararının ardından Ürdün Nehri'nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını engelleyeceğine söz verse de yanıtını BM Genel Kurul toplantılarına katılmak üzere New York’a yaptığı ziyaret ve ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesinden sonra belirlemeye karar verdi.

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'e göre Netanyahu, Filistin devletinin tanınması ve Filistin Yönetimi'nin ezilmesine yanıt olarak Batı Şeria'nın tamamının ilhak edilmesini isteyen koalisyon hükümetindeki aşırı sağcı bakanların yoğun baskısıyla karşı karşıya.

Öte yandan İsrail muhalefet lideri Yair Lapid, Netanyahu’yu eleştirerek ülkelerin Filistin devletini tanıma kararlarından onu sorumlu tuttu. Lapid, “Netanyahu hükümeti bize tarihimizin en kötü güvenlik felaketini, 7 Ekim 2023 saldırısını yaşattı ve şimdi de en tehlikeli siyasi krizi yaşatacak” ifadelerini kullandı.

Netanyahu iç siyasi sorunlarla karşı karşıya

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre İsrail işleri uzmanı Emir Mahul, İngiltere, Kanada ve Avustralya'nın Filistin devletini tanıma kararını açıklamalarının İsrail Başbakanı Netanyahu’yu iç politikada zor durumda bıraktığını ve Batı Şeria'nın İsrail'e ilhakı konusundaki anlaşmazlıkta uluslararası tecridini pekiştirdiğini düşünüyor. Mahul’a göre Kanada, Avustralya, İngiltere ve Fransa gibi İsrail'in geleneksel müttefikleri, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması için baskı yapmak ve İsrail'in Filistinlilere kendi kaderini tayin etme hakkını vermeyi reddetmeye devam etmesini engellemek için İsrail'e karşı bir cephe oluşturdu. Mahul ayrıca, Trump'ın, Tel Aviv'e Batı Şeria’nın ilhakının Abraham (İbrahim) Anlaşmaları’nın ruhuna yansımaları konusunda uyarıda bulunması nedeniyle, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Abraham Anlaşmaları'nı aşılamayacak bir kırmızı çizgi olarak gördüğünü de sözlerine ekledi.

Mahul'a göre Netanyahu, Batı Şeria'nın bazı bölgelerini ilhak etmek için sembolik bir karar alabilir, ancak bu karar, Batı Şeria'nın tamamını büyük ölçekli bir ilhakla ele geçirmek isteyen sağ kanat tarafından reddediliyor.

İngiltere ve Fransa'nın tanıma kararı önemli bir adım

Siyasi analist Cihad Harb, İngiltere ve Fransa'nın tanıma kararının çok önemli bir adım olduğunu, çünkü bu iki ülkenin Batı dünyasının Filistin devletini tanıma sürecini tamamlaması için ana kapıları olduğunu düşünüyor. Harb, bu tanıma kararlarının, Tel Aviv'in Filistin devletinin kurulmasını engelleme çabaları karşısında, dünya ülkelerinin iki devletli çözüme ulaşma ve bunu koruma arzusunu gösterdiğini söyledi.

Öte yandan Filistin Devlet Başkanı Abbas, üç ülkenin Filistin devletini tanıma kararına övgüde bulunarak, bunu uluslararası meşru kararlar çerçevesinde adil ve kalıcı bir barışın sağlanması için önemli ve gerekli bir adım olarak nitelendirdi.

Başkan Abbas, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık gibi haklarının tanınmasının, iki devletli çözümün uygulanmasının önünü açacağını ve Filistin Devleti'nin İsrail Devleti ile güvenlik, barış ve iyi komşuluk içinde bir arada yaşamasını sağlayacağını belirtti.

Abbas, Filistin Meselesine Çözüm Bulunması ve İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi Konulu Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferans başkanlığına hitaben yazdığı mektupta, ulusal reform programını ve Filistin Devleti'nin taahhütlerini ve vaatlerini uygulamaya kararlı olduğunu bir kez daha vurguladı. Abbas’ın bahsettiği taahhütler arasında, savaşın sona ermesinden sonra 2026 yılında başkanlık ve parlamento seçimleri yapılması ve üç ay içinde geçici bir Filistin anayasası taslağı hazırlanması, bu anayasa kapsamında seçim yasasının uluslararası taahhütlere ve Filistin devletinin yeni statüsüne ve tek devlet, tek yasa ve tek ordu ilkesine uygun hale getirilmesi yer alıyor.

Bu taahhütler arasında ayrıca Filistin devletinin Gazze Şeridi'nin tüm sorumluluğunu üstlenmesini sağlamaya çalışmanın yanında Hamas'ın hiçbir rol oynamayacağını ve silahlarını Filistin Yönetimi’ne teslim etmesi gerektiğini teyit etmenin yer aldığını belirten Abbas, “Çünkü silahlı bir devlet istemiyoruz” dedi.


New York toplantıları: Trump'ın Suriye'de makul bir barış sağlama fırsatı

Solda  sağa Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ve  ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack  (AFP)
Solda sağa Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)
TT

New York toplantıları: Trump'ın Suriye'de makul bir barış sağlama fırsatı

Solda  sağa Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ve  ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack  (AFP)
Solda sağa Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)

Ömer Önhon

İsrail, bölgedeki güç dengesini yeniden şekillendirmek için çok cepheli bir savaş yürütüyor ve insan hayatından savaş kuralları, uluslararası normlar ve ortak insani değerlere kadar her şeyi tamamen hiçe sayıyor.

Netanyahu ve aşırı sağcı müttefikleri, yalnızca Hamas'ı ve Gazze'deki diğer Filistinli silahlı örgütleri ortadan kaldırmakla kalmayıp, aynı zamanda yaklaşık 2,3 milyonluk nüfusunun mümkün olduğunca çoğunu ayrılmaya zorlayarak, Gazze Şeridi'ni Filistinli sakinlerinden boşaltmak için etnik temizlik operasyonu yürütmeyi de hedefliyor.

İsrailliler, Gazze Şeridi'nin Filistinlilerden yeterince boşaltıldığına ikna olduklarında, Donald Trump'ın Gazze'yi “Ortadoğu'nun Rivierası”na dönüştürme projesini, yüz binlerce kişinin hayatının kalıntıları üzerine modern binalar ve turistik tesisler inşa ederek uygulamaya çalışacaklar.

4 Ağustos'ta Türk basınında yayınlanan bir makalede şöyle demiştim: “İsrail, Suriye'nin geleceğini etkileyecek çok önemli bir dış aktör. Suriye'nin zayıf ve parçalanmış bir halde olmasını istiyor. Yıllardır yoğun bir düşmanlık içinde olan İsrail ve Türkiye, her an çatışacakmış gibi görünse de aralarındaki doğrudan iletişim kanalları kapanmadı. Aralarındaki iletişim devam ediyor ve ABD arabulucu ve barış elçisi rolünü üstleniyor.”

Ancak İsrail'in daha pervasızca hareket etmesiyle bugün durum daha da tehlikeli hale geldi. Türkiye ile İsrail arasında dar Suriye şeridinde kazara doğrudan bir çatışma riski artık daha da olası. Uluslararası toplumun zayıf tepkisi de İsrail'i politikalarını sürdürmeye teşvik ediyor. Aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binyamin Netanyahu açıklamalar ile açıkça birbirlerini hedef almaya başladılar.

Türkiye, iç ve dış tehditler karşısında Şam'a gerekli tüm desteği sağlamaya hazır olduğunu defalarca yineledi. Ancak, beklendiği gibi, bunun için kullanmayı planladığı araçların niteliğini açıklamadı

Netanyahu, İsraillileri ve yurtdışındaki, özellikle de ABD'deki destekçilerini, “İsrail'e ve Yahudilere düşman radikal İslamcı bir lider” ile karşı karşıya olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Filistinlilere karşı soykırım uygulayan, Suriye'yi bölmeye çalışan radikal Siyonistlere karşı duran bölgesel bir lider olarak kendini sunarak Türkiye içindeki ve bölgedeki konumunu güçlendirmeye çalışıyor.

Türkiye, iç ve dış tehditler karşısında Şam'a gerekli tüm desteği sağlamaya hazır olduğunu defalarca yineledi. Ancak, beklendiği gibi, bunun için kullanmayı planladığı araçların niteliğini açıklamadı. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın birkaç gün önce Şam'da Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile görüşürken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin tutumunu yineledi.

Bu arada İsrail, Türkiye'yi artık İran kadar tehlikeli bir düşman olarak görüyor ve Türkiye'nin zayıf noktalarını hedef almak da dahil olmak üzere çeşitli yollarla Türkiye ile başa çıkmaya çalışıyor. İsrail'in, Ankara'nın Suriye'de üs kurmayı planladığı düşünülen bölgeleri bombaladığı söyleniyor. Ayrıca Türkiye karşıtı gruplar ile bağlarını güçlendiriyor ve ABD Kongresi'ni kendisine karşı kışkırtmaya çalışıyor.

bgtr
Zırhlı personel taşıyıcıları, Suriye'nin kuzeybatısında Suriye ordusunun yeni 80. Tümeni'ne ait bir yerleşkenin dışında duruyor, 3 Haziran 2025 (Reuters)

Ancak Türkiye, İsrail'in daha önce karşı karşıya geldiği diğer ülkelerden farklı. Yüzölçümü geniş ve nüfusu kalabalık bir ülke. Önemli bir savunma sanayisi, büyük ve kapsamlı muharebe deneyimine sahip bir ordusu bulunuyor. Üstelik, NATO üyesi ve bu belirleyici bir fark yaratmalı.

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın BM Genel Kurulu'na katılımı, 1967'den beri bu forumda konuşma yapacak ilk Suriyeli lider olması nedeniyle önemli bir gelişme

Suriye'deki durumla ilgili olarak:

- Türkiye de dahil olmak üzere hem iç hem de dış tüm taraflar, Suriye'nin artık güçlü bir merkezi sistem tarafından yönetilemeyeceği ve yerel yönetimlere bazı yetkiler veren bir idari yapının uygulanabilir seçenek olabileceği konusunda hemfikir görünüyor. Ancak, bu idari yapının modeli ve tanımı konusunda anlaşmazlıklar devam ediyor.

- ABD, Suriye ve Ürdün yakın zamanda Amman'da bir araya geldi ve üç taraf Süveyda'da istikrarı sağlamayı amaçlayan bir yol haritası imzaladı. BM de bu yol haritasının resmi bir belge olarak kabul edilmesini talep etti.

- Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Hicri, İsrail'in desteğiyle bu anlaşmayı tanımayı reddettiğini açıkladı. İsrail, diğer taleplerinin yanı sıra, güney Suriye'yi merkezi hükümet güçleri ve müttefiklerinden arındırılmış bir silahsız bölge haline getirmeyi hedefliyor.

- Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasında görüşmeler sürüyor, ancak SDG, “haklarını korumak ve kazanımlarından taviz vermemek” konusunda ısrarcı.

- ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, SDG'yi sağduyulu davranmaya ve Şam ile bir anlaşmaya varmaya çağıran açıklamalarda bulundu. Ancak SDG, bu açıklamalara rağmen, ABD'nin DEAŞ, İran ve diğer potansiyel düşmanlar ile mücadeledeki rolü göz önüne alındığında, kendisini terk etmeyeceğine inanıyor.

- Büyükelçi Barrack, Suriye ile İsrail ve Şam ile çatışma halindeki gruplar arasında anlaşmalara varılması amacıyla mekik diplomasisini sürdürüyor.

ABD, bu anlaşmaların önümüzdeki hafta New York'ta başlaması planlanan BM Genel Kurulu sırasında imzalanmasını umuyor. Böylelikle bu anlaşmalar, Trump'ın dünya barışına yeni bir katkısı olarak sunulacak.

Suriye ile İsrail arasında New York'ta bir güvenlik anlaşması imzalanabilir. Bu arada Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Komitesi Eşbaşkanı İlham Ahmed, ABD'ye gitmeye hazırlanıyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Şam ile SDG arasında bir anlaşma veya ortak açıklama yapılması muhtemel.

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın BM Genel Kurulu'na katılımı, 1967'den beri bu forumda konuşma yapacak ilk Suriyeli lider olması nedeniyle önemli bir gelişme. Şara ve yönetiminin katılımcı ülkelerin konuşmaları sırasında bir miktar destek görmesi bekleniyor, ancak bu desteğe uyarılar ve bir tür koşul olarak kabul edilebilecek hususlar eşlik edecektir.

BM'nin mevcut yapısı göz önüne alındığında, İsrail'i Suriye'ye yönelik saldırganlığını durdurmaya zorlayacak, bağlayıcı veya etkili kararlar alınmasını beklemek gerçekçi görünmüyor.

Suriye, istikrara kavuşmasını engelleyen, Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) olumsuz etkileri de dahil olmak üzere birçok engelle karşı karşıya bulunuyor, ancak en büyük meydan okuma İsrail'in ülkeyi istikrarsızlaştırma politikası olmaya devam ediyor.

ABD, İsrail'e yönelik bu tür adımlara şüphesiz karşı çıkacak ve bunları engellemeye çalışacaktır, ancak diplomatik çözümlerin yokluğu, daha fazla şiddete ve savaşa yol açacaktır

Şara, İsrail'in 8 Aralık'tan bu yana Suriye topraklarında 1000'den fazla hava saldırısı ve 400 kara operasyonu düzenlediğini belirtti.

Washington ve New York, yılın en yoğun siyasi dönemlerinden birini yaşıyor. Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, Washington'daki Suriye Büyükelçiliği binasında ülkesinin bayrağını göndere çekti ve ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau ile görüştü. İki tarafın, Şam ile SDG arasında 10 Mart'ta varılan anlaşmanın devamı da dahil olmak üzere çeşitli konuları görüştüğü bildirildi.

Başkan Donald Trump ise Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ı 25 Eylül'de Beyaz Saray'da ağırlayacak. Görüşmelerde, ticaret ve askeri iş birliğinin yanı sıra Suriye, Gazze ve İsrail meseleleri ele alınacak. Bu görüşmeler büyük olasılıkla zorlu ve çetrefilli olacak.

fgth
İsrail askeri araçları, Tel Aviv’in ilhak ettiği Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems beldesi yakınlarında, sınırdaki tel örgüler boyunca İsrail içine doğru ilerliyor, 17 Temmuz 2025 (AFP)

ABD'nin, İsrail'e makul bir çözümü kabul etmesi için baskı yapabilecek tek taraf olduğunu bildiği için de Erdoğan, Başkan Trump'a, Netanyahu'nun politikalarının Washington'u son derece zor bir duruma soktuğunu hatırlatacaktır. Düşmanlığı körükleyerek, radikalizm ve DEAŞ gibi örgütler için verimli bir ortam yaratarak, İsrail'in geleceğini daha güvenli değil, daha tehlikeli hale getirdiğine dikkatini çekmeye önem verecektir.

Bu aşamada, İsrail'in güvenliğini de garanti altına alan makul bir barışı kabul etmeye zorlanması gerekiyor. Bu pek olası görünmese de Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği'nin İsrail ile diplomatik ilişkilerin askıya alınması, ekonomik ve ticari ilişkilerin kesilmesi ve Filistin devletinin tanınması gibi ortak adımları, bu bağlamda en önemli baskı araçlarından birini oluşturacaktır.

ABD, İsrail'e yönelik bu tür adımlara şüphesiz karşı çıkacak ve bunları engellemeye çalışacaktır. Ancak diplomatik çözümlerin yokluğu, daha fazla şiddete ve savaşa yol açacak, ayrıca hayal kırıklığı ve umutsuzluk duygularının derinleşmesine neden olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.                    


Kırım'da Ukrayna yapımı İHA ile düzenlenen saldırıda üç kişi öldü

Fire Point fabrikasında üretilen Ukrayna yapımı İHA (AP)
Fire Point fabrikasında üretilen Ukrayna yapımı İHA (AP)
TT

Kırım'da Ukrayna yapımı İHA ile düzenlenen saldırıda üç kişi öldü

Fire Point fabrikasında üretilen Ukrayna yapımı İHA (AP)
Fire Point fabrikasında üretilen Ukrayna yapımı İHA (AP)

Rusya’dan üst düzey bir yetkili, Moskova'nın 2014 yılında ilhak ettiği Kırım'da Ukrayna yapımı bir insansız hava aracı (İHA) ile düzenlenen saldırıda 3 kişinin öldüğünü, 16 kişinin yaralandığını açıkladı.

Rusya destekli Kırım Özerk Yönetimi Başkanı Sergey Aksyonov, Ukrayna'nın turistik Foros beldesini hedef aldığını ve saldırının bir tıp merkezi ile bir okula zarar verdiğini söyledi.

Aksyonov, Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, “Güncellenen verilere göre İHA saldırısı sonucunda üç kişi öldü, 16 kişi yaralandı” dedi.

Aksyonov, düşen İHA’nın enkazının, kıyı kenti Yalta yakınlarında da yangına neden olduğunu belirtti.

Rusya Savunma Bakanlığı bu saldırıyı ‘terörist saldırı’ olarak nitelendirdi ve ilk olarak iki kişinin öldüğünü bildirdi.

Öte yandan Ukrayna, saat 22:00 itibarıyla Moskova'nın kendi topraklarında 46 hava saldırısı düzenlediğini açıkladı.

Rusya, uluslararası toplum tarafından kınanan bir referandumun ardından 2014 yılında Kırım'ı ilhak etti ve Kiev ile Batı ülkelerinden Kırım'ı kendi topraklarının bir parçası olarak tanımalarını istedi.

Ukrayna ordusu, Kırım'ı Rusya anakarasına bağlayan köprü de dahil olmak üzere, bölgeye tekrar eden saldırılar düzenliyor.

ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz ay, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı zirvenin ardından, barış anlaşmasının bir parçası olarak Ukrayna'nın Kırım'ı geri almasının olasılığını reddetti.