Lapid, İsrail’in Abu Dabi Büyükelçiliği’nin ve Dubai Konsolosluğu’nun açılışını yapacak

Yair Lapid’in BAE ziyareti iki gün sürecek.

İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid. (AP)
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid. (AP)
TT

Lapid, İsrail’in Abu Dabi Büyükelçiliği’nin ve Dubai Konsolosluğu’nun açılışını yapacak

İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid. (AP)
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid. (AP)

İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan dün yapılan resmi bir açıklamada, Dışişleri Bakanı ve Alternatif Başbakanı Yair Lapid’in önümüzdeki Salı günü Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyaret edeceği duyuruldu. Lapid’in iki ülke arasında imzalanan barış anlaşmasının bu yana BAE’yi ziyaret edecek ilk İsrailli bakan olacağı belirtildi. Lapid’i BAE’de mevkidaşı Şeyh Abdullah bin Zayed ağırlayacak. İki bakan, İsrail’in Abu Dabi Büyükelçiliği ve Dubai Konsolosluğu’nun açılışını yapacaklar.
İsrail Dışişleri Bakanlığı söz konusu ziyareti tarihi olarak nitelendirdi. Ziyaretin iki ülke bakanları arasında gerçekleşen bir dizi telefon görüşmesinden sonra geldiğine dikkat çekildi. Telefon görüşmelerinde İsrail-Filistin meselesinin çözümünde istikrarlı ve emin adımlarla ilerleme noktasında, iki ülke arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirileceği ve bölgesel iş birliği ile yatırımda nasıl bir atılım yapılacağı konuları ele alındı. Açıklamada ziyaretin iki gün süreceği, önemli diplomatik misyon binalarının açılışının yapılacağı ve yetkililerle görüşmeleri gerçekleştirileceği bildirildi.
İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili Lapid’in Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed ve BAE Başbakanı ve Dubai Emiri Muhammed bin Raşid Al Mektum ile görüşme yapı yapmayacağına ilişkin olarak “Böyle bir durum gerçekleştiği takdirde bu, İsrailli bir yetkili ile Emirlik liderleri arasındaki ilk açık toplantı olacak” dedi.
Eski İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun görev süresi boyunca hükümetindeki Dışişleri Bakanı Gabi Aşkenazi ile diğer bakanlarını BAE’yi ziyaret etmelerini engellediği biliniyor. Bu kapsamda Netanyahu’nun Aralık 2020’de bakanlarına açık bir şekilde “Benden önce hiç kimse BAE’ye gitmeyecek” dediği ortaya çıkmıştı. Eski Başbakan, Dışişleri Bakanı Gabi Aşkenazi’den Savunma Bakanı Benny Gantz, Ekonomi Bakanı Amir Peretz ve Bölgesel İş Birliği Bakanı Ofir Akunis’a kadar siyasetçilere BAE’ye her türlü ziyareti yasaklamıştı. İki ülke arasındaki ilişkilerde çeşitli alanlarda büyük ilerlemeler kaydedilmesine ve birçok anlaşma imzalanmasına rağmen, İsraillilerin Abu Dabi’ye yaptığı ziyaretler genellikle Başbakanlık Ofisi, Ulusal Güvenlik Konseyi ve İsrail’in Dış İstihbarat Servisi Mossad’dan üst düzey yetkililerinin temaslarıyla sınırlı kaldı.
Diğer yandan İsrail’e çok sayıda BAE’li bakan ziyarette bulundu. Geçtiğimiz mart ayının ilk haftasında Netanyahu’nun yalnızca iki saatliğine Abu Dabi’yi ziyaret etmesi ve Havaalanında Veliaht Prens Şeyh Muhammed bin Zayed ile görüşmesi planlanmıştı. Söz konusu görüşmeden bir hafta sonra Aşkenazi BAE’ye bir ziyaret gerçekleştirecek ve İsrail’in Abu Dabi Büyükelçiliği ile Dubai’deki Konsolosluğu’nun açılığını gerçekleştirecekti. Ancak söz konusu ziyaret, Ürdün’ün Netanyahu’nun uçağına hava sahasını kullanmasına izin vermemesi de dahil birçok nedenden dolayı iptal edilmişti. Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin bin Abdullah İsrail’in kabul edilemez düzenlemeleri nedeniyle Mescid-i Aksa ziyaretini iptal etmişti.
Netanyahu’nun BAE’ye yönelik ziyaret planları İsrail’deki siyasi durum nedeniyle birçok kez ertelenmişti.
İsrail’deki beklentiler, önümüzdeki iki yıl boyunca İsrail’in ABD yönetimi ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye odaklanacağını açıklayan Lapid’in BAE’nin Ortadoğu’daki siyasi denklemde önemli bir unsur olduğuna inandığına işaret ediyor. Lapid, BAE ile iş birliği içerisinde, Batılı ülkelerin ve İsrail’in politikasına uygun yolda ilerleme sağlamanın mümkün olduğuna ve BAE ile ilişkileri güçlendirmenin sadece kendi halklarına değil, tüm bölge halklarına hizmet edeceğine inanıyor.
Söz konusu ziyaretin ardından Lapid ve Başbakan Naftali Bennett, İsrail’den diğer bakanları iş birliği anlaşmaları imzalamak üzere BAE’ye göndermeyi planlıyor. Mevcut hükümet kaldığı takdirde Lapid, Ağustos 2023’ten itibaren İsrail’in bir sonraki başbakanı olacak. Lapid bu çabalarıyla, gelecek yıllarda büyük siyasi başarılar elde etmesini sağlayacak bölgesel ve uluslararası konumunu sağlamlaştırmayı hedefliyor.
Diğer yandan Arapça, İngilizce ve Fransızca olmak üzere üç farklı dilde yayın yapan ve Fransız asıllı bir Yahudiye ait olan İsrail haber kanalı i24News, çalışmalarını BAE’yi de kapsayacak şekilde genişletmeye karar verdiğini duyurdu. Televizyon kanalı bu kapsamda Dubai’den lisans alarak Emirlik’teki medya şirketleriyle anlaşma imzaladı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.