Lübnan: Krizi fırsat bilen Hizbullah’ın İran akaryakıtı tartışma konusu

Lübnan Cumhurbaşkanlığı, Nasrallah’ın ‘mazot gemisinin yola çıkacağı’ açıklaması karşısında sessiz

Lübnan: Krizi fırsat bilen Hizbullah’ın İran akaryakıtı tartışma konusu
TT

Lübnan: Krizi fırsat bilen Hizbullah’ın İran akaryakıtı tartışma konusu

Lübnan: Krizi fırsat bilen Hizbullah’ın İran akaryakıtı tartışma konusu

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 19 Ağustos’ta İran’dan Lübnan’a mazot yüklü bir geminin ayrılacağını açıklaması, siyasi bir fırtınaya yol açtı. Öyle ki ‘cehenneme giden yolun inşası’, ‘Lübnan’ın ekonomik kararının kontrol edilmesi’ ve ‘Lübnan’ı uluslararası yaptırımlara itme’ konusunda uyarılar yapıldı.
Lübnan pazarındaki yakıt kesintisi ortasında Nasrallah’ın açıklaması, muhaliflerinin ‘gemi ele geçirilirse İsrail ile bir savaşı ateşleyebileceği’ yönündeki artan uyarıları arasında Lübnan siyaset sahnesindeki kafa karışıklığını yansıttı. Müttefikleri ise Cumhurbaşkanlığının ve Enerji Bakanlığı’nın konuya ilişkin herhangi bir açıklama yapmaması üzerine sessiz.
Hizbullah’a karşı olmayan Lübnan parlamento kaynakları, kararın ‘Lübnan hükümeti ve Enerji Bakanlığı tarafından temsil edilen yürütme otoritesinde’ olduğunu söyledi. Söz konusu iki makam, idari olarak Petrol Genel Müdürlüğü’ne bağlı petrol tesislerinde yüklerin boşaltılmasına izin vermeye yetkili makamlar olarak biliniyor. Şarku’l Avsat’a konuşan kaynaklar, yürütme organının ‘benzer bir adımın sonuçlarına katlanmak zorunda olan taraf’ olduğuna da dikkati çekerken, Nasrallah’ın açıklaması üzerine Lübnan devletinin tavrını öğrenmek için bekleme çağrısı yaptı.
Lübnan Enerji Bakanlığı’ndaki kaynaklar, İran petrolünün Lübnan’a karadan veya denizden ithal edilmesi izni için herhangi bir resmi talep almadıklarını söylerken, MTV kanalına da ‘boşaltmak, depolamak ve dağıtmak için izin istenmediğini’ açıkladı.
Nasrallah, 19 Ağustos’ta Aşura anma töreninde yaptığı konuşmada “Petrol ürünleriyle yüklü, İran’dan yola çıkacak ilk gemimiz tüm hazırlıkları yaptı” diyerek, ‘gerekli ton kadar yüklendiğini ve birkaç saat içinde Lübnan’a yelken açacağını’ ifade etti. Nasrallah, yürütme mekanizmasına dair herhangi bir açıklama yapmazken, yalnızca Akdeniz’e vardıklarında adımların açıklanacağını ifade etti.
Hasan Nasrallah, hastaneler, ilaç fabrikaları, gıda fabrikaları, ekmek fırınları ve elektrik jeneratörleri için ilk gemide mazota öncelik verdiklerini söylerken, İsraillileri ve ABD’lileri de Hizbullah’ın gemiyi ‘Lübnan toprağı’ olarak değerlendireceği konusunda uyardı. İran ve İsrail’e bağlı gemilerin geçtiğimiz aylarda saldırılara tanık olması ve her iki tarafın da birbirini bunların arkasında olmakla suçlamasından sonra uyarı, bir saldırı halinde yanıt verileceğini ima ediyor.
İran petrol sevkiyatının 12 ila 15 gün içerisinde Lübnan’a ulaşacağı tahmin edilirken, sevkiyatın Lübnan limanlarında mı boşaltılacağı yoksa bir Suriye limanında boşaltılıp kara yoluyla mı Lübnan’a taşınacağı henüz teyit edilmedi.
Nasrallah’ın açıklaması, Lübnanlıların bu adımın sonuçlarıyla ilgili endişelerini artırdı. Eski Başbakan Saad Hariri, yaptığı açıklamada “İran gemilerinin gelişiyle ilgili duyduklarımız Lübnanlılar için iyi bir haber mi, yoksa Lübnan’ın iç ve dış çatışmalara çekileceğine dair tehlikeli bir ilan mı?” şeklinde konuştu. Hariri, “Hizbullah, İran destek gemilerinin Venezuela ve diğer ülkelerin tabi olduğu yaptırımlara benzer şekilde Lübnanlılara ek riskler ve cezalar getireceğini biliyor” dedi.
Hariri ayrıca, İran gemilerini ‘Lübnan toprakları’ gibi görmenin ‘ulusal egemenlikten tavizin zirvesini oluşturduğunu söylerken, Lübnan’a ‘sanki İran’ın bir eyaletiymiş’ gibi yaklaşmayı reddetme çağrısı yaptı. Saad Hariri, “Hiçbir koşulda Lübnan'ı Araplara ve dünyaya düşman olan boş savaşlara sürükleyecek projelerin perdesi olmayacağız” dedi.
Eski Başbakan, “İran’dan ilaç talep edildiğinde, mazot ve benzin yüklü İran gemileri çağrıldığında ve askeri ve güvenlik yetkililerine rağmen onları gece gündüz deniz ve karadan getirme tehdidi ortaya koyulduğunda Hizbullah’ın, sağlıktan ekonomiye, savunmaya, limanlara, bayındırlık işlerine kadar tüm bakanlık pozisyonlarını devraldığı bir ülkede miyiz?” şeklinde konuştu.
Bu tavırlarla Lübnanlılara, ‘bir hükümet istenmediğinin söylendiğini’ işittiklerini vurgulayan Hariri, “Lübnan’ın şiddetle kardeşlerinin ve dostlarının desteğini alan bir hükümete ihtiyaç duyduğu bir zamanda İran gemilerini teslim alarak ve uluslararası toplumla çatışarak hangi hükümetin kurulmasını istiyorlar?” dedi. Hariri ayrıca, “Hizbullah, yönetimle gizli anlaşma vizesi alabilir. Başkanlık ekibinin sessizliği ile kendini gizleyebilir. Ancak Lübnan’ın çoğunluğundan, Lübnan’ı İran nüfuzuna teslim etmek için bir geçiş izni alamayacak. Bu tavırlar, vatandaşların yaşam ve ekonomik sıkıntılarını ikiye katlayacak, cehenneme giden yolu inşa edecektir” dedi.
Nasrallah’ın açıklamasının ardından (Maruni Falanjist Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi (LKP) Genel Sekreteri Samir Caca, İran gemisi hakkında Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a bir mektup göndererek, (Avn çizgisindeki) Enerji Bakanı’na suçlamada bulundu. Suçlama, Bakanın, devlet sübvansiyonlarının güvence altına alınamaması sonrasında özel şirketlere ve bazı özel sektör kurumlarına ‘benzin ve mazotu gerçek fiyatlarıyla ithal etme ve piyasaya sürme izni vermemesinin’ ardından gelişti. Bu bağlamda “Hizbullah’ın mazot gemisi getirmesi ve büyük ihtimalle Zahrani rafinerisinde boşaltacak olması karşısında şaşkınız” diyen Caca, “Sayın Cumhurbaşkanı, stratejik, askeri ve güvenlik kararlarına el koyan partinin, bugün ekonomik karara el koymasına, Lübnanlıları ve çıkarlarını tehlikeye atmasına, özel sektörü tamamen devirmesine ve Lübnan halkının tüm insanca ve kabul edilebilir yaşam olanaklarını kesmesine izin mi veriyorsunuz?” ifadelerini kullandı.
Samir Caca, ‘Lübnan’ı gerçek bir felaketle karşı karşıya getirecek olan çarpık ve uluslararası yasa dışı yollarla işleri halletmeyi Hizbullah’a bıraktıkları bir dönemde’
petrol, ilaç ve diğerlerinin ithalatını serbestleştirmedeki başarısızlığın bir sonucu olarak ülkeye olabileceklerden Avn’ı sorumlu tuttu
Aynı şekilde (Maruni Hristiyan) Ketaib Partisi Genel Sekreteri Sami Cemayel, İran petrolünün uluslararası hukuku ihlal ettiği ve Lübnan’a abluka ve yaptırımlara neden olacağı uyarısında bulunarak, ‘Cumhurbaşkanı, bakanlar ve milletvekillerinin yokluğundan’ duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Cemayel, “Kuşatmayı kıran Hasan Nasrallah değil, kuşatma onun yüzünden gelecek. Gemi uluslararası hukuku ve İran’a karşı yaptırımları ihlal ediyor ve Lübnan’a kuşatma ve yaptırımlar getirecek” dedi. Bir kanala konuşan Sami Cemayel, “Nasrallah’ın yöntemi sorunu daha da kötüleştiriyor. Lübnan politikasını ve tüm Lübnan yasalarını ihlal ediyor. Lübnan’ın geleceğiyle ilgili alınması gereken tüm önemli kararlardan sorumlu olması gereken Lübnan otoritesine, devletine ve hükümetine yönelik bir saldırı teşkil ediyor” açıklamasında bulundu.
 



İsrail, Husi "askeri hedeflerini" bombaladığını duyurdu

İsrail'in Husilerin elindeki Sana'ya düzenlediği saldırının ardından duman ve alevler yükseldi (AP)
İsrail'in Husilerin elindeki Sana'ya düzenlediği saldırının ardından duman ve alevler yükseldi (AP)
TT

İsrail, Husi "askeri hedeflerini" bombaladığını duyurdu

İsrail'in Husilerin elindeki Sana'ya düzenlediği saldırının ardından duman ve alevler yükseldi (AP)
İsrail'in Husilerin elindeki Sana'ya düzenlediği saldırının ardından duman ve alevler yükseldi (AP)

İsrail, dün Yemen'deki Husi mevzilerine 16. hava saldırısı dalgasını başlattı. Grup, saldırılarda 35 kişinin öldüğünü ve 131 kişinin yaralandığını doğruladı.

İsrail ordusu yaptığı açıklamada, savaş uçaklarının Sana'a ve el-Cevf'te “Husi rejiminin askeri hedeflerini” vurduğunu belirterek, saldırıların operasyon ve istihbarat odalarının bulunduğu kampları, Husi grubunun askeri medya departmanının karargahını ve askeri faaliyetler için kullanılan bir yakıt depolama tesisini hedef aldığını kaydetti. İsrail ordusu, saldırıların “Husi'lerin İsrail'e karşı insansız hava araçları (İHA) ve karadan karaya füzelerle yaptığı tekrarlanan saldırılara yanıt olarak” gerçekleştirildiğini belirtti. Ordu, “tehdit devam ettiği sürece” operasyonların durmayacağını ifade etti.

 Şarku’l Avsat’ın Husi medyasından aktardığına göre İsrail'in saldırıları sonucunda Sana'a ve el-Cevf'te 35 kişinin öldü, 131 kişi de yaralandı ve şehir merkezindeki el-Tahrir mahallesindeki evlerin hasar gördü. Husi kaynakları, Sana'nın güneybatısında “sağlık sektörüne ait” bir benzin istasyonunun bombalandığını, ayrıca Tahrir mahallesindeki Ahlaki Rehberlik Karargahı, el-Cevf vilayetinin el-Hazm bölgesindeki hükümet kompleksi ve grup tarafından kontrol edilen Merkez Bankası karargahının da hedef alındığını kaydetti.


Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
TT

Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)

Sergey Eledinov

Afrika'daki Sahel bölgesinde güvenlik durumu son derece istikrarsız olmaya devam ediyor. Nijer, Burkina Faso ve Mali'de cihatçı ve ayrılıkçı gruplarla şiddetli çatışmalar sürerken, şehirlere ve askeri üslere yönelik saldırılar hız kaybetmiyor ve sivil kayıpların sayısı artıyor.

G5 Sahel grubu ülkelerinin hükümetleri bu zorlukları aşmak için çabalarını artırırken silah ve askeri teçhizat tedarikini sürdürüyor, Rus ve Türk uzmanların ve askeri eğitmenlerin yardımını alıyor. Ayrıca Mali ordusu ile ortak operasyonlarda Rusya'nın Afrika Kolordusu'ndan birlikler destek veriyor. Bunun yanında ek seferberlik ilan eden hükümetler, subay ve astsubayları eğiten askeri akademilerden mezun olanların sayısı arttırdı.

Ancak, ulusal orduların sınırlı kaynakları nedeniyle, 2025 yılında koalisyon devletlerinin himayesinde kurulan düzensiz silahlı oluşumlar olan hükümet yanlısı milisler, cihatçı gruplarla mücadelede giderek daha önemli bir rol oynamaya başladı.

Nijer Garkuwar Kassa programını başlattı

Nijer 19 Ağustos'ta, M62 Hareketi (Nijer'deki askeri liderlik), orduyu desteklemek için gönüllü birlikler oluşturmak amacıyla ‘vatanın kalkanı’ anlamına gelen ‘Garkuwar Kassa’ adlı sivil milisleri seferber etmek için bir program başlattı. Program kapsamında gönüllüler, ulusal güvenlik güçleriyle birlikte çatışma bölgelerine gönderilmeden önce başkent Niamey'de eğitim alıyor.

Nijer, geçmişte milisler yüzünden büyük acılar yaşamış olsa da aşırılık yanlıları bu grupları kendi amaçları için kullandıklarında, kaynakların kıtlığı şimdi yetkilileri bir kez daha büyük riskler almaya itiyor. Bölgesel açıdan bu modeli benimsemede nispeten geç kalan Nijer, Burkina Faso'nun Vatan Savunması Gönüllüleri’ni (Volontaires Pour la Défense de la Patrie/ VDP) örnek alıyor.

Burkina Faso’nun VDP’si

VDP, Burkina Faso'nun devlete bağlı paramiliter yapılarından biri. Cihatçı gruplara karşı mücadelede ordu ve güvenlik güçlerine destek olmak amacıyla 2020 yılında Cumhurbaşkanı Roch Marc Christian Kaboré tarafından imzalanan kararnameyle resmi olarak kuruldu.

Ülke genelinde kendiliğinden ortaya çıkan öz savunma gruplarının ardından kurulan bu gruplar, Sahra altı Afrika'da yaygın olan geleneksel kapalı avcı kardeşliklerine dayanıyor. Geçmişte ‘yol kesen haydutlar’ olarak bilinen yasadışı çetelerle mücadele eden bu avcı kardeşlik gruplarının başında ‘Dozolar’ (Donzolar) geliyor.

Bu marjinal yapı, bu grupların kıtadaki silahlı çatışmalara karışmasına neden oldu. Doussolar, 2002 ile 2011 yılları arasında Fildişi Sahili'ndeki ve 2012 ile 2019 yılları arasında Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki savaşlara katıldı. Daha sonra bu grup Burkina Faso'da ülkenin en büyük etnik grubu olan Mossilerin ana dili Mooré'de ‘orman muhafızları’ anlamına gelen ‘Koglweogo’ adını aldı.

Yerleşik Mossi ve göçebe Fulani arasındaki, çoğunlukla toprak kullanımıyla bağlantılı tarihsel gerilimler, daha tehlikeli bir aşamaya girdi. Çoğunlukla Mossilerden oluşan hükümet yanlısı birlikler, cihatçı grupların üyelerinin çoğunun mensubu olduğu Fulanilere karşı ‘etnik temizlik niteliğinde ihlallerde bulunmakla’ suçlanıyor.

Gönüllüler topluluğu kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı.

Gönüllü birlikler kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı. Ordudan ve hükümetten arta kalan kaynaklarla geçinen gönüllü birliklerin koşulları, onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlayan Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin göreve gelişiyle gözle görülür bir iyileşme sağlamadı. Ancak ironik bir şekilde, gönüllülerin hoşnutsuzluğu hükümete veya Traoré'ye değil, ulusal orduya yönelik oldu.

Bu birliklerin genişlemesi, hükümeti onları barındıracak resmi bir çatı kuruluş kurmaya itti. VDP güçleri başından beri ağırlıklı olarak yerleşik bir tarım topluluğu olan Mossi üyelerinden oluşuyordu. Bu durum, uzun süredir toprak ve otlatma hakları konusunda çatıştıkları göçebe Fulaniler ile aralarındaki tarihi gerilimi daha da körükledi. Cihatçı grupların üyelerinin çoğunu oluşturan Fulaniler olmasına rağmen, VDP Fulanilere karşı ‘ihlaller ve hatta etnik temizlik yapmakla’ suçlanıyor.

sdfrgty
Vagadugu eyaletinde VDP programına kaydolmak için başvuru formlarıyla sıraya giren erkekler, Kasım 2022 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre VDP, kurulduğu günden bu yana, üye edinme, eğitim yapısı, maaş düzeyleri, ikmal ve tıbbi destek, silahlanma ve ulaşım açısından düzenli ordudan farklılık gösterirken genellikle ordu ve hükümetten geriye kalan kaynaklarla geçimini sağlıyor. Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlamış olmasına rağmen VDP’nin koşullarında gözle görülür bir iyileşme olmadı. Ancak gönüllüler, hoşnutsuzluklarını hükümete veya Traoré'ye değil, orduya yönelttiler. Bu da hükümeti 50 bin gönüllüyü daha silah altına alma programını uygulamaya koymaya itti. Program başarılı olurken VDP’nin 2022 yılının kasım ayı itibarıyla üye sayısı 90 bine ulaştı. Düzenli ordunun personel sayısı ise sadece 14 binle sınırlı kaldı. Ancak, ekipman ve malzeme açısından yetersiz olan bu devasa kitle, cihatçı saldırıların şiddetlenmesiyle ağır kayıplar vermeye başladı ve isyancılara karşı ‘savaşın yakıtı’ haline geldi.

Ordu, jandarma ve polis güçlerinden farklı olarak, bazı gönüllü birliklerin ‘topluluklar’ olarak adlandırılıyordu ve tarihsel olarak bulundukları bölgelerde düzeni sağlamakla görevlendirilmişlerdi. Bu toplulukların ordu birliklerinden uzaklığı ve ordunun hareket kabiliyetinin yetersizliği, yerel gönüllülerin kendi kaynaklarına güvenmelerini ve konumlarını güçlendirmelerini sağladı.

gh
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'nun (ECOWAS) Nijerya'nın başkenti Abuja’da düzenlenen 66. Olağan Oturumu sırasında Burkina Faso, Nijer, Mali ve Gine temsilcilerine ayrılan yerler, 15 Aralık 2024 (Reuters)

Merkezi hükümetin otoritesinin zayıflamasıyla birlikte, gönüllü birlikler kontrol ettikleri bölgelerde fiilen yerel otoriteler haline geldi. Bu birliklerin bazıları, gasp, yağma, arazi gaspı, yargısız infazlar, etnik temizlik ve hatta cihatçı gruplarla iş birliği yapmakla suçlanıyor. Bu uygulamalar, yarı-hükümet işlevlerine denk geliyor.

Gönüllüler ile ordu arasındaki artan düşmanlık, gönüllülerin kontrolü altındaki bazı bölgelerin, başkent Vagadugu’ya sadece nominal bağlılık gösteren yarı özerk bölgeler haline gelmesine yol açtı. Yerel bölgelerde gönüllü grupların varlığı, cihatçıların yeni saldırılara yol açarken gönüllü birliklerin halk arasında iş birlikçi olduğu iddia edilen kişileri daha yoğun bir şekilde takip etmesine neden oldu. Bu durum, toplumsal gerilimi artırdı ve genel güvenlik durumunun kötüleşmesine katkıda bulundu.

Burkina Faso hükümeti 30 Ağustos 2025'te, 2 bin 500 Dozo avcısının ülkenin topraklarının kontrolünü ele geçirmek için güçlerini birleştirmeye hazır olduğunu duyurdu.

Tuareg oluşumları ve Dozo Öz Savunma Birlikleri

Mali'deki hükümet yanlısı paramiliter gruplar oldukça çeşitli ve geniş bir alana yayılmış durumda. Bunlar arasında, Bamako'ya sadık Tuareg silahlı oluşumlar öne çıkıyor. Azavad Kurtuluş Hareketi (MSA) ve Imghad Tuareg ve Müttefikleri Öz Savunma Grubu (GATIA) tarafından yönetilen bu oluşumlar, etnik kimliklerini Tuaregler içindeki Dawsahaq ve Imghad kabilelerinden alırken Dawsahaqlardan yaklaşık 3 bin, Imghadlardan ise bin üyesi bulunuyor.

Bağımsız bir Azavad devleti kurma fikri, Tuareg toplulukları arasında oybirliği ile destek görmezken çatışmanın başlıca nedeni siyasi yönelimden çok iç kabile mücadelesiydi. Asil kabileler olarak kabul edilmeyen Imghad ve Dawsahaq kabileleri, yeni devletin liderliğini üstlenen asillerden Ifoghas kabilesinin hakimiyetine boyun eğmeyi reddettiler.

Devletin mali olarak zayıf olması nedeniyle, silahlı grupların oluşumu tek savunma aracı haline geldi ve bu da ayrılıkçıların kuzeyde tam kontrolü ele geçirmelerini engelledi. Ayrılıkçıların kuzeyi tamamen kontrol altına alması engellense de çatışma daha da kötüleşti.

Hem MSA hem de GATIA, DEAŞ hücreleriyle şiddetli çatışmalar yaşıyor. Azavad ayrılıkçıları ve El Kaide'nin bölgesel kolu olan Cemaat Nusrat el-İslam vel-Müslimin (JNIM) ile gergin ilişkilere sahipler. Hayatta kalabilmelerinin tek yolu, devlete sadık olmaları.

drf
Mali'nin Azavad bölgesindeki silahlı siyasi hareket MSA'nın silahlı adamları Menaka dışındaki çölde bir kamyonetin arkasına monte edilmiş bir uçaksavar silahıyla birlikte, 14 Mart 2020 (AFP)

MSA ve GATIA kendi etki alanlarında gerginliğin tırmanmasını önlemek istese de yasadışı faaliyetler yaygın ve ekonomik faaliyetler büyük ölçüde onların kontrolü altında. Her iki grup da özellikle devletten düzenli destek gelmediği için, özyönetimden vazgeçmeye hiç istekli görünmüyor.

Geleneksel Dozolardan oluşan yerel öz savunma grupları, Mali'deki en büyük hükümet yanlısı güçleri oluşturuyor.

Bu grupların büyüklüğü, onlarca kişiden yüzlerce kişiye kadar değişiyor. Coğrafi konumları da farklılık göstermekle birlikte, genel özellikleri ortak. En belirgin özellikleri, coğrafi istikrarları ve köken bölgelerine güçlü bağlılıkları ile tek etnik kökenden gelmeleri ve çoğunlukla yerleşik çiftçilerden oluşuyorlar.

Bu gruplar devletten sistematik destek almıyor. Devlete olan bağlılıkları büyük ölçüde resmi nitelikte kalıyor ve kontrol ettikleri bölgelerde devletin otoritesini resmi olarak tanımakla birlikte, pratikte fiili otorite olarak hareket ederek devlet kurumlarının yokluğunu kısmen telafi ediyor.

Gasp, yasal çerçeve dışında yaptırımlar uygulama, arazi ve mülklerin ele geçirilmesi ve etnik temizlik uygulamalarına karıştığına dair sık sık haberler geliyor.

Dogonlar ülkesi

Mali'deki en önde gelen paramiliter grup, Dogon dilinde ‘Tanrı'ya güvenenler’ anlamına gelen Dan Na Ambassagou Ulusal Koordinasyonu (Coordination Nationale Dan Na Ambassagou/CNDA) adını kullanıyor. Dogonlardan oluşan bu savunma gücü, yerleşik çiftçiler ile göçebe çobanlar olan Fulaniler arasında kıt otlak ve tarım arazileri nedeniyle geçmişten beri süren çatışmalara yanıt olarak 2016 yılında “Dogon Ülkesi” olarak bilinen bölgede kuruldu.

Ülkede silahlı çatışmaların patlak vermesiyle, Dogonlar ve diğer yerleşik topluluklar tarafından marjinalleştirildiğini düşünen Fulanilerden bazıları, toprağın adil bir şekilde yeniden dağıtılacağı vaadinde bulunan cihatçı gruplara katıldı. Buna karşın Dogonlar, avcı kardeşliklerinin geleneklerine dayanan CNDA’yı kurdu. Yaklaşık 5 bin üyesi olduğu tahmin edilen CNDA, devletten herhangi bir finansman almıyor ve silahlanma için eski av tüfekleri veya cihatçılardan ele geçirilen silahlara güveniyor.

CNDA, hükümetin desteğinin olmaması nedeniyle önemli ölçüde özerklik kazanan Dogonlar Ülkesi’nde cihatçılarla iktidarı paylaşıyor. CNDA, yerel halkı korumayı ve İslamcı aşırılıkçılarla savaşmayı amaçlasa da bölgedeki kontrolünü pekiştirmek için cihatçı grupları desteklediğinden şüphelenilen Fulaniler ve diğer sivillere sık sık saldırılar düzenliyor.

Silahlı gruplara güvenmenin riskleri

Sahel bölgesinde paramiliter güçlere güvenilmesi, ulusal orduların ve kolluk kuvvetlerinin cihatçı grupların isyanlarını bastırma, organize suçları önleme ve bölgeler üzerinde tam kontrol sağlama konusunda yetersiz kalmasından kaynaklanıyor. Bu paramiliter oluşumlar kısa vadede kazanımlar elde edebilse de genişlemeleri bölgenin uzun vadeli istikrarını tehdit eden yavaş yanan bir fitil gibidir.

Bu milislerin sağladığı güvenlik avantajları aldatıcı ve geniş alanlara yayılmış olmaları ve küçük cihatçı hücreleri dağıtma kapasitesine sahip olmalarına rağmen, organize savaş birimleriyle yüzleşemeyecek durumda olmaları, sivil kayıplar da dahil olmak üzere zayiatı artırıyor. Varlıkları misilleme saldırılarına neden olurken, toplumun giderek silahlanması gerilimin azalması ve barışın tesis edilmesi ihtimalini zayıflatıyor.

Bu grupların yasalara aykırı yöntemlere başvurması, sosyal dokuyu zayıflatmakta, rekabeti körüklemekte ve şiddet döngüsünü besliyor. Birçok bölgede devlet otoritesi gerilemekte ve yerini fiili otoriteler almaktadır. Milisler, bir zamanlar kamu kurumlarının tekelinde olan işlevleri üstlenmekte ve bunları gayri resmi ve çoğu zaman yasadışı yollarla yerine getiriyor. Sonuç olarak, siviller kendilerini ordu, hükümet yanlısı savaşçılar ve cihatçılar arasında, devletten korku ve güvensizlik ortamında buluyor.

Ekonomik boyut da aynı derecede ciddi bir konu. Çatışmayla ilgili faaliyetler milislerin kontrolündeki bölgelerde yaygınlaşıp ekonomiyi zayıflatırken yatırımların yapılmasını da engelliyor. Bu gruplar silahlandıklarında, nadiren iktidarlarını bırakmaya istekli, bağımsız gündemleri olan fiili otoriteler haline dönüşüyor.

Orta Afrika'daki Anti-Balaka'dan Sudan'daki Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki M23 Hareketi’ne kadar diğer deneyimlerden yeterince ders çıkarılmış değil. Sonuç ise hem devlet hem de toplum için uzun vadeli stratejik tehditler pahasına, anlık taktiksel kazançlar elde edilen riskli bir uzlaşıdan ibaret.


Suriye ve İsrail arasındaki güvenlik anlaşması: Olasılıklar ve zorluklar

İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
TT

Suriye ve İsrail arasındaki güvenlik anlaşması: Olasılıklar ve zorluklar

İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)

Michael Harari

Son günlerde haberler, İsrail ve Suriye arasında 25 Eylül'de BM Genel Kurulu toplantıları sırasında güvenlik meselelerine odaklanan bir anlaşmanın imzalanmasının planlandığına işaret ediyor. Suriye Devlet Başkanı, geçen hafta Şam'da Arap gazetecilerle yaptığı bir toplantıda bunu açıkça doğrulayarak, böyle bir anlaşmanın imzalanma olasılığının yüksek olduğuna işaret etti. Bu arada, ABD'nin İsrail'i, Lübnan sahası da dahil olmak üzere, ilerlemeye teşvik ettiğinin bir belirtisi olarak, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack İsrail'i ziyaret ederek İsrail yönetimiyle görüştü.

Bu haberler, İsrail'in son aylarda tekrarlanan hava saldırılarına rağmen geliyor; en son saldırı pazartesi akşamı Humus ve Lazkiye şehirlerinin çevresini hedef almıştı.

Anlaşma, imzalanırsa, yalnızca güvenlik meseleleriyle sınırlı olacak. Şam açısından bakıldığında, anlaşma İsrail'in 1974’teki Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nda belirlenen hatlara geri çekilmesini amaçlıyor. Cumhurbaşkanı Şara, Golan Tepeleri’nin halen işgal altında olması nedeniyle bu anlaşmanın bir barış antlaşması olmadığını açıkça belirtti. Ancak gelecekte Suriye halkının ve bölgenin çıkarlarına hizmet eden herhangi bir barış anlaşmasını kabul etmekten çekinmeyeceğini de vurguladı. Bu, ne Suriye ne de İsrail için zamanın henüz gelmediği anlamına geliyor.

Olası anlaşma, diğer meselelerin yanı sıra, şu anda Suriye-İsrail hattında hakim olan iki önemli dosyayı ele alacak.

İlk dosya, 1974’teki Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması ile bağlantılı. Cumhurbaşkanı Şara bu anlaşmayı teyit etmeyi ve İsrail'in üzerinde anlaşılan hatlara çekilmesini temin etmeyi amaçlıyor. Bu, Suriye egemenliğinin fiili ve resmi olarak tanınması anlamına gelecek ve Şara yönetiminin meşruiyetini güçlendirecektir. Karşılığında İsrail, silahsızlandırma önlemlerinde ısrar ederek ve Suriye rejiminin otoritesini etkili bir şekilde uygulayabileceğini güvence altına alarak güvenlik çıkarlarını korumaya çalışacaktır. İsrail, Suriye'nin taahhütlere uyacağını teyit etmek için 1974 sınırlarına tamamen çekilmeden önce anlaşmanın aşamalı olarak uygulanmasını talep edebilir. Şara da bu yaklaşımı kabul edebilir. İsrail, kademeli bir uygulama veya sınır düzenlemesi kapsamında, çıkarlarının korunmasını sağlamak için Hermon Dağı bölgesi gibi bir kısım toprağı belirli bir süre elinde tutmakta ısrar edebilir.

fgt
Suriye'nin Suveyda şehrinin girişinde Dürzi savaşçılar, 21 Temmuz (AFP)

İkinci dosya ise Suveyda'daki durum ve Dürzi azınlığın korunmasıyla ilgili ve bu daha karmaşık bir konu. İsrail, İsrail’deki Dürziler ile olan özel bağlarını göz önüne alarak, Dürzi toplumuyla özel ilişkilerini sürdürmeye çalışıyor. Ayrıca, Suriye içindeki nüfuz mücadelesinin bir parçası olarak Şam ve Ankara üzerindeki nüfuzunu güvence altına almaya da gayret ediyor. Bu bağlamda, Şara, ister önerildiği gibi bir insani koridora izin vererek, ister rejim ile azınlıklar arasındaki güç dengesine açık bir İsrail müdahalesini kabul ederek, Suriye’nin egemenliğinden feragat ediyormuş gibi görünmek istemediği için dar bir manevra alanına sahip. Bu nedenle, dikkatlice düşünülmüş bir al-ver dengesine dayalı yenilikçi formüller ve hassas düzenlemeler gerekecektir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Her iki taraf da müzakerelerde kendi araçlarına ve kazanımlarına güveniyorlar. İsrail, Suriye ve Lübnan topraklarını Amerikan desteğiyle elinde tutmasını sağlayan sahadaki askeri üstünlüğüne güveniyor. Her iki cephede de kendi koşullarını dayatabilecekmiş gibi davranıyor. Ayrıca, Şara'nın rejimini sağlamlaştırmasını, siyasi yönelimleri hakkındaki şüpheleri gidermesini sağlamaya ve Türkiye'nin nüfuzunu sınırlamaya çalışıyor.

Şara, Suveyda'da sınırlı bir manevra alanıyla karşı karşıya. İster önerildiği gibi insani bir koridora izin vererek, ister İsrail'in açık müdahalesini kabul ederek olsun, Suriye’nin egemenliğinden feragat ediyormuş gibi görünemez

Bunun karşılığında, Şara, uluslararası toplumun vizyonuna verdiği açık destekten yararlanıyor. Suriye halkının çıkarlarına hizmet ettiği sürece İsrail ile bir barış anlaşmasına varmaya istekli olduğunu da açıkça dillendirdi. Ayrıca Lübnan'a karşı açık ve yapıcı bir söylem benimseyerek, ikili ilişkileri iki egemen devlet arasındaki ilişkiler olarak tasvir etti. Bu, başarısının Lübnan sahnesinde de olumlu yansımaları olacağını gösteriyor ve İsrail'in de bunu hesaba katması gerekir.

ABD’ye gelince, çabalarını yoğunlaştırdı ve beklentilerin çıtasını yükseltti. İsrail'e gönderdiği son mesajlar, Suriye ve Lübnan'daki olumlu gelişmelere somut bir yanıt beklediğine işaret ediyor. Washington'un Şara yönetiminin istikrarına verdiği önem aşikar ve Başkan Trump kendisini diplomatik bir başarı olarak sunabileceğinden, bir İsrail-Suriye güvenlik anlaşmasının imzalanması için baskı yapmak konusunda güçlü bir motivasyonu var. Aynı mantık Lübnan için de geçerli. Washington, Lübnan'ın Hizbullah'ı silahsızlandırma yönündeki açık yöneliminin, henüz uygulamaya konulmamış olsa bile, İsrail'den de buna uygun bir adım gerektirdiğine inanıyor. Bu adım, Güney Lübnan'daki bazı mevzilerden çekilmeyi veya oradaki askeri operasyonlarda daha fazla kısıtlamayı içerebilir. Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nden yapılan açıklamalar, Amerikan mesajının açıkça alındığını gösteriyor.

İsrail'in şu anda önünde açık olan diplomatik yoldan ilerlemesi akıllıca olacaktır. Zira politikasının, Lübnan'a karşı aşırı sert bir tutum sergilerken Suriye'yi zayıflatma stratejisine dayandığı yönünde artan bir algı var. Gazze'de ve kuzey cephesinde devam eden savaştan ayrışmanın, İsrail, Suriye ve Lübnan olmak üzere üç taraf için de bir başarı olduğu açıktır. Ancak, Gazze'ye olası bir saldırı bölgesel durumu daha da karmaşıklaştırabilir. Ayrıca, bölgede İsrail hegemonyası görüntüsünü pekiştirmek, İsrail'in uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmeyebilir. Bu nedenle, İsrail'in Suriye ve Lübnan'a yönelik diplomatik çabalarını sürdürmesi zorunludur.