Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen: S-400'lerin alınması hayati öneme sahip iki şarta bağlı

Türkiye, Rusya'dan satın aldığı S-400'lerin birici paketini teslim aldı ama şimdiye kadar aktifleştirmedi / Fotoğraf: AA
Türkiye, Rusya'dan satın aldığı S-400'lerin birici paketini teslim aldı ama şimdiye kadar aktifleştirmedi / Fotoğraf: AA
TT

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen: S-400'lerin alınması hayati öneme sahip iki şarta bağlı

Türkiye, Rusya'dan satın aldığı S-400'lerin birici paketini teslim aldı ama şimdiye kadar aktifleştirmedi / Fotoğraf: AA
Türkiye, Rusya'dan satın aldığı S-400'lerin birici paketini teslim aldı ama şimdiye kadar aktifleştirmedi / Fotoğraf: AA

Türkiye, 2,5 milyar dolar vererek Rusya'dan hava savunma sistemi olan S-400 aldı.
Birinci paket bataryalar, Türkiye'ye getirildi. Test edildi fakat bir yere kurulamadı.
Aktifleştirilmemenin sebebi ise Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) tavrı.
ABD, açık şekilde S-400'lerin bir NATO üyesi Türkiye tarafından kullanılmaması gerektiğini savunuyor.
"Aksi olursa Türkiye'ye yönelik yaptırımlarda bulunacağız" tehdidini savuruyor ABD.
Türkiye ise S-400 konusunun bedelini ağır şekilde ödüyor.
Rusya'ya ödediği bedelin yanı sıra yıllardır içinde yer aldığı F-35 projesinden çıkartıldı.
Hatta ücretini ödediği F-35 uçaklarına da kavuşmayacağı, ABD tarafından resmi şekilde bildirildi.
Türkiye ile ABD arasında gerginliğe yol açan S-400 konusu yine gündemde.
Bu kez ikinci bataryalar üzerinden tartışma yürütülüyor.

Önce Rusya sonra Erdoğan mesaj verdi
Önce Rus askeri ihracat şirketi Rosoboronexport Genel Direktörü Aleksandr Miheyev, Türkiye ile ikinci S-400 anlaşmasının bu yıl içinde imzalanmasını beklediklerini açıkladı.
Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bosna Hersek ve Karadağ ziyareti sonrası Türkiye'ye dönerken bu konuda gazetecilere açıklamada bulundu.
Erdoğan, S-400'lerle "Rusya'yla ilgili, ikinci paketin alımı vesaire, bu konularda bizim herhangi bir tereddüdümüz yok. Rusya'yla bizim gerek S-400 konusu olsun, gerek savunma sanayine yönelik olsun, birçok adımımız var" ifadelerini kullandı.
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen ile Türkiye'nin S-400 meselesini konuştuk.
Eslen, Türkiye'nin dilediği ülkeden dilediği silahları satın alabileceğini belirtiyor ancak bunu çok önemli şartlara bağlı olduğunu söylüyor.
Eslen'e göre Türkiye, bağımsız dış politika yürütebilme gücüne kavuşursa istediği silahı istediği devletten alabilir. Ama tam bağımsız dış politika yürütebilme imkanını elde etmenin de bazı şartları var.
Eslen'e yönelttiğimiz soru ve cevaplar şöyle:

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen / Fotoğraf: Biyografya
"Dünya jeopolitiği hızla değişiyor"
S-400 hava savunma sistemi yine tartışılıyor. Birincisinde yaşanan sorunlar çözülmeden ikinci partisi konuşuluyor. Gerçekten Türkiye'nin buna ihtiyacı var mı?

Evvela şunu ifade edeyim: Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunma sistemi yoktu. Bu eksikliği gidermek istedik. Bunun için girişimlerde bulunduk. En sonunda Rusya'dan S-400'leri aldık. Ama aldığımız bu sistem yeterli değil. Bunun çoğaltılması gerekiyor.
Havadan gelecek balistik füzelere ve saldırıda bulunacak uçaklara karşı S-400'lerden daha fazla batarya edinmemiz gerekiyor.
Dünya jeopolitiğinde çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Türkiye coğrafi konumu itibarıyla çok kritik bir yerde. NATO'nun bir üyesidir Türkiye. NATO'daki ilişkilerimizi sürdürürken komşularımızla da iyi diyaloglar geliştirmek zorundayız. Rusya da Türkiye'nin bir komşusu. Rusya ile ilişkilerimizi o kadar iyileştirdik ki hava savunma sistemini onlardan aldık. Ama olay sadece NATO ve Rusya'dan ibaret değil. Diğer taraftan da sürekli olarak güçlenen bir Çin gerçeği var.

Çin'in Türkiye'ye etkisi ne olur?
Çin'in yükselişi büyük oradan "Bir Kuşak, Bir Yol" projesine bağlı. Bir Kuşak Bir Yol projesinin Avrupa'ya ulaşacağı en önemli güzergâh "Orta Kuşak"tır. Orta Kuşak'ta Türkiye yer alıyor. Dolayısıyla Çin'in Türkiye'ye, Türkiye'nin Çin'e sağlayacağı avantajlar var. Ama Türkiye'nin bazı sorunları bulunuyor. Özellikle dış politikada.
Türkiye'nin dış politikada bağımsız bir yol izlemesi güç gözüküyor. Özellikle de bu dönemde bağımsız bir dış politika uygulaması çok zor. Türkiye borçlu bir ülke. Borçlarının faizlerini bile ödemek için Batı'nın mali kaynaklarına ihtiyacı var.  Ticareti de büyük oranda Avrupa Birliği üyesi ülkelerle yapıyor. Diğer taraftansa Sedat Peker'in videolarda anlattığı olaylar var. Türkiye'yi yönetenlere kadar uzuyor Peker'in suçlamaları. Bu da uluslararası arenada suç teşkil ediyor.  Bu açıdan bakıldığında ABD'ye karşı bazı açıkları var.

Türkiye'nin 2,5 milyar dolar vererek aldığı hava savunma sistemini nereye konuşlandıracağı merak konusu / Fotoğraf: AA
ABD'nin elindeki Türkiye kozları
Türkiye Halk Bankası, kara para aklama suçlaması, uyuşturucu satışı gibi ciddi konular var ülkenin önünde. ABD için bunların hepsi birer koz.
Amerika Birleşik Devletleri, Joe Biden döneminde küresel güç mücadelesi kapsamında iki hedef ülke belirledi. Aslı hedef Çin, ikinci hedef ise Rusya. ABD, bu kapsamda son zamanlarda Rusya'ya karşı NATO ile birlikte Doğu Avrupa'da ciddi girişimlerde bulunuyor. Karadeniz'e NATO üyesi ülkelerin savaş gemilerini soktu. Yunanistan'a çok ciddi yığınak yaptı. ABD'nin, Rusya karşıtı girişimlerine Türkiye de iştirak etti. Ayrıca Türkiye, Kırım meselesinde Ukrayna'nın yanında yer aldı. Rusya'ya karşı Ukrayna'ya tam destek veriyor. Dolayısıyla Türkiye, Rusya'ya karşı daha fazla Atlantik bloğunun içinde yer alıyor. Belirttiği nedenlerden ötürü bir anlamda bunu mecburiyetten ötürü yapıyor.

"İkinci paketin alımı pek inandırıcı gelmiyor"
Daha aldığı birinci parti silah sistemini kullanamayan Türkiye, ABD'ye rağmen ikinci bataryaları alabilir mi?
Gelelim konun özüne… S-400'lerin depodan çıkartılıp aktifleştirilmediğini biliyoruz. ABD'nin bunca baskısı varken bu şartlarda birinci paketi alınan S-400'lerin yeni paketini almanın güç olduğunu düşünüyorum. Yani Rusya'dan parasını verip satın aldığımız hava savunma sistemini kendi irademizle kurup, kullanamıyoruz. Bu şartlarda S-400'ün ikinci paketinin alınmasını pek makul ve inandırıcı gelmiyor.
Meseleye bir de Rusya açısından bakmak gerekiyor. Soğuk Savaş'ın bitmesinden bu yana NATO, sınırlarını Rusya'ya yakınlaştırmaya çalıştı. Bugün Baltık ülkelerinden Romanya, Polonya ve Bulgaristan, Karadeniz hattında bir nevi NATO'nun yeni cephesi gibidirler. ABD, Ukrayna ve Beyaz Rusya'yı karıştırarak NATO üyesi yapmaya çalışıyor.

"ABD, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerinden hoşnut değil"
Türkiye, Rusya için ne ifade ediyor?

Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen Rusya için çok önemli. Türkiye coğrafyası, Karadeniz'den Türk boğazları üzerinden Rusya'nın Akdeniz'e açılma olağanı veriyor. Tabii ki NATO üyesi olan Türkiye'nin Rusya'ya yakınlaşması, her iki ülkenin işine geliyor. Fakat ABD bu durumdan hiç de hoşnut olmuyor.
Türkiye-Rusya yakınlaşmasında savunma sanayi alanında iş birliktelikleri getiriyor. Bu anlamda Rusya, Türkiye ile daha fazla işbirliği yapmak ve daha fazla S-400 satmak ister. Bütün bunlar, Rusya'nın Karadeniz güvenliği için güney komşusu Türkiye'nin kendisi için önemli olduğunu ortaya koyuyor.

S-400 bataryaları Rusya tarafından Türkiye'ye teslim edilmişti / Fotoğraf: AA 
"Amerika, Türkiye'yi mutlaka Atlantik bloğunun içinde tutmak ister"
Bu durum da diğer müttefiklerin öfkesine mi neden oluyor?

Artık küresel jeopolitik, Soğuk Savaş dönemindeki gibi statik değil. Jeopolitik artık çok dinamik. Çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Amerika'nın Rusya ve Çin ile yaptığı küresel güç mücadelesi, 11 Eylül saldırılarından sonra yaptığı değişimler, renkli müdahaleler, Büyük Ortadoğu Projesi, Çin'in yükselişi, Kuşak Yol Projesiyle Asya'ya, Avrupa'ya ve Afrika'ya açılması gibi birçok gelişme hızlı yaşandı.
Bu gelişmeler baz alınıp bir değerlendirme yapıldığında Türkiye'nin stratejik konumunun önemi bir kez daha dikkati çekiyor. Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle dünya haritasının tam merkezindedir. Afro-Avrasya'nın tam merkezinde yer alıyor. Bu nedenle bütün büyük güçler gibi Türkiye'yi yanına çekmek ister. Biz zaten şu an Batı'ya angaje olmuş durumdayız. NATO'nun önemli bir üyesiyiz ama Türkiye, uzun vadeli düşünmek zorunda.
Amerika, yeni bir silah üretirken veya başka bir ülkeden alırken kimseye soruyor mu? Burada mesele şu: Türkiye pek çok açıdan önemli bir ülke. Onun için Amerika, Türkiye'yi mutlaka Atlantik bloğunun içinde tutmak ister. Bunun içinde kendi yörüngesinin bir uydusu olarak muhafaza etmeyi arzuluyor. Kaybetmek istemiyor. Ama rahat çalışabileceği bir yönetim arzuluyor.

Peki bu küresel güç mücadelesi nasıl gelişecek?
Çinliler, resmen açıkladı. "2050 yılına geldiğinde küresel lider biz olacağız" dediler. Burada Türkiye'nin nasıl bir tavır ortaya koyacağı önem kazanıyor. Orta kuşak, Türkiye'ye ne gibi avantajlar sağlar? Ortaya çıkan bilgilere göre Çin'in üçüncü köprü yani Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün hisselerine alma konusundaki müzakereleri son ermiş.
Bu noktada ABD'nin tavrı etkili. Amerika Birleşik Devletleri'nin, Türkiye'nin Rusya ve Çin ile geliştirmek istediği ilişkileri üzerine çok büyük baskısı var. Türkiye'nin de bazı ihtiyaçları ve açıkları var. Mesele şu: Türkiye'nin Atlantik bloğundaki yeri ve konumu Amerika tarafından boyunduruk altına alınmıştır. Dolayısıyla Türkiye'nin mutlak bağımsız politikaları imkanı yoktur, elinden alınmıştır. Türkiye'nin en ciddi meselesi budur.

"Türkiye'nin güçlü orduya, yönetime, mali ve ekonomik yapıya ihtiyacı var" 
Bunun dışındaki meseleleri nelerdir?

Belirttiğim durum kritik öneme sahiptir. Bunun dışında çok önemli iki meselesi var. Birincisi Atatürk'ün söylediği gibi 'aslolan iç cephe'dir. İç cephe, bugün, çok yönlü tehditler altındadır. İç cephenin çökmesinin telafisi yoktur. Türkiye iç cephesini mutlaka güçlü tutmalıdır.
İkincisi ise Türkiye'nin bağımsız politikalar yürütebilmesi için Atlantik boyunduruğundan kurtulması lazımdır. Bu da kolay bir şey değildir. Bunun içinde güçlü bir yönetime, güçlü bir orduya, güçlü mali ve ekonomik yapıya ihtiyacı var.

Şu anda Türkiye bir taraftan Atlantik bloğu diğer taraftansa Avrasya bloğu tarafından sıkıştırılıyor mu?
Tam öyle bir sıkışmışlık yok. Türkiye artık içinde bulunduğu şartlardan Ukrayna üzerinden Rusya'yı karşısına almaktadır. Tabii bundan Amerika'nın rolü var. Yine Amerika'nın empoze etmesinden dolayı Çin ile ilişkilerini asgariye düşürmeye çalışmaktadır. Türkiye Atlantik yapısına daha fazla bağlanmıştır.

"İç cepheyi güçlendirmemiz lazım" 
Neden NATO'ya daha fazla bağlanmaya başladı?

Türkiye'yi buna zorlayan bazı mecburiyetleri vardır. Onun için ısrarla söylüyorum: Aslolan iç cepheyi güçlü tutmaktır. Bağımsız dış politika yürütme imkanının elde etmektir.

İç cephedeki ayrışma, kutuplaşma nasıl giderilecek?
İç cephede ne yazık ki belirttiğiniz gibi ayrışma, kutuplaşma var. Tarikatların ön plana çıktığı bir süreç işletildi. Cumhuriyet değerleri aşındırılıyor. İç cephenin güçlü olması için ayrıştırıcı dile son vererek kutuplaşmayı ortadan kaldırmak gerekiyor. Devamının sağlanması için de ekonomik yapının sağlanması ve mali tarafın güçlü hale getirilmesi şarttır. Öbür tarafta ise sürekli olarak gelen sığınmacılar var. Bu sığınmacılar zaman içerisinde Türkiye'nin iç cephesini daha da sarsacaktır. Bütün bunlara karşı tedbirler almamız ve iç cepheyi güçlendirmemiz lazım. İç cephe ne kadar güçlenirse, dış politikada bağımsız hareket etmek o kadar kolaylaşır.

Konumuza tekrar geri dönersek ikinci parti S-400 bataryalarını almak mümkün olur mu?
Ben bu şartlarda bunun mümkün olabileceğini düşünemiyorum.

"Keşke bağımsız irademizle alabilsek ve kullanabilsek" 
O zaman Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Batı'ya özellikle de ABD'ye mesajı mı veriyor?

Cumhurbaşkanının mesajları ortada. Dış politikada bazen bu tür mesajlar verilir. O, sadece mesaj olarak kalır. Eğer bu kadar borcunuz varsa, Sedat Peker bile bu kadar açığı ortaya koymuşsa, Halk Bankası davası varsa, mevcut S-400'ler hala aktifleştirilmişse, söylenenler mesaj olmaktan öteye gitmez.
Keşke alabilsek. Keşke devamı olacak bataryaları satın alabilsek. Keşke o bağımsız irademizi kullanabilsek ve ihtiyacımız olan hava savunma sanayisine kavuşabilsek.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, bir Girit modelinden bahsetti. Yani bir yere konuşlandırılmayacak mı?
Alınan S-400'ler Ege bölgesine yerleştirilirse, Yunanistan ile aramızdaki stratejik dengeler bütünüyle bizim lehimize değişir. Bu S-400'leri Akdeniz bölgesine taşır, burada aktive edersek, Doğu Akdeniz'deki dengeler büyük çapta etkilenir.

"S-400'ler, sadece bir güvenlik aracı değildir"
O zaman devamının gelmesi şart olmaz mı?

Elbette devamının gelmesi gerekiyor. Mevcutları artırmak şart olur. Türkiye'de bunu siyasetçiler de askerler de biliyor. Ama mevcut olanın da faydalı olduğunu belirtmek de isterim. Bu konuda Türkiye'nin ciddi anlamda ihtiyacı var. Sadece bazı bölgelerin değil İstanbul gibi büyük kentlerin hava güvenliğini de sağlamak lazım.

Türkiye'nin her batarya için 2,5 milyar dolar verecek ekonomik gücü var mı?
Rusya bu konuda bazı kolaylıklar sağlayabilir. Rusya bu silahları satmak ister. S-400'ler, sadece bir güvenlik aracı değildir. Çok kutuplu yeni dünya düzeninde, Türkiye'nin Atlantik yapısı dışında kendi iradesini kullanarak kararlar vere bilme gücün sahip olduğunu göstermesi lazım. Türkiye bunları aldığında dünyaya kuzey komşumla iyi ilişkiler geliştiriyor mesajı da vermiş oluyor. S-400 almak aynı zamanda bir siyasi mesajdır. Uluslararası sisteme adaptasyon meselesinin bir mesajıdır. Çünkü bu küresel güç mücadelesinde Türkiye, stratejik konumunu gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Türkiye'nin yaşanan gelişme ve değişimlere ayak uydurması gerekecektir. S-400 ilişkisi de biraz bununla ilgilidir.
Independent Türkçe



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.