Cezayir kimlik savaşı ile dil çatışması arasında mı?

“Cezayir’de siyasi, kültürel ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterilmesi, ulusal birliğin ve uyumun koşullarından biridir”

Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
TT

Cezayir kimlik savaşı ile dil çatışması arasında mı?

Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)

Ali Yahi
Cezayir’de ülkenin birliğini ve toplumun bütünlüğünü tehdit eden tehlikeli bir dönemece giren kimlik meselesi, hem devlet hem de halk nezdinde tüm Cezayirliler için ana gündem maddesi haline geldi. Özellikle sosyal medyadaki tartışmalar çerçevesinde, bu krizden çıkış yolunun bulunamaması halinde kimlik savaşının devam edebileceği yönünde korkular artıyor.
Sebeplerle bölünme ve korkutucu dönüşüm
Cezayir'i yaklaşık 132 yıl işgal eden dünün sömürgecisi Fransa, kimi zaman dini kimi zaman ailevi olmak üzere çeşitli gerekçelerle ülke yönetimlerini ve aşiretlerini birbirleriyle çatışmaya zorladı. Diğeretnik kökenlerin bölgenin Cezayir’e olan bağlılığına karşı meydan okumasını sağlayarak ve (Fransa’nın) 1830 yılında Cezayir'e ayak basmasından bu yana, toplumda, ülkenin çeşitli bölgelerini kontrol etmesini kolaylaştıran bölünmeler yaratmak amacıyla benimsediği diğer yöntemleri kullanarak kimlik meselesinin büyümesinden sorumlu oldu.
Bazı çevreler, aydınların ve akademisyenlerin tüm artıları ve eksileriyle gerçek bir tarih yazmaktan çekinmelerinin, başta Fransızlar olmak üzere oryantalistlerin ve yabancıların, ülkelerinin gündemlerine, fikirlerine ve çıkarlarına göre tarihi işlemelerinin önünü açtığına inanıyorlar. Aydınlar ve akademisyenler ise iktidar sınıfının gazabından, yönetimlerle kabileler arasında bir savaşa neden olmaktan ve halkın güvenini kazanmış kişilerin imajlarını sarmaktan korktukları gerekçesiyle tutumlarını savunuyorlar.
Sorunun kültürel alandaki istikrarı büyük tartışmaların önünü kesse de ayrılık taleplerinin, vatana ihanet ve dışa bağlılık suçlamalarının medyada yankılanmadan ve sokağa taşınmadan önce sosyal medya sitelerinde çatışmalara dönüşmesi, bu durumun neler getirebileceğine dair endişeleri körükledi. Özellikle Cemal bin İsmail adlı gencin orman yaktığı gerekçesiyle kendisini yakalayan kişilerce öldürülmesinden sonra tüm kesimlerden, Araplar ve kabileler arasındaki gerginliğin halkın ve ülkenin birliğini tehdit etmesinin önlenmesi için derhal harekete geçilmesi çağrılarının yapılmasına neden oldu.

Çatışmadan beslenen taraflar
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberde değerlendirmelerde bulunan Hukuk Profesörü Hac Hanefi şunları söyledi:
“Cezayir kimliği, toplumu oluşturan medeni düşünce çerçevesinde, dil, din, renk ve cinsiyet ayrımı yapılmadan, bilinçli olarak anı yaşayan pozitif vatandaştır. Bu özellikler, onu üretkenliğe, farkındalık yaratmaya ve aydınlık bir geleceğe doğru itmektedir. Kimlik meselesiyle ilgili, Suriye'den, mezhepçilik altında bölünmüş Sudan'dan veya Lübnan'dan, Ermeni meselesi nedeniyle tarihi lekelenmeye çalışılan Türkiye’den, Müslümanlar ve Kıptileri bir birine düşürmek için kullanılan Mısır’dan alacağımız bin tane ders var.”
Milliyetçilik karşıtları da dahil olmak üzere Cezayir'de kimlik savaşını körükleyen taraflar olduğunu söyleyen Hanefi, ister cahillikle isterse dış mihrakların sağladığı finansman ve yaptığı planlarla olsun bunun, içeride milliyetçilik karşıtlığının yapıldığını, dışarıdan ise başta ülkeyi bölmek, zayıflatmak ve zenginliğini sömürmek olmak üzere bir takım hırslara ve hedeflere ulaşmak amacıyla devleti içeriden parçalama stratejisiyle ilgili olduğunu söyledi.
Hukukçu Süleyman Şeriki ise kimlik savaşının devam etmesinin nedeninin, Cezayir Anayasası’nın dönemin şartlarından dolayı aceleyle yazılması ve toplumsal tartışmadan yeterince pay alamaması olduğunu, hatta daha önceki anayasaların ve değişikliklerin de aynı şekilde yapıldığını belirtti.
 Şeriki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kimlik, özellikle kendi gündemlerine hizmet etmek için, toplumun bileşenleri arasında kutuplaşma yaratmak amacıyla kimlik meselesini kullananların varlığı nedeniyle sadece anayasa hukuku uzmanlarından oluşan bir komitenin değerlendirmesinin ötesine geçti. Bu durum anayasa maddesine dahil edilmesiyle ilgili karar verilmesi amacıyla tartışılmasını gerektirir. Kimlik savaşını körükleyen birkaç taraf var. Bunlardan birincisi toplumsal tartışmanın boyutuna ulaşmasına izin vermeyenler, ikincisi kendi gündemlerini dayatmak isteyenler, üçüncüsü de konunun tartışılmasına dahi izin vermeyenlerdir.”

Şüpheli çatışma
Soruları ortaya çıkaran ve kimlik çatışmasını ‘şüpheli bir savaş’ yapan neden, Amazighlerin (Berberiler) merkezinde olduğu tartışmalardır. Kimlik ise tarih, din ve dil üzerine kuruludur. İktidar, toplumun uyumunu ve istikrarını korumak için bu hassas konuyu dizginlemeye çalışıyor. Bunu da Cezayir kimliğini İslam dini ve Arap dili ile sınırlayan 1963 Anayasası’ndan, Cezayir'i Arapların yanı sıra bir Amazigh toprağı olarak kabul eden 2020 Anayasası’na doğru evrilen mevcut anayasa belgesi aracılığıyla yapıyor. Ama savaş durulmuş değil ve her an patlak verecek gibi görünüyor.

Siyasi, kültürel ve dilsel çeşitlilik
Aşiret bölgelerinin desteğini alan Kültür ve Demokrasi İçin Birlik Partisi, siyasi, kültürel ve dilsel çeşitliliğin Cezayir'in ayırt edici özelliği olduğunu vurguladı. Bu çeşitliliğe saygı duyulmasının, ulusal birlik ve uyumun koşullarından biri olduğuna işaret etti.
Partinin Basın Sorumlusu Murad Beyatur, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Bu çeşitlilik, siyaset sisteminin bir ilerleme ve gelişme kaynağı yapılması gerekirken ulusal bölünme ve yok olma sebebi haline getirildi. Bu, böl-parçala-yönet politikasının benimsenerek iktidarda kalmaya devam etmek için yapılıyor. İktidar, bağımsızlıktan sonra, çok kültürlülük ve çok dillilik pahasına entelektüel, siyasi ve kültürel tek taraflılığı doğuran bir ideoloji dayattı. Cezayir, kültürünün ve ulusal kimliğinin silinmeye çalışıldığı sömürgecilik belasının acılarını çektikten sonra bu ideoloji savunucuları, geçmişte her türlü işgale karşı bir direniş aracı olarak kullanılan tarihi ve toplumsal kültürün parçalarını silmeye çalıştılar. Cezayir tarihi mirasından, kimliğinden, dillerinden, yaratıcılığından ve yenilikçiliğinden, daha doğrusu kendi zenginliklerinden mahrum bırakıldı. Bunun ilacı kişinin kendisiyle, Cezayir ile ilişkilendirilen yanıltıcı bilgilerden uzaklaşmasındadır. Tarihimizle ve kendimizle uzlaşmalıyız.”

Denge eksikliği
Cezayir’deki İslami eğilimli en büyük parti olan Barış Toplumu Hareketi'nin kurucularından Said Mursi konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
 “Tarihteki hataları düzeltmediğiniz sürece kimlik savaşı devam edecektir. Sömürgecilik kimliğine sadık güçler, ülkede büyük bir etkiye sahipler. Cezayir kimliğini, halkın tek dini inancından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Toplumun gelişiminin çeşitli dönemleri boyunca kültürel kimliğin tüm kollarını ve bileşenlerini barındırmasına rağmen İslam dininin kimlik ve inançta belirleyici bir unsur olmaması amaçlanıyor. Sömürgecilik, çağlar boyunca içinde kültürel bir varlığa sahip olduğu bir kimlik kalıbı empoze etmeye çalışmıştır. Bu da ancak dilin silinmesiyle, yani ulusun dillerinden Arapça ve Amazigh dilinden uzaklaşmasıyla olur. Kimliğin farklı dillerdeki bileşenleri arasındaki denge eksikliği halen var olan ve içeride çoğunluğu İslam dini düşmanlığıyla silahlanmış, ideolojik olarak Frankofil bir sınıfa sahip olan sömürgecilik çatışmasının doğasını değiştirmeye ve geliştirmeye yardımcı olanlar için büyük bir boşluk bıraktı.

Nefret içerikli paylaşımlar
Buna karşın Siyaset Sosyolojisi Profesörü Mustafa Racii, Cezayir'de kimlik savaşı olmadığını ama bazı kişilerce sosyal medya sitelerinde sahte kimlikler kullanılarak yoğun bir şekilde nefret içerikli paylaşımların yapıldığını savundu. Racii bazı parti liderlerini, Amazigh diline karşı yaptıkları açıklamalarla bazı gençleri kimlik çatışması olduğu düşüncesiyle nefret içerikli paylaşımlar yapmaya itmekle suçlarken bunun mümkün olmadığını vurguladı.



Hamas’ın desteklediği, İsrail’in ise reddettiği ateşkes anlaşmasının başlıca detayları neler?

İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’nı bombalamasının ardından enkaz altında yakınlarını arayan Filistinliler, 31 Ekim 2023 (Reuters)
İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’nı bombalamasının ardından enkaz altında yakınlarını arayan Filistinliler, 31 Ekim 2023 (Reuters)
TT

Hamas’ın desteklediği, İsrail’in ise reddettiği ateşkes anlaşmasının başlıca detayları neler?

İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’nı bombalamasının ardından enkaz altında yakınlarını arayan Filistinliler, 31 Ekim 2023 (Reuters)
İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’nı bombalamasının ardından enkaz altında yakınlarını arayan Filistinliler, 31 Ekim 2023 (Reuters)

Hamas Hareketi dün bir açıklama yaparak Gazze’de ateşkes ve esir takası mutabakatı için üç aşamalı bir anlaşmayı kabul ettiğini duyurdu. Ancak İsrailli bir yetkili, anlaşmanın ‘hafifletilmiş’ hükümleri olduğu gerekçesiyle, İsrail için kabul edilemez olduğunu söyledi.

Hamas Hareketi ile İsrail arasındaki dolaylı müzakerelere Katar ve Mısır ile birlikte arabuluculuk yapan ABD, Hamas’ın yanıtını incelediğini ve Ortadoğu'daki müttefikleriyle görüşeceğini açıkladı.

Reuters haber ajansının Hamas yetkilileri ve müzakerelerle ilgili bilgi sahibi bir yetkili tarafından şimdiye kadar açıklanan detaylarına dayandırdığı haberine göre Hamas Hareketi’nin onayladığını açıkladığı üç aşamalı anlaşmada şunlar yer alıyor:

Birinci aşama

1- Toplam 42 gün sürecek ateşkes.

2- Hamas, İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin serbest bırakılması karşılığında 33 İsrailli rehineyi serbest bırakacak.

3- İsrail Gazze'deki güçlerini kısmen geri çekecek ve Filistinlilere Gazze'nin güneyinden kuzeyine hareket etme özgürlüğü tanıyacak.

İkinci aşama

1- Toplam 42 günlük bir başka ateşkes dönemi olacak ve Gazze'de ‘sürdürülebilir bir sakinliğin’ yeniden sağlanmasına dair bir anlaşma yapılacak. Müzakereler hakkında bilgi sahibi olan bir yetkili, Hamas Hareketi’nin ve İsrail'in ‘kalıcı bir ateşkes’ konusunda herhangi bir müzakere başlatmama konusunda anlaştıklarını söyledi.

2- İsrail güçleri Gazze'den tamamen çekilecek.

3- Hamas, İsrail'in Filistinli tutukluları serbest bırakması karşılığında İsrailli rehineler arasındaki aktif görevde olan askerleri ve yedek askerleri serbest bırakacak.

Üçüncü aşama

1- Karşılıklı olarak alıkonulan cenazeler takas edilecek ve Katar, Mısır ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından denetlenen bir plana göre Gazze’nin yeniden inşası başlatılacak.

2- Gazze Şeridi'ne uygulanan abluka tamamen kaldırılacak.


Hamas, her biri 42 gün sürecek üç aşamalı bir anlaşmadan bahsediyor

: Hamas’ın Gazze Yönetimi Başkan Yardımcısı Halil el-Hayya ve Hamas’ın Lübnan Temsilcisi Usame Hamdan, gazetecilere demeç veriyor (Reuters- arşiv)
: Hamas’ın Gazze Yönetimi Başkan Yardımcısı Halil el-Hayya ve Hamas’ın Lübnan Temsilcisi Usame Hamdan, gazetecilere demeç veriyor (Reuters- arşiv)
TT

Hamas, her biri 42 gün sürecek üç aşamalı bir anlaşmadan bahsediyor

: Hamas’ın Gazze Yönetimi Başkan Yardımcısı Halil el-Hayya ve Hamas’ın Lübnan Temsilcisi Usame Hamdan, gazetecilere demeç veriyor (Reuters- arşiv)
: Hamas’ın Gazze Yönetimi Başkan Yardımcısı Halil el-Hayya ve Hamas’ın Lübnan Temsilcisi Usame Hamdan, gazetecilere demeç veriyor (Reuters- arşiv)

Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki başkan yardımcısı Halil el Hayya, dün (Pazartesi) televizyonda yaptığı açıklamalarda, hareketin onayladığı ateşkes teklifinin her biri 42 gün süren üç aşamalı bir anlaşma olduğunu söyledi.

El-Hayya, anlaşmanın ikinci aşamasının İsrail'in Gazze'den tamamen çekilmesini öngördüğünü belirtti.

El-Hayya, "Katar ve Mısır'daki arabulucuların bize sunduğu öneri, kalıcı bir ateşkese ulaşmak amacıyla her biri 42 gün süren 3 aşamadan oluşuyor" dedi. El Hayya anlaşmanın, kalıcı bir ateşkesin sağlanması amacıyla, "Gazze'den tamamen çekilmeyi, yerinden edilenlerin geri dönüşünü ve mahkumların değişimini" içerdiğine dikkat çekti.


Irak'ta "terör" suçundan hüküm giyen 11 kişinin idam cezası infaz edildi

 Irak Bayrağı (EPA)
 Irak Bayrağı (EPA)
TT

Irak'ta "terör" suçundan hüküm giyen 11 kişinin idam cezası infaz edildi

 Irak Bayrağı (EPA)
 Irak Bayrağı (EPA)

Irak güvenlik ve sağlık kaynakları, Fransız Haber Ajansı AFP'ye dün (Pazartesi) Iraklı yetkililerin "terör suçlarından" hüküm giymiş 11 kişiyi infaz ettiğini, bunun, nisan sonundan beri idam cezasına çarptırılan ikinci grup olduğunu belirtti.

İsminin açıklanmasını istemeyen bir güvenlik kaynağı, infazların Zikar Valiliği'nin (güney) Nasıriye şehrindeki El-Hout hapishanesinde gerçekleştirildiğini ve burada geçen ay da "terör suçlarından" hüküm giymiş diğer 11 kişinin daha idam edildiğini söyledi.

 


İtalya'da Müslümanlara ibadet engeli: Dua edecek yerleri kalmadı

Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
TT

İtalya'da Müslümanlara ibadet engeli: Dua edecek yerleri kalmadı

Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)

Fransız haber ajansı AFP, İtalya'nın Monfalcone ilçesinde Müslümanların ibadet ettiği yerlerin kapatılmasının yarattığı olumsuz etkiyi haberleştirdi. 

Haberde, "Yüzlerce Müslümanın cuma namazını otoparkların beton zemininde kılmak zorunda kaldığı" yazıldı.

İtalya'nın kuzeydoğusundaki Gorizia kentine bağlı Monfalcone ilçesinin belediye başkanı Anna Maria Cisint, kasımda Müslümanların namaz kıldığı iki kültür merkezinin kapatılmasına karar vermişti. 

Ayrıca aralıkta, eski bir süpermarketin bulunduğu alanda namazlarını kılmak isteyen Müslümanlar, belediyenin söz konusu yeri inşaat alanı ilan etmesiyle engellenmişti. 

Bunun ardından 23 Aralık'ta yaklaşık 8 bin kişi uygulamaya karşı protesto yürüyüşü düzenlemişti. 

2006'da Bangladeş'ten Monfalcone'ye geldiğini ve İtalyan vatandaşlığına geçtiğini söyleyen Rejaul Hak, Müslümanlara adil davranılmadığını savunarak şöyle konuştu:

Söyleyin nereye gideyim? Neden Monfalcone'nin dışına çıkmak zorundayım? Burada yaşıyorum, burada vergi ödüyorum! Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Yehova Şahitleri, hepsi kendi kilisesine sahip. Bizim niye ibadethanemiz olmasın?

İktidar ortağı radikal sağcı Lig Partisi'nden Cisint ise şehir planlama kanunlarının ibadethane yerlerinin inşasını sınırladığını belirterek, yasalara uygun davrandıklarını savundu.

İzinsiz bölgelerde ibadete izin vermeyeceklerini söyleyen Cisint, Müslümanlara yönelik herhangi bir ayrımcılık yapmadıklarını öne sürerek "Bir belediye başkanı olarak kimseye karşı değilim, böyle bir tavırla vakit kaybedemem. Ben yasaları uygulamakla yükümlüyüm" dedi. 

Yaklaşık 59 milyon nüfusa sahip İtalya'da 2,7 milyona yakın Müslüman yaşıyor. AFP'nin aktardığına göre İslam'ın İtalyan hukukunda resmi bir statüsü olmaması, ibadethane sorununu daha da karmaşıklaştırıyor.

Birçok tersanenin yer aldığı Monfalcone'de 30 binden fazla kişi yaşıyor. Yabancı uyruklu 9 bin 400 kişiden 6 bin 600'üyse Müslümanlardan oluşuyor.

Cisint ise Monfalcone'nin daha fazla Müslüman göçmeni kaldıramayacağını öne sürerek, "Bu sayı Monfalcone için çok fazla. Gerçekten çok fazla. Durum bu" dedi. 

İtalyan İslam Dini Cemaati'nin (COREIS) başkanı Yahya Zanolo, ülke çapında resmi olarak tanınan cami sayısının 10'u bulmadığını belirtti. Zanolo bu yüzden Müslümanların derme çatma yerlerde ibadet etmek zorunda kaldığını, bunun da "gayrimüslim nüfusta korkuya ve önyargılara yol açtığını" söyledi. 

Monfalcone'de çalışan Müslüman göçmenlerden 38 yaşındaki Ahmed Raju da "Hiç aşamayacağımız devasa bir duvarın önünde gibi hissediyoruz" dedi. 

İlçedeki Müslümanlar, kültür merkezlerinde ibadete getirilen yasağı mahkemeye taşımıştı. AFP'nin aktardığına göre karar duruşması 23 Mayıs'ta yapılacak.

Independent Türkçe

 

 


Hamas: Netanyahu'nun Refah ısrarı ateşkesi engelledi

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
TT

Hamas: Netanyahu'nun Refah ısrarı ateşkesi engelledi

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)

Mısır'ın başkenti Kahire'deki ateşkes müzakerelerinde ilk etapta ilerleme kaydediliği fakat daha sonra sürecin, özellikle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Refah'a kara operasyonu ısrarıyla yeniden tıkandığı aktarıldı.

Kimliğinin paylaşılmasını istemeyen İsrailli yetkililer, Amerikan gazetesi New York Times'a "Tarafların anlaşmaya yaklaştığına dair işaretler vardı fakat görüşmeler durdu, Hamas heyeti pazar günü Kahire'yi terk etti" dedi.

Adlarının açıklanmasını istemeyen Hamas yetkilileri, Netanyahu'nun anlaşma yapılsın yapılmasın Refah'a kara harekatı düzenleme ısrarının süreci tıkadığını savundu. 

Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, "Anlaşmayı tamamlamaya çok yaklaşmıştık fakat Netanyahu'nun dar görüşlü tavrı süreci engelledi" dedi.

Netanyahu, ateşkes müzakerelerinin sonuçlarından bağımsız olarak Refah'a kara harekatı düzenleyeceklerini defalarca söylemiş, ABD de operasyon planlarına karşı çıkmıştı.

İsrailli yetkili de Netanyahu'nun Refah konusundaki tutumunu değiştirmemesi nedeniyle Hamas'ın duruşunu sertleştirdiğini savundu.

Diğer yandan kimliklerinin paylaşılmasını istemeyen iki ABD'li yetkili, görüşmelerin tıkanmadığını, tarafların teklifleri değerlendirmeyi sürdürdüğünü iddia etti.

Netanyahu ise pazar günkü konuşmasında süreci tıkayan tarafın Hamas olduğunu öne sürerek "Rehinelerin serbest bırakılmasını engelliyorlar" demişti.

Başka bir Hamas yetkilisi, Kahire'de yaşanan durumu tekrar gözden geçirmek için Katar'ın başkenti Doha'da bugün toplantı düzenleyeceklerini söyledi. Yetkili, örgütün sürece yapıcı şekilde yaklaşmaya özen gösterdiğini savundu.

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), bombardımanlardan kaçan yaklaşık 1,5 milyon Filistinlinin sığındığı Refah'ın doğusundaki mahalleleri tahliye etmeye başladı. IDF, en az 100 bin kişinin şehrin kuzeyinde hazırlanan Mavasi "insanı bölgesine" gönderileceğini açıkladı. 

Ayrıca İsrail ordusunun broşürler ve telefon mesajlarıyla sivilleri tahliye sürecine dair bilgilendirdiği aktarıldı. 

24 Kasım'da sağlanan ve bir hafta süren ateşkeste 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakılmıştı. IDF'nin verilerine göre Hamas'ın elinde halen yaklaşık 130 rehine var. İsrail ordusu, bunlardan 34'ünün öldüğünü doğrulamıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Jerusalem Post, Guardian


Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
TT

Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)

Tony Francis

Gazze’deki savaş pazar günü itibariyle 213’üncü gününe girerken halen bir ateşkes anlaşması ihtimali ufukta görünmüyor. Çatışmalar ve İsrail’in bombardımanları bugüne kadar yaklaşık 35 bin Filistinlinin ölümüne, on binlerce Filistinlinin kaybolmasına, yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olurken ateşkes görüşmeleri halen devam ediyor. Esir takası ve Gazze Şeridi’ne insani yardımların ulaştırılmasının kolaylaştırılması meseleleri ise İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefiyle Hamas Hareketi’nin 7 Ekim saldırısı öncesine dönme talepleri arasında sıkışıp kalmış durumda.

Ölüm makinesi (İsrail) Gazze Şeridi'ndeki en yoğun nüfuslu Refah şehrine kara saldırısı düzenleme tehdidini sürdürürken, son birkaç haftadır tabloda pek fazla değişiklik olmadı. Aynı arabulucular; Katar, Mısır ve ABD, yeni bir ateşkes için arabuluculuk yapmaya devam ediyor.

Nisan ayı neredeyse ateşkesle ilgili formüllerin sunulması ve yanıtların beklenmesiyle geçerken, İran-İsrail çatışmasının ardından bazı gelişmeler netleşmeye başladı. Bunların başında Türkiye’nin rolünün yeniden aktifleşmesi geliyor. Öyle ki Hamas, Türkiye'den yeni bir eleştiri dalgası ve boykot tedbirleriyle karşı karşıya kalan İsrail ile Hamas Hareketi arasında varılması beklenen ateşkes anlaşmanın dördüncü garantörü olarak Ankara'yı önerdi.

İran-İsrail gerilimi, baskılandı ve Tahran’ın Tel Aviv'e yönelik füze saldırısının Filistinlileri savunmak için değil, Şam'daki İran konsolosluğunun hedef alınmasına misilleme olarak yapıldığını açıklamasıyla, ‘Filistin boyutunun’ dışında tutuldu. ABD’de ve Batı ülkelerinde özgürlüklerin bastırılmasını kınamaya odaklanan ve yine eski sloganlarını dillendirmeye dönen Tahran, Gazze ile dayanışma kampanyasını sürdürdü.

Gazze’de ateşkes için yapılan müzakereler ve izlenen yol, mollaların başkentinin umurunda değildi, zira kendi projesi bunun ötesindeydi. Tahran, geçtiğimiz hafta başlarında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani’nin dilinden ‘Filistin krizine denizden nehre kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulması dışında bir çözüm olmadığını’ vurgulama konusunda istekli görünüyordu. Ancak bu, mevcut gerçekler, güç dengeleri ve Filistin halkının doğrudan çıkarları için değeri olmayan bir tutumdu.

İran ‘kamil bir kurtuluş’ sloganıyla Gazze'de, Lübnan'da, Husilerin Akdeniz'deki ticaret gemilerinin seyrüsefer özgürlüğünü tehdit ettiği Yemen'de ve Tel Aviv'i Irak’tan ve Suriye’den vurma görevini yerine getirmek üzere Saraya el-Eşter'in filizlendirdiği Bahreyn’de, vekillerini savaşa iterken, kendisinin açıkça uzak durduğu ‘sonsuz savaş’ tarifi veriyordu.

Hamas, İran'ın İsrail'e misillemesinin boyutundan ve kısıtlı olmasından memnun değildi ve Hamas lideri, devletlerin kendilerini savunmalarının doğal bir hak olduğunu söylemekle yetindi. Hamas’ın Gazze'deki liderleri, İsrail'i ülke genelinde birkaç cephede birden savaşmaya zorlayacak bir gerilim başlatmayı umuyorlardı, fakat olmadı.

İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, “İsrail karşılık vermediği sürece İran konuyu kapanmış sayacaktır” diyerek, ülkesinin tutumunu net bir şekilde ortaya koydu. Ne Bakıri’nin ne de başka bir İranlı liderin açıklamasında, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nden çekilmesi bir yana, Gazze'de ateşkes, insani yardımların arttırılması ve yerinden edilen Gazzelilerin evlerine geri dönmesi gibi herhangi bir şart yer almadı. İran, basitçe “Bitti” yanıtı verdi.

İran’ın İsrail’e misillemesi, Hamas'ın Tahran’a büyük ölçüde bel bağlamış olmasına rağmen müzakerelerde lehine olmadı. Tüm bunlar olurken Hamas liderlerine ev sahipliği yapan Katar’a, sunulan tekliflerde bazı tavizler vermeyi kabul etmesi için Hamas’ı ikna etmede daha güçlü bir rol oynaması yönünde baskılar arttı ve Hamas liderlerinin başka bir ülkeye taşınması konuşulmaya başladı.

Amaç, fikri ve dini olarak Hamas’a ve Katar'a yakın bir siyasi parti tarafından yönetilen, İran ve onun bölgesel mezhepçi projesine karşı büyük bir mücadele veren bir ülke olan Türkiye'yi öne çıkarmaktı. Türkiye, Gazze'deki savaşın başlamasından bu yana aylarca süren tereddütten sonra öne çıkma fırsatı buldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ı Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile görüşmek üzere Katar'a gönderdi. Ardından Heniyye İstanbul'a gelecek ve Erdoğan, kendisine ‘Filistin davasının lideri’ olarak hitap edecekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra yaptığı bir konuşmada, Hamas'ı ‘bir terör örgütü’ olarak değil, bir ‘milli kurtuluş hareketi’ olarak tanımladı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkan milli kurtuluş hareketi Kuvayi Milliye’ye benzetti.

Şarku’l Avsat’ın TurkPress haber sitesinden aktardığına göre Türk analistler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze’deki ve bölgedeki savaşa ilişkin tutumundaki değişikliği birkaç faktörle açıklıyorlar. Bu faktörlerin ilki, çok sayıda gücün Hamas'ın kendi ipini çektiğini düşünmesinin ardından, Hamas'ın kararlı tutumuydu. İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerel seçimlerdeki yenilgisiydi. Bu yenilgi, bir bakıma Türk halkının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarından duyduğu memnuniyetsizliğin işaretiydi. Üçüncüsü, İran'ın İsrail'e yaptığı ve bölgeyi neredeyse topyekun bir savaşa sürükleyecek olan misillemesiydi. Türkiye, bu misillemenin ardından ‘olaylardan uzak durmanın kendisine yönelik yansımalarından kurtarmayacağını’ anladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran’ın ‘İsrail'e misilleme işinin şimdilik bittiğini’ açıklamasından sonraki 72 saat boyunca ‘Hamas'la uyumlu’ yeni bir tutum ortaya koymasını bekledi ve ardından Hamas liderlerini İstanbul'da ağırladı. Böylece hem İran'a hem de ilgili taraflara Türkiye'nin Filistin'in yanında yer aldığı ve ‘çok geç olmadan gerilimin tırmanmasını engellemeye yardımcı olacak siyasi bir rol oynamaya hazır olduğu’ mesajını verdi.

Filistin meselesi üzerinden somut bir siyasi sürece girmeye istekli görünen Türkiye'nin bu tutumu, herhangi bir müzakereye ya da savaşın ertesi gününe dair açıkça bir ilgi göstermeyen ve önceliğinin kendi çıkarlarını ve hedeflerini korumak olduğunu yineleyen İran'ın tutumuna ters düşüyor.

İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney, 1 Mayıs’ta Gazze'deki durumu ve yansımalarını ele alan bir konuşma yaptı. Konuşmada, yaşananların İran'ın bakış açısının geçerliliğini kanıtladığını öne sürdü. Hamaney’e göre ABD’deki üniversitelerde Gazze’deki savaşı protesto eden öğrenci hareketleri de Gazze’de on binlerce kişinin öldürülmesi de İran’ın tutumunun doğruluğunu kanıtlıyordu. Hamaney özetle, her şeyin ‘İran’ın ABD yönetimine güvenilemeyeceği ve güvenilmemesi gerektiği yönündeki tutumunun’ ne kadar doğru olduğunun kanıtladığını savundu.

Türkiye ise tam tersi bir çizgide ve dikkate değer bir pragmatiklikle meseleye dair yeni adımlar attı. İki devletli çözüm olasılıkları konusunda Arap ülkelerinin görüşüyle yakın bir vizyon geliştiren Türkiye, siyasi bir çözüm için ABD ve Avrupa ile birlikte oynayabileceği bir rol olduğunu düşünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hesap yaparken (Washington ziyaretinin tarihinin değiştirileceğine dair söylentilere rağmen), Başkan Joe Biden ile yakında görüşeceğini ve bu görüşmenin kendisine ‘savaşın sona ermesi için baskı yapma ve siyasi bir çözüm arama fırsatı vereceğini’ dikkate alıyor.

Bu görüşme ve sonrasında Türkiye'nin oynayacağı rol için yapılan hazırlıklar, birkaç gündür İstanbul'da bulunan ve Ankara'nın siyasi ve ekonomik ağırlığı, NATO üyeliği ve Batı ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Çin ile olan iyi ilişkileri sayesinde daha büyük bir rol oynayabileceğine, savaşın durdurulması, insani yardımların ulaştırılması ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için baskı uygulayabileceğine, hatta Filistin'in iç durumuyla ilgili olumlu bir rol üstlenebileceğine ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yönelik Filistinlilerin tutumunu savunacağına inanan Hamas liderleriyle yapılan istişarelerle birlikte devam ediyor.

Türkiye üstlendiği misyonun İran'ın endişelerini arttıracağını dikkate alıyor. Bu misyon sadece Filistin meselesiyle ilgili değil, aynı zamanda Irak, Suriye ve hatta Lübnan'la da ilgili. Ankara, söz konusu ülkelerin her birinde İran'ın müdahalesini dengeleyici bir etki yaratmaya çalışıyor.  Bu etki de bazı açılardan ABD'nin stratejisine cevap verebilir.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak’a son ziyaretinin ardından Bağdat ile Ankara arasında önemli anlaşmalar imzalandı. Suriye'de ise Türkiye silahlı muhalif grupları birleştirme çabalarına destek veriyor. Bu gruplar son günlerde ülkenin kuzeyi için ortak bir komutanlık oluşturmak üzere iki toplantı düzenlediler. Ülkenin güneyindeki gruplar da kuzeyle koordinasyonu sağlayacak ortak bir komutanlık oluşturmak üzere Amman'da bir toplantı düzenlemeye hazırlanıyor.

İstanbul’daki toplantılara katılan bir kaynak, ‘yeni komutanlığın Suriye rejimi güçleri, rejim sadık milisler ve radikal örgütlerle mücadele edeceğini’ açıkladı. Burada ‘sadık milisler’ ifadesiyle neyin kastedildiğini söylemeye gerek olmadığına inanıyorum.

Türkiye'nin Irak açılımı, Basra'dan Türkiye sınırına uzanan kara ve demir yolu ulaştırma koridoru fikrinin yeniden canlanması, Suriyeli muhalif grupları birleştirme çabalarının yeniden başlaması ve İsrail'e karşı koyma başlığı altında Lübnan'daki Cemaat-i İslami grubunun harekete geçirilmesinde Türkiye'nin parmağı olması İran ve İran’ın bahsi geçen ülkelerdeki vekilleri için iyi bir haber değil. Bu, kısmen İran projesinin hesaplarının teyidi üzerinden, kısmen Erdoğan'ın bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bir parçası olduğunu söylediği Gazze’ye müdahale üzerinden, kısmen de Ankara'nın Rusya ve ABD ile aynı anda yürüttüğü Atlantikçi ilişkilerin yanı sıra Mısır ve Körfez Arap ülkeleriyle başlattığı normalleşme ve açılım üzerinden Türkiye'nin bölgede yeniden rol almaya hazırlanmasının bir parçası olarak görülecek.


Filistin Devlet Başkanlığı İsrail'in Refah'ta ‘soykırım’ başlatacağı uyarısında bulundu

Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
TT

Filistin Devlet Başkanlığı İsrail'in Refah'ta ‘soykırım’ başlatacağı uyarısında bulundu

Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, İsrail'in Refah'ta soykırım başlatacağı uyarısında bulundu.

Ebu Rudeyne, İsrail'in politikalarından ABD yönetimini sorumlu tutarak derhal harekete geçmeye çağırdı.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı'ndan (AWP) aktardığı habere göre Ebu Rudeyne, “İsrail'e mali ve askeri destek sağlayan ve uluslararası meşruiyet kararlarının uygulanmasını engellemek ve saldırganlığı durdurmak için uluslararası topluma karşı duran ABD yönetimi, Netanyahu ve hükümetini, Tulkerim vilayeti ve kamplarında olduğu gibi, ister Gazze Şeridi'nde ister Batı Şeria'da olsun, Filistin halkına yönelik katliamlarını sürdürmeye teşvik eden taraftır” şeklinde konuştu.

Ebu Rudeyne, Refah'ın işgalinin 1,5 milyon Filistin vatandaşının ‘soykırıma benzer bir katliama’ maruz kalacağı anlamına geldiğini ifade etti.

Ebu Rudeyne, Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmadan ve başkenti Kudüs olan, Müslümanların ve Hıristiyanların kutsal mekânlarıyla birlikte bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan tüm bölgenin barış ve güvenliğe kavuşamayacağını vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre İsrail ordusu bugün (pazartesi) erken saatlerde Filistin'in Refah kentinde yaşayanlara ‘derhal bölgeyi boşaltmaları’ çağrısında bulunarak, operasyonun yaklaşık 100 bin kişiyi kapsadığını bildirdi.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee bugün yaptığı açıklamada, ordunun, Filistin'in Refah kentinin bazı bölgelerinde yaşayanlardan Han Yunus'a gitmelerini istediğini söyledi. Adraee, Gazze Şeridi’nin ‘tehlikeli savaş bölgesi’ olmaya devam ettiğini vurgulayarak, kuzeye geri dönülmemesi ya da doğu ve güney güvenlik çitlerine ve Gazze Vadisi'nden kuzeye yaklaşılmaması konusunda uyarıda bulundu. “Güvenliğiniz için ordu sizi derhal el-Mevasi'deki genişletilmiş insani yardım bölgesine gitmeye çağırıyor” diyen Adraee, bu çağrının eş-Şevka beldesinde ve Refah bölgesindeki es-Selam el-Cuneyne, Tebbe Ziraa ve el-Beyuk mahallelerinde yaşayan tüm sakinlere ve yerinden edilmiş kişilere yönelik olduğunu belirtti.


Hizbullah, Golan'daki İsrail üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu

İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
TT

Hizbullah, Golan'daki İsrail üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu

İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)

Hizbullah bugün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail'in dün gece Lübnan'ın doğusundaki Bekaa bölgesine düzenlediği saldırıya karşılık olarak Suriye'nin Golan bölgesindeki bir İsrail askeri üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu.

Hizbullah tarafından yapılan açıklamada, savaşçılarının ‘düşmanın Bekaa bölgesini vuran saldırganlığına yanıt olarak, Nafah Üssü’ndeki Golan Tümeni (210) karargahını onlarca Katyuşa roketiyle bombaladığı’ belirtildi. Şarku’l Avsat’ın Lübnan Ulusal Haber Ajansı’ndan (NNA) aktardığı habere göre, “Bugün saat 01.30 sularında Bekaa'da düşman savaş uçakları tarafından düzenlenen saldırıda üç kişi yaralandı.”

Bu arada Al Mayadeen TV bugün İsrail'in Lübnan'ın doğusundaki Baalbek'e düzenlediği saldırıda üç kişinin yaralandığını duyurdu. Yaralıların Baalbek'in güneyindeki es-Seferi bölgesinde olduğu bildirildi. Daha sonra İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, ordu güçlerinin dün gece Lübnan'ın derinliklerindeki es-Seferi bölgesinde Hizbullah'a ait bir askeri yerleşkeye baskın düzenlediğini söyledi. Adraee, ordunun Ramiye, Ayta eş-Şaab ve Mervahin'deki Hizbullah askeri binalarının yanı sıra Lübnan'ın güneyindeki Cebel Balat'ta Hizbullah’a ait bir mevziye de baskın düzenlediğini bildirdi.

szacdv
İtfaiye ekipleri, Lübnan'dan ateşlenen bir roketin İsrail'in kuzeyindeki Kiryat Şimona'ya düştüğü yerde çıkan yangını söndürmeye çalışıyor. (Reuters)

Adraee’ye göre ordu ayrıca olası bir tehdidi ortadan kaldırmak için Lübnan'ın güneyindeki Şeba bölgesine topçu ateşi açtı. Adraee, dün akşam Suriye topraklarından Ramat Magshimim bölgesine iki roket atıldığını, roketlerin açık alana düştüğünü ve yaralanan olmadığını, İsrail ordusunun da ateş kaynaklarına saldırarak karşılık verdiğini kaydetti.

xsdfv
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)

Hizbullah ve İsrail, Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği ve Gazze Şeridi'ndeki savaşın fitilini ateşleyen eşi benzeri görülmemiş saldırıdan bu yana sınır boyunca karşılıklı ateş açıyor. Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine yönelik saldırılarını arttırması ve İsrail ordusunun Lübnan topraklarına daha derin operasyonlar düzenlemesiyle birlikte çatışmalar son haftalarda yoğunlaştı.


Mısır'ın Hamas ile İsrail arasındaki gerilimi kontrol altına alma çabaları sürüyor

Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
TT

Mısır'ın Hamas ile İsrail arasındaki gerilimi kontrol altına alma çabaları sürüyor

Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalının bugün (Pazartesi) üst düzey bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Hamas'ın Kerem Şalom bölgesini bombalaması İsrail ile ateşkes görüşmelerinin sekteye uğramasına neden oldu.

Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, dün (pazar) Kerem Şalom bölgesindeki İsrail ordusu birliklerine roket attığını, İsrail'in de buna Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta bir roket rampasını ve askeri bir hedefi bombalayarak karşılık verdiğini açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı'ndan (AWP) aktardığı habere göre kanal, Mısır güvenlik heyetinin Hamas ve İsrail arasındaki mevcut gerilimi kontrol altına almak için temaslarını yoğunlaştırdığını bildirdi.

Görgü tanıkları, bugün erken saatlerde, İsrail ordusunun bölgede operasyon başlatma niyetini açıklamasının ardından binlerce kişinin Filistin'in Refah kentinin dış mahallelerinden Gazze Şeridi'nin merkezindeki bölgelere doğru yola çıktığını söyledi.

AWP'ye konuşan görgü tanıkları, Hamas ile İsrail arasında ateşkes anlaşması ve esir değişimi konusunda ilerleme kaydedildiğine dair olumlu haberlerden bir gün sonra gelen İsrail'in ani çağrısı karşısında yerlerinden edilmiş kişiler arasında bir kafa karışıklığının hâkim olduğunu belirtti.


Sudan iç savaşında vahşet: Kafa kesme ve iç organ boşaltma olayları başladı

Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
TT

Sudan iç savaşında vahşet: Kafa kesme ve iç organ boşaltma olayları başladı

Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)

Sudanlılar, ordu üniforması giyen kişiler tarafından Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) mensup olduğu iddia edilen bir kişiye karşı işlenen vahşi suçun korkunç sahneleriyle şok oldular. Şahsı öldürüp cesedini parçaladıktan sonra iç organlarını çıkaran bu kişiler, ‘ayağa kalkıp tekbir getiren’ büyük bir vatandaş kalabalığının önünde cesedi sallamaya başladılar.

Bu son olay, yaygın olarak dile getirilen El Kaide ve DEAŞ'a mensup aşırılık yanlısı grupların Sudan'daki savaşa müdahil olduğu yönündeki iddiaları güçlendirdi. Ayrıca ülke içinde, bölgesel ve uluslararası düzeyde yaşanan bu kaos ve güvenlik karmaşası, terörist grupların faaliyetlerini Sudan'a taşımaya teşvik edeceği yönündeki korkuları da artırdı.

İğrenç olarak nitelendirilen bu suçun görüntüleri, aylar önce meydana gelen ve yine asker üniforması giyen kişiler tarafından işlenen bir başka şok edici olayı akıllara getirdi. Söz konusu olaydaki kişiler, iki HDK üyesinin kafalarını kesmiş ve etrafta sallamışlardı. Böylece ellerine düşen herkesin kaderinin bu olacağı şeklinde yorumlanan bir mesaj vermişlerdi.

cf brg
Başkent Hartum'da bir sokakta Sudan ordusuna bağlı bir kuvvet (AFP)

Sudan'ın orta kesimindeki El Cezire eyaletinin kırsal bir bölgesinde çekilen ve sosyal medya platformlarında geniş yankı uyandıran videoda bir ordu mensubu, cesetten çıkardığı bağırsakları sergileyerek neredeyse çiğneyecekmiş gibi ağzına yaklaştırdı. Sosyal medya platformlarındaki öncü şahsiyetler de bu olayların hayal edilebilecek şiddet düzeyini aştığını dile getirdi. Bu olay, aşırı çirkinliği nedeniyle Sudan toplumu arasında birçok soru ve tepkiye yol açtı. Resmi askeri üniforma giyen kişiler tarafından bu tür iğrenç eylemlerin gerçekleştirilmesi şiddetle kınandı.

Benzer bir olay Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd yakınlarında meydana gelmişti. Üst düzey bir subayın liderliğindeki ordu üniformalı bir grup asker, HDK’ye mensup oldukları iddiasıyla dört kişiyi gözaltına almış ve kesici aletlerle vücutlarını parçalamıştı. Olayın ardından bazıları, bu kişilerin HDK ile herhangi bir bağlantısı olduğundan şüphe duymuştu.

Bazıları bu tür eylemlerin ordunun yanında savaşan radikal İslamcı terörist grupların izlerini taşıdığından eminler. Ordu, bir önceki kafa kesme olayını soruşturacağına ve kendi kuvvetleriyle bağlantılı oldukları kanıtlandığı takdirde olaya karışanları sorumlu tutacağına söz vermişti. Ancak olayın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen soruşturmanın sonuçları açıklanmadı. HDK, üç kişinin katledilmesini ‘Burhan milisleri ve Ömer el-Beşir liderliğindeki eski rejimin tugayları tarafından gerçekleştirilen aşırı suç fiili’ olarak nitelendirdi.

dfvebrt
Sudan ordusuyla savaşan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milisleri (AFP)

Sudan Kongre Partisi lideri Halid Ömer Yusuf, askerlerin ‘insanların derilerini yüzmekten ve bağırsaklarını deşmekten zevk aldıklarını’ belgeleyen vahşi video kayıtlarının bireysel uygulamalar olmaktan çıkıp, ülkeyi parçalayan ve asla içinden çıkamayacağı bir sarmala doğru sürükleyen terörist bir model oluşturup tekrarlanan eylemler haline geldiğini söyledi. Facebook sayfasında, “insanlıkla hiçbir ilgisi olmayan bu eylemler en güçlü şekilde kınanmalı, failleri hesap vermeli ve cezadan kaçmalarına izin verilmemelidir” diyen Yusuf, “Bu faydasız savaşın devam etmesi ülkemizi derin bir uçuruma sürükleyecektir” ifadesini kullandı.

İnsan hakları aktivistleri ülkedeki savaşın farklı bir yola girerek bazı nüfus gruplarını etnik ve bölgesel temelde hedef almasından korkuyor. Bu korkular, ordu ile HDK arasında devam eden çatışmalarla hiçbir bağlantısı olmayan çok sayıda vatandaşın öldürüldüğü olayların meydana gelmesiyle de pekişiyor.