ABD: Sudan’da yönetimin tümüyle sivilleşmesi gerekir

ABD’nin oydaşmacı sistemine dönüş çağrısı, son darbe girişiminin etkileri ve sonuçlarının ortaya çıkışı sonrasında gelişti

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
TT

ABD: Sudan’da yönetimin tümüyle sivilleşmesi gerekir

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)

Mana Abdulfettah
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Sudan’daki asker-sivil uzlaşısını bozmadan Egemenlik Konseyi Başkanlığı’nın bir sivile devredilmesi için çabalıyor. Washington Sudan’da tümüyle sivil bir yönetime geçiş çağrısını yineledi.  
ABD’nin talebiyle ilgili ilginç olan şey, ordunun Egemenlik Konseyi Başkanlığı’ndan uzaklaştırılmasına yapılan atıf değil. Bunun yerine geçiş döneminin sona ermesini ve seçimlerin yapılmasını talep etmeden genel rıza yoluyla uzlaşıya dayalı bir formata ulaşılması. Bu durum, genel rızaya dayalı olan oydaşmacı demokrasi sisteminin temel amacının, demokratik gelişmenin ilke ve temellerini geliştirmek olduğunu gösteriyor.

‘Dörtlü Grup’
ABD’nin oydaşmacı sisteme geriş dönüş çağrısı, son darbe girişiminin etki ve sonuçlarının, sivil ve askeri bileşenlerin birbirini dışlama girişimlerinin ortaya çıkmasından sonra gelişti. Egemenlik Konseyi üyesi Muhammed el-Fekki Süleyman, sosyal medya organları aracılığıyla Sudan halkına “Devriminizi korumak için acele edin” çağrısında bulundu. Süleyman, ulusal televizyonda yaptığı açıklamada ordunun, siyasi kredisinden düşüleceğini belirtti. Bu durum ise Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’yu (Hamideti), uzlaşıya dönüş dışında sivil bileşenlerle aynı masada oturmayacaklarını açıklamaya itti.
Darbe girişiminin etkileri, iki taraf arasındaki uçurumun büyüdüğünü ve her iki tarafın da diğerinden kurtulmak için fırsat beklediğini ortaya koydu. Bu yol, Demokratik Birlik Partisi’ne mensup olan ve Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’ni (ÖDBG) temsil eden ‘Federal Konsey’ adı altında bir federal parti grubunun parçası olan Muhammed el-Fekki Süleyman liderliğindeki dört isim tarafından yönetiliyor. Bu, Çin Komünist Partisi’nde dört yetkiliden oluşan solcu bir siyasi gruba verilen ad olan ‘Dörtlü Çete’ye atıfla, ‘Dörtlü Grup’ olarak adlandırıldı. Çete, 1966- 1967 yılları arasındaki Çin Kültür Devrimi sırasında öne çıktı ve bir dizi ihanet suçu ve Kültür Devrimi’ni yıkmakla suçlandı. Dörtlü Çete, Kültür Devrimi’nin son aşamalarında Çin Komünist Partisi’nin iktidar organlarını etkin bir şekilde kontrol etti. 1969’daki devrimden sonra ortamın sakinleşmesiyle birlikte basın ve medya kuruluşlarını kontrol altına alan çete, siyasi yetkililerin arzularına uygun olarak gazetelerde yazılan tüm propaganda ve makaleleri incelemeye başladı.
Bu yaklaşım, ‘Dörtlü Grup’un zayıf siyasi partilere mensup olduğu bağlamında ortaya çıktı. Yaklaşıma göre tıpkı Mao Zedung döneminde ordunun siyasi istikrarı sağlamak için müdahalesi gibi, ideolojik değerlerini empoze etmeye çalışan geçici Egemenlik Konseyi’ndeki sivil partilerin ritmi de orduyu müdahale etmeye çağırıyor.

Uyumlu deneyim
Her iki taraftan oydaşmacı sisteme dönmek, devrimden ve rejimin çöküşünden sonra başlanılan noktaya geri dönmek anlamına geliyor. Ancak geçiş döneminin sonunun hızlandırılması ve seçim tarihinin belirlenmesi çağrısı sonrasında ABD tarafından teşvik edilen bu durum garip görünüyor. Bununla eş zamanlı olarak ABD’nin Afrika Boynuzu Özel Elçisi Jeffrey Feltman, darbe girişiminden bir hafta sonra Hartum’a ziyarette bulunurken, sivil ve askeri unsurlar arasındaki gerginliğin en üst düzeye ulaştığına tanık oldu. Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ve Başbakan Abdullah Hamduk ile bir araya gelen Feltman, iki lidere sivil yönetime doğru ‘hızlı şekilde ilerleme’ ve sivil bir ismin Egemenlik Konseyi başkanlığını üstleneceği bir tarihte uzlaşmaya varma çağrısında bulundu.
Geçiş dönemi, toplumun bileşenleri ile devlet içindeki tüm grupların temsilcileri arasında uzlaşma ilkesinin benimsenmesine dayanıyordu. Bu ilkeler, ‘siyasi, partizan ve etnik kotalara dönüşmemek kaydıyla istikrarlı bir siyasi ortam oluşturmak için toplumda var olan etnik, kabilesel veya diğer farklı kimliklerden’ oluşuyor. Şu an yaşananlar, kotaların ortaya çıkmasının yanı sıra siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşmasıyla da karakterize ediliyor. Bir yanda diğer hareketler, diğer yanda da bölge insanları, Cuba Barış Anlaşması’nı imzalayan ve güç paylaşımına imza atan bazı silahlı hareketler tarafından öfkelendirildi. Bazıları, kotaların Cuba Barış Anlaşması’nın imzalanmasından önce, hükümette ÖDBG çalışanlarının atanmasıyla başladığına inanıyor. ÖDBG, geçiş aşamasında hüküm sürmemek, aksine seçimlerin yapılması ve geçiş döneminde teknokratik bir hükümete dayanılması için anayasal belgeye imza attı. Bazı taraflar, askeri bileşeni gücü tekelleştirmeye ve sivil bileşeni çeşitli yollarla yabancılaştırmaya çalıştığı için eleştirirken, bu eleştiri darbe girişiminden ve silahlı hareketlerin bazı liderlerinin askeri bileşen tarafından desteklenmesinden sonra ileri bir aşamaya ulaştı.

Eksik demokrasi
ABD talebi, mevcut yoldan sapmaya karşı uyarı yaparken, gerginliklerin giderilmesi çağrısında bulunuyor. ABD talebindeki küçük gelişme ise bir sivilin, konsey başkanlığını üstlenmesi yönünde. Ancak ABD, bundan daha fazlasını talep etmedi. Rızaya dayalı yönetim deneyimi kendi içinde tam bir demokrasi değil, gerektiğinde ülkeyi savaşlar, çatışmalar ve yasama boşluğu ışığında çöküşten korumak için liberal demokrasiye bir alternatif sayılıyor.
ABD, batı biçimindeki demokrasinin mevcut Sudan durumu için uygun olmayabileceğine inanıyor. Oydaşmacı sistem, yukarıda belirtilen koşullar göz önüne alındığında, şu anda en yakın ve en iyi seçenek olarak görülüyor. Ancak bunun nedeni, mezhepsel ya da etnik azınlıklar değil. Tüm bölgelerde azınlıkların bolluğu Sudan’ı çeşitli bileşenlere sahip bir ülke haline getirdi. Bu nedenle çoğunluğun azınlık üzerindeki hakimiyeti, burada çeşitlilik lehine reddediliyor.
Bu oydaşmacı tecrübe, genel olarak Sudan’da demokrasinin başarısız olacağı beklentisine dayalı olarak ortaya çıktı. Ancak başlangıçtan itibaren çizilen model, toplumun bileşenleri arasında koalisyon anlaşması ilkesinden sapmış ve onlara katılma fırsatı vermiştir. Geçiş hükümeti bileşiminin gösterge ve verileri, uzlaşma derecesini korumaktan geri çekilmeye başladı. Kutuplaşma gerçekleşti ve siyasi partiler, askeri bileşen ve silahlı hareketler arasında güç paylaşımı yapıldı. Bir önceki rejimin yaptığı tam da buydu. Uluslararası kısıtlamalar yoğunlaştıkça, bir koalisyon hükümeti kurulacak ve iktidar, muhalefetle paylaşılacaktı. Şu an Sudan toplumu ve onu temsil eden devrimci güçler, iktidara ortak olmadıklarını ve siyasi ve ekonomik karar alma çemberinin dışında olduklarını hissediyorlar. Kendileriyle hükümet arasında güven kalmazken, devrimci güçlerin sivil ve askeri bileşenler üzerindeki baskısı artmaya başladı. Savunmalarını birbirlerine sert bir şekilde saldırarak, karşılıklı medya alışverişi ve suçlamalar yaparak gerçekleştirdiler.

Demokratik egzersiz
Eğer rızaya dayalı demokrasi liberal demokrasinin ilk eşiğiyse buna erişim, ‘ilki eski rejime eşlik eden hayal kırıklığı olan’ bazı faktörler tarafından engellendi ve düşüşünden sonra kitleler istikrarlı bir hükümetin kurulmasını hayal etti. Ancak bu gerçekleşmedi. Çünkü oydaşmacı sistem, liberal demokrasi sağlanana kadar muhalefetin sakinliğini gerektiriyor. Aynı şekilde eskiden muhalefet koltuğunda oturan ÖDBG, hâlâ oradaki yerlerini koruyor ve aynı zamanda hükümete katılıyor. Bu durum, özellikle Yasama Konseyi’nin yokluğu ve siyasi eylemi düzenleyen yasaların yokluğu nedeniyle Geçiş Konseyi’ni neredeyse yok etti. İkinci faktörü ise kararların alınmasında ve uygulanmasında yavaşlık oluşturuyor. Aynı şekilde üçüncü faktör, sivil ve askeri bileşenlerin bazı tavizler vermesi yerine, halkın kendilerini ‘ekonomik durum, özgürlükler ve diğerleri ile ilgili temel taleplerde’ tavizler verirken bulması. Dördüncü faktör, mezhepçi partiler, eski rejimin üyeleri tarafından temsil edilen siyasal İslam akımının güçleri ve grupları ve siyasi arenada (bu birleşme yoluyla ideolojilerini çözmeye çalışan) mevcut olan bazı İslamcı partiler arasındaki birleşme.
Bu dönem, demokrasiye doğru gelişmeyi sağlayan ön koşullara bağlı kalarak, demokrasiyi uygulamak ve sonuçlarını ne olursa olsun kabul etmek için bir fırsat oluşturuyor. Ancak mevcut hükümetin başarısızlığı, bu geçici dönem konusunda ulusal bir uzlaşı sağlanamaması ve iki unsur arasında bireysel bir teokrasi dayatma girişimi nedeniyle, bu gerileme ve demokratik sürecin bütünlüğünü sağlayacak ilke ve kurallara bağlılık eksikliği karşısında, liberal bir demokrasi hayal etmek zorlaşıyor.
Belki de Sudan siyasi tarihinde yeni olmayan bu deneyim, gerilemeleri, ardından darbe ve askeri rejimin geri dönüşü ile aynı önceki deneyimleri tekrarlayacak. Ulusal devletin bileşenleri arasında ayrılığa bir panzehir olarak, ekonomik sorunların yanı sıra etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş bir ülkede siyasi marjinalleşme krizlerine engel teşkil ettiği için, ABD’nin Sudan açısından daha uygun olan oydaşmacı demokrasiye odaklanmasının sırrı da ortaya çıkmış oluyor. Bu çoğulluğu birlik çerçevesinde örgütleyerek, demokratik bir uzlaşma durumuna varmadan önce yol biraz uzun olabilir.



El-Hakim, silahların devletle sınırlandırılmasını istiyor

Irak güvenlik güçleri, Suriye topraklarında bir operasyon düzenlediklerini ve DEAŞ liderlerini tutukladıklarını açıkladı (Hükümet medyası)
Irak güvenlik güçleri, Suriye topraklarında bir operasyon düzenlediklerini ve DEAŞ liderlerini tutukladıklarını açıkladı (Hükümet medyası)
TT

El-Hakim, silahların devletle sınırlandırılmasını istiyor

Irak güvenlik güçleri, Suriye topraklarında bir operasyon düzenlediklerini ve DEAŞ liderlerini tutukladıklarını açıkladı (Hükümet medyası)
Irak güvenlik güçleri, Suriye topraklarında bir operasyon düzenlediklerini ve DEAŞ liderlerini tutukladıklarını açıkladı (Hükümet medyası)

Irak'taki "Koordinasyon Çerçevesi" ittifakının liderlerinden Ammar el-Hakim, devletin güç kullanımında tekel sahibi olması gerektiğini belirterek, silahların ülkedeki karar vericiler üzerinde baskı aracı olarak kullanılmaması gerektiğini vurguladı.

El-Hakim dün yaptığı konuşmada, "Silahlar, anayasaya uygun olarak, Irak halkının ve siyasi partilerinin iradesiyle, dışarıdan dayatmalarla değil, devletin elinde olmalıdır" dedi.

Hikmet Hareketi partisinin lideri el-Hakim, karar vericiler üzerinde baskı kurmak için devlet dışında silah kullanılmasına karşı olduğunu ifade etti.

El-Hakim'in partisinin liderlerinden Fahd el-Cuburi, "Washington, yeni hükümette grupların yer alması konusunda çekincelerini dile getirdi" dedi.

Son dönemde parlamentoda birkaç sandalye kazanan ve silahlı bir fraksiyon olan İmam Ali Tugayları ise "devletin elindeki silahların tekelleştirilmesini ve Haşdi Şabi Güçlerinin güçlendirilmesini" savundu. Tugayların genel sekreteri Şibl el-Zaidi, yaptığı açıklamada, "fraksiyonel güçlerin seçimlerdeki önemli zaferi, onları önemli bir sınavın önüne koyuyor" ifadelerini kullandı.


Lübnan-İsrail müzakereleri için güvenlik-ekonomik bir yol

Avichai Adraee'nin "X" sitesindeki paylaşımına göre "Hizbullah'ın gizli deniz kuvvetleri dosyasının komuta yapısı"
Avichai Adraee'nin "X" sitesindeki paylaşımına göre "Hizbullah'ın gizli deniz kuvvetleri dosyasının komuta yapısı"
TT

Lübnan-İsrail müzakereleri için güvenlik-ekonomik bir yol

Avichai Adraee'nin "X" sitesindeki paylaşımına göre "Hizbullah'ın gizli deniz kuvvetleri dosyasının komuta yapısı"
Avichai Adraee'nin "X" sitesindeki paylaşımına göre "Hizbullah'ın gizli deniz kuvvetleri dosyasının komuta yapısı"

Lübnan ile İsrail arasındaki müzakereler güvenlik-ekonomi yönüne doğru kayarken, Tel Aviv Hizbullah'ın kapasitesini “abartma” politikası izliyor ve bu Lübnan'da, yeni bir saldırıya zemin hazırladığı endişelerini artırıyor.

Lübnan ve İsrail arasındaki düşmanlıkların sona ermesini izlemekle görevli komite, sivillerin de katılımıyla ikinci toplantısını Lübnan'ın güneyindeki Nakura'da gerçekleştirdi. Beyrut'taki ABD Büyükelçiliği'nden yapılan açıklamada, görüşmelerin "sınırın her iki tarafındaki sakinlerin evlerine dönmesinin önemi" üzerinde yoğunlaştığı belirtildi. Bu arada, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi, toplantıda Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının yanı sıra, Hizbullah tehdidinin ortadan kaldırılması ve sınırın her iki tarafındaki sakinlerin kalıcı güvenliğinin sağlanması konusunda ortak çıkarı göstermek amacıyla ekonomik projelerin güçlendirilmesinin de ele alındığını duyurdu.

Bu arada, İsrail ordusu, bir yıl önce Kuzey Lübnan'da bir komando operasyonunda kaçırılan ve Hizbullah subayı olarak tanıtılan İmad Amhaz'ın video kayıtlarını yayınladı. Kayıtlarda Amhaz, hem Hizbullah'a hem de İran'a ait deniz kuvvetlerine liderlik ettiğini itiraf ediyor; bu da Tel Aviv'in Washington'u "Hizbullah'a saldırmanın gerekliliğine" ikna etme kampanyasının bir parçası olabileceği endişelerini artırdı.

Buna karşılık, Lübnan'la ilgili Paris toplantıları, ilgili üç başkentin (Paris, Washington ve Riyad) ordunun performansından ve silah kontrol planının ilk aşamasını bu yılın sonuna kadar tamamlama taahhüdünden memnun kalmasıyla sonuçlandı. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre toplantıda, orduyu desteklemek amacıyla önümüzdeki şubat ayında uluslararası bir konferans düzenlenmesi konusunda anlaşmaya varıldı.


Lübnan ordusunu desteklemek için düzenlenen Paris toplantısının sonuçlarına Fransız bakışı

Duman
Duman
TT

Lübnan ordusunu desteklemek için düzenlenen Paris toplantısının sonuçlarına Fransız bakışı

Duman
Duman

Paris, Fransız başkentinde yapılan üç ayrı toplantının başarılı geçtiğini ve bu görüşmelerin en önemli sonucunun, Fransa, ABD ve Suudi Arabistan’ın Lübnan makamları ile Lübnan ordusuna yönelik ortak ve tam desteklerinin teyit edilmesi olduğunu bildirdi. Bu kapsamda, Savunma Bakanlığı’nda Lübnan Ordu Komutanı Rudolf Heykel ile Fransa Genelkurmay Başkanı Fabien Mandon arasında görüşme yapılırken, ardından üç ülkenin özel temsilcileri bir araya geldi. Son olarak bu temsilcilerle Heykel, Elysee Sarayı’nda görüşmelerini sürdürdü. Paris’e göre ilgili üç başkent (Paris, Washington ve Riyad), Lübnan ordusunun performansını ve devletin silahların yalnızca devletin elinde toplanmasını öngören planın ilk aşamasını yıl sonuna kadar tamamlama konusundaki kararlılığını olumlu değerlendiriyor. Elde edilen sonuçların tatmin edici bulunması üzerine, Lübnan ordusuna destek amacıyla planlanan uluslararası konferansın gelecek yıl şubat ayında düzenlenmesi konusunda mutabakata varıldı. Paris, konferans hazırlıkları için üçlü bir komite kurulmasının, Lübnan ordusunun attığı adımlara duyulan ciddiyeti ve Lübnan makamlarına olan güveni yansıttığını vurguladı.

Fransa’ya göre üç ülke, planlanan konferansın başarıya ulaşması için gerekli koşulları oluşturmayı hedefliyor. Konferansın, Lübnan devletinin egemenliğini yeniden tesis etmesine katkı sağlaması, siyasi ve mali destek sunması, aynı zamanda orduya ve Lübnan makamlarına duyulan güvenin bir göstergesi olması amaçlanıyor. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının uygulanmasına yönelik hedeflere de destek verilmesi öngörülüyor.

Öte yandan, Fransız girişimiyle üç başkent, Paris’in çağrısı doğrultusunda Lübnan ordu birliklerinin sahadaki faaliyetlerine daha fazla dikkat çekilmesi, bu faaliyetlerin belgelenmesi ve mevcut tüm imkânlarla kamuoyuna yansıtılması konusunda uzlaştı. Bu amaçla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü’nün (UNIFIL) imkânlarından da yararlanılması planlanıyor. Böylece ordunun, özellikle Litani Nehri’nin güneyinde silahların devlet tekelinde toplanmasını öngören ilk aşamadan başlayarak, kendisine verilen görevleri yerine getirdiğinin ortaya konulması ve planın sonraki aşamalarının hayata geçirilmesinin sağlanması hedefleniyor.

Paris’te yapılan görüşmelerde Rudolf Heykel’in, planın ilk aşamasına ilişkin hedeflerin yüzde 95’inin gerçekleştirildiğini ve belirlenen sürenin uzatılmasını talep etmediğini vurgulaması dikkat çekti. Ancak üç başkent, gerekli görülmesi hâlinde sürenin birkaç hafta uzatılmasına engel bir durum olmadığı görüşünde. Heykel’in, kuvvetlerinin elde ettiği sonuçları ayrıntılı verilerle aktardığı, ayrıca özellikle UNIFIL güçlerinin Güney Lübnan’dan çekilmeye başlamasıyla birlikte üstleneceği ilave görevler doğrultusunda silah ve mali desteğe duyulan ihtiyacı dile getirdiği belirtildi. Paris, uluslararası konferans kapsamında Lübnan’a sağlanacak desteğin yalnızca orduyla sınırlı kalmayacağını, diğer güvenlik güçlerini de kapsayacağını, böylece ordunun temel görevlerine odaklanırken, iç güvenliğin, iç güvenlik birimlerince sağlanmasının hedeflendiğini ifade ediyor.

Fransız çevreler, Lübnan’da savaşın yeniden patlak verme riskinin ortadan kaldırılmasının hayati önem taşıdığına dikkat çekiyor. Bu nedenle, Vatan Kalkanı planının ilk aşamasının tamamlanmasıyla birlikte Lübnan makamlarının Litani Nehri’nin güneyinde tam denetimi yeniden tesis edebilmesinin, ikinci aşamanın önünü açacağı vurgulanıyor. Böyle bir gelişmenin, bir yandan uluslararası toplumun beklentilerine yanıt oluşturacağı, diğer yandan da planlanan konferansta Lübnan’a destek verilmesinin temel gerekçelerinden biri olacağı değerlendiriliyor. Bu yaklaşımın, uluslararası toplumun niyet beyanlarından ziyade somut sonuçlara odaklanma anlayışıyla örtüştüğü belirtiliyor.

Lübnan ordusuna yönelik desteğin, ekonomik destek ve Lübnan’dan talep edilen reformlarla bağlantılı olarak düzenlenmesinin öngörülen yeniden imar konferansı için de geçerli olduğu kaydediliyor.

Lübnan içinde ve dışında, ordunun sahadaki faaliyetlerinin doğrulanmasına yönelik ek mekanizmalar konusunda çok sayıda soru gündeme geliyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre bu sorular arasında özellikle iki başlık öne çıkıyor: Denetim sürecinin bireysel konutları kapsayıp kapsamayacağı ve UNIFIL birliklerinin Lübnan ordu birliklerine sistematik ve kapsamlı şekilde eşlik edip etmeyeceği. Paris, Litani’nin güneyindeki tüm konut ve özel mülklerin aranmasının kesinlikle gündemde olmadığını vurguluyor. Buna göre arama işlemleri, yalnızca mekanizmanın mevcut bir tehdit ve geçen yıl kasım ayında varılan ateşkes anlaşmasının ihlal edildiğini teyit etmesi durumunda söz konusu olacak ve bu durumda Lübnan ordusundan arama yapması istenecek. Paris, bu yaklaşımın güneyde yaşayan halkın endişelerini gidermeyi amaçladığını ifade ediyor.

Paris, mevcut mekanizmanın yanına yeni bir mekanizma ekleme niyeti olmadığını vurguluyor; aksine, şu ana kadar uygulanan mekanizmadan azami derecede yararlanmanın, Lübnan askerî birimlerinin çalışmalarını mevcut imkânlarla destekleyecek bir kaynak oluşturacağı değerlendiriliyor. UNIFIL’in Lübnan ordusunun operasyonlarına katılımına gelince, Paris bunun hâlihazırda gerçekleştiğini belirtiyor ve UNIFIL birliklerinin ordunun faaliyetlerini destekleyici veya gözlemci rolü üstlenebileceğini, böylece ordunun kendisine verilen görevleri yerine getirdiğinin gösterilmesinin sağlanacağını ifade ediyor. Bu durum, özellikle İsrail kaynaklı anlatının tersine ordunun görevlerini yerine getirdiğini vurgulamayı amaçlıyor. Fransız kaynaklar, üç başkent arasında bu konuda tam bir uyum bulunduğunu ve bunun, ordunun desteklenmesine yönelik konferansın şubat ayında düzenlenmesini kolaylaştırdığını belirtiyor. Toplantı tarihinin kesin olarak belirlenmemesi ise o ay içinde gerçekleşecek çeşitli etkinlikler ve takvimler dikkate alınarak en yüksek katılımın sağlanacağı uygun tarihin seçilmesine yönelik bir tedbir olarak açıklanıyor. Paris’in bu yaklaşımı, ABD’nin Lübnan makamlarının 1701 sayılı kararı ve ordunun planını ne ölçüde ciddiyetle uygulayacağı konusundaki şüpheleriyle bağlantılı.

Paris, Vatan Kalkanı planının birinci aşamasından ikinci aşamasına geçişin büyük zorluklarla karşılaşacağını öngörüyor. Bunun başlıca nedeni, Hizbullah’ın silahlarını teslim etmeyi reddetmesi ve üzerinde mutabık kalınan ateşkesin yalnızca Litani Nehri güneyini kapsadığı görüşünde olması. Bu nedenle, iki ay içinde düzenlenecek orduya destek konferansının, Lübnan makamlarının ikinci aşamaya geçişi için güçlü bir ivme sağlayacağı değerlendiriliyor.

Sonuç olarak, Paris’te yapılan toplantılar, orduya ilişkin ortak anlayışın ve ilave desteğin sağlanması yönünde hedeflenen amaca ulaştı. Aynı zamanda, uluslararası konferansın düzenlenmesi, Lübnan makamlarına, İsrail baskısı ve Hizbullah’ın etkisi arasında sıkışmış durumda oldukları bir ortamda destek sağlanması anlamına geliyor.