Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Ekim ayı, meme kanserinde farkındalığa ayrılmış durumda.

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler
TT

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Kanser, vücuttaki sağlıklı hücreleri işgal eden, anormal hücrelerin büyümesi ile karakterize edilen bir grup hastalık için kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir. Meme kanseri, meme hücrelerinde bir grup başlayan, ardından çevresindeki dokuları işgal eden veya vücudun farklı bölgelerine yayılan (metastaz) bir kanser türüdür. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre bu, dünya genelinde kadınlar arasında en sık görülen kanser türü. Kadınlardaki kanser vakalarının neredeyse dörtte birini oluşturuyor. Meme kanseri 184 ülkenin 140’ında oldukça sık görülüyor. Teşhisler, hastalığın geç evrelerde tespit edildiği az gelişmiş ülkelerde giderek artıyor. The Cancer Atlas’a göre meme kanseri her yıl yüz binlerce kadının ölümüne neden oluyor. Kadınlarda erken ölümlerin de başlıca nedenleri arasında yer alıyor.
Kuzey Amerika Radyoloji Derneği’ne (RSNA) göre hastalığın atlatılmasını kolaylaştırmak için erken teşhis hayati öneme sahip. Bu, kanserin kontrol altına alınmasında önemli bir ol oynuyor. Erken teşhisi sağlayan mamografi hayat kurtarıyor.

Verilerle meme kanseri
1985 yılında ekim ayı Meme Kanseri Farkındalık Ayı olarak belirlendi. Farkındalık ayı vesilesi ile Suudi Arabistan Onkoloji Derneği geçen hafta pazartesi günü, Pfizer Suudi Tıp Şirketi ile iş birliği içinde Deneyimler Forumu platformu üzerinden bir basın toplantısı düzenledi. Basın konferansında meme kanseri teşhissindeki ve tedavisindeki gelişmeler ve yapay zekanın erken teşhisteki rolü ele alındı.
Suudi Arabistan Onkoloji Derneği Başkanı, Kral Abdulaziz Tıp Şehri’nde Göğüs Onkolojisi Danışmanı ve Uluslararası Meme Kanseri Konferansı Başkanı Profesör Dr. Mutaib el-Fehidi, Şarku’l Avsat’ın sağlık ekibine konuya dair açıklamalarda bulundu. Fehidi, meme kanserinin dünya genelinde kadınlar arasındaki en yaygın kanser türü olduğunu, aynı zamanda kadınlarda kansere bağlı ölümlerde de ilk sırada yer aldığını söyledi. Kansere ilişkin küresel çapta istatistik çalışmaları yürüten GLOBOCAN sitesine göre meme kanseri her yıl kanser vakalarının yüzde 25’inden (1,7 milyon kişi), kansere bağlı ölümlerin ise yüzde 15’inden (521 bin 900 kişi) sorumlu. Küresel çapta meme kanseri oranı her 100 bin kişi başına 43. Meme kanseri gelişmiş ülkelerde kaydedilen (794 bin) vakaya kıyasla az gelişmiş ülkelerde biraz daha yüksek bir oranda (883 bin) kaydediliyor. Dünyada çapında 19 milyon 300 bin kanser vakası bulunuyor. Bunların yüzde 11,7’ini, yani 2 milyon 300 binini meme tümörleri olanlar, yüzde 24’ünü de meme kanseri vakaları oluşturuyor.
2020’de yayınlanan Suudi Kanser Kaydı istatistikleri, 2017’de toplam 2 bin 508 meme kanseri vakası (kadınlarda 2 bin 463 vaka, erkeklerde 45 vaka) olduğunu gösterdi. Bu, ülkedeki tüm kanser türlerinin yüzde 18’ini oluşturuyor. Söz konusu veriler, her 100 bin ABD’li, İngiliz veya İrlandalı kadından 92’sinde meme kanseri görülmesine kıyasla, her 100 bin Suudi kadından 30’una meme kanseri teşhisi konduğu anlamına geliyor. Suudi Arabistan’da meme kanseri düşük oranda görülmesine rağmen Krallık’taki meme kanseri sorunu, ilk evrelerdeki vakaların (evre 1 ve 2), toplam vakaların da yaklaşık 40’ını oluşturuyor. Zira lenf düğümleri dahil olmak üzere lokal olarak ilerlemiş (evre 3) kanser tipleri de vakaların yüzde 40’ını oluşturuyor. Metastatik kanser (evre 4) yüzde 15,5’ini oluştururken geri kalanın (yüzde 3,8) evreleri bilinmiyor.

Risk faktörleri ve nedenleri
Meme kanserinde risk faktörleri ise şöyle sıralanıyor:
-Cinsiyet: Kadınlarda meme kanseri görülme oranı erkeklerinkinden 100 kat daha fazladır.
-Yaş: Meme kanserine yakalanma riski yaşla birlikte artıyor.
-Genetik faktörler: Genetik mutasyonlar meme kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Bunlar arasında en yaygını BRCA 1 ve BRCA 2 olarak biliniyor.
-Aile geçmişi: Birinci derecede bir akrabada görülmesi durumunda kansere yakalanma riski daha da yükseliyor.
-Kişisel geçmiş: Daha önceden tanı konulmuş olması durumunda meme kanserinin tekrarlama riski üç veya dört kat artıyor.
-Hormon seviyesi: Erken yaşta reglinin başlaması, geç menopoz ve gebelik önleyici ilaç kullanımı ile kanser riski artarken menopoz öncesi yumurtalıkların alınması (ooferektomi premenopozal) 30 yaşından önce gebelik ve emzirme ile risk azalıyor.
-Yaşam tarzı: Obezite, alkol ve sigara kullanımı, iyonize radyasyona maruz kalma gibi durumlarla risk artarken egzersiz ve normal kilonun korunması ise riski azaltıyor.

Meme kanserinin nedenleri
Profesör Dr. Mutaib el-Fehidi, meme kanserinin asıl sebebinin ne olduğunun ve nasıl önleneceğinin henüz bilinmediğini ancak kanserin henüz memede sınırlıyken tespit edilmesinin hayatta kalma oranını yüzde 98’e kadar çıkardığının kesin olduğunu vurguladı.
Kansere yönelik belirtilerle ilgili kadınlara şu önerilerde bulundu:
-Ailenizde kanser vakalar olması durumunda meme kanserine yakalanma riski olduğunu bilin. Bu konuda doktorunuzu da bilgilendirin.
-Belirtilerin risk faktörlerinin meme kanserine kesin bir şekilde neden olmadığını, sadece kanserin gelişme şansını artırdığını aklınızda bulundurun.
-Birçok risk faktörünün söz konusu olması, daha az risk faktörüne sahip olan kişilere göre kansere yakalanma riskinin daha fazla olduğu anlamına gelir.
-Bazı risk faktörlerinin kontrol edilebileceğini unutmayın.
-Yapmanız gereken tek şeyin gerekli testleri yaptırmak olduğunu bilin. Bu alanda uzman olan bir doktora danışın. Orta düzeyde risk faktörlerine sahipseniz 40 yaşından sonra her yıl mamografi ve klinik meme kanseri muayenesi, 20 yaşından itibaren de en az 3 yılda bir klinik meme kanseri muayenesi yaptırın.

Kalıtsal meme kanseri
Cidde’deki Uluslararası Tıp Merkezi içindeki Onkoloji Merkezi’nin başkanı ve onkoloji danışmanı olan Prof. Dr. İzzettin İbrahim, yapılan bazı çalışmaların, belirli spesifik koşullara sahip meme kanserine sahip hastalara yapılan testlerin, vakaların yüzde 10’unda kalıtsal faktör olduğunu kanıtladığını söyledi. Kalıtsal duruma yönelik testlerin sistemini ve özelliklerinin genişletilmesi durumunda, bu sayının daha da artabileceğine dikkat çekti. İbrahim aynı şekilde kalıtsal meme tümörlerinin çoğunun kalıtsal faktörlerden kaynaklandığını, son zamanlarda BRCA1 ve BRCA2’den kaynaklanan meme tümörlerinden çok daha düşük oranlara sahip olan bazı genetik kalıtımlar bulunduğunu kaydetti.
Kalıtsal meme kanserini tespit etmek için yapılan muayenede ağzı kaplayan mukozadan da örnek alınıyor. Bu küresel olarak onaylanmış bir uygulama olarak ön plana çıkıyor. Söz konusu testler, son zamanlardaki tedavi edici keşiflerin ve genetik faktörle ilgilenen ilaçlar ile birlikte oldukça büyük önem arz ediyor. Yakın gelecekte, kemoterapi tedavisini önemli ölçüde azaltabilecek daha etkili başka ilaçların da bulunmasının beklendiği belirtiliyor.
Yapılan açıklamalara göre genetik testler yaptırabilecek gruplar şöyle sıralanıyor:
-Meme kanseri olmamış ancak anne ve kız kardeşi gibi birinci derece akrabalarından kanser teşhisi konulanlar veya yüksek orandan genetik bozukluğa sahip kadınlar. Zira genetik bozukluklar genlerin yüzde 10’undan 5’ini temsil eden, BRCA1 ve BRCA2 genlerinde görülebiliyor. Sonucun pozitif çıkması durumunda 80 yaşına kadar yaşayan birinde kansere yakalanma oranı yüzde 87’ye kadar yükseliyor.
-Meme kanseri olan kadınlar. Kalıtsal kanser testi de pozitif olması durumunda söz konusu kadınların yumurtalık ve fallop tüpü kanseri riski de artar. Bu kişilerde önlem olarak önce memelerin, daha sonrasında da çocuk doğurmalarının ardından, yaklaşık 40-45 yaşlarında yumurtalıkların ve fallop tüplerinin de alınması gerekiyor. Kişinin söz konusu ameliyatları olmayı reddetmesi durumunda yumurtalık kanseri ve diğer kanserlerin yanı sıra meme kanseri riskinin yüksek olduğunu bilmesi mühim. Bu kişilerin erken yaşlardan (30’lu yaşlardan itibaren) başlayarak 6 ayda bir düzenli olarak, röntgen ve mamografi çektirmesi gerekiyor.
-Annesi ve anneannesi meme kanserine yakalanmış kanserli kadınlar. Bu durumda meme kanserine karşı önleyici ilaç kullanılabilir. Bu durumlarda kanser hücreleri olmayan memenin de alınması öneriliyor. Aynı zamanda sadece mastektomi yapılmaması, meme dokusunun tamamen alınması tavsiye ediliyor. Ancak kişinin psikolojisi için bu durumlarda estetik görünüm korunuyor.

Yaşam tarzı
Dr. Mübarek Mansur, yaşam tarzının oldukça önemli olduğuna dikkat çektiği açıklamasında şu örnekleri verdi:
-Aşırı kilo ve obezite: Bunlar tümör gelişimi için yüksek risk faktörleridir. Yüksek oranda yağ içerdiği için fast food tüketiminizi sınırlayın.
-Doğum kontrol hapları: Meme kanserine yönelik aile öyküsü ve kişisel geçmiş nedeniyle tıbbi danışma ve takip olmaksızın 5-7 yıldan uzun bir süre kullanılması meme kanserine yakalanma riskini artırır.
-Şeker: Kanda bir insülin direnci sendromu vardır ve bu, kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın riskini artırır.
-Besin takviyeleri: Vitaminler zararlı değildir ancak kullanımı sırasında ve sonrasında bol meyve ve sebze ile sağlıklı ve dengeli bir diyet izlenmelidir. Bununla birlikte göğüs tümörü riskini artırdığı kanıtlanmış antioksidanlar içeren besin takviyelerinin kullanımından kaçınılması tavsiye edilir.

Meme kanserine karşı gelişmiş korunma yöntemleri
Meme kanserinden korunma için kapsamlı bir yaklaşım benimsenmesi gerekiyor. Mayo Clinic Kanser Merkezi araştırmacıları tarafından Journal of Clinical Oncology Practice’de yayınlanan bir araştırmaya göre meme kanserini önlemeye yönelik araştırmalardaki ilerlemeler, hastalığa yakalanma ve ölüm oranını azaltmak için yenilikçi fırsatlar sağladı.
Mayo Clinic’ten çalışmanın başyazarı dahiliye danışmanı Dr. Sandhya Pruthi, sağlık çalışanlarının bireysel meme kanseri riskini değerlendirilmesinin yararlarının farkında olmasının ve insanlara kanser riskini azaltmak için stratejiler önermesi ve uygulamasının faydalı olacağını belirtti. Pruthi ayrıca uzun yıllardır meme kanserini önlemeye yönelik yürütülen araştırmaların, öncelikli olarak yüksek potansiyelli, hormona duyarlı meme kanserlerinin oranlarını azaltmak için anti-östrojen ilaçlarının kullanımına odaklandığını söyledi. Ancak üçlü negatif meme kanseri olarak bilinen meme kanserlerini önlemek için diğer risk azaltma stratejilerinin yeniden test edilmesinin ve uygulanmasının önemli olduğunu vurguladı.
Kadınlar ve sağlık çalışanlarının meme kanserini önlemek için şu yaklaşımlara teşvik edilmesi gerektiğine işaret etti:
-Yaşam tarzı değişikliği.
-Meme kanseri önleyici anti-östrojen ilaçlar.
-Kanser hücreleri için mamografi çekilmesi.
-Kalıtsal gen testleri.
-Son olarak, kalıtsal meme kanseri mutasyonlarından birini geliştirme riski yüksek olan kadınların, bu riski azaltmak için önleyici cerrahi seçenekleri düşünmesi gerekiyor. Meme kanserinin önlenmesini başarmak için doktorlar hastalarının bireysel risklerini değerlendirerek onlara yaşam tarzı değişiklikleri yapmaktan önem olarak anti-östrojen veya farklı östrojen kullanımı gibi müdahalelere kadar tavsiyelerde bulunması gerekli görülüyor.
Bu tür stratejiler, hastalığın seyrinin iyi ilerleyeceği düşünülen, hormona duyarlı meme kanseri tümörlerini azaltmada de faydalı olabiliyor. Aynı şekilde hormonlara karşı duyarsız ve yüksek riski bir şekilde süreceği düşünülen tümörlerin önlenmesinde de fayda sağlayabiliyor.

Meme kanserinin erken teşhisinde yapay zekanın kullanımı
Dr. İzzettin İbrahim meme kanserini tespit etmenin geleneksel yönetimin 40 yaşından itibaren her yıl veya iki yılda bir mamografi çekilmesi, mamografinin rolünün tamamlayıcısı olan ancak onun yerine geçmeyen ultrason muayenesi yapılması, ardından da özellikle genetik bir faktör veya ailede güçlü bir meme tümörü hikayesi varsa bir MRI taraması yapılması olduğunu söyledi.
Ancak nihayet, son birkaç yılda ortaya çıkan yapay zeka sistemleri, meme kanseri teşhisi konusunda insan gücünün ve teknik kaynakların yükünü azalttı. Yapay zeka cihazlarına, önceki mamografi sonuçlarına yönelik çok sayıda bilgi yüklendi. Birçok çalışma, bu yöntemin tanı konusunda insan yeteneklerini artırmasa da karşılaştırma yapılmasını sağladığını gösterdi. Yapay zekanın sadece meme kanseri için değil, tüm tümör türleri için tıbbi uygulamalarda kullanılmasında en önemli bilim merkezlerinden biri Massachusetts Institute of Technology (MIT) oldu. MIT’in laboratuvarlarından biri, enstitünün mali destekçilerinden Şeyh Abdullatif Cemil’in adını taşıyor. Söz konusu laboratuvar tarafından geliştirilen bir programın meme kanseri gelişme riskini tahmin edip hesaplayabildiği kanıtlandı. Yapay zekanın gelecekte meme kanserinin otomatik tespitinde önemli bir role sahip olması bekleniyor.

Çalışma ve araştırmalara kadınların katılımı
Pfizer’in Suudi Arabistan Şirketi’nin Tıp Departmanı Direktörü ve konferans konuşmacılarından olan Dr. Hani el-Haşimi, tıbbi araştırmaları desteklemenin yanı sıra kadınların topluluğunu desteklenmesi gerektiğini vurguladı. Kadınları şu an Krallık’ta yerel olarak yürütülmekte olan uluslararası araştırmalara katılmaya teşvik etti. Krallık, son zamanlarda Suudi toplumu üzerinde başta genetik mutasyona dayalı tıp olmak üzere birçok araştırma yürütüyor. Meme tümörleri bu alanda yürütülen öncelikli araştırma konuları arasında yer alıyor.

Koronavirüs aşısı ve meme kanseri
Prenses Nora Onkoloji Merkezi’nin Yetişkin Onkolojisi Bölümü Başkanı Dr. Mübarek Mansur, bağışıklık sisteminin immünoterapi veya kemoterapiden etkilendiğini, bu nedenle söz konusu tedavileri alan hastaların sağlıklı kişilere göre çok daha zayıf bir bağışıklığa sahip olduğunu belirtti. Bu nedenle bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı oldukça savunmasız olduklarının altını çizdi.
Nora Onkoloji Merkezi’nde koronavirüs aşısı olmayan 107 kanser hastası üzerinde 6 aylık bir süreyle hızlı bir istatistiksel çalışma yapıldı. Söz konusu kişilerin hastaneye yatış oranının yüzde 10 olduğu ve içlerinden 21’inin yaşamını kaybettiği tespit edildi. Söz konusu çalışma, bu hastaların enfeksiyona karşı yatkınlıklarının bulunduğunu ve Kovid-19’a karşı aşılanmalarının kendileri için çok önemli olduğunu ortaya koydu. Dolayısıyla aşıların zamanında ve gecikmeden yapılması gerektiğini de göstermiş oldu.

Meme Kanseri Farkındalık Ayı
Süleyman El-Habib Hastane Grubu’nun Onkoloji Merkezi başkanı, Kral Faysal Üniversitesi’nde doçent olan onkoloji uzmanı Dr. Umm el-Heir Abdullah Ebu el-Heir, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Meme Kanseri Farkındalık Ayı’na ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dr. Umm 20 yıldır konuya dair çalışmalar yürüttüğünü ve şu an onkoloji bölümünde görev aldığını belirttiği açıklamasında her hastasıyla farklı bir hikaye yaşadığının altını izdi. Dr. Umm sözlerini şöyle sürdürdü:
 “2003 yılında Krallık’ta meme kanseri farkındalığını artırmak için çalışmaya başladık. Halen meme kanseri farkındalık ayında her yıl etkinlikler düzenliyoruz. Farkındalık çalışmalarının başlaması ile meme kanserinin erken teşhisinin önemi de benimsendi. 2014 yılından itibaren ücretsiz taramalar yapılmaya başlandı. Bugün hastalarımın ve toplumun sağlıkları bireyleri için şunu soruyorum: Peki bunda başarılı olduk mu? Elbette başarılı olduk ve bu çabalar sayesinde ileri evredeki kanser oranı yüzde 10 azaldı. Ancak halen ileri evrelerde olan vakalar tespit ediyoruz. Yine de çok büyük sayıda kadına erken muayene yapılamıyor. Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Peki, sorun nerede? Hastalarımıza ve toplumumuza verdiğimiz bilgilerde mi yoksa bu bilgilerin sunulma şeklinde mi? Ya da biz doktorlar hedef kitleye ulaşamıyor muyuz?”
Dr. Umm açıklık getirmek istediği konuları şöyle sıraladı:
-Bugün meme kanseri dünküyle aynı değil. Meme kanseri kronik bir hastalık olarak sınıflandırılırken tedavi oranı da oldukça yükseldi.
-Sadece test yaptırmamız gerekiyor. Bu bir yıl test yaptırınca yıllarca test yaptırmaktan kaçabileceğimiz anlamına gelmiyor.
-Her kadının, özellikle risk faktörlerinin söz konusu olması durumunda 40 yaşından itibaren yılda bir kez test yaptırması gerekiyor.
-Meme kanserinin tedavisinde birçok gelişme yaşandı. Doktorların östrojen ve progesteron reseptörleri taşıyan meme kanseri kemoterapisi uygulamasına yönelik karar almasına yardımcı olan testler geliştirildi.
-Hastalık yayılmış olsa da tüm meme kanseri türleri için mücadele imkanını ve daha uzun hayatta kalma şansını artıran birçok gelişmiş tedavimiz bulunuyor.
Umm al-Khair sözlerinin sonunda tüm kadınlardan söz konusu hastalık ile ilgili dikkatlice düşünmelerini, hastalığa karşı kendilerini korumalarını, vücut kitle endekslerinin 25’i geçmemesi için kilolarını korumaya çalışmalarını ve haftada 4 kez 40 dakika spor yapmalarını istedi. Ayrıca aha fazla sebze ve meyve tüketmelerini, buna karşılık daha az doymuş yağ ve şeker almalarını ve 40 yaşından itibaren herhangi bir semptom olmasa da mamografi ve ultrason çektirmelerini tavsiye etti.



Kızamık geçirenlerde on yıl sonra ölümcül bir beyin hastalığı gelişebilir

Endonezya'nın Surabaya kentinde bir çocuğa kızamık aşısı yapan bir sağlık çalışanı (AFP)
Endonezya'nın Surabaya kentinde bir çocuğa kızamık aşısı yapan bir sağlık çalışanı (AFP)
TT

Kızamık geçirenlerde on yıl sonra ölümcül bir beyin hastalığı gelişebilir

Endonezya'nın Surabaya kentinde bir çocuğa kızamık aşısı yapan bir sağlık çalışanı (AFP)
Endonezya'nın Surabaya kentinde bir çocuğa kızamık aşısı yapan bir sağlık çalışanı (AFP)

ABD merkezli gazete New York Post, ABD'nin Los Angeles kentinde bir çocuğun kızamık geçirdikten yıllar sonra nadir görülen bir nörolojik hastalığa yakalanarak hayatını kaybettiğini bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın New York Post gazetesinden aktardığına göre yetkililer, çocuğun aşı olmaya hak kazanmadan önce bebeklik döneminde kızamık geçirdiğini söylediler, ancak vakayla ilgili daha fazla detay açıklamadılar.

İnsandan insana kolayca bulaşan bir solunum yolu hastalığı olan kızamığın yanı sıra kabakulak ve kızamıkçık (MMR) aşısının ilk dozu genellikle 12 ila 15 aylık çocuklara yapılır. İkinci doz ise anaokulu veya birinci sınıfa başlamadan önceolur.

Kızamık vakalarında sıkça enfeksiyonlu versiyonu görülebiliyor. Enfeksiyon ayrıca bronşit, larenjit ve Los Angeles'taki çocuk gibi çok nadir, ancak ciddi vakalarda olduğu gibi kızamık atağından aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkan, ilerleyici ve genellikle ölümcül bir beyin hastalığı olan subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına da yol açabilir.

İlk enfeksiyondan sonra, kızamık virüsü vücutta kalabilir ve yıllar sonra beyin iltihabına (ensefalit) neden olan belirli mutasyonlara uğrayabilir. Böylece her 100 bin kızamık vakasından 4 ila 11 hastada genellikle SSPE geliştirir.

gtyh
Kızamık aşısı hazırlayan bir sağlık çalışanı (AFP)

Hastalık, ruh hali değişimlerinden istemsiz kas spazmlarına, ciddi beyin hasarına ve ölüme kadar ilerleyebilir.

Semptomlar genellikle ilk enfeksiyondan 6 ila 10 yıl sonra ortaya çıkar.

ABD’de SSPE vakaları genellikle yılda dört veya beş vakayı geçmez, ancak kızamık vakalarının artmasıyla bu sayının yükselmesi bekleniyor.

ABD’de bu yıl yaklaşık bin 300 vaka kaydedildi. Bu rakam, vakaların son otuz yılın en yüksek seviyesine ulaştığını gösteriyor.

SSPE vakalarında ölüm oranı yüzde 95, zira hastalığın bilinen bir tedavisi yok. Yalnızca Antiviral ve antienflamatuar ilaçlarla hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir.

Los Angeles'taki vaka, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) tarafından bu yıl bildirilen üç kızamık kaynaklı ölümden biri olarak kayıtlara geçti.

Los Angeles İlçe Sağlık Müdür Dr. Muntu Davis geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada “Bu vaka, özellikle toplumumuzun en savunmasız üyeleri için kızamığın ciddiyetini açıkça hatırlatıyor” ifadelerini kullandı.

Dr. Davis, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Küçücük çocuklar, sürü bağışıklığı yoluyla onları korumak için bize güveniyorlar. Aşılar sadece kendinizi korumakla kalmaz, aynı zamanda ailenizi ve komşularınızı, özellikle de henüz aşı olacak yaşta olmayan çocukları da korur.”

ABD’de koronavirüs (Kovid-19) pandemisiyle birlikte MMR ve diğer rutin çocukluk çağı aşılarının yapılma oranında düşüş gözlemlendi.

Son raporlara göre 2024-2025 öğretim yılında anaokulu çocuklarının yüzde 92,5'i MMR aşısı oldu. Bu oran, 2019-2020 öğretim yılında yüzde 95’di.

Birleşik Krallık Liverpool Üniversitesi Enfeksiyonlu Sinirbilim Profesörü Benedict Michael, bu hafta kaleme aldığı bir makalede şunları yazdı:

Aşı oranlarındaki düşüş, kısmen MMR aşısını otizmle ilişkilendirmeye çalışan sahte araştırmalardan kaynaklanıyor. Bu iddialar, itibarını yitirmiş bir doktor tarafından ortaya atılmış ve tamamen çürütülmüştür.

Sosyal medyada yayılan yanlış bilgilerin Kovid-19 salgını nedeniyle aşılara karşı artan şüphecilikle daha da şiddetlenen bu endişeleri körüklediğini belirten Prof. Michael, “Los Angeles'taki vaka, kızamığın iyi huylu bir çocukluk hastalığı olmadığını hatırlatan önemli bir uyarıdır. Kızamık, zatürre gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir ve bu vakanın da gösterdiği gibi, yıllar sonra gecikmiş ancak ölümcül beyin hasarına yol açabilir” diye ekledi.


Orkalar, Portekiz kıyılarında turist yatını batırdı

Fotoğraf: Temsili/AP
Fotoğraf: Temsili/AP
TT

Orkalar, Portekiz kıyılarında turist yatını batırdı

Fotoğraf: Temsili/AP
Fotoğraf: Temsili/AP

Portekiz açıklarında bir turist yatı, bir grup orkanın (katil balina) çarpması sonucu battı.

5 kişiyi taşıyan tekne, cumartesi günü gerçekleşen saldırının ardından Fonte da Telha plajı yakınlarında sulara gömüldü.

Yelkencilik şirketi Mercedes-Benz Oceanic Lounge'ın paylaştığı görüntülerde, bir orka yatın yan tarafına defalarca vurduktan sonra yatın sallanıp batmaya başladığı görülürken, bir tanığın "Aman Tanrım" dediği duyuluyor.

Nautic Squad kulübüne ait gemideki 5 mürettebat üyesi de yat batmadan kısa süre önce botlarla kurtarıldı.

Aynı günün ilerleyen saatlerinde Cascais Körfezi açıklarında bu sürüyle ikinci bir karşılaşma yaşandı ve 4 kişi yaralanmadan tekneden çıkarıldı.

Portekiz Ulusal Denizcilik Otoritesi, "orkalarla yaşanan bir etkileşim nedeniyle" 12.30'da bir uyarı aldığını açıkladı.

Kurum "Cascais cankurtaran istasyonu ve Lizbon Limanı Kaptanlığı ekipleri hemen harekete geçti" diye ekledi.

Olay yerine vardıklarında mürettebatın fiziksel açıdan iyi olduğu ve tıbbi yardıma ihtiyaç duymadığı, yakındaki bir deniz turizmi teknesinin yardımıyla kurtarıldığı tespit edildi.  

The Telegraph'a göre bazı tanıklar 4 orka gördüklerini söylerken bir kaptan, sadece bir balinanın teknenin dümenine çarptığını bildirdi.

Araştırmacılar, Mayıs 2020'den bu yana İber Yarımadası yakınlarında orkaların teknelere çarptığı yüzlerce olayı belgelerken, bu davranış eğiliminin artmasına dair çeşitli teoriler ve araştırmalar ortaya çıktı.  

Bu olay, önceki haftalarda İspanya açıklarında iki teknenin bir çift katil balina tarafından saldırıya uğramasının ardından yeni bir uyarı yayımlanmasından sonra meydana geldi.

Orkaların, Galiçya sularındaki teknelere sadece birkaç dakika arayla çarpmasının ardından bir İspanyol deniz kurtarma gemisi çağrılmıştı. 

Kurtarma ekipleri, orkaların hasar verdiği gemiyi limana çektikten sonra başka bir saldırı uyarısı almıştı.

Bir mürettebat üyesi, "Gerçek şu ki çok korktuk; katil balinaların tekneye vurduğunu fark ettiğimizde gerçekten çok 'korktuk'" demişti.

Independent Türkçe


Ryugu'dan gelen bulgular Güneş Sistemi'nin su tarihini baştan yazıyor

Yaklaşık 900 metre çapa sahip Ryugu, Dünya'ya yakın nesne ve tehlikeli olabilecek cisim sınıfında yer alıyor (JAXA)
Yaklaşık 900 metre çapa sahip Ryugu, Dünya'ya yakın nesne ve tehlikeli olabilecek cisim sınıfında yer alıyor (JAXA)
TT

Ryugu'dan gelen bulgular Güneş Sistemi'nin su tarihini baştan yazıyor

Yaklaşık 900 metre çapa sahip Ryugu, Dünya'ya yakın nesne ve tehlikeli olabilecek cisim sınıfında yer alıyor (JAXA)
Yaklaşık 900 metre çapa sahip Ryugu, Dünya'ya yakın nesne ve tehlikeli olabilecek cisim sınıfında yer alıyor (JAXA)

Asteroit Ryugu'nun koptuğu göktaşının, sanılandan çok daha uzun süre sıvı suya ev sahipliği yaptığı bulundu. Yeni çalışma, Dünya'daki suyun kökenine ışık tutuyor.

Ryugu gibi karbon zengini asteroitlerin, yaklaşık 4,6 milyar yıl önce Güneş ve çevresindeki gezegenler oluşurken, dış Güneş Sistemi'ndeki buz ve tozdan meydana geldiği uzun zamandır biliniyor. 

Diğer yandan bilim insanları, bu gökcisimlerindeki su aktivitesinin Güneş Sistemi'nin ilk dönemleriyle sınırlı olduğunu düşünüyordu.

Ancak Japonya Uzay Araştırma Ajansı'nın (JAXA) Hayabusa 2 aracının Ryugu'dan toplayarak 2020'de Dünya'ya getirdiği örnekler bu düşünceye meydan okudu. 

Tokyo Üniversitesi'nden Tsuyoshi Iizuka ve ekibi, Ryugu kaya örneklerindeki lutesyum (Lu) ve hafniyum (Hf) elementlerinin radyoaktif izotoplarını inceledi. Bu sayede radyoaktif bozunmaya bakarak örneklerin geçirdiği jeolojik süreçlere ışık tutabiliyorlar.

Bulguları hakemli dergi Nature'da 10 Eylül Çarşamba günü yayımlanan çalışmada incelenen örnekler, lutesyuma kıyasla çok daha yüksek oranda hafniyum içeriyordu. 

Araştırmacılar bu duruma, bazı sıvıların asteroitteki kayalardan lutesyumu alıp götürmesinin yol açtığını düşünüyor.

Iizuka, "Ryugu'nun kimyasal kayıtlarının, Dünya'da daha önce incelenen bazı meteoritlere benzeyeceğini düşünmüştük. Ancak sonuçlar tamamen farklıydı" ifadelerini kullanıyor. 

Dikkatli analizlerle diğer ihtimalleri eleyen ekip, gökcisminin oluşumundan 1 milyar yıl sonraya kadar sıvı su barındırdığını öne sürüyor.

Iizuka "En olası tetikleyici, Ryugu'nun ana asteroidine başka bir cismin çarpması. Bu çarpışma, kayayı kırarak içeride gömülü olan buzu eritti, böylece sıvı su yüzeye sızdı" diyerek ekliyor: 

Bu gerçekten sürpriz oldu! Bu çarpışma, ana cismin parçalanmasına ve ardından Ryugu'nun oluşmasına yol açmış olabilir.

Ryugu'nun bir zamanlar parçası olduğu asteroidin 1 milyar yıl boyunca sıvı su içermesi, karbon zengini diğer göktaşlarının da uzun süre sıvı suya ev sahipliği yapmış olma ihtimalini gündeme getiriyor.

 Dolayısıyla genç Dünya'ya çarpan asteroitler, sanılandan çok daha fazla su getirmiş olabilir. Araştırmacılar bunun, Dünya'nın ilk okyanusları ve atmosferi üzerinde önemli bir etki yaratmış olabileceğini söylüyor.

Dünya'daki suyun kökenine dair kesin bir fikir birliği sağlanmasa da genellikle göktaşları ve kuyrukluyıldızların gezegene çarpması sonucu geldiği tahmin ediliyor.

Iizuka, "Ryugu benzeri cisimlerin bu kadar uzun süre buz tuttuğu fikri dikkate değer" diyerek ekliyor: 

Bu, Dünya'nın yapıtaşlarının hayal ettiğimizden çok daha ıslak olduğunu gösteriyor. Bu da gezegenimizdeki suyun kökenine dair başlangıç koşullarını yeniden değerlendirmemiz gerektiğini gösteriyor.

Araştırmacılar Ryugu örneklerini detaylıca inceleyerek ana cisimde akan suyun geçmişini daha iyi anlamayı umuyor. Ayrıca son verileri, NASA'nın OSIRIS-REx göreviyle Bennu asteroidinden alınan örneklerle kıyaslamayı planlıyorlar.

Independent Türkçe, Space.com, Cosmos Magazine, Nature