Lübnan’da silahlanma sorunu

Lübnan’da silahların iç savaşlardaki kullanımı, kimlikçi grupların çatışma riskini gündemde tutuyor

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
TT

Lübnan’da silahlanma sorunu

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)

14 Ekim Perşembe günü Emel Hareketi ve Hizbullah yandaşları, iç savaş sahnelerinden birini hatırlatarak, silahlarıyla birlikte Ayn er-Rummane’nin Hristiyan mahallelerine bitişik güney banliyölerinin sokaklarında yürüdü. Ancak aslında taşıdıkları silahların çoğu, iç savaş döneminden. Savaşan gruplarının terk etmediği mezhebi-dinsel kimlik kavgası ruhu ve sloganları tüfek, roket güdümlü el bombası ve orta makineli tüfeklerin değişmesini sevmiyor.
Şarku’l Avsat’ın sosyal medya organları tarafından yayınlanan görüntü ve videolardan edindiği bilgiye göre yeni silah türlerini göstermiyordu. Kalaşnikoflar, RPG rampaları, PKM orta makineli tüfekler ve 40 mm el bombası ateşleyen bazı M16 ve M18 tüfekler. Şii İkili’nin Beyrut limanındaki patlamaya ilişkin soruşturmayı ‘siyasallaştırmayı’ reddetme gösterisinde kullandığı cephanelik buydu. Kısacası, güney banliyölerinin sokaklarını sular altında bırakan silah tasarımları, kullanılan modeller birkaç yıllık olmasına rağmen onlarca yıllık. Özgünlük ve modernlik, ‘barışçıl’ yürüyüşün silahında birleşti.
Sahne, özellikle Lübnan savaşlarının bölümlerini yaşayanlar için bir dejavu izlenimi veriyor. O sonbahar gününde ara sokakları kaplayan silah türleri, yetmişlerin başlarında Filistinli grupların merkezlerinden, kamplarından ve savaşa hazırlanırken laik ve mezhepçi milislerin kalelerinden çıkanlarla neredeyse aynıydı. Sıradan silahlı kalabalık, bilinmeyen sivil seslerden daha güçlüydü. Lübnanlılar, toplantılarında ve siyasetlerinde silahlar için güvenceli bir alan olduğunu biliyorlar.
Olay şu ki sivil bir ‘direnişin’ yerini Lübnanlı olmayan bir direniş alırken, silahların korunması, kutsallaştırılması, bilinçli ve bilinçsiz tüm sembolik ağırlıklarının kutlanması elli yılı aşkın bir süredir mevcut.
Vatan ve davanın hayali bir anlamını içeren, ‘onuru ve vatanı’ savunan ve onu çevreleyen tehlikeleri tanımlayan direniş, silahlarını ve askeri teçhizatını istediği zaman sokakta protestoya itecek niteliktedir. Silahlı insan kalabalığı ve hareketlerine verdikleri ‘barışçıl’ etiket arasında gösteri çağrısı yapanların endişesinde bir çelişki bulunmuyor. Grup, barışa zarar veren herhangi bir şey ortaya koymuyor. Ancak düşmanlar bunu yapıyor.
Maşrafiyye, Tayyuna ve Ayn er-Rummane sokaklarında silah türlerindeki yenilik eksikliği, tarikatların ‘işlerini organize etme ve günlerini yönetme’ konusundaki her türlü müdahaleye dair korku ve öfkesinde yeni bir şeyin olmadığını yansıtıyor. Beyrut’u etkisi altına alan insani ve maddi kayıpların ciddiyeti ile Hizbullah’ın koruduğu ve yararlandığı yönetici siyasi sınıfın ‘gerçeğe ulaşmak için her girişimi iptal etme’ ısrarı arasındaki çelişkiye dikkat çekildi. Dolayısıyla amonyum nitrat ithal edenler, üstlerini örtbas edenler ve arkalarındakiler için adil bir karar verilmesi hiçbir şey ifade etmez. Hak ve adalet; sebepsiz ve değersiz, öfkeli ve asi silahlı mezheplerin kaygıları arasında yer almaz. Önemli olan, bilindiği üzere, mevcut rejimi ayakta tutmak ve iktidar koalisyonunun çıkarlarını korumaktır. Silah, bu amaç için hazırlanmıştır. Direniş, iç içe ve uyumlu bu formüllerin, silahların ve çıkarların ortak adıdır.
Halkın kimliğini ve statüsünü vurgulayan bir unsur olarak silahlar, Lübnan’da eski bir hikayedir.
Bâb-ı Âli’nin 16. yüzyılda Suriye’nin Osmanlı valisi ile yaptığı yazışmalarda bununla ilgili parçalar bulabilirsiniz (bkn. Abdurrahim Ebu Hüseyin- Osmanlı döneminde Lübnan- Dürzi Emirliği- Vesaik Defter el-Muhimme (Asli defter belgeleri) 1546- 1711 ve Dar’ul Nahar 2005). Sadrazam mektuplarının çoğunda, Avrupa gemileri tarafından düşürülen ve Dürzi ve diğerlerine satılan silahlara vali tarafından el koyulmasının önemine odaklanılıyor. Osmanlı yetkilisi, Ebu Hüseyin’in saltanata karşı ‘uzun süreli isyan’ nitelendirmesi çerçevesinde bu silahları kullanmaktan korkuyordu. Ancak Sadrazam, silahların Cebel-i Lübnan halkı için ne anlama geldiğinin yönlerine kıyasla doğrudan güvenlik yönüne öncelik verdi.

Mayıs 2008 çatışmaları sırasında Emel Hareketi ve Hizbullah militanları (Getty)
Silah ihracatının, bugün olduğu gibi, on altıncı yüzyılda, çeşitli amaçların yoğunlaşmasıyla olduğunu söylemeye gerek yok. Diğer şeylerin yanı sıra finansal kar, ittifaklar yapmak ve düşmana korku salmak bu amaçların başında geliyordu. Lübnanlı ithalatçılara gelince silah; vahşi ve kibirli bir otoriteden kaçma ve yerel rakiplerin karşısında, ister dış otoritenin takipçisi ister düşmanları olsun, gücünü güçlendirme yeteneği anlamına geliyor. Bu, dağlardaki aileleri silahlarının sayısına göre sayan eski Lübnan metaforuyla ünlü. Falanca ailesi, ‘arazi, otlatma ve sulama hakları, arazi dağıtımı ve paylaşımı ile ilgili her ihtilafta ve savaş borazanı çaldığında hesaba katılması gereken’ 500 baruttan oluşuyor.
Tayyuna’nın son olaylarından sonra Lübnan söyleminde de ünlü bir tabir ortaya çıktı; ‘Her evde bir silah var’. Mezhepler arasındaki herhangi bir çatışmanın önceden planlanma şüphesini hafifletme ve halk arasında silahların ‘doğal’ yayılmasının nedeni olan ‘silah sorunlarının’ yeniden tesis edilmesi bağlamında ortaya atılan bu cümlenin doğruluğu, örneğin dağlardaki kar ve kumsalların güzelliği gibi Lübnan doğasının diğer olgularından farklı değil. Bu doğruluk, halklardan, mezheplerden ve mahallelerden en yüksek yasal mercilerin bulunmadığına dair yaygın bir inançtan oluşan derin bir hastalığı gizliyor. Bu merci, eyleminde hukuka, anayasaya ve toplum sözleşmesine dayanıyor. Bir diğer ifadeyle devlete…

Daimi savaş silahı
Şuf dağlarındaki Deyru’l Kamer kasabasında bulunan ‘Musa Sarayı Müzesi’, yüzlerce silah, kılıç ve tabancaya ev sahipliği yapıyor. Müze, silahlardan yığın içeriyor. Bazıları on dokuzuncu yüzyılın savaşlarına ve Deyr’ül Kamer yakınlarındaki köylerde yaşanmış katliamlara tanık olmuş olabilir. Silahların birçoğu, farklı zamanlara dayanıyor. Bunların birikimi ve çeşitliliği, eski eser ve antika uzmanlarınca yeterince ilgi görmedikleri izlenimi bırakıyor.
Ayrıca sahnede, yanlarına yerleştirilen küçük artıklara dair üretim tarihlerine ve önceki sahiplerine ait olduğunu söyleyen kılıçlar da var. Batıda ve hatta Gürcistan’da yapılmış Memluk, Türk ve diğer kılıçlar. Uzmanların yapması gereken gerekli açıklama yapılmadan, sonuca varmak mümkün değil. Bu silahların her biri nereden geldi, hangi savaşlarda kullanıldı, sahibi kimdi?! Hatta bir kısmı yukarıda bahsi geçen şehzade ve şeyhlerin isimlerini taşıyordu. Belki de Osmanlı Sadrazamının Lübnan kıyılarına inişinden şikâyet ettiği silahlardan bazılarıydı.
Biraz hızlıca, Memlukler döneminde (bugünkü Beyrut da dahil olmak üzere) Şuf ve Batıda sahip olduğu yarı bağımsızlıktan gelen Dürzi silahlarının, Osmanlı İmparatorluğu’nu protesto etme hususunda ‘19. yüzyılda Şuf’taki Hristiyan uyanışını bastırmak ve Mayıs 2008’de Hizbullah’ın Cebel-i Lübnan’a baskın yapmasıyla yüzleşmek için’ yeni görevler bulduğu söylenebilir. Diğer mezhepler ise silah ithal etmekten ve bunları iç ilişkiler sistemine dahil etmekten çekinmediler. Lübnan Cumhuriyeti’ndeki Şii internet sitesinin kurucusu İmam Musa es-Sadr’ın görüşüne göre daha ziyade bu silahlar ‘erkeklerin süsü’ oldu. Musa es-Sadr’ın kastettiği silah; İsrail’e, yetmişli yılların başında Güney Lübnan’ı işgaline ve Lübnan devletinin oradaki vatandaşlarını savunma konusundaki isteksizliğine karşıydı. Silahlar, büyük sorunlardan iç savaş havuzuna sızabilen sıvı bir siyasi maddedir.
Lübnan Savunma Bakanlığı’nın avlusunda, iç savaş sırasında kasaba ve köylere hizmet eden eski topları mermilerle dolduran beton bir anıt yükseliyor. Anıtın yabancı tasarımcısı, eserini Lübnan’daki savaşın sona ermesinin ve barışın geri dönüşünün bir sembolü olarak nitelendiriyor. Aslında iç savaşın topları, Lübnanlılar arasında geniş bir ün kazandı. Siyasi diyaloğun zor olduğu ve dengelerin saha haritalarının değişmesini engellediği dönemlerde gürültülü bir iletişim ortamı sağlandı. Çözümlerin yokluğunun ve yerel araçların rakiplere ve sınırların dışından bunlarla ilgilenenlere karşı sürekli savaşının bir simgesiydi. Bu silahların bir kısmı Lübnan hükümeti tarafından vatandaşlarının parasıyla orduyu silahlandırmak için satın alındı. Bunların çoğu, bölgesel ve yabancı müttefiklerin Soğuk Savaş sırasında nüfuz alanları üzerindeki çatışmalarda veya çoğu Araplar arasında kardeşçe olan hesaplaşmalarda kendileri için fayda olarak gördükleri savaş taraflarını desteklemek için geldi. Birkaç hafta önce yaklaşan savaşın (bu gerçekleşmeyebilir, ancak sürekli bir hazırlık yapılıyor) efendilerinden biri, iç çatışmalarda silahların ve roketlerin ana silahlar olmadığı konusunda uyardı. Tüfekler ve hafif makineli silahlar, görevi yapıyor. Bazı RPG’lere ve el bombalarına başvurmanın da bir zararı yok. Belki de bu, ilgili tarafların askeri cephaneliği modernize etme konusundaki isteksizliklerinin bir açıklaması olabilir. Çünkü yerel düşman ona en basit ve en ucuz teçhizatla karşılık vermek için yeterli.
Kanla, düşlerle, çağlarla, işgal ettiği toprakların kurtuluşu için kendisiyle çatışma sancağı altına girilen İsrail’e gelince, mücadele silahı örtülüdür. Gözle algılanamaz ve istatistik içermez.

Lübnan iç savaşı sırasında Beyrut şehir merkezinde iki silahlı adam çatışıyor (Getty)
Bu silah, kimin elinde olursa olsun, Filistin’in her yerindeki hedeflerini vurabilecek, petrol arıtma istasyonlarını ve kimyasal madde depolarını (burada patlayanlar gibi) imha edebilecek, yerleşim yerlerini ve şehirleri yok edebilecek kapasitededir. Ama bunları, füzelerinin, fırlatıcılarının, insansız hava araçlarının, insan ve cinlerin aklına gelebilecek ve gelmeyebilecek her şeyin iniş zamanının geldiğini görmedikçe kullanmayacağız. Bu arada kalaşnikoflar durumun efendisi olmaya devam ediyor.

Art arda gelen kuşakların arkadaşı
Birkaç kuşak Lübnanlı, kalaşnikofu yakından tanıyor. 1960’larında sonlarında Filistin direnişiyle Lübnan’a girdi. Düşük maliyet, kullanım, bakım kolaylığı ve mühimmat mevcudiyeti gibi erdemleri kısa sürede keşfedildi. Her tarafta ve cephelerde savaşan taraflarca ele geçirildi. Bir Arap veya enternasyonalist müttefikten kalaşnikofu olmayan herkes, onu açık piyasadan satın aldı. Her biri ünlü tüfeğin kendi versiyonunu yapan Doğu Avrupa ülkeleri, onu hem müttefiklere hem de düşmanlara ihraç etmekten çekinmediler. Arap ‘başarısızlıkları’ sırasında İsrail’in el koyduğu yığınlar da Lübnan’a ulaştı.
Lübnan’a, orijinal Rus (Sovyet) ‘AK 47’ ve daha sonra değiştirilmiş ‘AKM’ versiyonundan çeşitli ‘türler’ geldi.
Gerçek şu ki kalaşnikof, ‘sivil barış’ geri döndükten sonra bile yerel sahneden kaybolmadı. Öyle ki kalaşnikof, Taif Anlaşması’nı uygulamakla görevlendirilen Suriye ordusunun silahı ve işgale karşı savaşmaya devam eden güneydeki direniştir.
Hizbullah’ın 7 Mayıs’ta Beyrut’u işgali sırasında kalaşnikof ana silahtı. Görünüşe göre Hizbullah, şehirdeki saldırıya katılanların çoğu tarafından taşınan tüfeğin Çinli bir kopyasını depolarından çıkarmıştı. Silahlı kuvvetlerin, eksiklikleri gidermek için büyük operasyonlardan önce çok sayıda yeni münferit silahla gelmesi adettir.
Bu silahın bir savaş alanına yaklaşan herkesin bildiği bir sesi var. Kalaşnikof mermilerinin art arda gelmesi, diğer otomatik tüfeklerin seslerinden kolayca ayırt edilebilen yüksek tekdüze bir ton üretir. 13 Kasım 2015 tarihinde Paris’teki Bataclan tiyatro katliamından sağ kurtulan birinin, Netflix platformu tarafından sunulan bir belgeselde verdiği ifadeye göre bu, ‘vahşetin sesi’. DEAŞ’lı teröristler, burada düzenlenen bir konsere rastgele ateş açmıştı. Aslında o gün teröristlerin kullandığı, kalaşnikofun Zastava olarak bilinen Yugoslav cinsiydi. Bu detay, kurbanların izlenimini değiştirmedi.
Unutmayız, yavaş yavaş her savaşın kendi sesi olabilir. Bell UH-1 sesinin, en azından ABD askerlerinin bakış açısından Vietnam Savaşı’nın sesi olduğu konusunda geniş bir fikir birliği var.
Naziler tarafından ‘Jericho Trumpet’ olarak adlandırılan bir hoparlör kullanarak bombalarını atan Alman Stuka (Junkers 87) uçaklarının sesi, İkinci Dünya Savaşı’nın, en azından ilk aşamalarındaki sesidir. Daha sonra sesini Amerikan B-29 bombardıman uçaklarının sesi ve Sovyet T-34 tanklarının kükremesiyle değiştirdi.
Çatışmalarda ve iç savaşlarda kullanılan silahlar, çeşitli sosyal ve politik gerçekleri yansıtıyor. Hutuların 1994 yılında Ruanda’da Tutsilere karşı yaptıkları katliamlar sırasında dayandıkları büyük ustura (Machette) hakkında çok şey yazıldı. Bu silahın kullanım anlamı, kaynağı, kimden ithal edildiği ve yoksul bir ülkede ateşli silahlara ucuz bir alternatif olarak olması hakkında birçok ifadeye yer verildi. Bir anlamda kalaşnikofun sivil çatışmaların prensi olarak kaldığı Lübnan da dahil olmak üzere birçok yerde iç savaş silahlarından bahsetmek doğru. Bu, bir yandan da hem yerel hem de bölgesel iç içe geçmiş çatışmalar bağlamında silahların kaynağını ve ülkeye girişini gösterir. Ayrıca Lübnanlıların en azından son kriz patlak verene kadar bireysel silahlarına harcama yapabileceklerini de ilan ediyor.
Silahların yayılmasına itiraz etmek ve yönetimin elinde sınırlandırılması gerekliliği, iki şeyi göz ardı ediyor. İlki; Mezhepsel bir koalisyondan oluşan bu otoritenin doğası, bileşenleri arasındaki ilişkileri değiştirmez. Dolayısıyla mevzileri güçlendirecek unsurlar ve sivil ‘söylem’, silahların mevcudiyeti için gerekli bir boşluk bırakıyor.
Diğeri; Savaştan sonra Suriye vesayetinin boyun eğdirdiği otoritenin kendisinin, Hizbullah’ı silah toplamaktan dışlaması, Hizbullah’ın son yıllarda iç çatışmalara derin katılımı ve mezhepçi sistemin en ağır rolünü oynaması. Sivil şiddet dilinden uzaklaşma girişimleri başarısız olduğu sürece, tüm mezheplerin silahlanma yarışını yeniden başlatmaları için yeterli ve daha fazla bahane sağlanmış olacak.



Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
TT

Yeni Suriye: Kişisel hesaplaşmaların kara haritası

Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)
Suriyeliler ülkede güvenliğin olmaması nedeniyle geniş çaplı bir kaos yaşanmasından endişe ediyor (AFP)

İsmail Derviş

Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra Ramazan Bayramı'nın üçüncü gününün akşamı, Suriyeliler bayram tatili sebebiyle, Suriye'nin en ünlü eğlence parkı olan ve Şam Uluslararası Havalimanı'nın yakınında bulunan “Mutlu Dünya”yı doldurmuşlardı. Ancak iki genç, yetişkinlere ait bir oyun için sıra kavgasına giriştiler. Olay, birinin diğerini “Kamu Güvenliği’nde” çalıştığını söyleyerek tehdit etmesi, “intikam alabileceğini” söylemesiyle tırmandı.

Basit bir anlaşmazlık sonucu ortaya çıkan bu olay, Suriye'de yaklaşık 15 yıldır yaygın olan şiddet sırasında gerçekleşen sayısız intikam ve misilleme olayı ve dökülen kan yanında önemsiz kalıyor. Bütün bunlar sebebiyle ülke, bu yüzyılda dünyanın en şiddet dolu ve güvensiz ülkesi olarak sınıflandırıldı.

Esed rejiminin devrilmesinin arifesinde Suriyeliler, çoğunluğu Esed rejimine sadık olanlara veya rejimin işlediği suçlara iştirak edenlere yönelik misilleme eylemleri olan kitlesel katliamlardan korkuyorlardı. Ancak tepkiler beklenenden çok daha hafif oldu ve Suriye’nin kıyı bölgesinde mart ayı başında patlak veren olaylardan önce intikam davaları bireysel vakalarla sınırlı kaldı. Eski rejime bağlı yandaşların yeni hükümetin kamu güvenlik güçlerine yönelik saldırısıyla başlayan olaylar, büyük çoğunluğu sivil olan yüzlerce kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlandı.

Uluslararası toplum, eski rejime bağlı grupların gerçekleştirdiği saldırıyı hemen kınadı ancak yeni Suriye hükümetinden de yaşanan ihlalleri soruşturmasını istedi. Hükümet de olup biten her şeyi araştırmak ve olaya karışanlardan hesap sormak için bir “bağımsız soruşturma komitesi"  kurdu ama komite bu yazı yazılırken hâlâ çalışmalarını sürdürüyordu.

Humus'ta köylerin etrafındaki barikatlar

Suriye'nin merkezindeki Humus, büyük mezhepsel çeşitliliğe sahip bir şehir. Görgü tanıkları Independent Arabia'ya, güvenlik güçlerinin olası misillemelerden sakinlerini korumak için bazı Alevi köylerinin etrafına barikat kurduklarını söylediler.

Esed rejiminin döktüğü kanın intikamını almak isteyenlerin arasında kişisel intikamlarını almak isteyenler de var. Bazıları da İçişleri Bakanlığı devleti tam anlamıyla denetim altına almadan ve hukuk diğer ülkelerdeki gibi işlemeden önce hesaplarını görmek istiyorlar.

 Bazı Suriyeliler de, kanundan kaçanların veya yasadışı eylemlerde yahut da hâlâ hukuksuz eylemlerde bulunanların, bunun için hâlâ imkânları olduğuna inanıyor. Güçsüz olan ve aygıtları hâlâ yeniden yapılandırılan hükümete danışmadan, başkaları ile hesaplarını görebileceklerini düşünüyorlar.

Ciddi hukuki adımlar bekleniyor

Suriyeli avukat Fadi Kardus şunları söylüyor: “Bilhassa Suriye çatışması gibi uzun süreli ve kanlı çatışma ile devrim bağlamında, herhangi bir geçiş sürecinde, kişisel hesaplaşmalar gerçek bir tehlikeyi temsil eder. Oysa uluslararası alanda kabul gören kavramıyla geçiş dönemi adaleti, adalet ve uzlaşmayı sağlayacak yasal ve kurumsal bir çerçeve sunarak bu tür intikamların önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Aynı şekilde, 2025 Suriye Anayasa Bildirgesi doğrultusunda en kısa sürede kurulmasını umduğumuz geçiş dönemi organı da bu hedefe ulaşılmasında önemli rol oynayacaktır. Bunun için suçluların ve faillerin hesap vermesini, mağdurların tazmin edilmesini ve ihlallerin tekrarlanmamasını sağlamak için bireylerin ve kurumların reform edilmesini garantiye almalıdır.” Şunu da ekliyor: “Geçiş dönemi adaleti ilkelerinin etkin bir şekilde uygulanmasıyla Suriye'nin kişisel hesaplaşmaların açık arenasına dönüşmesini engelleme fırsatına sahip olduğu söylenebilir. Bu nedenle, adaletin sağlanması için hükümet ve Suriye'de ulusal düzeyde faaliyet gösteren sivil toplumun sürecin kapsayıcı, oluşumu, yetkileri ve görevleri belli, mağdur merkezli olmasını sağlamak amacıyla güçlü bir kararlılık göstermesi gerekiyor. Bu da bireyler ile devlet arasındaki güveni artırıp, en azından öngörülebilir gelecek için istikrarı sağlayacaktır.”

Kardus, şöyle devam etti: “Geçiş Adaleti Komisyonu için gerekli yasama ortamını oluşturacak geçici yasama konseyi kurulmadan, yukarıda belirtilenler hiçbir işe yaramayacaktır. Bu yapılırken ulusal mevzuat, Geçici Anayasa Bildirgesi, insan hakları ve geçiş adaletine ilişkin uluslararası standartlar esas alınmalı, Geçiş Adaleti Komisyonu'na ulusal ve uluslararası destek sağlanmalı ve böylece kararlarının güvenilirliğinin artırılması hedeflenmelidir. Zira Geçici Anayasa Bildirgesine göre geçiş adaletinin kazananların adaleti olmasından korkuluyor. Dolayısıyla Geçiş Adaleti Komitesi’nin öncelikle mağdurların kim olduğunu tespit etmesi, geçmişteki ihlallerin mağdurlarını hak sahibi olarak tanımaya çalışması gerekiyor. Daha sonra komiteler aracılığıyla gerçeklerin araştırılmasına başlanmalı. Ardından Adalet Komitesinin görev alanına giren suçların faillerinin kimliğine bakılmaksızın yasal işlem ve takip başlatılmalı. Mağdurlar veya aileleri için hesap sorma, tazminat ve düzeltme mekanizmasının net bir şekilde oluşturulması ve şu anda yaşandığı gibi ihlallerin tekrarlanmasını önlemek için gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekiyor.”

Eski rejimin geride bıraktığı miras

Suriyeli yazar ve insan hakları aktivisti Samar Aştar’a gelince şunları söylüyor: “2011 yılında Suriye devrimini izleyen çatışmanın patlak vermesinden itibaren devlet kurumları bozulmaya başladı. Ülkede suçları bir nebze olsun kontrol altında tutan birleşik güvenlik otoritesi kayboldu. Ülke kompleks çatışmaların açık arenası haline geldi. Çatışmalar siyasetin ve militarizmin sınırlarını aştı, kaos ve yargı sisteminin zaafları örtüsü altında kişisel intikam ve tasfiyeler şeklinde daha tehlikeli bir karaktere büründü. O zamandan beri öldürme, adam kaçırma ve uydurma suçlamalar, hiçbir yasal veya toplumsal caydırıcılık olmaksızın, tüm taraflar için hesaplaşmanın yaygın bir yolu haline geldi.

Aştar şunu da ekliyor: “Esed rejimindeki subay ve yetkililerin, isyan eden halka karşı kullanmak için intikam almak isteyen ve suç kaydı bulunan kişileri askere alma politikasını unutamayız. Bu onların halka sempati duymamalarını, yemek ve içmek gibi öldürmeye alışana kadar acımasızca ve hiç ara vermeden öldüren bir demir yumruktan ibaret olmalarını garanti altına alacaktı ve öyle de oldu. Daha sonra Aralık 2024'te rejim değiştiğinde Suriyeliler suçluların yasal olarak hesap vereceğini umuyordu. Kontrol dışı silahların kontrol altına alınması, fraksiyonların ortadan kaldırılması, güvenlik güçlerinin rolünün etkinleştirilmesi yoluyla güvenliğin yeniden sağlanacağını ümit ediyorlardı. Ancak bu umut, gerçek bir reform belirtisi göstermeyen yeni bir gerçeklikle hızla suya düştü. Silahların, hizipçiliğin ve mezhepçi söylemlerin yaygınlaşması, yeni hükümetin etkili ve net bir geçiş dönemi adaleti politikasının olmaması sorunu daha da derinleştirdi. Vatandaşlar ise, kendilerine insan aklının kavrayamayacağı acılar yaşatanlardan hesap sorulmasını, hükümet kurumlarından defalarca talep ettiler. Ancak gerçek bir yargılamanın olmaması nedeniyle birçok kişi “Şebbiha” ve suçluların isimlerini belgelemek için sosyal medyaya yöneldi ve “siyasi”, bazen de mezhepsel bir doğa taşıyan bireysel intikam kampanyaları başladı.

Hükümetin çekingen müdahalesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Suriyeli insan hakları aktivisti, “yeni hükümetin müdahalesinin çekingen olduğunu ve kontrolsüz yayılan silahların kontrol altına alınmasının önceliğine inanmadığını, çeşitli silahlı grupları Suriye Ordusu adı altında tek bir çatı altında etkili bir şekilde birleştiremediğini” düşünüyor. Ardından şöyle devam ediyor: “Hatta bazen rastgele işlenen intikam suçlarını örtbas ederek sanki katillere gizli bir koruma sağlıyormuş gibi davranıyor. Bu da şiddetin ve bireysel intikamın çemberini genişletti ve asırlardır korkuya alışmış olanların yüreklerine kaygı geri döndü. Herhangi birini “Esed rejiminin kalıntısı” olmakla suçlamak kolaylaştı, böylece peşine düşmek, tutuklamak ve hatta öldürmek meşru ve onaylanan bir eyleme dönüştü. Suriye sahillerinde kendilerinde hesap sorma hakkı ve öldürme yetkisi gören gruplar tarafından yeni tasfiye eylemleri başlatıldı. Silah sesleri yeniden yükseldi ve mahkemeler, hakimler ve tanıklar aracılığıyla örgütlü geçiş dönemi adaletinin son özellikleri de ortadan kalktı. Bunun yerini, genellikle kişinin geçmişine dayalı bireysel ve kolektif intikam eylemleri aldı. Bir yerde Esed yönetimine sessiz kalan bir dini gruba karşı savaş açıldığını, diğer bir yerde malların geri alınması, önceki rejim döneminde uğranan zararın intikamının alınması, hatta sadece ailevi problemlerden dolayı intikam alma durumları görülmeye başlandı.”

Silahlar tekrar konuşacak mı?

Aştar sözlerini şöyle bitirdi: “Suriye halkının yorgun zihni bugün acaba tekrar silahlar konuşacak mı, orman kanunu tarzı hayat devam edecek mi, bireyin güvenliği ve onuru arasında aşılmaz bir duvar oluşturan öldürme ve işkencenin geri dönme olasılığı var mı diye düşünüyor. Bu soruların cevabı evettir; eğer mevcut hükümet yasaları uygulayamazsa, gerçekten hesap soramazsa, kontrolsüz silahı ve hizipçiliği kontrol edemezse, geçiş adaleti için derhal çalışmaya başlamak yerine, sokağın öfkesini dindirmek çabasıyla sadece medya ve kameraların önünde bir suçluyu tutuklarsa kaos ve korku geri dönecek. Adalet kamerayla değil, adil bir yargıçla ve halka hukuk temelleri üzerine kurulmuş bir devletin güvenini veren dürüst bir soruşturmacıyla sağlanır.”

Öte yandan gözlemciler, kişisel hesaplaşma vakalarının da yaşandığını, bu vakaların rejimin yıkılmasından önce de var olduğunu, ancak günümüzde farklı bir karakter kazandığını düşünüyorlar. Zira güç dengeleri değişse de, bazıları kaos, intikam ve kişisel tasfiyeler açısından Suriye'de yaşananların büyük Suriye destanından sonra yaşanması beklenenlerden çok daha az ve hafif olduğunu düşünüyorlar. Ancak hükümet, isteyerek veya istemeyerek de olsa, birincisi, güvenliği ve kontrolü sağlamak, ikincisi de ülkeye destek konusunda ileriye yönelik adımlar atmadan önce daha fazla adım atılmasını bekleyen uluslararası toplumun güvenini kazanmak için, yasaları mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyor.