Washington, Tahran’ı El-Kaide ve DEAŞ liderlerine yataklık etmekle, Hizbullah’ı ise en tehlikeli ortağı olmakla suçluyor

ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suudi Arabistan, teröristlerin ve Husilerin tehditleriyle karşı karşıya olan güçlü ve oldukça yetenekli bir ortaktır.

Hizbullah’ın askeri geçit törenine dair arşiv fotoğraf (AP) Çerçevedeki Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey (ABD Dışişleri Bakanlığı)
Hizbullah’ın askeri geçit törenine dair arşiv fotoğraf (AP) Çerçevedeki Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey (ABD Dışişleri Bakanlığı)
TT

Washington, Tahran’ı El-Kaide ve DEAŞ liderlerine yataklık etmekle, Hizbullah’ı ise en tehlikeli ortağı olmakla suçluyor

Hizbullah’ın askeri geçit törenine dair arşiv fotoğraf (AP) Çerçevedeki Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey (ABD Dışişleri Bakanlığı)
Hizbullah’ın askeri geçit törenine dair arşiv fotoğraf (AP) Çerçevedeki Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey (ABD Dışişleri Bakanlığı)

ABD, ülkeler arasında terörle mücadele çabalarına ilişkin son yıllık raporunda, uluslararası koalisyonun DEAŞ’ı yenmek için elde ettiği kazanımlardan sonra, El-Kaide’yi hala dünyanın en aktif ve tehlikeli terörist grubu olarak nitelendirdi.
Washington, İran’ı iki örgütün liderlerini topraklarında barındırmakla suçlarken, Hizbullah’ın da en tehlikeli terör ortağı olmaya devam ettiğini vurguladı. Öte yandan terörle mücadelede güçlü ve son derece yetenekli bir ortak olarak görülen Suudi Arabistan Krallığı’nın sarf ettiği kapsamlı çabaları öven Washington, Krallığın Husi milislerin yanı sıra, El-Kaide ve DEAŞ’ın tehditleriyle karşı karşıya olduğunu dile getirdi.
Kovid-19 pandemisi koşulları nedeniyle yayınlanması ertelenen raporda, 2010 yılında ABD ve ortaklarının terör örgütlerine karşı büyük adımlar atmasına rağmen terör tehdidinin, dünya çapında coğrafi olarak daha yaygın hale geldiği belirtildi. Bu durum, Batı Afrika ve Sahel’de artan DEAŞ tehdidiyle yüzleşme çabalarını genişletmenin yanı sıra, 83 ülkeyi içeren DEAŞ’ı yenme amaçlı uluslararası koalisyonun Irak ve Suriye’de kazanımları güçlendirerek genişlemesine yol açtı. Rapor, El-Kaide’nin yurtdışında, özellikle Orta Doğu ve Afrika'da varlığını güçlendirdiği konusunda da uyardı. Arap Yarımadası’nda El-Kaide, Afrika Boynuzu’nda Eş-Şebab ve Sahel’de Cemaat Nusret el-İslam vel-Müslimin, dünyanın en aktif ve tehlikeli terör grupları arasında yer alıyor.

İran ve Hizbullah
Dünyanın tüm ülkelerindeki terörle mücadele operasyonlarını içeren raporda, Washington’un Irak’ta ‘Ashab-ul Ehlul Hak’ ve Bahreyn’de ‘Saraya el-Muhtar’ gibi İran destekli gruplara yaptırım uyguladığı belirtildi. Batı Yarımküre ve Avrupa’daki dokuz ülkenin, daha önce benzer önlemler alan diğer dört hükümete benzer şekilde, Hizbullah’ı terör örgütü olarak belirlemek, yasaklamak veya kısıtlamak için 2020’de önemli adımlar attığı kaydedildi. İran, 2020 boyunca bölgesel ve küresel terör eylemlerini desteklemeye devam etti. Ayrıca Hizbullah ve Hamas dahil olmak üzere Bahreyn, Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki vekilleri ve ortak grupları destekledi. Aynı şekilde üst düzey El-Kaide liderleri, İran’da ikamet etmeye ve oradan terör operasyonlarını yürütmeye devam etti. Küresel düzeyde Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü, ‘Avrupa, Afrika, Asya ve ABD’de teröristlerin görevlendirilmesini, finansmanını ve komplolarını desteklemede yer alan başlıca İranlı aktörlerden biri’ olmaya devam etti.
Raporda, Washington’un İran’ı 1984 yılından beri terörizmin sponsoru olarak tanımladığı hatırlatılırken, ‘Gazze’deki Hizbullah ve Filistinli terör gruplarına ve Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun çeşitli alalarındaki birçok terörist ve savaşçı gruba destek de dahil olmak üzere terör faaliyetlerinin 2020’ye kadar devam ettiği belirtildi. İran’ın, Kudüs Gücü’nü terör örgütlerine destek sağlamak, bu örgütlerle bağlantılı gizli operasyonları örtbas etmek ve bölgede istikrarsızlık yaratmak için kullandığı biliniyor. Raporda ayrıca, Tahran’ın İran Devrim Muhafızları- Kudüs Gücü’nün Irak ve Suriye’de parmağı olduğunu kabul ettiği de ifade edildi.
“Hizbullah başta olmak üzere birçok terörist grup Lübnan ve Suriye’de faaliyetlerini sürdürdü” ifadelerine yer verilen raporda, “Hizbullah, İran’ın en tehlikeli terör ortağı ve Lübnan’daki en güçlü terör örgütü olmaya devam ediyor” denildi. Ayrıca, “Hizbullah’a son yıllarda yüz milyonlarca dolar olarak tahmin edilen İran’ın yıllık mali desteği, Hizbullah’ın yıllık bütçesinin çoğunu temsil ediyor” açıklaması yapıldı.
Rapor, Suudi Arabistanlı yetkililerin bölgesel ve uluslararası iş birliği ve aşırı terörizmle mücadele tedbirleri de dahil terörizmle mücadelede kapsamlı ve iyi kaynaklara sahip bir strateji uygulamak için ABD’li mevkidaşlarıyla ‘yakın şekilde çalışmaya devam ettiğine’ dikkati çekti. Yemen’deki Husi unsurların, Suudi Arabistan için en büyük güvenlik tehdidini oluşturduğu belirtilen raporda, saldırılarının sıklığının ise yıl boyunca balistik füzeler, seyir füzeleri ve insansız hava araçlarıyla saldırıları da içerecek şekilde arttığı ifade edildi. Yemen’deki Suudi operasyonlarının Arap Yarımadası’ndaki El-Kaide’ye ve Yemen’deki DEAŞ’a karşı terörle mücadele misyonlarını içerdiği’ aktarıldı.
Öte yandan rapor, Suudi Arabistan’ın DEAŞ’ı hezimete uğratmak için uluslararası koalisyonda tam bir ortak ve aktif bir katılımcı olduğuna ve Suriye ve Irak’ta DEAŞ’ı yenme faaliyetlerine önemli operasyonel ve lojistik destek sağladığına dikkati çekti. Suudi Arabistan’ın, DEAŞ sempatizanlarının gerçekleştirdiği küçük saldırıların yanı sıra’ 2020’de balistik füzeler, seyir füzeleri, insansız hava araçları ve yüzer mayınlar kullanarak Suudi Arabistan’ın güneyini ve batısını haftalık olarak hedef alan Husi saldırıları da dahil olmak üzere birçok sınır ötesinin, saldırıya maruz kaldığı biliniyor.
Raporda ayrıca, Devlet Güvenliği Başkanlığı ve Suudi Arabistan Genel Soruşturma Dairesi’nin 2020 yılında terörle ilgili soruşturmalar yürüttüğü ve Yemen’deki en önemli terör hedeflerinden biri olan Muhammed bin Hüseyin Ali El-Ammar’ı tutuklamayı başardığı belirtildi. Raporda, Suudi Arabistan’ın sınırlarını korumaya ve teröristleri güvenli bir bölgeden yoksun bırakmaya kararlı olduğu da vurgulandı. Rapora göre Krallık, diğer ülkelerle iş birliği dahilinde, bölgedeki DEAŞ terör destek ağlarıyla bağlantılı altı kişi ve kuruluşa yaptırım uyguladı. Ayrıca ‘radikalizmle mücadele çabalarının, 2030 Suudi Vizyonu reform çabaları kapsamında genişlediği de kaydedildi.

Godfrey: Suudi Arabistan güçlü bir ortak
ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Koordinatör Vekili John Godfrey, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Suudi Arabistan Krallığı, terörle mücadelede ABD’nin ‘güçlü, aktif ve son derece yetenekli bir ortağıdır” dedi. Bu çabaların, DEAŞ’a karşı Küresel Koalisyon ve Terörizmle Mücadele Küresel Forumu bağlamında yıllardır devam ettiğini açıklayan Godfrey, “Krallığın kendisi, son yıllarda Yemen’deki Husilerden gelen özel tehditlerle karşı karşıya kaldı” dedi. Söz konusu grubun, İran’dan büyük bir desteğe sahip olduğu biliniyor. Godfrey, Suudi Arabistan’ın El-Kaide ve DEAŞ’tan da ‘bir tehditle karşı karşıya’ olduğunu belirtirken, “Irak’ta Irak halkının iradesini yansıtan yeni bir hükümet kurma girişimi de dahil olmak üzere Irak’la ilgili çabalarda olumlu bir rol oynadı” şeklinde konuştu.

BMGK aracılığıyla yürütülen çabalar
Rapor, Batı Afrika, Büyük Sahra, Libya, Yemen, Endonezya’daki DEAŞ’a bağlı grupları ve Taliban- Pakistan hareketi lideri Nur Vali Mehsud’u sınıflandırmak için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) bağlı 1267 Yaptırımlar Komitesi aracılığıyla ortaya koyulanlar da dahil, küresel terörle mücadele çabalarını da sunuyor. Raporda, “Orta Amerika, Güney Amerika ve Avrupa’da Hizbullah’la mücadele için üst düzey diplomatik bir varlığa dikkat çekilirken, DEAŞ’ın yabancı terörist savaşçılarının ve ailelerinin ülkelerine geri dönüşü, rehabilitasyonu, yeniden entegrasyonu ve soruşturulmaları kapsamında ABD’nin ‘kilit rolü’ üzerinde de duruldu. Raporda, “Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ellerinde tuttukları yaklaşık 5 bin Suriyeli savaşçı ve 2 bin Iraklıya ek olarak, hala Suriye’de bulunan yaklaşık 2 bin Suriyeli ve Iraklı olmayan savaşçıyı da tutukladı” denildi.

Beyaz şiddetli radikalizm
Rapor, ilk kez, özellikle beyaz üstünlüğünü destekleyen gruplarla ilgili ırksal veya etnik olarak motive edilmiş şiddet içerikli radikalizme geniş bir alan ayırdı. Bu tehdidin, ulus ötesi bağlar da dahil olmak üzere hızla genişlemeye devam ettiği belirtilen rapora göre BMGK’ya bağlı Terörle Mücadele Komitesi, 2020’ye kadar geçen beş yılda küresel olarak ‘radikal sağ terörizminde’ yüzde 320 artış olduğu belirtti. ABD’deki bu grupların temsilcilerinin ‘ırksal veya etnik olarak motive edilmiş şiddet içerikli radikalizmde yabancı temsilcilerle kişisel olarak ilişki kurmak için yurtdışına seyahat ettiği’ açıklandı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, raporu, geçen yılki terörle mücadele ortamına ‘ayrıntılı bir bakış’ ve ‘politikalar, programlar ve kaynak tahsisi hakkında bilinçli kararlar almasına yardımcı’ olarak nitelendirdi.
Blinken, 2020’deki başarıların DEAŞ’ı yenmek için küresel koalisyonun odağını yeni endişe alanlarında genişletmeyi ve ırksal veya etnik güdülerle şiddet içerikli radikalizm yanlısı bir grubu terörist olarak tanımlamayı içerdiğini söyledi.



Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
TT

Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)

Tony Bouloss

Bölge için tehlikeli bir şeylerin planlandığı aşikar. Olaylar hızla gelişiyor ve siyasi mesajlar, Lübnanlı yetkililerin boş yere tekrarladığı boş egemenlik sloganlarının arkasına gizlenemeyecek kadar netlik kazanıyor. ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın “Lübnan, Biladuşşam’ın bir parçasıdır” demesi boşuna değil. Bu bir dil sürçmesi değil. Aksine, zayıf ve dağılmış devletlerin kalıntıları üzerinde nüfuz haritalarını yeniden çizen uluslararası ve bölgesel uyarıların açık bir ifadesidir. Buna, “Trablus ve Bekaa'nın Suriye'ye ilhakı” gibi tehlikeli senaryolar veya birbiri ile savaşan dini gruplar ve mini devletler arasında yeniden nüfuz dağıtımını sağlayacak “mezhepsel konfederasyon çözümleri” gibi medyada yer alan şüpheli sızıntılar eşlik ediyor. Tüm bu haberler, Lübnan arenasını kızıştırmak ve Lübnanlıları hiçbir ilişkileri ve çıkarları olmayan bir çatışmaya çekmek için kötü niyetli bir şekilde medyaya ve siyasi alana pompalanıyor.

Hassas nokta mezhepçilik

Bu tür önerilerin propagandasını yapmak ne spontane ne de masum bir şey. Bu, Lübnan ve Suriye arasındaki mezhepsel ve dini gerginlikleri yeniden alevlendirmeyi amaçlayan tehlikeli bir oyunun parçası. İç içe geçmiş bir dini ve ulusal mozaikle birleşen iki ülke, bir kez daha büyük hesaplaşmalar için bir satranç tahtasına dönüşüyor.

Örneğin Suveyda'da, Dürziler ile Suriye makamları arasında sosyal, mezhepsel ve siyasi boyutların iç içe geçtiği kanlı bir çatışma sahnesine tanık oluyoruz. Ancak orada yaşananlar sadece Suriye ile sınırlı değil; her zamanki gibi, yankıları hemen Lübnan'a da ulaştı.

Lübnan'da Sünniler arasında mezhepçi duygular canlandı ve Suriye'de “yeni Sünni rejim” olarak adlandırdıkları oluşumla dayanışmaya yönelik hareketlenmeler arttı. Lübnan sanki kendi başına bir devlet olmaktan çıkıp, askeri ve mezhepsel destek için bir platform haline gelmiş gibi, Suveyda'ya savaşmaya giden Lübnanlılar öldü.

Diğer tarafta, Suriye rejimine karşı Suveyda Dürzilerini desteklemek amacıyla Lübnan'ın çeşitli bölgelerinde Dürzi kitleler harekete geçti. Böylece Lübnan, sanki Lübnanlılar dış çatışmalar için her zaman “yedek mühimmat” olmaya mahkummuş gibi, sınır ötesi mezhepsel bölünmelerin tekrar tekrar yaşandığı bir sahne haline geldi.

Hizbullah sahnesinin tekrarı

Bugün yaşananlar, daha önce Hizbullah'ın aktörü olduğu sahnenin yeni bir versiyonu. Hizbullah, İran örtüsü altında Suriye savaşına askeri müdahalede bulunmaya karar verdiğinde, gerekçe olarak “Şiileri ve türbeleri korumayı” öne sürmüştü. Bu müdahale çok geçmeden Suriye'deki Alevi rejiminin varlığını sürdürmesine yönelik doğrudan bir desteğe dönüşmüştü.

Bugün, aynı denklem farklı biçimlerde tekrarlanıyor:

Sünniler, Suriye'deki “yeni Sünni rejimi” desteklemek için savaşçı gönderiyor.

Dürziler, rejime karşı Suveyda Dürzileri ile dayanışma içinde.

İronik bir şekilde, yalnızca Hristiyanlar farklı bir tutum sergilediler ve tarafsızlık ilkesinin bilincinde olarak Suriye'deki Hristiyanları destekleme yönünde hiçbir adım atmadılar. Zira Lübnanlı Hristiyanlar, Suriyeli Hristiyanları, seçeneklerinin farkında olan ve kendilerine uygun olanı seçebilecek Suriyeliler olarak görüyorlar.

Bu Hristiyan tutumu, yani tarafsız kalmak ve krizleri ithal veya ihraç etmemek, ara sıra kendisine yöneltilen eleştirilere rağmen, bu çıkmazdan çıkmak için gereken modeldir.

Kriz ihraç etmek

Lübnan'ın bugünkü sorunu, yalnızca başkalarının ateşini kendi topraklarına çekmesi değil, aynı zamanda kendisinin de dışarıya kriz ihraç etmesidir. Bazı Lübnanlı liderler, tehlikeli bir bölgesel oyunun piyonları haline geldiler.

Bazıları Velid Canbolat'ın Suriye Dürzi çatışmasına müdahale ederek Şeyh Yahya el-Belus'u desteklediğini, onu Şam'daki yeni hükümet ile yakınlaşmaya teşvik etmeye çalıştığını düşünüyor. Buna karşılık, rejime sadık diğer Dürzi güçler Şeyh Hikmet el-Hicri'yi desteklemek için harekete geçtiler. Bu durum, Suriye'yi doğrudan etkileyen ve Suveyda'da durumun alevlenmesine katkıda bulunan tehlikeli bir Dürzi bölünmesine yol açtı.

Şarku’l Avsat’ın Indpendent Arabia’dan aktardığı analize göre yaşananlar, devletinin zayıflığı ve kurumlarının çöküşü gölgesinde Lübnan'ın bir vekil “destek arenasına” dönüştüğünün açık bir kanıtı. Her Lübnanlı grup, tıpkı Lübnanlı silahlı grupların yıllardır bölgesel çatışmalarda dış güçleri desteklemesi gibi, dışarıdaki kendi grubunu destekliyor.

Lübnan fanatizmin rehinesi

Lübnanlıların bugün sorması gereken soru şudur: Bu politikalar bizi nereye götürüyor?

Dış mesajlar için bir posta kutusu olmak Lübnan'ın çıkarına mı?

Başkaları için savaşmak, mültecilerini kabul etmek ve çatışmalarını finanse etmek mi istiyoruz?

Lübnan'ın yabancı istihbarat çatışmalarının arenası haline gelip parçalanmasına ve toplumun dağılmasına yol açan 1970’ler ve 1980'lerdeki deneyimi tekrarlamamız gerekiyor mu?

Lübnan devletinin rolünü yerine getirmediği açık. Siyasi, diplomatik ve güvenlik sınırlarını her türlü dış projeye açarken, silah ve savaşçı kaçakçılığına, mezhep çatışmalarını 24 saat boyunca körükleyen kışkırtma kampanyalarına göz yuman güçsüz ve kırılgan bir devlet var.

Tarafsızlık seçeneği gerçek çözümdür

Bugün yaşananlar, tarafsız olmamanın doğrudan bir sonucudur. Tarafsızlığı benimsemeyen ülkeler savaş alanlarına dönüşürler. Sloganlar mezhepsel ve bölgesel çatışmaların bahanesi haline geldiğinde, herkes bedelini öder.

Tarafsızlık bir lüks değil, ulusal bir zorunluluktur. Tek başına Lübnan'ın bölgesel bataklığa sürüklenmesini engelleyebilir.

Zira İran, Lübnan'ı kurtarmayacaktır.

Ne Suudi Arabistan ne de Katar, milislerin yönettiği bir ülkeyi yeniden inşa etmeyecektir.

Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa da devlet olmayı reddeden bir devleti desteklemek için acele etmeyecektir.

Yıpranmayı durdurmak ve çöküşü önlemek

Lübnan devleti işleri derhal kontrol altına almazsa, daha fazla parçalanmaya doğru gidiyoruz. Lübnan bugün sadece ekonomik çöküşün eşiğinde değil, aynı zamanda daha tehlikeli bir siyasi ve ahlaki çöküşün de ortasında.

İçerideki partiler ile liderlerin, her birinin kendi mezhebine göre, dışarıda şu veya bu tarafı desteklemek için seferber olması kabul edilemez.

Trablus'un, Bekaa'nın veya Güney'in Suriye, İran veya Körfez ülkeleri için vekil çatışma platformları haline gelmesi kabul edilemez.

Her türlü bölücü projeye karşı savunmasız bir ülke olarak kalmamız kabul edilemez.

Bugün ihtiyaç duyulan şey cesur ve egemen bir karar almaktır. Lübnan'ın bir destek arenası haline gelmesini engelleme kararıdır. Siyasi ve sosyal sınırları kontrol etme kararıdır. Lübnan'ın başkalarının savaşları için bir sahne olması değil, her şeyden önce gelmesi kararıdır.

Aksi takdirde bölünme yoldadır ve belki de bu sefer Lübnan diye bir şey kalmayacaktır.