Kureyşi’nin öldürülmesi DEAŞ’ın Irak’taki faaliyetlerini etkiler mi?

1976 yılında Ninova vilayetinin Musul kentine bağlı Telafer ilçesinde doğan Kureyşi Türkmen kökenlidir.

DEAŞ unsurları (Arşiv- Reuters)
DEAŞ unsurları (Arşiv- Reuters)
TT

Kureyşi’nin öldürülmesi DEAŞ’ın Irak’taki faaliyetlerini etkiler mi?

DEAŞ unsurları (Arşiv- Reuters)
DEAŞ unsurları (Arşiv- Reuters)

ABD’nin, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib kentinin Atma bölgesine düzenlediği hava saldırısında DEAŞ lideri Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi’nin öldürülmesi ve ABD Başkanı Joe Biden’ın 3 Ocak Perşembe günü Kureyşi’nin ölümünü duyurması, bazı soruları da beraberinde getirdi; DEAŞ liderinin öldürülmesi Irak’taki örgüt faaliyetlerini ne ölçüde etkileyecek? 
DEAŞ Ekim 2019’da yayın organı Amak üzerinden yayınladığı bildiride, hava saldırısında öldürülen Ebubekir el-Bağdadi’nin halifesi olarak Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi’nin atandığını duyurdu.

Kardaş kim?
Gerçek ismi, Emir Muhammed Said Abdurrahman el-Mevla. Abdullah Kardaş adıyla da bilinir. Kardaş Türkmencede kardeş anlamına geliyor. Künyesi, Ebu Ömer Türkmeni. 1976 yılında Irak’ın Ninova vilayetine bağlı Musul kentinin batısındaki Telafer ilçesinde doğdu. Kökeni, Türkmen. Babası Musul’daki El-Furkan Camii’nin vaiziydi. Telafer Erkek Ortaokulu’ndan mezun olduktan sonra şeriat fakültesine kaydoldu. Musul’daki İmam-ı Azam Fakültesi’nden vaiz olarak mezun oldu. Vakıflar Kardaş’ı Telafer’deki eski çarşının merkezinde yer alan Acil el-Yaver Camii’ne atadı.
Kardaş 2001 yılında Ebu Ala olarak da bilinen Abdurrahman Şeyhalar aracılığıyla Selefi Cihad Hareketi’ne katıldı. Eğitim almak ve silah kullanmayı öğrenmek için Afganistan’a gitti. 6 ay sonra Irak’a döndü ve Saddam Hüseyin döneminde güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı. Daha sonra serbest bırakıldı. Eski rejimin düşmesinin ardından 2004’te El Kaide örgütüne katıldı ve örgüte biat etti. Musul’un doğusunda örgütün dini sorumlusu görevi verildi. Daha sonra dini ve idari makamlarda yükselerek Şura Meclisi üyesi oldu.
2006’da ABD güçleri tarafından yakalanarak Irak’ın güneyinde yer alan Basra kentindeki Bucca Cezaevi’ne konuldu. Ardından Bağdat’a sevk edildi. Yaklaşık 3 yıl sonra serbest bırakıldı. Musul’a döndü ve örgütün yeniden vilayet içindeki önemli isimlerin biri oldu.
DEAŞ’ın kurulmasının ardından 2014 yılında Musul’da Bağdadi’yi karşılayan ilk isimler arasında yer aldı. Irak ve Suriye’den geçen Fırat Nehri’nin doğu bölgelerinin liderliğini üstlendi. Ardından Kamu Güvenlik Divanı Emiri ve daha sonra da örgütün patlamalar ve intihar eylemlerinden sorumlu bakanı oldu.
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) DEAŞ’ın son kalesi Suriye’nin Bağuz beldesindeki operasyonları sırasında çıkan çatışmalarda sağ bacağından yaralandı. Örgütün yayın organı Amak’a göre Ağustos 2019’da örgüt piramidinin zirvesine yükselerek liderliği üstlendi. 10 yıldan uzun bir süre boyunca Bağdadi ile arasında güçlü ilişkiler kuruldu.
Örgütün 2019’un ilkbaharında yayınladığı görüntülerde Kardaş Bağdadi’nin yanında görünüyordu. Bağdadi’nin uluslararası koalisyon güçleri tarafından öldürülmesinin ardından yerine geçti.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Mayıs 2020’de Kardaş’ı 2368 sayılı karar uyarınca “DEAŞ ve el-Kaide adına faaliyetler planlamak ve bu örgütlere finansman sağlamaktan” yaptırım listesine aldığını ilan etti.
ABD Ağustos 2019’da Kardaş’ın yer tespitine yardımcı olacak bilgi karşılığında 5 milyon dolar ödül vereceğini duyurdu. ABD Mayıs 2020’de bu ödül teklifini yeniledi.

Iraklı güçlerin çabaları
Irak bu olaya uzak değildi. Nitekim Irak makamları terör örgütü DEAŞ hücrelerine ve ideolojisine karşı mücadeleyi sürdürüyor. Irak Başbakanı ve Silahlı Kuvvetler Komutanı Mustafa el-Kazımi, DEAŞ lideri Abdullah Kardaş’ın öldürülmesinin Iraklı güçlerin çabalarının bir uzantısı olduğunu belirtti. Kazımi, Twitter hesabından paylaştığı mesajda, “Terör örgütü DEAŞ liderinin öldürülmesi, Irak’ın içinde ve dışında onlarca terörist yönetici ve unsurunun nokta operasyonlarıyla öldürülmesinde, yüzlercesinin tutuklanmasında ve en nihayetinde örgütün çürümüş başının ezilmesinde Irak güvenlik güçlerinin tüm birimleriyle gösterdiği üstün çabalarının bir uzantısıdır” diye yazdı.
Ortak Operasyonlar Komutanı Yardımcısı Korgeneral Abdulemir eş-Şammari, Kureyşi’nin öldürülmesini, güvenlik güçlerinin “sapkın zümreye” yaptığı kısasın tamamlanması şeklinde nitelendirdi. Şammari, “Kahraman güvenlik güçlerimizin kahramanları, çöken DEAŞ’ın kalıntılarından olan terör ve teröristlerden intikam alacaklarına ve onları ortadan kaldıracaklarına dair sizlere söz verdiler ve geçtiğimiz haftalarda Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın yönlendirmesi ve takibi, güçlerimizin katılımı ve istihbarat çabaları sayesinde devam eden nokta operasyonlarında onlarcasını öldürdü ve diğerlerini tutukladı. Bu, terör örgütüne karşı son aylarda en önemli liderlerinden oluşan bir grubun ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan kesintisiz operasyonların devamı niteliğindedir. Terörist Abdullah Kardaş’ın öldürülmesi, kahraman güvenlik güçlerinizin bu sapkın zümreye yaptığı kısasın tamamlanmasından başka bir şey değildir. Bugün Kardaş’a ulaşmayı kolaylaştıran önemli ve hassas bilgilere ulaşmada gösterdikleri üstün çabalarından dolayı ulusal istihbarat birimindeki kahramanları kutlamalıyız. Aynı şekilde bu teröristin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan bu operasyonu gerçekleştiren uluslararası koalisyona teşekkür ediyoruz” dedi.
Silahlı Kuvvetler Komutanı Sözcüsü Yahya Resul, DEAŞ liderinin Suriye’de bir operasyonda öldürülmesiyle ilgili değerlendirmesinde, bu operasyonun çok olumlu sonuçları olacağını ifade etti. Resul Summaria News isimli haber sitesine verdiği demeçte, “DEAŞ liderinin öldürüldüğü operasyon özellikle savaşçıların ve şu ana kadar terör örgütünden 30 unsurun öldürülmesiyle sonuçlanan öncü nokta operasyonları 10 gündür sürdüren kahraman cesur ordumuzun güçlerinin morallerinin yükselmesinde çok olumlu sonuçları olacak. Cani Kardaş’ın öldürülmesi süreci tam zamanında ve titiz bir operasyonla gerçekleşti. Aynı zamanda DEAŞ terör çetelerinin ortadan kaldırılması sürecinde olumlu sonuçları olacak ve terör örgütü saflarının arasında güçsüzlük ve zayıflık yayacak. Terör örgütünden geri kalanlara bir mesajım var; önünüzde iki seçenek var, ya Irak güvenlik güçlerine teslim olur ve adil bir şekilde yargılanırsınız ya da cesur ordumuzun güçleri tarafından öldürülürsünüz” dedi.

Örgütün nüfuz alanı
Iraklı siyasetçi ve güvenlik alanında araştırmalar yapan Ali Bider, örgüt liderinin öldürülmesinin yol açtığı sarsıntının, örgütün sadece Irak içindeki durumunu değil aynı zamanda farklı ülkelerdeki nüfuzunun zayıflamasında da etkili olacağını kaydetti. Bider, “Örgütün, Bağdadi’nin öldürülmesinin ardından onun halifesini seçmesi kolay olmamıştı. Çünkü bu meselede örgüte liderlik edecek kişinin soyu belirleyici. Bu kişinin soyu ilk Müslümanlardan ari Araplara dayanmalı. Kureyşi bu şartı karşılamıyordu” ifadelerini kullandı.
Bider, konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı:
“Türkmen kökenli ve Sünni mezhebine mensup olan Kureyşi’nin bu kuralı kırması u hayati nokta daha sonraki süreçte örgüt liderleri arasında daha fazla anlaşmazlığa yol açtı. Bu durum diğer kökenlere mensup kişilerde, aldığı darbelerden sonra en kötü dönemlerinden geçen örgüt liderliği koltuğuna oturma fikri yarattı. Bu da örgüt safları arasındaki bölünmelerin boyutunu artırdı. Örgütün kolayca yeni bir lider belirleyememesi durumunda DEAŞ’tan türeyen örgütler görebiliriz. Tüm dünya ve özellikle Irak, DEAŞ’ın, liderinin öldürülmesinin intikamı olarak vermesi beklenen tepkiye hazırlıklı olmalı. Bu, DEAŞ’ın kültüründe ve düşüncesinde açıkça görülen bir şey. Bu nedenle Irak’ta güvenlik planları durumun büyüklüğüne uygun şekilde gözden geçirilmeli.”



Endişe verici iç ve bölgesel koşulların yanında SDG garantiler ve ortaklık arayışında

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
TT

Endişe verici iç ve bölgesel koşulların yanında SDG garantiler ve ortaklık arayışında

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)

Rustem Mahmud

ABD'nin arabuluculuğu ve her iki tarafa uyguladığı baskının yanı sıra ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın çabalarına rağmen SDG ile Suriye hükümeti arasındaki ikili müzakereler, geçtiğimiz temmuz ayının başlarında, tarafların 10 Mart'ta mutabık kaldıkları bu güçlerin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda şiddetli anlaşmazlıklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.

Bundan sadece birkaç gün sonra taraflar birkaç hafta içinde Fransa'nın başkenti Paris'te ikili görüşmelere katılmayı kabul ettiklerini açıkladılar. Ancak Halep'in doğusundaki Deyr Hafir bölgesinde taraflar arasında güvenlik gerginlikleri ve yerel askeri çatışmalar patlak verdi. Bunu, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Suriye'nin başkenti Şam'a yaptığı özel ziyaret izledi. Ardından, SDG ve ona bağlı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi himayesinde, yeni iktidara kökten karşı çıkan aralarında Suveyda’daki Dürzilerin Ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin de bulunduğu çeşitli kesimlerin katılımıyla Haseke şehrinde bir siyasi konferans düzenlendi. Bu durum, taraflar arasındaki meseleyi en başa döndürdü ve Suriye yönetimi Paris’teki toplantıya katılmayacağını açıkladı. SDG ise, ülkenin kuzeydoğusundaki birçok bölgede kendisine karşı askeri hamlelerin arttığını belirten bir açıklama yayınladı.

Bu gelişmeler çerçevesinde ‘kendisi için belirsiz’, son derece değişken ve bağlamı muğlak bir bölgesel ve uluslararası ortam arayışında olan SDG, Suriye denklemindeki konumunu ve rolünü korumaya çalışırken, terörle mücadele alanındaki başarılarını, askeri güçlerini, sembolik otoritesini ve bölgesel ve uluslararası siyasi ilişkiler ağını, özellikle de ülkenin önümüzdeki on yıllar boyunca nasıl bir yapıya kavuşacağının belirleneceği bu dönemde, Suriye içinde etkili bir aktör haline gelmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor.

SDG, yakın gelecekte etkileşime girip yoğunlaşarak konumunu ve Şam yönetimi ile ulaşmayı hedeflediği formülü fiilen ortadan kaldırabilecek birçok faktörden endişe duyuyor.

SDG’nin endişeleri

SDG, yakında konumunu ve Şam yönetimi ile ulaşmayı hedeflediği formülü fiilen ortadan kaldırabilecek faktörlerin yoğunlaşmasından endişe duyuyor. Şu anda sahip oldukları güç ve sahadaki kontrol, uluslararası koruma ve destekle sağlanıyor. SDG Suriye'nin iç kurumları ve yasaları tarafından ya da bölgesel ve uluslararası resmi tanıma tarafından açıkça tanımlanmış herhangi bir meşruiyete sahip değil. SDG’ye yakın bazı siyasi liderle temasa geçen Al Majalla, gelecekteki endişelerin önümüzdeki aylarda gerçekleşebilecek üç dönüşümle özetlenebileceği konusunda hemfikir olduklarını öğrendi.

dfrgthyu
SDG lideri Mazlum Abdi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı'da düzenlenen Birlik ve Uzlaşı Konferansı’na katıldı, 26 Nisan 2025 (AFP)

Suriye hükümet güçleriyle sahada gerginliğin artması, doğrudan askeri çatışmaya yol açabilir ve bu çatışma, birkaç gün önce Halep'in doğusundaki Deyr Hafir bölgesinde olduğu gibi, küçük ve yerel bir olayla başlayabilir. Böyle bir çatışma patlak verirse SDG'nin kontrolündeki bölgelerdeki sosyal doku ve barış üzerinde etkili olacağına şüphe yok. Çünkü bu bölgelere halihazırda temel olarak kırılgan bir siyasi ve sosyal gerçeklik hakim. SDG sözcüleri tarafından yapılan son açıklamalar, son askeri çatışmaların ‘Suriye hükümeti güçleri saflarında faaliyet gösteren disiplinsiz grupların’ SDG mevzilerini bombalaması sonucu meydana geldiğini ima ederek, yeni iktidar içinde bazı kesimlerin Türkiye’nin bölgesel yönlendirmeleriyle SDG ile askeri çatışmaya girmeyi her ne pahasına olursa olsun amaçladığını düşündürdü.

ABD, SDG'ye Suriye içinde veya Suriye'den bağımsız olarak varlığını sürdürebileceğine dair garanti veremez ve ‘federalizm Suriye'ye uygun değildir’

SDG, Türkiye'nin mart ayı başlarından bu yana sürdürdüğü askeri ve siyasi pasif tutumundan da endişe duyuyor. Türkiye, o tarihten bu yana SDG'nin kontrolündeki bölgelere geçtiğimiz yıllarda yaptığı gibi, herhangi bir hava saldırısı düzenlemedi. Türkiye'nin katı siyasi ve askeri açıklamalarının dozu belirgin şekilde geriledi. Türkiye, mart ayı başlarında SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara arasında imzalanan anlaşmayı desteklemeye odaklandı. Hatta Türk yetkililer, Suriye’nin savunma sistemi içinde silahlı örgütlere yer verilmemesi şartıyla Suriye'deki Kürtlerin ülkede tüm kültürel ve siyasi haklarına kavuşmalarını istediklerini vurguladılar.

Ancak SDG, Türkiye'nin tutumundaki bu belirgin değişimin, Türkiye hükümeti ile PKK arasında silahlı çatışmayı sona erdirmek için yürütülen müzakerelerle ilgili iç siyasi dinamiklerden kaynaklandığını düşünüyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2028 yılından önce Anayasa’yı değiştirerek cumhurbaşkanlığına yeniden aday olabilmek için Türkiye'deki Kürtler ve onların siyasi güçleriyle yakınlaşmanın şart olduğunu anlamış durumda. Aynı şekilde, iktidar koalisyonundaki ortağı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli de, Türkiye'nin etrafını saran endişe verici jeopolitik riskler nedeniyle mevcut stratejisini övüyor ve bunun için Kürt meselesinin çözülmesi ve yakınlaşmanın gerektiğini savunuyor. Bu iki husus, Türkiye'nin SDG ve SDG’nin kontrolündeki bölgeler üzerindeki baskısını tamamen hafifletse de bu durum uzun sürmeyebilir. Hatta PKK ile Ankara arasındaki ortak proje, geçtiğimiz yıllarda defalarca olduğu gibi başarısız olursa, her an tersine dönebilir. Bu da Türkiye'nin, PKK'nın en tehlikeli uzantısı olarak gördüğü SDG'ye karşı sert bir tutum sergilemesine neden olur.

Her iki durumla birlikte SDG, ABD’nin Suriye'ye yönelik vizyonundan ve stratejisinden, özellikle de ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın çalışma mekanizmasından hiç memnun değil. ABD, Suriye'nin yeni iktidarına, iktidara geldiği ilk günlerde iş birliği ve ABD'nin tanıma şartı olarak bazı koşullar ve sınırlama getirmişti. Ancak aynı ABD, tüm ihtilaflı konuları, devlet yapısı ve yeni iktidar içindeki yerel hassasiyetlerin şekli ve yeri dahil olmak üzere, aşarak Suriye ile son derece aktif bir iş birliği başlattı. SDG bunu kendi aleyhine bir dönüşüm olarak görüyor, çünkü ABD'yi en yakın siyasi ve askeri müttefiki, Suriye'nin geleceğindeki rolünü ve konumunu güvence altına almak için en güvenilir taraf ve terörle mücadele konusunda iki taraf arasındaki ikili ortaklığın koşulları ve ortamı içinde varlığını sürdürmesi için tek güvenlik ve siyasi şemsiye olarak görmeye devam ediyordu.

go90
SDG lideri Mazlum Abdi ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, SDG kurumlarının Suriye devlet kurumlarıyla birleşmesi için anlaşma imzaladıktan sonra tokalaşırken, 10 Mart 2025 (SANA/Reuters)

ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, SDG ile Suriye yönetimi arasında 9 temmuzda yapılan ‘başarısız’ ikili müzakerelerin ardından yaptığı açıklama, SDG çevrelerinde şok etkisi yarattı. Barrack, taraflar arasında daha önce üzerinde anlaşmaya varılan kararların uygulanamamış olmasının sorumlusunun SDG olduğunu, Suriye yönetiminin ‘harika teklifler’ sunduğunu, ABD'nin SDG'ye Suriye içinde veya Suriye'den bağımsız olarak varlığını sürdürme garantisi veremeyeceğini ve ‘federalizmin Suriye'ye uygun olmadığını’ söyledi.

Al Majalla’ya konuşan özel kaynaklar, SDG lideri Mazlum Abdi'nin geçtiğimiz ayın sonlarında Ürdün'ün başkenti Amman'da Barrack ile yaptığı görüşmede bu açıklamaları ayrıntılı olarak ele aldığını ve Barrack'ın Abdi'ye açıklamalarının yanlış anlaşıldığını söylediğini aktardı. Kaynaklara göre Barrack, ABD'nin SDG ile Suriye hükümeti arasında bir diyalog ortamı yaratma taahhüdünü vurguladı. Bu bağlamda SDG, ‘ABD'nin gevşekliği’ olarak nitelendirdiği duruma karşı Fransa'nın hızlı bir şekilde harekete geçmesini sağladı. Fransa, siyasi olarak SDG'nin tutumuna en yakın ülke ve Suriye hükümetinin SDG ile müzakereleri Şam'dan Paris'e taşımayı kabul etmesi, SDG için ‘siyasi bir zafer’ niteliğindeydi. Çünkü bu gelişme, SDG'yi Suriye yönetiminin tanımlamaya çalıştığı ‘devletin meşruiyeti’ ve ‘silahlı grup’ ikileminden çıkardı.

Bu yılın savunma bütçesi tasarısı, uzun yasal ve siyasi prosedürler olmadan ABD askerlerinin Suriye'den çekilmesini kısıtlayan maddeler içeriyor. Bu maddeler, sadece Beyaz Saray'ın kararıyla değil, siyasi konsensüsün sağlanmasını da zorunlu kılıyor.

ABD garantileri

Son aylarda ABD'nin SDG'nin geleceğine ilişkin tutumlarında çelişkiler yaşanmasına rağmen, yeni ABD yönetiminin bölgesel güçlerle ilişkilerinin şekillenmesiyle birlikte, çeşitli ABD kurumları SDG'nin devamlılığını ve onunla ortaklığı teyit etmeye çalıştı.

ABD Başmüfettişlik Ofisi’nin bu yılın ikinci çeyreğine ait raporunda, ABD güçlerinin Suriye'nin kuzeydoğusundaki bazı üslerini kapatması eleştirildi. Raporda, "ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, Fırat Vadisi'nin ortasındaki 3 askeri üssü kapattı. Bu üsler, SDG ile bölgedeki Arap aşiretleri arasında denge ve koordinasyon unsuru oluşturuyordu. Uluslararası Koalisyon (Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı/CJTF-OIR), ABD güçlerinin çekilmesinin SDG ile Arap aşiretleri arasındaki gerilimin tırmanmasına yol açacağını öngörüyor. Raporda ayrıca, “DEAŞ’a karşı mücadele, doğrudan çatışma yerine kontrol ve gözetim aşamasına giriyor. Binlerce DEAŞ üyesini ve ailelerini barındıran hapishaneler ve mülteci kamplarının güvenlik kapasitesinin zayıflamasından açıkça endişe duyuluyor” ifadesi yer alıyor. Washington yönetimi üzerinde en etkili Amerikan kurumları olan Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) görüşlerinin kesiştiği noktayı temsil eden raporda ABD’nin SDG’yi terk etmesi halinde parçalanma durumundan duyduğu endişeyi ifade ediliyor.

Bu yılın savunma bütçesi tasarısı, uzun yasal ve siyasi prosedürler olmadan ABD askerlerinin Suriye'den çekilmesini kısıtlayan maddeler içeriyor. Bu maddeler, sadece Beyaz Saray'ın kararıyla değil, siyasi konsensüsün sağlanmasını da zorunlu kılıyor. Rapora göre tasarı, ABD Savunma Bakanlığı'nı (Pentagon) Suriye'den herhangi bir çekilmenin DEAŞ’ı yenilgiye uğratma görevine zarar vermeyeceğini teyit eden resmi bir belge sunmaya mecbur bırakıyor. Rapora göre 2025 yılı savunma bütçesi tasarısı, ABD Kongresi'ne önceden bildirimde bulunulmaksızın Suriye'deki Amerikan askeri üslerinin azaltılmasını veya birleştirilmesini yasaklıyor. Tasarıda ayrıca, Kongre'ye sunulan raporda, Suriye'deki yerel güçlere sağlanan destek ve eğitimdeki eksikliklerin değerlendirilmesinin yer alması gerektiği vurgulanıyor. Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler tasarı üzerinde siyasi olarak uzlaştı.

SDG, Suriye'deki Kürt sorununun çözümü için net bir yol haritası ve perspektif olması gerektiğini ve yetkililerin Suriye'deki Kürtlerin kültürel haklarını tanıma konusunda sunduğu imkanların yeterli olmadığını düşünüyor.

SDG ne istiyor?

SDG, mevcut durumunu uzun vadede sürdüremeyeceğini biliyor. Ne bölgesel gerçekler ne de Suriye'nin iç gerçekleri, ‘meşruiyet ve tanınma eksikliği’ nedeniyle bunu mümkün kılıyor. Aynı şekilde, hükümet kurumlarının iş birliğini reddetmesi nedeniyle, bölgedeki yerel toplulukların yaşadığı zorlu yaşam, bürokrasi ve ekonomik koşullar da bunu mümkün kılmaz. Örneğin cep telefonu şebekesi aylardır çeşitli bölgelerde kesik durumda ve yargı, emlak işleri, nüfus kayıtları ve dış belgelerle ilgili diğer kurumlar da hizmet dışı, bu da kamu yaşamı ve vatandaşların istikrarı üzerinde baskı yaratıyor.

SDG'ye yakın askeri liderlerin ve politikacıların açıklamalarına göre SDG’nin öngörülebilir gelecekte hedeflediği üç mekanizma var. Bu mekanizmalar, Şam'da hükümetle yapılan son toplantıda sunuldu, ancak hükümet tarafından tamamen reddedildi.

dfrgthy
SDG tarafından Haseke'de düzenlenen Beraber Duruş Konferansı’ndan bir kare, 8 Ağustos 2025 (Sosyal medya)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan akatdrığı analize göre SDG, güçlerinin Suriye düzenli ordusuna entegrasyonuyla sembolik ve idari egemenliğinin kabul edildiğini, ancak silahlarını ve idari yapısını Suriye ordusu bünyesinde muhafaza edeceğini, bunun birkaç yıl sürebileceğini düşünüyor. Aynı durumun, kontrolündeki bölgelerdeki polis ve güvenlik güçleri için de geçerli olmasını istiyor. Buna karşılığında da düzenli ordu birliklerinin sınır merkezleri, sınır kapıları ve havaalanlarını Şam yönetimine bağlı kurumlar olarak kontrol etmesini kabul ediyor.

Diğer bir mesele ise bu bölgelerin anayasal statüsüdür. Bu bölgeler, herhangi bir kalıcı anayasada ‘mutlaka’ yer alması gereken geniş bir ademi merkeziyetçilikle temsil edilmesi gerekiyor. Bu sayede, dış politika, para politikası ve savunma stratejisi gibi merkezi hükümetin münhasır yetkilerine itiraz etmeden, kendi kaynaklarını ve idari ve genel işlerini yönetme hakkı ve yetkisi elde etmeli. SDG, bu tartışmanın geçiş döneminin sonuna ertelenmesini kabul etmiyor. Çünkü taraflar arasında derin bir ‘güvensizlik’ olduğunu ve bunun olmadan sosyal barışı koruyacak garantilerin olmasının imkansız olduğunu, geçtiğimiz aylarda kıyı kesimleri ve Suveyda'da yaşananları örnek göstererek vurguluyor.

Son olarak, SDG, Suriye'deki Kürt sorununun çözümü için net bir yol haritası ve perspektif olması gerektiğini, iktidarın Suriye Kürtlerinin kültürel haklarını tanıma yönündeki adımlarının yeterli olmadığını ve bu sorunun bazı siyasi/ulusal hakla da bağlantılı olduğunu düşünüyor. Devletin ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ olarak adlandırılması ve Kürt siyasi güçlerin ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici hükümet gibi durumlardan dışlanması, bu sorunun önceki rejim döneminde olduğu gibi eski haline dönme olasılığına dair şüphelerini güçlendiriyor. Bu yüzden önceden net çözümler bulunması gerekiyor.