Avrupa’da Omikron yüzünden çocukların hastaneye yatış oranları artıyor

Avusturya zorunlu aşılama uyguluyor, Almanya bir haftada bir milyon vaka kaydetti

22 Ocak’ta Almanya’nın Wolfsburg şehrinde bir çocuğa Kovid-19 karşıtı bir doz aşı yapılırken (DPA)
22 Ocak’ta Almanya’nın Wolfsburg şehrinde bir çocuğa Kovid-19 karşıtı bir doz aşı yapılırken (DPA)
TT

Avrupa’da Omikron yüzünden çocukların hastaneye yatış oranları artıyor

22 Ocak’ta Almanya’nın Wolfsburg şehrinde bir çocuğa Kovid-19 karşıtı bir doz aşı yapılırken (DPA)
22 Ocak’ta Almanya’nın Wolfsburg şehrinde bir çocuğa Kovid-19 karşıtı bir doz aşı yapılırken (DPA)

Avrupa Bulaşıcı Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin gidişatına yönelik haftalık raporunda, Kovid-19’a karşı aşı olmayan kişiler arasında Omikron’a bağlı ölüm oranının, aşının (üçüncü rapel) ek dozunu alanlara göre 25 kat daha fazla olduğu, aşının tam dozlarını alan kişilere göre ise 8 kat olduğu açıklandı.
ECDC üye devletlerden alınan verilere istinaden hazırlanan raporda, aşısız kişiler arasında hastaneye yatış ve yoğun bakımlarda tedavi görme oranının, ek doz aşı olan kişilere kıyasla 27 kat daha fazla olduğu belirtildi.
Söz konusu haftalık raporda, Omikron varyantı ile enfekte olan çocuklar arasında hastaneye yatış oranlarının yükselmesine değinildi. Bu artışın, Delta varyantların neden olduğu vakaların dört katına ulaştığını ve söz konusu durumun yeni varyantın yayılma yoğunluğu ve hızından kaynaklandığı ancak çocuklarda ciddi enfeksiyonların önceki varyantlara göre yüzde 35 daha düşük olduğu belirtildi.
Bilim insanları, önceki varyantların neden olduğundan daha tehlikeli bir duruma neden olmadığını vurguladıkları enfeksiyonların bu artışına yol açan nedenlere dair henüz bir açıklamaya ulaşamasa da, rapor bu durum için iki açıklama sundu. Birincisi, Omikron’un bulaşma hızı, kısa süre önce aşı olan veya enfeksiyonu atlatan yetişkinlere kıyasla, çocukları Omikron’a karşı savunmasız duruma getiren bağışıklığın zayıf olmasının eşlik etmesi ikincisi ise, Omikron’da meydana gelen birçok mutasyonun, virüsün biyolojik özelliklerini değiştirmiş ve hastalığı çocuklar için daha tehlikeli hale getirmiş olabileceğiydi.
Avrupa ülkelerinin çoğunda yükselmeye devam eden can kayıplarına gelince, raporda, can kaybının enfeksiyonun oluşmasından 4-5 haftalık bir sürenin ardından hesaplandığı ayrıca gelecek günlerde bu oranların düşmesinin beklendiği belirtildi.
Avrupa Birliği’nde bir ilk olarak, Avusturya dün itibariyle, Kovid-19’a aşısı zorunluluğunu, 18 yaşını doldurmuş tüm vatandaşlara uygulanmaya başladı. Gelecek ayın ortasından itibaren, zorunluluğu yerine getirmeyen kişilere 700 ila 4 bin dolar arasında değişen para cezası uygulanacak. Aynı zamanda aşıyı olmayı reddedenlerin mesleki faaliyetlerde bulunması, toplu taşıma araçlarını kullanması ve halka açık yerlere gitmesi de yasaklanacak.
Avusturya Parlamentosu geçtiğimiz ayın sonlarına doğru, böyle bir uygulamadan kaynaklanabilecek yasal ve sosyal komplikasyonlardan endişelenerek uygulamaya koymada tereddüt yaşayan Almanya, İtalya ve Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesinde hala devam eden geniş çaplı protesto dalgasının ardından bu yasayı kabul etmişti.
Alman Federal Meclisi (Deutscher Bundestag) şu anda Almanya Başbakanı Olaf Scholz tarafından sunulan benzer bir yasa tasarısını tartışıyor ancak iktidar koalisyonu içindeki bazı güçlerden bile daha şiddetli bir muhalefetle karşılaşıyor.
Almanya’da dün, yeni vaka sayısı beşinci günde de 200 bin vaka eşiğini aştı. Bir hafta içinde kaydedilen toplam vaka sayısı pandeminin başlangıcından bu yana ilk kez bir milyona yükseldi. Birkaç Avrupa ülkesi kademeli olarak kısıtlamaları hafifletmeye ve kaldırmaya başlarken, Alman hükümeti sözcüsü, devam etmekte olan salgın dalgasının beklendiği üzere önümüzdeki hafta sonunda zirveye ulaşmadan kısıtlamaları kaldırmaya başlanmasının çok erken olduğunu ayrıca federal ve bölgesel hükümetlerin, epidemiyolojik koşullar uygun olduğunda bu adımı atacağını açıkladı.
İtalya’da ise Sağlık Bakanlığı, Pfizer ve BioNTech şirketleri arasında iş birliği içinde üretilen “Paxlovid” ilacı ile tedavi edilen, kardiyovasküler hastalıkları olan Kovid-19 enfeksiyonuna yakalanan 54 yaşındaki bir adamın, bu ilaçla iyileşen ilk vaka olduğunu açıkladı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, adamın tedavisinin başkent Roma’da bulaşıcı hastalıklar konusunda uzmanlaşmış olan Spallanzani Hastanesi'nde gerçekleştirildiği bildirildi. Söz konusu hastane, 2020 yılının başlarında pandemi duyurulmadan günler önce Pekin’den gelen iki Çinli turistin tedavi edildiği hastaneydi. Bu iki hasta, İtalya’daki ilk Kovid-19 vakalarıydı.
Spallanzani Hastanesi Sözcüsü, antiviral ilaç Nirmatrelvir ve aktivatör Ritonavir’in bir karışı olan bu ilacın Kovid-19’a karşı oldukça etkili bir araç olduğunu ve enfeksiyondan sonraki ilk beş gün içinde kullanılması gerektiğini belirtirken, söz konusu ilacın, şu anda salgına karşı en güçlü silah olma özelliğini koruyan aşıların yerini tutmadığını da vurguladı.



İsrail, Husiler ve Trump'ın değişken stratejisi

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Nisan'da Washington'daki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Nisan'da Washington'daki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde
TT

İsrail, Husiler ve Trump'ın değişken stratejisi

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Nisan'da Washington'daki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Nisan'da Washington'daki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde

Michael Horowitz

Yaklaşık on yıl önce, Ortadoğu'daki güvenlik durumu hakkında bazı diplomatlara bilgi vermek üzere İsrail'deki bir büyükelçiliği ziyaret ettiğim sırada, biri meslektaşıma ve bana o zamanlar bize son derece tuhaf gelen bir soru sormuştu: Peki ya Husiler? İsrail'e tehdit oluşturabilirler mi? Husiler o dönemde İsrail'e saldırı tehdidinde bulunmuş olsa da soruya bir an hazırlıksız yakalanmıştık. Ne var ki bu tehdit şaşırtıcı değildi, zira örgütün sloganı “Amerika'ya ölüm, İsrail'e ölüm, Yahudilere lanet olsun” idi. Ancak o dönemde bu tehditler, Güney Arabistan'daki uzak bir savaşta mücadele eden izole bir grubun yüksek sesli övünmesinden ibaret görünüyordu.

Ama işler çok değişti. İran destekli Yemenli örgüt, 4 Mayıs 2025 Pazar günü, İsrail'in Tel Aviv yakınlarındaki Ben Gurion Uluslararası Havalimanı yakınlarına uzun menzilli bir balistik füze fırlatarak bir patlamaya yol açtı ve İsrail'in merkezinde hava saldırısı sirenlerinin çalmasına neden oldu. Bu olay, Husiler ile İsrail arasındaki gerginlikte bir dönüm noktası oluşturdu ve çok sayıda uluslararası havayolunun uçuşlarını geçici olarak askıya almasına yol açtı. Füzenin herhangi bir uçağa doğrudan isabet etmemesi, sadece küçük çaplı maddi hasara yol açması ve sınırlı sayıda insanı yaralaması bir yana, İsrail'in ana havalimanına ulaşması bile Husiler için oldukça önemli bir sembolik kazanım anlamına geliyor. İsrail buna karşılık Hudeyde Limanı ve Sana Uluslararası Havalimanı'nı hedef alan bir dizi hava saldırısı düzenledi. Başbakan Binyamin Netanyahu daha sonra İsrail'in karşılığının çıtasını yükselteceğine söz verdi.

Bunun Husilerin Ben Gurion Havalimanı'na yönelik ilk saldırı girişimi olmadığını, örgütün daha önce de burayı birkaç kez hedef aldığını iddia ettiğini açıklayalım. Geçtiğimiz mart ayında havalimanına üç ayrı saldırı düzenlediğini duyurmuş, füzelerden birinin havalimanına isabet ettiğini söyleyerek övünmüştü. 4 Mayıs'ta ise füze havalimanını çevreleyen hava sahasını başarıyla deldi, sınırlı sayıda can ve mal kaybına yol açtı, ancak ülkedeki hava trafiğini aksattı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre İsrail erken uyarı sistemleri, füzeyi yaklaşırken tespit etti ve düşürmek için biri İsrail'e ait Arrow sisteminden, diğeri ise İsrail'de konuşlu, yüksek irtifalardan balistik füzeleri engellemek için tasarlanmış bir savunma sistemi olan Amerikan THAAD sisteminden iki adet füze fırlatıldı. Ancak her iki sistem de füzeyi engellemeyi başaramadı.

İsrail hava savunma sistemlerinin, ABD'nin THAAD bataryalarının desteğine rağmen diğer onlarca girişim arasından Yemen'den atılan bir füzeyi engelleyememesi üçüncü kez yaşanıyor. Her ne kadar genel sicil İsrail ile ABD arasında oldukça etkili bir savunma koordinasyonu olduğunu gösterse de, özellikle Ben Gurion Havalimanı gibi stratejik tesisleri hedef alan ve maddi kayıpların ötesinde sembolik ve operasyonel sonuçları olan saldırılara karşı bu sistemler henüz tam koruma sağlayamıyor.

Başarısızlığın nedenlerinin belirlenmesi için soruşturmalar devam ediyor. Husilerin, İsrail içinde hedef aldıkları noktaları mümkün olan en büyük etkiyle vurabilme şanslarını artırmak için farklı kriterleri test ettiği görülüyor. İsrailli yetkililer, Husilerin saldırının ardından yeni bir füze kullandıklarını iddia ettiklerini ancak İsrail’in tahminlerinin, bunun daha önce düşürülmüş bir füze ile aynı model olduğunu gösterdiğine dikkat çektiler. Ortaya atılan hipotezler arasında füzenin bir kısmının isabet almış olabileceği, ancak patlayıcı başlığın isabet almamış olabileceği, bunun sonucunda da füzenin havalimanı sınırları içerisinde düşerek patlamış olabileceği de yer alıyor.

İsrail savunmasının sınırlılığı

Hava saldırılarına ve askeri karşılıklara rağmen Husileri caydırmak hâlâ zor bir görev. ABD öncülüğündeki hava saldırıları, örgütün hem İsrail'e hem de ticari gemilere yönelik saldırılarını önemli ölçüde azalttı; ancak saldırıları tamamen durdurmak için karadan müdahale gerekiyor gibi görünüyor.

İsrail, Husi kontrolündeki bölgelerdeki altyapıyı, aralarında Hudeyde Limanının da bulunduğu yerleri defalarca hedef aldı. Son saldırıya da Sana Havalimanı'nın kapatılması ve üç sivil uçağın vurulması ile sonuçlanan saldırılarla karşılık verdi. Bu operasyonlar, Gazze'de savaşın patlak vermesinden önce de iç karışıklıklar ve ekonomik krizlerle karşı karşıya olan örgüt için bir yük olsa da, geri adım atmasını sağlama olasılığı düşük.

İran'ın İsrail ve ABD'ye karşı öncü gücü olan örgüt, Tahran'dan giderek artan maddi ve manevi destek görüyor. Çatışmanın merkezindeki konumu, ona muhalifleri bastırmak için ideolojik bir kılıf da sağlıyor ve bu konumunu, saflarını desteklemek için kapsamlı eleman devşirme kampanyaları düzenlemek için kullanıyor.

Ancak Husilere karşı daha etkili bir mücadele, Yemen'de iç savaşın zirve yaptığı dönemde, uluslararası alanda tanınan hükümete bağlı güçlerin Hudeyde'ye yönelik başarılı bir saldırı başlattığı türden bir kara harekâtını gerektiriyor. Ne var ki limandan insani yardım akışının aksaması endişesiyle artan uluslararası baskı, saldırının durdurulmasına ve söz konusu güçlerin daha acil olan başka cephelere çekilmesine yol açtı.

Karadan bir müdahalenin olmaması durumunda İsrail'in Husi saldırılarını hızla durduracak yeterli araçları bulunmuyor. Örgütün lider kadrosunu hedef alan hassas saldırılar düzenlemek (İsrail'in Hizbullah'a yaptığına benzer şekilde), lider kadrosunun hareketlerini izlemek için önemli miktarda istihbarat ve askeri kaynak tahsis edilmesini gerektiriyor. Bu da İsrail'in Hamas'ın faaliyetlerini veya İran'ın nükleer programındaki potansiyel ilerlemeyi izlemek gibi acil güvenlik önceliklerinden uzaklaşmasına neden olabilir.

İsrail yalnız mı?

Bu meydan okumalar, ABD ile Husiler arasında aniden duyurulan “ateşkes” ile daha da büyüdü. İsrail'in Yemen'de bir dizi yeni saldırı düzenlemesinden dakikalar sonra, Husilerin ateşkesi kabul ettiğinin bildirilmesinin akabinde Başkan Donald Trump, ABD ordusuna operasyonlarını durdurma emri verdiğini açıkladı.

Husiler bu iddiayı doğrulamazken, dahası bazı Husi yetkilileri Trump'ın açıklamasını yalanlarken, Husiler ile ABD arasında arabuluculukta önemli rol oynayan Umman Sultanlığı, ABD'nin hava saldırılarını durdurması karşılığında Husilerin de Kızıldeniz'deki saldırılarının durdurulması konusunda anlaşmaya varıldığını duyurdu.

Trump ile Kanada'nın yeni başbakanı arasında düzenlenen ve konuyla ilgisi olmayan bir basın toplantısı sırasında gelen açıklama, İsrail için bir şok etkisi yarattı. Zira anlaşmada Husilerin İsrail'e yönelik saldırılarının durdurulması ihtimaline dair hiçbir ifade, ayrıca bu saldırıların ateşkesin ihlali olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine dair bir bilgi de yer almıyor. Bu ayrıntının atlanması, Husileri İsrail'i dolaylı olarak tanımaya zorlayarak onları zor durumda bırakmaktan kaçınmak için kasıtlı olabilir ya da basitçe ABD'nin anlaşmaya varırken İsrail'in güvenliğini hesaba katmadığının bir göstergesi olabilir. Bu açıklamanın ani olması göz önüne alındığında Trump’ın, İsrail'i kaderiyle baş başa bıraktığı anlamına gelen son hipotez göz ardı edilemez.

Anlaşmanın sadece Kızıldeniz ile sınırlı kalması durumunda İsrail bunu gerçek bir gerileme olarak değerlendirecektir. Son aylarda nakliye gemilerine yönelik saldırılar durmuştu. Bu durum muhtemelen ABD'nin Husi mevzilerine yönelik geniş çaplı operasyonları ya da örgütün doğrudan İsrail'e saldırmaya odaklanması nedeniyleydi. Ancak ABD saldırılarının durması, Husilerin tehdit oluşturmaya devam edeceği ve istedikleri zaman deniz saldırılarına yeniden başlayabilecekleri anlamına geliyor.

Trump ile Kanada'nın yeni başbakanı arasında düzenlenen ve konuyla ilgisi olmayan bir basın toplantısı sırasında gelen açıklama, İsrail için bir şok etkisi yarattı. Zira anlaşmada Husilerin İsrail'e yönelik saldırılarının durdurulması ihtimaline dair hiçbir ifade yer almıyor.

Trump'ın hesapları

Peki Trump neden bu ani adımı attı?

İsrail basınında çıkan haberlere göre Trump Netanyahu'dan bıktı, çünkü kendisini “manipüle ettiğine” inanıyor. Bu nedenle onunla irtibatı kesmeye ve bölgeyle ilgili dış politika konularında tek taraflı kararlar almaya karar verdi.

Trump'ın ikinci döneminin İsrail’i hayal kırıklığına uğrattığı açıkça görülüyor. Zira Netanyahu hükümeti, ABD başkanının İsrail çıkarlarıyla tam uyumlu olacağını sanıyordu.

Ancak bu duyurunun, Arap Körfez bölgesine yapacağı ziyaretten önce yapılmış olması, eğer gerçekten gerçekleştiyse anlaşmanın tamamlanmasını hızlandırmak için ona ivme kazandırmış olması muhtemel. ABD Başkanı, Amerikan ekonomisine büyük Körfez yatırımları çekmeyi ve Washington liderliğindeki bölgesel müttefikleriyle ilişkilerinin gücünü göstermeyi amaçlayan gezisi kapsamında Suudi Arabistan, BAE ve Katar'ı ziyaret edecek.

asde

Trump'ın ikinci dönemindeki ilk bölge turundan beklentisi, özellikle ekonomik alanda içeride pazarlayabileceği başarılar elde etmek. Yeni yatırımlar çekmek ile ilgili başlıklar bir zorunluluk ve Beyaz Saray'ın isteyeceği son şey, Husilerin Amerikan çıkarlarına veya Kızıldeniz gibi stratejik su yollarına saldırılar düzenleyerek ziyareti bozması.

Trump'ın, İsrail'in varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü tavizleri gerektirse bile, Tahran ile her ne şekilde olursa olsun bir anlaşma yapmayı ciddi olarak istediği açıkça görülüyor

Trump'ın Husilere yönelik saldırıları durdurma yönündeki ani kararı İsrail'de giderek artan endişelere yol açtı. Bu durum, ABD Başkanı'nın İran ile anlaşmaya varmak için bedeli ne olursa olsun elinden gelen her şeyi yapmaya kararlı olduğunun bir başka göstergesi olarak görülüyor. Yakın zamana kadar ABD'nin Husilere karşı askeri müdahalesi, Washington'un ciddiyetinin ve gerektiğinde güç kullanmaya hazır olduğunun en açık kanıtı olarak görülüyordu. Ama Trump'ın savaşlar başlatma değil sona erdirme niyetini defalarca dile getirdiği göz önüne alındığında, bu değerlendirme tartışmalı olabilir, ancak İran'ın son dönemde karşılaştığı zorluklar İsrail'e bir miktar güven vermişti.

Ancak bugün Trump'ın, İsrail'in varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü tavizleri gerektirse bile, Tahran ile her ne şekilde olursa olsun bir anlaşma yapmayı ciddi olarak istediği açıkça görülüyor.