Siyasetçilerin gözyaşları her zaman işe yarıyor mu?

Siyasetçiler gözyaşı dökerek duyguları olan, yalnızca kendi çıkarlarını düşünmeyen ‘normal’ birer insan olduklarını seçmenlere kanıtlamaya çalışıyorlar.

Eski ABD Başkanı Barack Obama, başkanlıktan ayrılmadan önceki son konuşmasında ağlamıştı. (AFP)
Eski ABD Başkanı Barack Obama, başkanlıktan ayrılmadan önceki son konuşmasında ağlamıştı. (AFP)
TT

Siyasetçilerin gözyaşları her zaman işe yarıyor mu?

Eski ABD Başkanı Barack Obama, başkanlıktan ayrılmadan önceki son konuşmasında ağlamıştı. (AFP)
Eski ABD Başkanı Barack Obama, başkanlıktan ayrılmadan önceki son konuşmasında ağlamıştı. (AFP)

Fidel Sbeity
Kuzey Avrupa edebiyatında şöyle bir hikaye var:
Avcının biri küçük bir serçeyi kesmek üzereyken, soğuktan gözleri dolar. Avcıya acıyan serçe babasına “Gözlerine baksana, hüznünden ağlıyor” deyince babası ise “Gözlerine değil, elleriyle ne yaptığına bak” cevabını verir.  

Hikaye bize şunu anlatıyor…
Güç ve otoriteyi elinde bulunduranların sözleri ya da göstermek istedikleri değil, asıl ne yaptıkları önemlidir. Aynı şey siyasetçiler için de geçerlidir. Söz konusu kimseler, mevkileri ne derece yüksek olursa olsun halkın nazarında, kameralar önünde ağlayarak duygu silahına başvurmak zorunda kalıyor. Genelleme yapmamak gerekirse bazı siyasetçiler ise kamuoyunda derin bir etki bırakan olayların hassaslığına ağlayacak kadar ince duygulara sahip olabilir. Ancak bir siyasetçi ister gerçekten ister rol icabı ağlasın, bu onun bulunduğu konumdan inerek sıradan vatandaşlar arasına girmek ya da bir meseledeki duruşunu kamuoyunda daha şeffaf bir şekilde tanımlamak istediği anlamına gelir. Nitekim bu sahneler aldatıcı niteliği ile amacına ulaşabilir.

Lübnan'dan dünyaya... Ağlamak bir tutumdur
Lübnan eski Başbakanı Saad Hariri, siyaseti temelli olarak bıraktığını duyururken gözleri dolmuştu. Aynı hafta Hizbullah'ın Lübnan Temsilciler Meclisi'ndeki bloğu Başkanı Muhammed Raad, Yemen’deki Husi ölümlerine ağlamıştı. Onlardan önce de Lübnan Başbakanı Necib Mikati, Lübnan’ın çöküşüne gözyaşı dökmüştü. Diğer birçok politikacı da Lübnan krizindeki karmaşık meselelerde bu tür tutumlar sergiliyor. Bu siyasetçilerin gözyaşları, yalnızca sıkıntılar içerisindeki Lübnanlıların değil, tüm dünyanın gözü önünde meydana geliyor. The Guardian gazetesinden yazar Ed Cumming, “Ağlama oyunu: Politikacıların toplum içinde hıçkıra hıçkıra ağlaması normal midir?” başlıklı yazısında, liderlerin duyguları olan, yalnızca kendi çıkarlarını düşünmeyen ‘normal insanlar’ olduklarını seçmenlere kanıtlamak için gözyaşı dökmeyi bir araç olarak kullandıklarını belirtti. Zira siyasetçiler, özellikle son 10 yıl içerisinde kendilerine olan güvenin en düşük seviyelere gerilemesine yol açan WikiLeaks belgeleri gibi birçok skandalın ardından duygularını ön plana çıkarmaya, tutumlarını açıkça göstermeye çalışıyorlar. Doğrusu, propaganda aracı olarak kullandıkları gözyaşlarıyla halkın saygısını yeniden kazanmak istiyorlar.
Winston Churchill’in de cenazelerde ağladığı çok görülmüştür. Başa geçtiğinde ya da Almanya'nın Londra'yı bombalaması sırasında sebat etme çağrısı yaptığı konuşması ardından parlamento tarafından alkışladığında gözyaşı döken Churchill, İngiliz medyası tarafından ‘sulugöz’ lakabını almıştı. 1940'ta East End'de bir hava saldırısı sığınağını ziyaret ettiği sırada ağladığında ise bir kadın “Gerçekten de ilgileniyor; ağlıyor!” naraları atmıştı.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın 2008’de, New Hampshire ön seçimlerinde döktüğü gözyaşları da komplo teorisyenlerinin onun bir ‘sürüngen’ olduğu iddialarının ardından, aslında onun bir insan olduğunu hatırlatmıştı. Eski ABD Başkanı Barack Obama'nın 2016'daki Sandy Hook katliamından bahsederken ağlaması da çoğu vatandaşın Obama’nın o katliamdan ne kadar etkilendiğine kanıt olarak görülmüştü. Siyasi analistler söz konusu dönemde bu gözyaşlarını, çoğu eyalette kontrolsüz silah satışını engelleme projesinin ilerlemesini engelleyen silah şirketleri karteli karşısında Obama'nın son silahı olarak görüyorlardı. Nitekim Obama, bu mücadelede Kongre’de ve yasal düzeyde başarısız olmasının ardından halkın bu konudaki sinir uçlarına dokunmak için bastırılmış gözyaşlarına başvurmuştu.
Ağlamaktan daha etkili olduğu bilinen bastırılmış gözyaşları, izleyiciler üzerinde daha hızlı ve doğrudan bir etki bırakıyor. Ancak Obama’nın gözyaşlarının tesiri altında kalmayanların yanı sıra gözlerinin etrafına mentol sürdüğünü iddia edenler dahi oldu. Obama'nın görev süresi boyunca kamuoyunda en az beş kez ağladığı biliniyor. Ancak siyasetçilerin gözyaşlarının gerçek olduğu düşünülmüyor.

Demir Leydi ağlar mı?
Kamuoyu huzurunda ağlamak zarar verici olabilir; hatta ters etki yaratabilir. 1978'de bazen zor geçen günlerin ardından evde ağladığını itiraf eden İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher, ‘Demir Leydi’ unvanını kaybetmişti. İngiliz toplumu o sırada güçlü bir desteğe ihtiyaç duyarken gösterdiği bu zayıflık işareti ile medyada eleştirilere maruz kalmıştı. Nitekim bu itirafı kariyerine eksi olarak yazılmıştı. Seçim kampanyaları sırasında ağlamaya çalışan bazı ABD Kongresi adayları ise gösterdikleri bu zayıflık nedeniyle adaylıklarından oldular. 1972 Demokrat Parti başkanlık ön seçimlerinde Edmund Muskie de aynısını yaşamıştı.
Ancak siyasetçilerin gözyaşları, duygusal etkileri sayesinde genelde olumlu sonuçları da beraberinde getiriyor. Brezilya eski Devlet Başkanı Lula da Silva’nın ülkesinin olimpiyatlara ev sahipliği yapma fırsatını elde ettiği haberini verdikten sonra gözyaşlarına hakim olamaması, Brezilyalı futbol severlerin zafer sevinciyle birleşince, Brezilyalılar arasındaki popülaritesini artırmıştı. Bir siyasetçinin döktüğü gözyaşları çok önemli bir olayla ilişkilendirildiği takdirde bu durumun siyasetçinin lehine olacağı söylenebilir. Nitekim kaydedilen etki; o anki durum, yer ve zaman ile bağlantılı. Örneğin bir devlet başkanının ülkesinin zengin ülkeler listesinde baş sıralarda yer alması dolayısıyla döktüğü sevinç gözyaşları onun popülaritesini yükseltebilecekken, vatandaşlarının çektiği yoksulluk yüzünden ağlaması onu gülünç duruma düşürecektir.
The Guardian gazetesi yazarlarından Leo Benedictus, hiçbir siyasetçinin gözyaşlarından Clinton kadar fayda sağlamadığını yazdı. Clinton Demokrat adaylığı yarışında Obama'nın ardında kalması ardından Ocak 2008’de New Hampshire'daki bir restoranda gözyaşı dökmüştü. O sırada bir gazeteci kendisine “İyimserliğimizi ve insanların karşısındaki görünüşümüzü nasıl koruyabiliriz?” sorusunu yönelttiğinde Clinton düşünceli hali dolayısıyla gecikmeli verdiği cevabında, “Bu ülkeden birçok fırsatım oldu, sadece geri çekildiğimizi görmek istemiyorum biliyorsun” cevabını vermiş, ardından da sesi alçalmıştı. Bu sırada kendisine acınacak duyguları sergilemesi, seçim kampanyasında çizdiği çelik kadın imajının ardından insanlara onun aslında duyguları olan bir kadın olduğunu hatırlatmıştı.
Şarku'l Avsat'ıb Independnet Arabia'dan aktardığı habere göre Paris Üniversitesi Örgütsel Davranış Bölümü Yardımcı Doçent Elizabeth Baily Wolf, bu konudaki değerlendirmesinde, “Ağlarken her iki cinsiyet de zafiyet sergiler. Ancak erkekler için çok daha kötü, zirâ yerleşik normlara çok aykırı bir durum ortaya çıkar” diyor. Toplumsal açıdan daha duygusal olarak kabul edildikleri için kadınların halka açık ortamlarda ağlamaları endişe teşkil etmeyebilir. Ancak bir erkeğin dökeceği gözyaşları daha dikkat çekici ve etkili olabiliyor.



Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu: Bölgeyi tehdit eden yayılmacı bir proje

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
TT

Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu: Bölgeyi tehdit eden yayılmacı bir proje

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)

Amr İmam

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun yakın zamanda sözde Büyük İsrail vizyonuna gösterdiği bağlılık, bölgedeki yüz milyonlarca ılımlı Arap'ın bilincini uyandırması gereken bir anı ortaya koyuyor.

Netanyahu'nun İsrail merkezli i24News kanalına verdiği son röportajda dile getirdiği bu bağlılık, ülkesini komşularıyla barışa veya bir arada yaşamaya yönlendirme becerisi hakkında soru işaretleri doğuruyor.

Röportaj sırasında ve sunucu, İsraillilerin “Vaat edilmiş topraklar” olarak adlandırdığı haritanın muskasını kendisine sunarken, Netanyahu bu vizyonu gerçekleştirmek için kendisini “tarihi” ve “manevi” olarak görevlendirilmiş olarak gördüğünü belirtti. Netanyahu, Büyük İsrail diye adlandırılan vizyonun bir parçası olarak ilhak etmeyi hedeflediği belirli bölgeleri belirtmese de, bu vizyonun Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kurulması beklenen Filistin devletinin bir parçası olması beklenen bölgeleri, Ürdün Nehri'nin doğusu ve batısındaki toprakları, Sina Yarımadası da dahil olmak üzere Mısır'ın Nil'in doğu kıyısına kadar uzanan kısımlarını kapsadığı biliniyor.

Bu sebeple Netanyahu'nun açıklaması, resmi bir açıklama talep eden Mısır ile aşırı sağcı İsrail Başbakanı’nın sözlerini şiddetle kınayan Ürdün'de bir öfke dalgasına yol açtı. Ancak Netanyahu'nun siyasi kariyerini ve düşüncelerinin doğasını takip edenler, son açıklamalarına şaşırmadı. Zira bunlar onun onlarca yıldır inandığı ve savunduğu şeylerle tamamen tutarlı.

Netanyahu'nun 1993 tarihli “Uluslar Arasında Bir Yer: İsrail ve Dünya” adlı kitabı bu bağlamda çok şey ortaya koyuyor.

Netanyahu, Oslo Anlaşmaları'na kesin bir muhalefet sergileyerek, Likud Partisi’ndeki hâkim düşünceyi yansıtıyor

Netanyahu bu kitapta, arzulanan Yahudi ulusu vatanı vizyonunu sunuyor. Bu vizyon, yukarıda bahsi geçen televizyon röportajında dolaylı da olsa değindiği Büyük İsrail’in küçük bir örneği olarak değerlendirilebilir.

Netanyahu, Batı'yı Yahudi halkını hayal kırıklığına uğratmaktan ve vaatlerinden, özellikle de Yahudiler için tüm Filistin'e ve Ürdün Nehri'nin doğusu ve batısındaki topraklara uzanan bir vatan öngören 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu'ndan geri adım atmaktan sorumlu tutuyor. Aynı zamanda Netanyahu, kitabında arzulanan Yahudi vatanının haritasını da çiziyor ve Yahudi göçmenlerin sayı olarak milyonlarca Filistinliyi geride bırakarak, onları İsrail yönetimi altında yabancı gibi yaşamaya mahkûm edeceğini hayal ediyor. Netanyahu'nun inançları ve siyasi ideolojisiyle yoğrulmuş bu kitap, onun düşünce tarzını ve fırsat verildiğinde nasıl davranacağını açıklayan görüşler sunuyor.

sdfrtgy
Netanyahu'nun 1993 tarihli “Uluslar Arasında Bir Yer: İsrail ve Dünya” adlı kitabı (el-Mecelle)

Şu anda Ortadoğu'nun en ağır silahlı devletini yönetmesi ile birlikte bu fırsata sahip gibi görünüyor.

Barış yok

Kitap yayınlandığında, Filistinliler ve İsrailliler, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki ilk doğrudan anlaşma ve her iki tarafın da birbirlerinin meşruiyetini tanıdığı ilk belge olan Oslo Anlaşması'nı yakın zamanda imzalamışlardı. Anlaşma, Filistin-İsrail çatışmasının müzakere ile çözümü için bir çerçeve oluşturuyordu ve nihai hedefi iki devletli bir çözüme ulaşmaktı.

Netanyahu, kendi partisi Likud içindeki hâkim düşünceyi yansıtarak, kitabında Oslo Anlaşması'na sert bir muhalefet sergiliyor. Buna rağmen Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu geçmişten ziyade gelecek ile bağlantılı.

İşgal altındaki Batı Şeria'da binlerce Yahudi yerleşim birimi inşa etme planları göz önüne alındığında, geleceğin herhangi bir Filistin devletinden tamamen yoksun kalma olasılığı yüksek görünüyor

Kitabı, o dönemde kendisinin ve partisinin çoğu üyesinin düşüncelerine dair ipuçları sunarken, aynı zamanda İsrail'deki mevcut ve gelecekteki düşünceye de bir bakış sunuyordu. Bu düşünce, İsrail'in tüm Gazze'yi işgal etme planından, Güney Suriye'nin bazı kısımlarını işgal etmesine ve Güney Lübnan'daki beş stratejik noktadaki varlığına, bazı İsrailli politikacıların Mısır'ın Sina Yarımadası'nı yeniden işgal etme veya Gazze halkını buraya gönderme çağrılarına kadar güncel gelişmelerin çoğunu açıklayabilir.

Mossad Direktörü David Barnea, 14 Ağustos'ta Doha'yı ziyaret ettiğinde, Katar Başbakanı’na Gazze’yi işgalin yalnızca Hamas'ı devam eden dolaylı görüşmelerde esneklik göstermeye zorlamak için kullanılan bir koz olmadığını, bilakis özellikle görüşmelerde ilerleme kaydedilemezse Filistin topraklarında kalıcı bir İsrail varlığını yeniden tesis etmeye yönelik fiili bir plan olduğunu söylediği bildirildi.

asdfrgty
Binyamin Netanyahu, 15 Nisan 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında (AFP)

Gazze’de yeniden yerleşim yerleri inşa etme projesi, İsraillilerin “İsrail Toprakları” olarak adlandırdığı toprakları tamamen geri alma ve İsrail devletinin geleceğini şekillendirme gibi dini hedeflerde ilerleme konusundaki güçlü kararlılığın ortasında, İsrail'de halk nezdinde bir ivme kazanıyor.

İşgal altındaki Batı Şeria'da binlerce Yahudi yerleşim birimi inşa etme yönündeki yeni planlar göz önüne alındığında, geleceğin herhangi bir Filistin devletinden tamamen yoksun kalma olasılığı yüksek görünüyor. Böyle bir devlet, üzerine kurulacağı hiçbir toprak kalmayacağı için, gerçekleşme şansı olmayan varsayımsal bir fikir olarak kalacak. Filistin devletinin kurulma ihtimalinin ortadan kaldırılması da bölgedeki barış fikrini tamamen yok edecek.

Netanyahu, barışın ancak ezici İsrail gücünü yansıtarak ve bölgede radikal değişiklikler gerçekleştirerek sağlanabileceğine inanıyor

Bu açıklamalar tesadüf mü?

Bu durum, Filistinlilerin arzu ettikleri devletin bir parçası olması gereken topraklarda binlerce ek Yahudi yerleşim birimi inşa ederek, Filistin devleti fikrini ortadan kaldırmaya yönelik aktif bir hareketliliğin yaşandığı Gazze veya Batı Şeria ile sınırlı değil.

Aksine bu durum, daha geniş bir bölgeyi ilgilendiriyor ve Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonuna bağlılığı, herkes için alarm zillerinin çalmasını ve devekuşu gibi kafayı kuma gömme politikasını benimsemekten vazgeçilmesini gerektiriyor. Yine bu vizyon, İsrail'in komşularıyla barış yapma konusundaki ciddiyeti ve gerçek barış anlayışı hakkındaki soruları da gündeme getirmeli.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, barışın ancak ezici İsrail gücünü yansıtarak ve bölgede radikal değişiklikler gerçekleştirerek sağlanabileceğine inanıyor. Hamas ve diğer Gazzeli örgütler tarafından 7 Ekim 2023'te düzenlenen saldırı, İsrail Başbakanı ve çoğunluğu yerleşimcilerden oluşan kabinesine bu gücü gösterme ve bölgede değişim yapma fırsatı verdi.

Lübnan'da Hizbullah'ı hedef almaktan, İran eksenini İran'daki nüfuz merkezine saldırarak zayıflatma ve Gazze'de Hamas'ı ortadan kaldırmaya kadar İsrail, bölgeyi fiilen değiştiriyor. Bu değişimin kalıcı olmasını sağlamak için de İran'ı izlemeye devam ediyor, Suriye'yi zayıf ve güçsüz tutmaya çalışıyor, Hizbullah'ı silahsızlandırmaya çalışıyor ve Hamas'ın Gazze'deki varlığını sona erdirmekte ısrar ediyor.

fgthyu
5 Ağustos 2025'te Gazze Şeridi'nin güney sınırında bir İsrail tankı (AFP)

Bunu Büyük İsrail vizyonunu gerçeğe dönüştürme adımlarının takip etmesi mantıklı ve bu da Netanyahu'nun açıklamalarının zamanlamasının hiç de tesadüf olmadığını gösteriyor.

 Zamanında verilmiş bir cevap

Bu açıklamalar, İsrailli politikacılar ile Mısır’ın hükümet harcamalarını gözlemleyenler tarafından uzun zamandır sorulan bir soruya da zamanında bir cevap veriyor; Mısır, kimse ile savaş halinde olmamasına rağmen neden silah alımlarına bu kadar çok para harcıyor?

1979 Mısır-İsrail barış anlaşmasının, iki ülke arasında 1948'den beri on yıllardır süren düşmanlık sayfasını kapatması gerekiyordu. Bu süre zarfında Mısır ve Arap orduları, Sina Yarımadası'nı İsrail işgalinden kurtarıp, geri almak için 1973'te yapılan savaş da dahil olmak üzere, kendi kendine deklare edilen Yahudi devletine karşı dört savaş yürüttü.

Kahire'deki planlamacılar ve stratejistler, 1979'da İsrail ile imzalanan barış anlaşmasını her zaman uzun vadeli bir ateşkesten ibaret olarak gördüler. Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu da Mısır'ın bu değerlendirmesini teyit ediyor

O zamandan beri Mısır, askeri gücünü artırmak için hiçbir fırsatı kaçırmadı, ancak aynı zamanda tek bir silah tedarikçisine güvenmek gibi geçmiş hatalardan da kaçınmaya çalıştı.

Dünyanın en güçlü ordularından biri olan Mısır ordusunun silah ve teçhizat envanteri, diğer olası tedarikçilerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Rusya ve Çin'den ithal edilen teçhizatları içeriyor. Bu, çeşitli sistemleri aynı anda ve büyük bir beceriyle çalıştırma konusunda benzersiz bir yeteneği yansıtıyor.

Mısır'ın 2024 yılında 5,2 milyar dolar olarak tahmin edilen resmi askeri harcaması ki bu ekonomik koşulları göz önüne alındığında önemli sayılabilecek bir meblağ, ancak diğer bölge ülkelerinin harcamalarıyla karşılaştırıldığında nispeten düşük bir miktar, Kahire'deki planlamacı ve stratejistlerin, 1979'da İsrail ile imzalanan barış anlaşmasını her zaman uzun vadeli bir ateşkesten ibaret olarak gördüklerini gösteriyor. Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu da Mısır'ın anlaşmaya ilişkin bu olası değerlendirmesini teyit ediyor.

Bununla birlikte bu vizyon, yalnızca Mısır ile ilişkilerle ilgili değil, aynı zamanda İsrail'in bölgedeki tüm ülkelerle ilişkileriyle ilgili olarak da geleceğe dair birçok soruyu gündeme getiriyor.

 Bu vizyon, tüm Arapların, değişen bölgesel koşullara direnen, bir arada yaşama ve sömürgecilik hayallerini reddetmeye dayalı bir gelecek çağrılarını görmezden gelen bir vizyon çerçevesinde, eylemleri her zaman diğer ülkelerin topraklarına yayılma hırsı tarafından yönlendirilen bir devlet ile nasıl başa çıkmaları gerektiği konusunda derinlemesine düşünmelerini teşvik etmeli.