Suudiler ve ABD’lilerin Suudi Arabistan Kralı Abudulaziz bin Abdurrahman ve ABD Başkanı Franklin Roosevelt'in Süveyş Kanalı üzerindeki Büyük Acı Göl’de (Great Bitter Lake) bir araya geldiği tarihi görüşmeyi hatırlamadıkları bir 14 Şubat yoktur. Bu tarihi görüşme Süveyş Kanalı'nda demirlenen Amerikan savaş gemisi USS Quincy'de gerçekleştirildiği için Quincy Zirvesi veya Quincy Toplantısı olarak biliniyor. Söz konusu görüşmede, bugüne kadar devam eden Suudi Arabistan- ABD ilişkilerinin temeli atıldı. Ancak bu meşhur toplantıdan önce 1913 yılının Nisan ayında Kral Abdulaziz, Arap Yarımadası'ndaki nüfuzu paylaşma üzerine yapılacak herhangi bir İngiliz-Osmanlı anlaşmasını engellemek için önleyici bir adımla el-Ahsa'yı Osmanlılardan geri almıştı. Nitekim 1913 yılının Temmuz ayı sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun Basra Körfezi kıyılarını İngiltere'ye devrettiği İngiliz-Osmanlı anlaşması imzalandı.
Kral Abdulaziz, İngiltere’nin manevra ve komplolarını bildiğinden kendini bölge haritasına empoze etmiş ve nüfuz için rakip güçleri oldubitti ile karşı karşıya bırakmıştı. Bu da ileri görüşlülüğü ve siyasi dehasını göstermektedir. Kral Abdulaziz, ülkesinin egemenliğine büyük önem verirdi. Bu durum, İngiliz politikalarından hoşlanmamasına rağmen İngilizlere karşı sürekli dostluk göstermesine ve karşı karşıya gelmekten kaçınmasına neden oldu. Bunun yanı sıra -İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden önce - ABD'nin gerçek siyasi araçlara sahip olmamasına rağmen, bölgedeki Amerikan ticari çıkarlarını gözlemliyordu. Ortadoğu, söz konusu dönemde birinci dereceden bir İngiliz nüfuz alanı olarak görülüyordu. Ancak Kral Abdulaziz, siyasi seçenekleri açık tutuyordu.
Kral Abdulaziz, dış politikasının temellerini atarken, çeşitli ülkelerle ilişkilerini, Suudi çıkarlarını artıracak, onları olumsuz etkilemeyecek ve Suudi Arabistan’ın kararlarının bağımsızlığını koruyacak şekilde çeşitlendirmeye büyük önem verdi. 1924 yılında Hicaz’a girdikten sonra nüfuz sahibi ülkeler henüz yeni kurulmuş olan Suudi Arabistan Krallığını tanımaya başladı. 1926 yılında Rusya, Suudi Arabistan Krallığını ilk tanıyan ülke oldu. Ardından Avrupa ülkeleri de Suudi Arabistan’ı tanıdıklarını bildiren açıklamalarda bulundu.
Kurucu Kral, geniş çaplı bir vizyona sahipti. İç görüsü ve politik gerçekliğe dair okumasıyla ABD’nin dünya sahnesinde etkili bir role sahip olacağını fark etti. ABD’nin ülkesini tanımasını sağlamaya ve onunla ilişkiler kurmaya çalıştı. Ancak ABD o sırada bu ilişkiyi kurmaya istekli değildi. Bununla birlikte Abdulaziz’in uluslararası hareketlerini, dış ilişkilerini ve ticaret anlaşmalarını, özellikle de 1929 yılında Almanya ile yaptığı ve ABD’nin Suudi devletini tanımaya ikna etme konusunda birçok hamle başlatan anlaşmayı yakından takip etti. Aden'deki ABD konsolos yardımcısı gibi bölgedeki bazı Amerikan ajanları Abdullah Philby (Harry St. John Philby) ve ABD şirketleriyle ticari çıkarları olan diğerleri, ABD’nin kararını etkileme konusunda yardımcı oldular.
ABD hükümeti, İskenderiye'deki Ticaret Ataşe Yardımcısı Ralph Chesebrough'u durumu araştırmak üzere Suudi Arabistan'ı ziyaret etmesi için görevlendirdi. Chesbrough, 1930 yazında Cidde'yi ziyaret ederek ‘Hicaz ve Necd Krallığı’nın Ekonomik Kaynakları ve Ticari Faaliyetleri ve Ekleri’ başlıklı bir rapor hazırladı. Chesbrough, raporda, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin büyümesinin ve gelişmesinin beklendiğine dikkat çekti. Bu durum da ABD hükümetini o dönemde iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurmaya teşvik etti. 1931 yılında ABD, Suudi Arabistan Krallığını tanıdığını açıkladı. 1933 yılında ise Suudi hükümeti, Standard Oil of California'ya (Socal) petrol arama imtiyazı verdi. Anlaşma, Cidde’deki Huzam Sarayı’nda imzalandı. Suudi hükümetini eş-Şeyh Abdullah es- Süleyman temsil ederken ve Socal’ı Lloyd Andrews Hamilton temsil etti. Ancak ticari üretim 1938 yılına kadar başlamadı.
1939 yılında İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Kral Abdulaziz, o dönemde İngiltere ile olan ilişkilerine, sınırlarındaki askeri varlığına ve Almanya ile olan diplomatik ilişkilerine rağmen tarafsızlığını ilan etti. O dönemde ABD, gözünü Birleşik Krallık yerine çözüm üretme görevine dikmeye ya da en azından bölgede kendine yer edinmeye başlayınca, Amerikan politikasında büyük değişiklikler meydana geldi. Petrolün rolünün ticari bir metadan küresel siyasette stratejik bir öneme sahip stratejik bir metaya dönüşmesi de bu vizyona yardımcı oldu. 1942'den önce ABD hükümetinin Suudi Arabistan'a ilgisi oldukça azdı. O tarihe dek İki ülke yetkilileri arasında üst düzey resmi bir görüşme yapılmamıştı. Suudi Arabistan'da faaliyet gösteren Amerikan petrol şirketleri, ABD hükümetine çıkarlarını koruması ve Krallığı desteklemesi için baskı yapıyor, böylece bölgedeki Amerikan varlığını güçlendirip ABD'ye petrol akışı sağlıyordu. 1943 yılında savaş nedeniyle gerileyen petrol üretimi yeniden artmaya başladı. Saudi Aramco Şirketi, savaşa katılan Amerikan kuvvetlerine petrol türevleri tedarik etti. O yıl ihraç edilen petrol miktarının beş milyon varil olduğu tahmin ediliyor.
ABD’li danışman ve planlamacılar, Krallığın ABD için potansiyel bir stratejik değer olduğunu fark ettikten sonra Suudi Arabistan ve Kralı Abdulaziz bin Abdurrahman'a olan ilgi arttı. Ayrıca, Başkan Roosevelt'in savaştan sonra bölgede ortaya çıkmasını beklediği bazı sorunların çözümünde de yardımcı olduğunu ifade ettiler. ABD, borç verme programının bir parçası olarak Suudi hükümetine yardım sağladı. Savaşın bitiminden sonra Senato'ya sunulan bir rapora göre, bu yardım 99 milyon dolar olarak gerçekleşti.
1942 yılında ABD, Cidde'de bir maslahatgüzar atadı. İki ülke arasındaki ilişkilerden sorumlu komisyonu Kahire'de ikamet etti. Resmi temaslar hızlandı. Ardından Kral Abdulaziz çok sayıda ABD’li elçiyi kabul etti. Suudi Arabistan Krallığı, ABD dış politikasında stratejik öneme sahip olmaya başladı. Bu, ABD'nin tecrit çemberini kırmaya başlaması ve dünya olaylarını etkileme, ABD’li şirketler ve yatırımlarını destekleme arzusuyla aynı zamana denk geldi. Başkan Roosevelt, Kral Abdulaziz'i, ABD’yi ziyaret etmeye davet etti. Kral Abdulaziz, bu davete icabet edemedi. Fakat kendi yerine oğulları Faysal ve Halid’i gönderdi. 1943 yılının Eylül ayında ABD’ye ulaşan vekiller, Blair House’da ağırlandı. ABD Başkanı, iki prensin onuruna Beyaz Saray'da Başkan Yardımcısı Henry A. Wallace, Dışişleri Bakanı Cordell Hull, üst düzey yönetim yetkilileri ve Kongre üyelerinin katıldığı bir ziyafet tertip etti. Bu durum, ABD'nin Krallığa artan ilgisini doğrulamaktadır.
1944 yılında ABD, Cidde'deki komisyonunun başına William Eddy'yi atadı. Eddy daha önce Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına katılmış bir deniz albaydı. Eddy, misyoner bir anne ve babanın çocuğu olarak Sayda'da doğdu. Ana dili olarak Arapça öğrenen William Eddy, Arap kültürü ve geleneklerini iyi biliyordu. Köklü bir üniversite olan Princeton Üniversitesi'ndeki eğitimini tamamladıktan sonra Donanmaya katılıp devlet hizmetine girdi. Cidde'ye atanmasının ardından Eddy, Suudi-ABD ilişkilerinin en önde gelen mimarlarından biri ve Kral Abdulaziz ile Başkan Roosevelt arasındaki tarihi görüşmenin tanıklarından biri oldu.
1962 yılında Beyrut’ta hayatını kaybeden Eddy, 1954 yılında ‘F.D.R. Meets Ibn Saud’ isimli bir kitap yayınlayarak söz konusu görüşme hazırlıklarının arka planını anlattı. Eddy, kitabında şu ifadelere yer verdi: “1945 yılının Şubat ayı boyunca büyük bir baskı altındaydık. Bana Başkan Roosevelt'in Yalta Konferansı'ndan - Almanya'nın nasıl bölüneceğini ve Nazi Partisi üyelerinin yargılanıp onları savaş suçlusu olarak sunacağını tartışan Sovyetler Birliği, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan anlaşmadır- dönüş yolunda olduğu, Süveyş Kanalı üzerindeki Büyük Acı Göl’de (Great Bitter Lake) bir Amerikan mavnasında Kral Abdulaziz ile görüşmek istediği söylendi. Benden o bu görüşmeyi tertip etmem istendi. Bu, gizli bir görüşmeydi. Savaşın kızıştığı ve Almanya'nın uçaklarıyla Kahire ve Süveyş'i bombaladığı bir dönemde en önemli talep Başkan’ın güvenliğini sağlamaktı. ABD Başkanı ve Kral Abdulaziz'i mavnada hedef alsalardı Almanların nasıl hissedeceğini hayal etmek imkansızdı. Suudi Arabistan'da sadece beş kişi bu plandan haberdardı. Bunlar da Kral Abdulaziz, Dışişleri Bakanı Vekili Yusuf Yasin, Komisyonun Kod Görevlisi eşim ve bendik.”
Eddy’nin kitabında ayrıca şu ifadeler yer aldı: “Düzenlemeler yapıldı. Savaş gemisi ‘USS Murphy’, başta Kral Abdulaziz olmak üzere 48 kişiden oluşan heyetle birlikte Cidde'den yola çıktı. Prens Abdullah bin Abdurrahman, Kral Abdulaziz’in oğulları Prens Muhammed ve Mansur, Bakanlardan Abdullah es-Süleyman, Yusuf Yasin, Hafız Vehbe, Kral’ın Danışmanı Beşir el-Sadavi, doktoru Reşad Ferun, Mülkiye Özel Başkanı Abdurrahman et-Tubeyşi gemide bulunan önde gelen isimler arasında bulundu. Hizmetliler, aşçılar ve başka görevliler de bulunuyordu. Cidde’den Süveyş’e doğru yapılan yolculuk iki gece sürdü.”
Roosevelt asansörde iki sigara içti
Albay Eddy, görüşme programı, Kral’a eşlik eden isimler ve gemi mürettebatıyla ilişkilerini anlattığı kitabında, “14 Şubat 1945 tarihinde ‘Murphy’ savaş gemisi, Başkan Roosevelt’i taşıyan USS Quincy'e yanaştı. Kral Abdulaziz, yanında üç prens ve iki bakan Yasin ve Vehbe eşliğinnde gemiden indi. Quincy'de tekerlekli sandalyesinde olan Roosevelt'i karşılamak için iki gemi arasındaki köprüyü geçtiler. İki lider, öğle yemeğine gitmeden önce bir buçuk saatlik bir görüşme gerçekleştirdi. Ardından Kurmay Başkanı ve Başkan’ın askeri Danışmanı Amiral Leahy, yemek odasına kadar Kral Abdulaziz’e asansörde eşlik etmemi istedi. Diğer asansörde de Leahy, Roosevelt’e eşlik etti. Kral ile Başkan’ın süitine geldim. Fakat Roosevelt, orada değildi. Daha sonra Leahy’den öğrendim ki, Başkan, Kral Abdulaziz’den uzakta iki sigara içmek için asansörü durdurmuş. Roosevelt, tam bir sigara tiryakisiydi. Ancak Kral Abdulaziz’e saygı duyarak hiç sigara içmedi. Kral, Quincy ayak basıp Roosevelt ile yüz yüze tanıştığı andan itibaren, iki lider arasında bir uyum meydana geldi ve her ikisi de farklılıklar değil benzerlikler aramaya başladı. Neyin ayrıştırdığına değil birleştirdiğine odaklanıldı, kültürel farklılığa rağmen kalplerin kendi hükümleri vardı. İki adam karizmaları ve diplomasileriyle oradaydı. Başkan, Kral ile ABD’nin ve Krallığın geleceği ile ilgili gerekçelerle görüştü. İki lider, ülkelerinin geleceğini ve ilişkilerini açık ve şeffaf bir şekilde tartışmaya odaklandı. Öğle yemeğinden sonra iki lider, yalnızca benim ve mütercim olarak Yusuf Yasin’in hazır bulunduğu bir toplantı gerçekleştirdi. ABD Başkanı ile Kral arasındaki görüşme toplam beş saat sürdü. Görüşmenin ardından Kral, Murphy savaş gemisine dönerken, ABD Başkanı’nın gemisi de denize açıldı. O geceyi teğmenlerim ve Yusuf Yasin’le birlikte geçirdim. Başkan Roosevelt ve Kral Abdulaziz’in anlaşma isteklerini açıkça belirttiği görüşme tutanaklarının taslağını tamamladım. Tutanakları hem Arapça hem de İngilizce olarak hazırladıktan sonra, uyumadan önce Kral Abdulaziz’e imzalatmaya gittim. Kral, Arapça nüshayı imzaladı. Ertesi sabah, 15 Şubat 1945 tarihinde İskenderiye'ye uçtum. Tutanakları Başkan’a takdim ettim. Herhangi bir değişiklik yapamayan ABD Başkanı, ‘Olduğu şekliyle tamam’ diyerek imzaladı. Bir nüshasını Başkan'a bırakıp diğer nüshasını da Kral Abdulaziz'e teslim etmek üzere yanıma aldım. Bu görüşmeler hakkında hiçbir şey yayınlanmadı. Hiç kimse bu konu hakkında konuşmadı ve şimdi ben, bu sessizliği bozmaya hazırım” ifadelerine yer verdi.
Askeri bir uçak Kral’ın kayıp çantasını bulup getirdi
Peki, bu Kraliyet gezisinde, ilgi çekici olaylar ve sürprizler yaşanmadı mı? Hayreddin ez- Zerkali, Quincy zirvesinden sonra kraliyet teknesi tamamen gizlilik içinde ‘Auberge Fayoum’ oteline ulaştığında - Kral Abdulaziz'in İngiltere Başbakanı Winston Churchill'le görüşmek üzere ikametgahı için hazırlanan konut- gece saat 1 sularında odasının kapısının sert bir şekilde çalındığını duyduğunu söyledi. Kapıda Abdullah es-Süleyman ve Yusuf Yasin’in kendisine “Kral, seni istiyor” dediklerini ifade etti. Bunun üzerine hemen Kral’ın odasına gittiğini ve onu yatağında bulduğunu belirtti. Kral Abdulaziz’in “Gel Hayri, Emin (Kral Abdulaziz’in hizmetlisi) ilaçları teknede unutmuş. İlaçlarım olmadan rahatlık nedir bilmiyorum” dediğini söyledi. Zerkali’den Kahire’ye dönüp Eddy ile buluşmasını isteyen Kral Abdulaziz, ilaç çantasının kaybolduğunu bildirmesini talep etti. Seyahat konusundaki gizlilik hala sürüyordu ve ABD Başkanı’nı taşıyan mavna hâlâ Akdeniz sularındaydı. Kral’ın Doktoru Reşad Ferun, “Çantayı geri aldığınızda ilaçları da yanınızda getirin” dedi. Zerkali, bir İngiliz askerinin kullandığı askeri araca binerek gün doğmadan Kahire’ye ulaşıp William Eddy’i uyandırarak “Kruvazör yola çıktı ve geçtiği ilk kıyıya ışınlanacağım. Çanta bize askeri bir uçakla getirilecek” dedi. Hayreddin Zerkali, çantanın kendilerine mucizevi bir şekilde savaş araçlarıyla iade edildiğini söyledi.
Eddyi bu konuya dair olan bitenlerden haberi olan tek Amerikalıydı. Dolayısıyla söz konusu görüşmeye dair bilinen her şey Eddy’nin anılarına dayanıyor. Eddy, görüşme hakkında şunları söyledi: “Bir Arap misafir olan Kral, ev sahibi konuşmadan herhangi bir konuya girmek istemedi. Burada, Kral'ın Suudi Arabistan'a herhangi bir ekonomik veya finansal destek için herhangi bir konuşma yapmadığını veya bunu dile getirmediğini belirtmek önemlidir. Durumu etkileyen savaş nedeniyle ekonomik sıkıntı çeken ülkesinin gelirlerini iki katına çıkarmak için o tarihte büyük miktarlarda petrol üretilmesinin beklenmediği gerçeğine rağmen toplantıya kaynak ve para için değil, dostluk ve ittifak arayışı içinde gitti. Roosevelt, konuşmaya savaştan ve Almanya'nın yenilgisine olan inancından söz ederek başladı. Ardından Nazi zulmünden muzdarip Yahudi mültecilerin sorunu ve Filistin'e göç etme istekleri hakkında Kral'dan tavsiye alma arzusunu dile getirdi. Kral’ın yanıtı, doğrudan ve netti: “Onlara zulmeden Almanların topraklarını ve evlerini verin” dedi. Roosevelt, Almanlara güvenmedikleri için Almanya'da yaşamak istemedikleri ve Filistin'e göç etmek istediklerini söyledi. Kral, Yahudilerin Almanlara güvenmemek için iyi nedenleri olduğundan hiç şüphesi olmadığını ifade etti. Ancak Müttefiklerin Nazi gücünü sonsuza dek yok edeceğinden ve zaferlerinin Nazizmin kurbanlarını korumaya yardımcı olacağından da hiç şüphesi olmadığına da dikkat çekti. Müttefikler savaş bittikten sonra Alman siyasetini kontrol etmeyi beklemiyorsa, tüm bu maliyetli savaş neden? İbn Suud, yenilgi üstüne intikam alma gücüne sahip bir düşman bırakmayı hayal bile edemezdi. Roosevelt, Arap misafirperverliği sergilemeye çalıştı. Siyonist sorununun çözümü konusunda Kral’ın yardımını istedi. Fakat Kral, “Bedelini zalim düşman ödesin, biz Araplar savaş açanlar ve yenilenlere böyle bakıyoruz. Tazminat mağdur tarafından değil fail tarafından ödenmelidir. Araplar, Avrupa Yahudilerine ne zarar verdi? Hayatlarını ve topraklarını çalanlar Almanlar, bedelini de Almanlar ödesin” dedi. Roosevelt bir kez daha konuya geri dönmeye çalıştı ve Kral’ın, soruna bir çözüm bulmada ona hiç yardım etmediğini söyledi. Fakat Kral’ın sabrının tükeniyor gibiydi. Düşünceleri tekrarlamak istemedi. Ancak alaycı bir tonda, çölden gelen bir Arap olarak, Almanlara olan bu aşırı sempatisinin nedenini anlamadığını, Arap değerlerinde, düşmanların değil dostların önemsendiğini ifade etti. Kral, konuşmasını Arap geleneklerinin savaşlarda ganimetlerin savaşa katkılarının büyüklüğüne göre galiplere dağıtılmasını gerektirdiğini söyleyerek bitirdi. Müttefik kampında 50 ülke var ve aralarında Filistin küçük bir ülke, kaynakları fakir ve Avrupalı mültecilerden payına düşenden fazlasıyla yüklüydü.
Kral Abdulaziz de bu talebe karşılık Roosevelt'ten dostluk ve destek talebinde bulunarak, Kral ülkesinin işgal veya manda altında olmadığını ve bağımsız kalmak istediğini belirtti. Bu bağımsızlık olmasaydı, gerçek dostluğu isteyemeyeceğini, çünkü dostluğun ancak eşitlik ve karşılıklı saygı söz konusu olduğunda meydana gelebileceğine vurgu yaptı. Kral, Amerika ile stratejik bir anlaşma arıyordu, çünkü Amerika'nın sömürge geçmişi yoktu. ABD Başkanı, bu konuda Kral Abdulaziz’e bir taahhütte bulundu ve vefatından bir hafta önce 5 Nisan 1945'te gönderdiği bir mektupta bunu teyit etti. Roosevelt söz konusu mektupta, Araplara düşmanca bir şey yapmayacağını ve hükümetinin, Araplar ve Yahudilerle önceden istişare etmeden Filistin'e yönelik politikasını değiştirmeyeceğini vurguladı. O zamanlar Kral için sözlü güvenceler birer anlaşmaydı. Roosevelt'in ani ölümünü beklemiyordu.
Tarihi toplantıda yaşananlar -çeşitli kaynaklara göre- Filistin meselesi dışında şöyle özetlenebilir; görüşmede Krallığın egemenliği ve özellikle dünya savaşı devam ederken herhangi bir dış istilaya maruz kalmayacağına odaklanıldı. Kral Abdulaziz, Krallığın bağımsızlığına saygı duyulmasına büyük önem veriyordu. Bununla birlikte ülkesinin dış emellerini de unutmadı. Suudi ordusunu geliştirmenin ve sömürge Arap ülkelerinin bağımsızlığını sağlamanın yanı sıra ticaret özgürlüğü, hizmetler ve petrol ilişkisi ile ilgili ekonomik yön de Kral Abdulaziz için önem arz ediyordu. Bu toplantının, Kral Abdulaziz'in İngiliz nüfuzunu ortadan kaldırması da dahil olmak üzere siyasi, insani, ekonomik ve askeri boyutları vardı. Krallık ayrıca Mihver Devletlerine savaş ilan etti. Kral, Filistin davasına ilişkin tutumunun altını çizdi. Sterline bağlı para birinden vazgeçti. Suudi Savunma Ajansı bir bakanlığa dönüştürüldü.
ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Tarihçiler Ofisi, 2020 yılında ilk bölümü Eddy'nin Filistin meselesiyle ilgili anılarında bahsettiği toplantıyla ilgili resmi bir belge yayınladı. Belgenin ikinci bölümü ise Kral Abdulaziz'in, Fransa'nın Suriye ve Lübnan'a yönelik politikasından duyduğu endişeyle ilgiliydi. ABD’nin bu iki ülkenin bağımsızlıklarına yönelik tutumunu bilmek istedi. Başkan Amerika'nın iki ülkenin bağımsızlığına destek verdiğini bildirdi. Üçüncü bölüm ise Başkan’ın Krallık'ta tarım ve su kaynaklarını geliştirmeye yönelik bir girişimin sunumuyla ilgiliydi. Ancak kral, Filistin davasının önemine ve Yahudi göçü konusundaki görüşüne zekice bir gönderme yaparak, Yahudiler bundan faydalanırsa tarımı geliştiremeyeceğini söyledi. Eddy hatıratında bu konudan şöyle bahsetti: “Konu hakkında bilgi sahibi olanlar için bu toplantı, Doğu ve Batı'nın temsilcileri olan iki farklı ama etkileyici ülkenin liderleri arasında bir toplantı olması da başta olmak üzere çeşitli nedenlerle özel bir öneme sahipti. İkincisi, Arap Yarımadası'nda inzivaya çekilen ve oradan hiç ayrılmayan Kral Abdulaziz, Onun için kapıları açan ilk yolculuğunu gerçekleştirdi. Üçüncüsü, Müslüman lider ve 300 milyon insanın akın ettiği Haremeyn-i Şerifeyn’in Koruyucusu, büyük bir Batı ülkesinin lideriyle sağlam bir ilişki kurdu. Bu görüşme, en büyük Batı İslam ittifakını temsil ediyordu. Herhangi bir üçüncü dünya savaşında bizim için vazgeçilmez olan kaynakları, nüfusu, ürünleri, petrolü, stratejik konumu ve sıcak su limanları ile İslam dünyası ile entegrasyonu simgeliyor. Ancak 1945'ten bu yana Müslümanları bize yakınlaştırmak için resmi düzeyde çok az şey yapılırken, onları bizden uzak tutmak için çok şey yapıldı. Dördüncüsü, ABD alışılmışın aksine ilk kez İngiltere veya Fransa üzerinden değil, Ortadoğu'daki dost hükümetler ve halklarla doğrudan iletişim kurdu. Bu kural sonsuza kadar ihlal edildi. ABD, artık o bölgeden uzak değil.”
Kral Abdulaziz ve Roosevelt, 77 yıl önce Suudi Arabistan Krallığı'nın ABD için stratejik önemini vurgulayan Suudi-Amerikan ilişkilerinin temellerini attı. Onlardan sonra iktidara geçen 6 Kral ve 14 Başkan, bu ilişkinin önemini, fırtınalara ve dalgalanmalara rağmen varlığının ve devamlılığının kaçınılmaz olduğunu vurguladılar.