Biden, G7 liderleriyle Rusya'ya yönelik ek yaptırımlar hakkında görüşecek

Joe Biden, Ukrayna'ya yönelik askeri yardıma dikkat çekmek için Alabama'da Javelin tanksavar füzeleri üreten Lockheed Martin’nin silah fabrikasını ziyaret etti. (Reuters)
Joe Biden, Ukrayna'ya yönelik askeri yardıma dikkat çekmek için Alabama'da Javelin tanksavar füzeleri üreten Lockheed Martin’nin silah fabrikasını ziyaret etti. (Reuters)
TT

Biden, G7 liderleriyle Rusya'ya yönelik ek yaptırımlar hakkında görüşecek

Joe Biden, Ukrayna'ya yönelik askeri yardıma dikkat çekmek için Alabama'da Javelin tanksavar füzeleri üreten Lockheed Martin’nin silah fabrikasını ziyaret etti. (Reuters)
Joe Biden, Ukrayna'ya yönelik askeri yardıma dikkat çekmek için Alabama'da Javelin tanksavar füzeleri üreten Lockheed Martin’nin silah fabrikasını ziyaret etti. (Reuters)

ABD Başkanı Joe Biden dün yaptığı açıklamada, bu hafta düzenlenecek G7 Zirvesi'ne katılacak liderlerle Rusya'ya Ukrayna’yı işgal girişimi nedeniyle olası ek yaptırımlar uygulanması hakkında görüşeceğini söyledi. Biden, düzenlediği basın toplantısında, Avrupa Birliği'nin (AB) Rusya'dan petrol ithalatına yasak getirilmesi de dahil olmak üzere Rusya'ya daha katı yaptırımlar önermesinin ardından ABD'nin planlarının ne olduğuna ilişkin bir soruya “Ek yaptırımlara her zaman açığız” yanıtını verdi. Biden, bu hafta G7 Zirvesi'nde diğer liderlerle Ukrayna'yı işgal girişimi nedeniyle Rusya'ya karşı uygulanabilecek ek yaptırımlar hakkında konuşacağını da sözlerine ekledi. ABD Başkanı sözlerini devamında “Bu hafta G7 üyeleriyle ne yapıp ne yapmamamız gerektiği hakkında konuşacağım” ifadesini kullandı.
Ukrayna Savunma Bakanlığı’na göre Rusya, Ukrayna’da binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının da yerinden edilmesine ve şehirlerin yok olmasına neden olan, yaklaşık 10 haftadır devam eden savaşın ardından ülkenin doğusuna yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Rusya, aynı zamanda Batı’nın Ukrayna’ya silah tedarik yollarını yok etmeye çalıştığını belirterek Ukrayna'daki hedeflere yönelik yoğun bombardımanlar düzenliyor.
ABD Hazine Bakanı Janet Yellen dün, ABD’nin ortaklarıyla Rusya'ya karşı ek yaptırımlar konusunda sürekli görüşmelerde bulunduğunu açıkladı. Yellen, Moskova'ya karşı Ukrayna'daki savaşı durdurması için baskı yapmak amacıyla ‘ek önlemler’ alabileceğini söyledi. Wall Street Journal (WSJ) gazetesi tarafından düzenlenen bir etkinlikte konuşan ABD’li Bakan, herhangi bir özel önlem alınmayacağını ancak Rusya Ukrayna'ya karşı bu savaşa devam ettirirse ek önlemlerin yürürlüğe konulabileceğini vurguladı.
Biden, geçtiğimiz salı günü Javelin tanksavar füzeleri üreten Lockheed Martin'in bir tesisini ziyaret etmek için Alabama'ya uçtu. Biden yönetimi, Ukrayna'da oyunun kurallarını değiştiren hamleleri ve Ukrayna ordusuna silah göndermeyi nasıl hızlandırabileceğinin yollarını arıyor. Biden’ın bu ziyareti yapmaktaki amacı, Rusya’nın işgaline karşı Ukrayna'ya askeri yardım konusunda büyük önem taşıyan ABD’nin silah tedarikini vurgulamak ve ABD Kongresi’ne 20 milyar doların üzerindeki askeri yardım paketi dahil olmak üzere Ukrayna'ya yapılması önerilen 33 milyar dolarlık yardımı onaylaması için baskı uygulamaktı.
Ukrayna’ya yardım etmenin önemi konusunda Kongre'de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında bir görüş birliği var. ABD’li temsilciler arasında partizan herhangi bir anlaşmazlık bulunmuyor.  Ancak 20 milyar dolarlık askeri yardım oldukça büyük bir adım. Bu yüzden olası herhangi bir yasama önerisi Washington'daki siyasi kutuplaşmaya kurban gidebilir.
ABD Başkanı, Rusya’nın Ukrayna’da savaş suçları işlediğini doğruladı. Bakan, ülkesinin, diktatörlük karşılığında Avrupa güvenliğinin ve demokratik değerlerin korunmasına katkıda bulunan Kiev'e askeri yardım sağlama taahhüdünü yineledi.
Rusya'nın Ukrayna'da savaş suçları işlediğini vurgulayan Biden, ABD’nin, Kiev yönetimine askeri yardım sağlama ve böylece Ukrayna’nın Avrupa’nın güvenliğinin yanı sıra ‘diktatörlüğe karşı demokratik değerleri savunmasına’ katkıda bulunma taahhüdünü yineledi. ABD’nin envanterinden Ukrayna'ya gönderilen silahları telafi etmek için silah stokları için kapıyı aralayan Biden, Washington’ın Kiev’i desteklemekteki amacını demokrasi ve özgürlüğü koruma değerleriyle ilişkilendirdi. ABD ordusunun dünyanın en güçlü ordusu olmaya devam edeceğini vurgulayan Biden, İkinci Dünya Savaşı’nı hatırlatarak savaşta ölen askerlerin mezarlarına yaptığı ziyareti anlattı. ABD'nin söz konusu dönemde demokrasileri kurtarmak için silah sağladığını, şimdi de Ukrayna'ya aynı amaçla silah tedarik ettiğini belirten ABD Başkanı, bunun ‘otokrasi ile demokrasi arasında dramatik bir şekilde hızlanan ve dünyanın çehresini değiştiren bir savaş’ olduğunun altını çizdi. Biden, Lockheed Martin Şirketi’deki silah üreticilerine hitaben şunları söyledi:
“Ukraynalılara yardım ediyorsunuz. Zırhlı araçlar, savunma sistemleri ve diğer silahları kapsayan bir askeri yardım sağlayarak bu savaşı Rusya için stratejik bir başarısızlık haline getireceksiniz.”
Biden’ın Lockheed Martin tesisine yaptığı ziyaret aynı zamanda savaşın boyutu ve ABD'nin bir yandan Kuzey Kore, İran ya da başka bir ülkeyle olası bir çatışma durumunda ABD'nin ihtiyaç duyacağı yeterli askeri stok bulundururken diğer yandan Ukrayna'ya yaptığı büyük miktardaki silah sevkiyatını aynı hızda sürüp sürdüremeyeceğine dair endişeleri de gündeme getirdi.
Demokrat Senatör Richard Blumenthal, Başkan Biden'ı askeri üretimi hızlandırmak için Savunma Üretim Yasası’nı devreye sokmaya çağırdı. Blumenthal, ABD Senatosu’ndaki bir oturumda, ABD’nin Javelin tanksavar füze stokunun üçte birini Ukrayna’ya gönderdiğini ve Javelin füzelerinin üretiminin artmasının bir yılı bulacağını söyledi. Blumenthal’in verdiği bilgilere göre ABD'nin Javelin tanksavar füze stokunu yenilemesi 32 ay sürecek. Demokrat Parti’li Senatör, Ukrayna'daki savaşı sürmesi ve ABD’nin Ukrayna'ya Javelin tanksavar füzeleri sağlamaya devam etmesine yönelik endişelerini dile getirdi. ABD yakın gelecekte bu füzelerin stokunda büyük bir eksiklikle karşı karşıya kalabileceğine dikkati çeken Senatör Blumenthal,  Savunma Üretim Yasası'nın devreye sokulması çağrısında bulundu.
ABD, 24 Şubat’ta Rusya’nın işgalinin başlamasından bu yana Ukrayna'ya obüsler, Stinger uçaksavar sistemleri, Javelin tanksavar füzeleri, askeri mühimmat ve giyilebilir zırh dahil olmak üzere 3.4 milyar dolar değerinde silah gönderdi. Savaş, Kiev'e doğru dört bir yandan yaklaşırken yüksek talep görmeye devam eden Javelin füzeleri, Rus tanklarının başkente ilerlemesini ve Ukrayna'nın, doğusunda bir topçu savaşına girmesini önlemek için kullanılıyor.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), ABD’nin şimdiye kadar Ukrayna'ya 5 bin 500'den fazla Javelin tanksavar füze sistemi gönderdiğini açıkladı. Ukraynalı yetkililere göre Javelin silahları ile bugüne kadar bin 26 Rus tankı imha edildi. Lockheed Martin'in Başkanı ve CEO'su James D. Taiclet geçtiğimiz cuma günü Washington’daki bulunan Atlantic Council’de düzenlenen bir sempozyumda Ukrayna’nın hedefleri ile ilgili olarak, “Daha fazla netlik gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu. Taiclet ayrıca şirketin Alabama’daki ve diğer yerlerdeki tesislerinde üretim kapasitesini artırmaya çalıştığını belirtti. 
Javelin tanksavar füze sistemleri, Rethorn Technologies ve Lockheed Martin ortaklığında üretiliyor. Stinger uçaksavar füze sistemlerinin üretimi ise Raythorn Corporation şirketi tarafından yapılıyor.
Lockheed Martin, Alabama’daki tesisinde 600 kişiye iş imkanı sağladığını ve beş tip füze üretimine katkıda bulunduğunu açıkladı. Javelin tanksavar füze sistemi için yılda 2 bin 100 füze üretebilen tek nihai montaj tesisi, Lockheed Martin’nin Alabama’daki fabrikası. Şirket, artan üretimin tedarik zinciri kesintileriyle engelleyebilmesine dair endişelerini dile getirirken Pentagon, bu silahların ve bileşenlerinin stoklarını günlük olarak takip ettiğini açıkladı.
ABD’nin Delaware eyaletinde bulunan Dover Hava Kuvvetleri Üssü'nden neredeyse her gün Rusya'ya karşı savaşında Ukrayna ordusuna tedarik edilmek üzere Doğu Avrupa'ya gönderilen Javelin ve Stinger sistemleri, obüsler ve diğer silahlarla dolu C17 model uçaklar kalkıyor. Analistler, ABD'nin omuzdan atılan Stinger füze sistemi stokunun yaklaşık dörtte birini Ukrayna'ya gönderdiğini söylüyorlar. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, ABD'li ve Avrupalı askeri silah üreticilerinin karlarını artırmaları için geniş bir alan sağlarken ABD Kongresi üyeleri savunma harcamalarını artırmayı planlıyorlar. Ancak askeri silah üreticileri, başta (sektörün kritik bir bileşeni olan titanyum gibi) önemli hammaddeler olmak üzere tedarik zincirinde yaşanan kıtlığın yanı sıra işgücü yetersizliği gibi sorunlarla karşı karşıyalar.
Raytheon Technologies CEO'su Greg Hayes, şirketin yedek parça sıkıntısı nedeniyle gelecek yıla kadar üretimi artıramayacağını açıkladı. Beyaz Saray’dan bir yetkili, Biden yönetiminin tedarik zincirindeki eksiklikleri ve savunma şirketlerinin karşılaştığı sorunları ele almak ve hem Javelin hem de Stinger füze sistemlerinin üretmi için bazı seçenekleri masaya yatırdığını kaydetti. Pentagon Sözcüsü John Kirby pazartesi günü yaptığı açıklamada, ABD’nin askeri hazırlığının tek bir sisteme bağlı olmadığını, Pentagon’un Ukrayna'ya göndermek için çeşitlendirilmiş bir silah paketi geliştirdiğini söyledi.

Putin, Ukrayna’nın doğusunda zafer kazanacak mı?
ABD'nin Ukrayna'ya silah sevkiyatı hızlanırken yetkililer, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna'nın doğusunda kazanımlar elde ederek 9 Mayıs'a kadar askeri bir zafer ilan etmeyi umduğunu ve Rus ordusunun Ukrayna işgalinin büyük maliyetini haklı çıkarmak için zaferler aradığını söylediler. 9 Mayıs, 1945 yılında Rusların Nazilere karşı kazandığı zaferin yıl dönümü. Rusya, bu tarihin sembolik ve propaganda değerini Ukrayna'da askeri bir başarının ilan edilmesinde kullanmayı umuyor.
ABD Savunma Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, önümüzdeki haftaların çok önemli olduğunu ve yakın dönem için Avrupa'daki güvenlik koşullarının bu haftalarda belirleyebileceğini söyledi. Ukrayna'daki savaşın, Rusya ordusunun Ukrayna'nın büyük bölümünde kalmasıyla uzun soluklu bir çatışmaya dönüşebileceğini ve bu askerlerin varlığının da ülkede istikrarı bozan bir güce dönüşebileceğini belirterek ABD'nin de bundan kaçınmayı umduğunu söyledi.
ABD'li yetkililer ellerinde, Rusya’nın Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk bölgelerini ilhak etmek için mayıs ayı ortalarına kadar bir referandum düzenleyeceğine dair oldukça güvenilir bilgiler olduğuna işaret ettiler.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre ABD'nin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Büyükelçisi Michael Carpenter, Washington'da düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
“Edindiğimiz son bilgilere göre Rusya'nın Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’ni ilhak etmeye çalışacağını düşünüyoruz. Söz konusu bilgiler, Rusya’nın bir demokrasi ya da meşru seçim görüntüsü vermek amacıyla mayıs ayı ortalarına kadar bu yönde aldatıcı bir referandum düzenlemeyi planladığına işaret ediyor. Kremlin, bunu her zaman yapıyor.”
Moskova’nın Ukrana’nın Herson şehri için de benzer bir planı olduğunu öne süren Carpenter, Herson’un Ukrayna’nın Rusya tarafından 2014 yılında ilhak edilen Kırım’a yakın liman kenti olduğunu belirtti. Rusya’nın 3 Mart'ta stratejik öneme sahip bu şehrin kontrolünü ele geçirdiğini söyleyen Carpenter, Moskova’nın şehirde kontrolünü güçlendirmek için internet, iletişim ve elektriği kestiğini kaydetti.

Nükleer bir savaş olasılığı yok
Beyaz Saray, Ukrayna'ya Batı tarafından daha fazla askeri destek sağlanmasının üçüncü bir dünya savaşına yol açabileceği konusunda uyaran Rus yetkililerin tehditlerine yanıt olarak ABD’nin Rusya ile vekaleten bir nükleer savaşa girmeyeceğini bir kez daha vurguladı.
Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki pazartesi akşamı gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Bu Rusya ve Ukrayna arasındaki bir savaş. Ne NATO ne de ABD bu savaşa dahil değil. Bu yüzden Kremlin’in bu yöndeki açıklamalarına tekrar tekrar karşı çıkılmasının hepimiz için önemli ve hayati olduğunu düşünüyorum. Rus yetkililerin bizzat kendilerinin, geçtiğimiz yıl da dahil olmak üzere her zaman bir nükleer
savaşın kazanılamayacağını açıkça belirttiklerini söyleyebilirim.”



İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


2025’te ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu’... Trump İran’da ‘yarım çözümlere’ son veriyor

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
TT

2025’te ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu’... Trump İran’da ‘yarım çözümlere’ son veriyor

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)

Donald Trump’ın 2025’in başında Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte, güncellenmiş ‘maksimum baskı’ stratejisinin İran üzerindeki etkisini göstermesi bir yıldan kısa sürdü. Aylar içinde ülke, nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına ilişkin tartışmalardan, İslam Cumhuriyeti tarihinde ikinci kez kendi topraklarında yaşanan bir savaş gerçeğine sürüklendi. Bu gelişme, yaklaşık kırk yıl önce sona eren ve hafızalardaki ağırlığını hâlâ koruyan savaşın ardından geldi.

Aslında Trump’ın Beyaz Saray’a dönüş süreci başlamadan önce de savaş bulutları Tahran semalarında birikiyordu. Nükleer anlaşmanın canlandırılmasına yönelik umutlar tükenirken, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri hız kazandı. Bu süreç, 12 gün süren savaşa, İsrail’in önleyici saldırıları karşısında İran’ın caydırıcılık kapasitesinin sınırlarının ortaya çıkmasına, ardından ABD’nin de sürece dâhil olmasına ve snapback mekanizmasıyla Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının yeniden devreye girmesine kadar uzandı.

Bu tabloya rağmen, söz konusu gidişat Washington’da değil, Tahran’da başladı. ABD seçimlerinden aylar önce İran’daki yönetici elit, ‘taktik bir mola’ arayışıyla Ağustos 2024’te göreve başlayan reformist Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın seçilmesine yöneldi. Batı ile daha az çatışmacı bir söylem benimseyen Pezeşkiyan, kendisini füze maceralarının değil ‘ekonomik bir savaşın’ yöneticisi olarak konumlandırdı. Dış politikada ise müzakere masalarına hâkim bir ekip oluşturdu; bunun başında Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi yer aldı. Bu tercih, Batı’da yeni bir müzakere dönemine hazırlık, gerilimi düşürme ve nükleer dosyayı iki zıt ihtimale göre yeniden konumlandırma girişimi olarak yorumlandı: Kamala Harris liderliğinde Obama-Biden mirasını sürdürmeyi hedefleyen bir Demokrat yönetim ya da Trump’ın daha sert bir ‘maksimum baskı’ politikasıyla geri dönüşü.

sxadf

Donald Trump, tanıdık karizmasıyla ve daha gergin bir uluslararası ortamda yeniden ABD siyasetinin merkezine döndü. İsrail ile İran’ın müttefikleri arasında açık bir savaşın yaşandığı bu dönemde, Tahran’daki hesaplar da altüst oldu. Sicilinde Kasım Süleymani suikastı bulunan Trump, İran’daki karar vericiler için belirsiz bir figür değil, nükleer anlaşmadan çekilme ve yaptırımları sertleştirme geçmişi olan, denenmiş bir rakipti. Bu nedenle, temel yaklaşımını değiştirmeyeceği, aksine genişleteceği değerlendirmesi öne çıktı. Ekonomi ve finans alanında ‘maksimum baskı’, buna eşlik eden açık bir siyasi mesajla birlikte devreye sokuldu; İran’ın geri adımı nükleer, füze ve bölgesel dosyaların tamamında somut olmalıydı. Bu çerçevede, dolaylı müzakere turları başlamadan önce bile Tahran’ın manevra alanının giderek daraldığı görülüyordu.

‘Maksimum baskının’ geri dönüşü

Donald Trump, yemin töreninden iki haftadan kısa bir süre sonra, 4 Şubat 2025’te imzaladığı başkanlık ulusal güvenlik memorandumu ile ‘maksimum baskı’ politikasını daha sert ve ayrıntılı bir çerçevede yeniden devreye soktu. Memorandumda üç temel hedef belirlendi: İran’ın nükleer silah ya da kıtalararası balistik füzelere ulaşabileceği herhangi bir yolu kapatmak, Batı’nın terör listelerinde yer alan ağlarını ve vekil güçlerini dağıtmak ve balistik füze cephaneliği ile asimetrik kapasite geliştirme faaliyetlerini sınırlandırmak.

Uygulama aşamasında Hazine Bakanlığı’na en üst düzeyde ekonomik baskı uygulanması, yaptırımların sıkı şekilde denetlenmesi ve deniz taşımacılığı, sigorta ve liman sektörlerinin Tahran veya onunla bağlantılı aktörlerle çalışmaması yönünde uyarı rehberleri yayımlanması görevi verildi. Dışişleri Bakanlığı’na ise önceki muafiyetlerin gözden geçirilmesi ya da iptali, müttefiklerle birlikte snapback mekanizması kapsamında BM yaptırımlarının yeniden tamamlanması ve İran petrol ihracatının sıfıra indirilmesi için çalışma talimatı verildi. Buna paralel olarak Adalet Bakanlığı, ABD içindeki İran bağlantılı lojistik ağlar ve paravan yapılarla ilgili soruşturmalar yürütmekle görevlendirildi.

Bu adımlarla Trump’ın daha önce sıkça dile getirdiği “İran’ın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğiz” söylemi, ekonomi, iç güvenlik ve diplomasi alanlarını tek bir baskı hattında birleştiren kapsamlı bir uygulama çerçevesine dönüştü.

t
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ve ekibi, 19 Ağustos'ta Roma'da düzenlenen ikinci tur görüşmeler sırasında (Reuters)

İran cephesinde ilk tepki, inkâr ile temkinin birleşimi oldu. Dini Lider Ali Hamaney müzakere kapısını tamamen kapatmadı, ancak sonuna kadar da açmadı. Trump’tan özel bir aracıyla iletilen mesaja, Tahran kısa bir yanıt verdi ve bu temas üzerinden dolaylı bir müzakere süreci başlatıldı. Bu çerçevede, Steve Witkoff ile Abbas Arakçi’nin başkanlığındaki İran heyeti arasında, Avrupalı ve bölgesel arabulucuların katılımıyla beş tur dolaylı görüşme yapıldı.

Kamuoyuna açık açıklamalarda Arakçi, Washington’un taahhütlerine saygı göstermesi halinde ‘müzakerelere hazır olunduğunu’ ve İran’ı yeniden küresel ekonomiye entegre edecek ‘dengeli bir anlaşmanın’ mümkün olabileceğini dile getirdi. Kapalı kapılar ardında ise İran tarafı, Washington ile bazı Avrupa başkentleri arasındaki görüş ayrılıklarını ve Trump ekibi içindeki sert kanada yönelik hassasiyetleri kullanarak manevra alanını genişletmeye çalıştı; bu çelişkilerin anlaşma şartlarında bir esnekliğe dönüşmesi umudu taşındı.

Beş tur görüşme

Buna rağmen, beş turun tamamında temel görüş ayrılığı değişmeden kaldı. Washington, nükleer eşiğe yakın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun İran’dan çıkarılmasında ısrar ederken, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) tüm hassas tesislerde tam denetim yetkisine yeniden kavuşturulmasını ve izlenecek herhangi bir sürecin, balistik füze menzilleri ile İran’ın bölgesel faaliyetlerinin kilit başlıklarını ele alacak net bir takvim içermesini şart koştu.

frgt
İsrail hava savunma sistemi Tel Aviv üzerindeki füzeleri önledi. (AP)

Tahran ise geleneksel önceliklerinde ısrarcı oldu. Petrol ve mali yaptırımların ön koşul olarak kaldırılması, yeni bir anlaşmadan hiçbir ABD yönetiminin çekilmeyeceğine dair güvence verilmesi, füze dosyasının bağlayıcı bir metnin dışında tutulması ve bölgedeki müttefikleriyle ilişkilerinin ‘istikrarsızlaştırıcı davranış’ olarak tanımlanmasının reddedilmesi bu başlıkların başında geldi.

Bu nedenle her tur, neredeyse aynı sonuçla tamamlandı: Metinlerin teknik ayrıntılarında sınırlı ilerleme, siyasi özünde ise tıkanıklık.

Arka planda ise İran ile UAEA arasındaki ilişki giderek daha gergin bir alana kaydı. UAEA, yıllardır beyan edilmemiş bazı sahalarda tespit edilen uranyum izlerine ilişkin açıklama talep ediyor; ayrıca 2015 anlaşmasından ABD’nin çekilmesinin ardından aşamalı olarak devre dışı bırakılan ya da sökülen kamera ve ölçüm sistemlerinin yeniden kurulmasını istiyor. 2025’e gelindiğinde, İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun, UAEA uzmanlarının ifadesiyle ‘siyasi irade oluştuğu takdirde nükleer eşiğe ulaşma süresini ciddi biçimde kısaltacak’ bir düzeye ulaştığı değerlendirildi. Batılı başkentler açısından program, maddi ilerleme ile siyasi belirsizliğin iç içe geçtiği bir tabloya dönüşürken, Tahran cephesinde UAEA dosyası bu kez hukuki ve teknik araçlarla yürütülen ‘maksimum baskı’ kampanyasının bir uzantısı olarak görüldü.

12 günlük savaş

Paralel bir hatta ise bölgenin tamamı, 7 Ekim 2023’teki sarsıntının etkilerini yaşamayı sürdürdü. Aksa Tufanı Operasyonu, Lübnan sınırından Kızıldeniz’e uzanan hatta İsrail ile İran’ın vekil güçleri arasında iki yıl süren yüksek yoğunluklu bir gölge savaşının önünü açtı. İsrail’in Suriye’de Devrim Muhafızları Ordusu’yla (DMO) bağlantılı konvoylara ve mevzilere yönelik her saldırısıyla birlikte, caydırıcılığın temel unsurlarından biri olan belirsizlik giderek aşındı. Buna karşın Tahran, karşı karşıya gelmeyi vekil güçler üzerinden yönetme ve doğrudan kendi topraklarından çatışmaya girmekten kaçınma tercihine bağlı kaldı. Ancak bu denge, 12 gün süren savaşla kökten değişti. İlk kez İran ile İsrail arasındaki çatışma İran toprakları üzerinde yaşandı. Bu gelişme, Kasım Süleymani’nin şekillendirdiği ‘savaşı sınırların ötesine taşıma’ doktrinini temelden sarstı.

12 günlük savaşın ilk günlerinde İsrail, İran içinde füze üsleri ve ana komuta merkezlerinin yanı sıra zenginleştirme zinciriyle bağlantılı tesisler ile bazı araştırma ve geliştirme altyapılarını hedef alan bir dizi nokta atışı saldırı düzenledi. DMO’nun sahadaki üst düzey komutanlarından bazıları hayatını kaybetti. Bununla birlikte nükleer programda görev alan fizikçiler, mühendisler ve teknik sorumlular da hedef alındı. Bu saldırılar, maddi altyapıdan ziyade askerî ve teknik hiyerarşinin tepesini vuran bir darbe olarak değerlendirildi.

sdfg
İsrail'in Tahran’daki İran Yayın Kurumu binasına düzenlediği saldırının ardından duman yükselirken, arka planda İran başkentinin en önemli simgelerinden biri olan Milad Kulesi görülüyor, 16 Haziran 2025 (Reuters)

Bundan birkaç gün sonra çatışma daha derin bir aşamaya taşındı. Gece Yarısı Çekici adı verilen operasyonda, hayalet bombardıman uçakları ve siber uzayda yürütülen saldırılar devreye sokularak erken uyarı ve izleme sistemlerinin bir bölümü devre dışı bırakıldı. Operasyon kapsamında zenginleştirme döngüsündeki kilit noktalar, santrifüj üretim ve montaj merkezleri ile nükleer altyapının bazı hassas birimleri hedef alındı. Bu saldırılar, teknik ve güvenlik gerekçeleriyle İran’ı bazı faaliyetlerini geçici olarak durdurmak zorunda bıraktı. Nükleer program tamamen ortadan kaldırılmadı; ancak ağır bir sınavdan geçti ve mevcut haliyle İran caydırıcılığının, siyasi ve askerî koşulların örtüştüğü durumlarda nükleer projenin kalbine yönelik hedefli bir saldırıyı engelleyemediği ortaya çıktı.

gtyu76
İran Dini Lideri Ali Hamaney, devrimin yıldönümü arifesinde, 7 Kasım'da İran Hava Kuvvetleri komutanlarına yıllık konuşmasını yapıyor. (Arşiv – AFP)

Bu askerî sarsıntı, yönetici elit içindeki çatlakların daha görünür hale gelmesini hızlandırdı. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, kamuoyu önünde ‘İran topraklarında ikinci bir savaş riskine’ dikkat çekerek, ‘karşı tarafın nükleer tesisleri hedef almaya hazır olduğunu kanıtladığını’ söyledi. Bu açıklama, dolaylı biçimde müzakere hattının tamamen göz ardı edilmesinin giderek artan bir güvenlik maliyeti doğurduğuna işaret ediyordu. Buna karşılık daha sert kanat, savaş sonrasında yapılacak herhangi bir değerlendirmeyi ‘düşmana ödül’ olarak nitelendirdi. Bu kesim, askerî kayıpların müzakere masasına dönüşle ilişkilendirilmesini kesin bir dille reddetti.

İç farklılıklar

Bu atmosferde Dini Lider Ali Hamaney, savaşın yarattığı sarsıntıya ilkeyi değiştirmek yerine danışma mekanizmalarını yeniden düzenleyerek karşılık vermeyi tercih etti. Eski Meclis Başkanı ve en yakın danışmanlarından Ali Laricani’yi Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin başına getiren Hamaney, ayrıca bu konseyin çatısı altında yeni bir ‘Savunma Konseyi’ kurulmasına onay verdi. Söz konusu yapı, savaş, nükleer program ve müzakere sürecine ilişkin daha bütüncül değerlendirmeler sunmak üzere askerî komutanlar ile hükümet ve güvenlik yetkililerini bir araya getiriyor.

Görünürde amaç, 12 günlük savaş deneyiminin ardından istişare tabanını genişletmekti. Ancak fiiliyatta bu adım, önceki hesapların yetersiz kaldığının kabulü ile nihai kararın, caydırıcılık ve müzakere dosyalarını birlikte yöneten dar bir çevrede tutulması yönündeki ısrarın birleşimini yansıttı.

ergt
ABD Savunma Bakanlığı'nda 22 Haziran 2025 tarihinde düzenlenen basın toplantısında, İran'a yönelik ABD bombardıman uçağı saldırısının operasyonel zaman çizelgesi sunuldu. (Arşiv – AFP)

Savaş sonrası görüş ayrılıkları yalnızca askerî performansın değerlendirilmesiyle sınırlı kalmadı; daha temel bir soruya uzandı: ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu sonrasında nükleer dosyayla ne yapılmalı?’ Tahran’da, saldırıya verilecek en iyi yanıtın ‘kontrollü nükleer belirsizliği’ derinleştirmek olduğu görüşü güç kazandı. Bu yaklaşım, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan resmî bir çekilmeyi değil, gri bir alanda konumlanmayı öngörüyordu. Buna karşılık başka bir eğilim, net bir müzakere hattı olmaksızın sürdürülecek belirsizliğin, caydırıcı bir unsur olmaktan çıkıp yeni önleyici saldırıları teşvik eden bir faktöre dönüşebileceği ve nükleer tesislerin hedef alınmasının olağanlaşacağı uyarısında bulundu. Bu iki yaklaşım arasında pratik tutum dar bir dengeye oturdu: Trump’ın talep ettiği ‘sıfır zenginleştirme’ türü tavizlere kapalı durmak, ancak köprüleri tamamen yakmaktan da kaçınmak. Böylece kriz, güç dengelerinde bir değişim beklenene kadar geçici olarak yönetilmeye çalışıldı.

BM yaptırımlarının geri dönüşü

Bu tartışmalar sürerken, Avrupalı ülkelerin snapback mekanizmasını devreye sokarak İran’a yönelik BM yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyması yeni bir dönüm noktası oldu. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya, İran’ın nükleer yükümlülüklerine uymadığı gerekçesiyle dosyayı BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdı ve daha önce alınmış altı karar yeniden canlandırıldı. Böylece Tahran, çelişkili bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Hukuki açıdan silah ve füze kısıtlamaları ile mal varlıklarının dondurulmasına yönelik uluslararası yaptırımlar geri döndü. Pratikte ise İran, Çin ve Rusya ile birlikte sahada çok şey değişmemiş gibi davranmayı sürdürdü. İran iç siyasetinde bu durum, “BM yaptırımları aynı anda hem var hem yok” şeklinde özetlendi.

y6u7
Tahran'da bulunan eski ABD büyükelçiliğinin duvarındaki ABD karşıtı duvar resminin önünden geçen bir İranlı (EPA)

2025 yılının sonuna gelindiğinde Trump’ın dönüşünün bilançosu Tahran açısından ağır oldu. Beş tur dolaylı müzakere somut bir sonuç üretmedi, 12 günlük savaş caydırıcılık sistemindeki açıkları gözler önüne serdi, BM yaptırımları yeniden gündeme geldi ve İran riyali tarihi dip seviyelere gerileyerek bunun yansımaları günlük hayatta, piyasalarda, akaryakıt ve gıda fiyatlarında hissedildi. Buna karşılık İran yönetimi iki temel tutumunu değiştirmedi: Trump yönetiminin talep ettiği ‘sıfır zenginleştirme’ yaklaşımını kesin olarak reddetmek ve ABD ile kapsamlı bir çatışmaya girmekten bilinçli biçimde kaçınmak. Bu çerçevede Tahran’ın ‘stratejik sabır’ olarak adlandırdığı yaklaşım, giderek ‘stratejik bir felç’ görüntüsü vermeye başladı. 12 günlük savaş ve snapback süreci, tarafların pozisyonlarını yakınlaştırmaktan ziyade, her iki tarafın da zamanın kendi lehine çalıştığına inandığını ortaya koydu. Washington, yıpranmış bir ekonomi ve değer kaybeden bir para biriminin Tahran’ı bir noktada ağır şartları kabul etmeye zorlayacağını hesaplıyor. İran’daki karar alıcıların bir bölümü ise hiçbir ABD yönetiminin kapsamlı bir savaşın maliyetini üstlenemeyeceği görüşünde ve Trump’ın görev süresinin sonunu beklemenin, taleplerine boyun eğmekten daha az maliyetli olduğuna inanıyor. Bu nedenle yeni yılın okuması, bu tıkanmışlığın sınırlarını çizme ve İran’ın önünde duran seçenekleri, ikinci bir savaş, kontrollü bir ateşkes ya da ‘maksimum baskı’ altında dayatılacak bir anlaşma ihtimalleri arasında değerlendirme çabası olarak öne çıkıyor.

Üç olası yol

2026 yılında İran’ın önünde üç temel yol beliriyor; bu yollar zorunlu olarak birbirine karşıt değil, zaman içinde iç içe geçebilir nitelikte. Birinci yol, yavaş yavaş ikinci bir çatışmaya sürüklenme olasılığı. Füze ve nükleer kapasite yeniden inşa edilirken baskı altında devam eden gelişmeler ve Hürmüz Boğazı’nda gemi aramaları ya da yeni yaptırımlara yanıt gibi temasların tekrarlanması, bu senaryoyu besliyor. Böyle bir durumda Washington ve Tel Aviv, ‘beklemektense şimdi çözüm’ yaklaşımını benimseyebilir; bir sonraki saldırı sadece tesisleri veya üsleri değil, karar mekanizmasının üst kademelerini hedef alacak şekilde planlanabilir.

İkinci yol, ekonomik ve sosyal memnuniyetsizlikten kaynaklanan protesto dalgalarının yeniden canlanmasıdır. Değer kaybeden para birimi, artan gıda ve yakıt fiyatları ve orta sınıfın aşınması, tarih boyunca yavaş reformlar için ana rezerv olmuştur. Bu senaryoda ‘maksimum baskı’ artık sadece dış bir baskı aracı değil, iç patlamayı tetikleyen bir faktöre dönüşüyor. Nükleer ve füze programında ek sıkılaşma, günlük yaşamda daha fazla daralma ve yaygın hoşnutsuzluk anlamına gelirken; Trump’ın şartlarına kısmi teslim, sokakta önceki yolun başarısızlığı olarak algılanabilir ve yeni bir protesto döngüsünü başlatabilir.

Üçüncü ve kısa vadede en olası yol ise, ‘karşılıklı dondurma’ olarak adlandırılabilecek, yazılı olmayan bir zaman kazanma stratejisidir: yüksek zenginleştirme hızının fiilen azaltılması, UAEA ile sınırlı teknik iş birliği pencerelerinin açılması ve aksın, 12 günlük savaş büyüklüğündeki sarsıntılardan kaçınacak şekilde ayarlanması. Buna karşılık ABD, durumu çözüme kavuşturmak yerine kontrol altında tutmayı kabul eder, ABD ve BM yaptırımları yerinde kalır. Bu yol radikal bir çözüm getirmez, ancak her iki tarafın da kırmızı çizgilerinden ödün vermediğini iddia etmesini sağlar; İran ekonomik olarak yıpranmaya devam eder, caydırıcılık dengesi eksik kalır ve patlama olasılığı sahnede durur.

Yılın bilançosuna bakıldığında, 2025, Trump politikalarının teorik tehdit aşamasından İran coğrafyası ve ekonomisi üzerinde somut bir gerçekliğe dönüştüğü yıl olarak öne çıkıyor: ortak bir askeri operasyon nükleer programın manevra alanını daralttı; BM yaptırımları snapback ile tekrar gündeme geldi; petrol ihracatı ve finansal ağlar üzerindeki baskı artırıldı; İran, ABD stratejisinde sınırlı kapasiteye sahip bir rakip olarak konumlandırıldı. Tahran ise nükleer belirsizlik ve zamanın lehine işleyeceği umuduna dayanan bir stratejiyle yanıt verdi. Böylece İran, 2026’ya girerken ‘maksimum baskı’ çerçevesinde sıkışmış durumda; kapsamlı bir savaşa gidecek lüksü yok, rakibinin koşullarında bir çözüme kolayca giriş yapacak esnekliği de yok. Gerçek meydan okuma artık Tahran’ın Trump gölgesinden nasıl çıkacağı değil; kademeli baskı altında, yavaş patlama veya pasif bekleyiş dışında üçüncü bir strateji üretme kapasitesine sahip olup olmadığıdır.


Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
TT

Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bugün (perşembe) Gazze savaşıyla ilgili açıklamalarında, “Gazze’de kazandık” dedi. Hamas ile olası bir ateşkes anlaşmasına değinen Katz, ülkesinin “Gazze’den asla ayrılmayacağını” söyledi. Katz, İsrail Gazze Şeridi içinde, yerleşimleri korumak amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturacağını ifade etti.

Savunma Bakanı Katz, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini yineleyerek, aksi takdirde “İsrail’in bu görevi kendisinin yerine getireceğini” ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığı habere göre Katz, Bnei Akiva, Ulpanot Merkezi ve Makor Rishon’un ortak düzenlediği Ulusal Eğitim Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın planı çerçevesinde Hamas silah bırakmazsa İsrail’in bu adımı bizzat atacağını söyledi.

Haberde, ordunun Gazze’den çekilmesini ve bölgenin Filistinlilere devrini içeren anlaşmaya karşın, Katz’ın Gazze Şeridi’ni çevreleyen bir güvenlik kuşağının yerleşimlerin korunması amacıyla kurulacağını ifade ettiği belirtildi.

Öte yandan Batılı ülkeler iki devletli çözümden söz etmeyi sürdürürken, İsrail parlamentosu Knesset, Haziran 2024’te Ürdün Nehri’nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden kararı resmen kabul etmişti. Kararda, 7 Ekim olaylarının ardından bir Filistin devleti kurulmasının “teröre ödül” anlamına geleceği savunulmuş ve bunun Hamas’ı daha da teşvik edeceği öne sürülmüştü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile aşırı sağcı dini kanattan bazı bakanlar da defalarca Filistin devleti kurulmayacağını dile getirmişti.