Rusya, Afrika’ya girişini ‘Wagner’in çatısı altında’ mı gizliyor?

Moskova, Wagner ile ilişkisini yalanlarken Afrika’daki nüfuz alanlarını savunmayı sürdürüyor.

Bamako’da Mali silahlı kuvvetlerini desteklemek için düzenlenen gösteride askeri konseyin lideri olan Albay Assimi Goita’nın fotoğrafı ve Rus bayrağı taşındı. (Reuters)
Bamako’da Mali silahlı kuvvetlerini desteklemek için düzenlenen gösteride askeri konseyin lideri olan Albay Assimi Goita’nın fotoğrafı ve Rus bayrağı taşındı. (Reuters)
TT

Rusya, Afrika’ya girişini ‘Wagner’in çatısı altında’ mı gizliyor?

Bamako’da Mali silahlı kuvvetlerini desteklemek için düzenlenen gösteride askeri konseyin lideri olan Albay Assimi Goita’nın fotoğrafı ve Rus bayrağı taşındı. (Reuters)
Bamako’da Mali silahlı kuvvetlerini desteklemek için düzenlenen gösteride askeri konseyin lideri olan Albay Assimi Goita’nın fotoğrafı ve Rus bayrağı taşındı. (Reuters)

Mana Abdulfettah
Rus Wagner şirketi, stratejik planlamadan savaş operasyonlarına doğrudan desteğe kadar çatışma bölgelerindeki faaliyetlerinde ve misyonlarının genişletilmesinde, Afrika’daki özel askeri şirketlerin rolüne yöneldi. Söz konusu kârlı şirketlerin amaçları, siyasi amaçlarla, çatışmalara dahil olduklarına dair şüpheleri azalttı. Ancak öyle görünüyor ki Wagner şirketinin Kremlin’e yakınlığı konusunda gündeme getirilenler ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ‘özel ordusunu’ temsil etttiği söylentileri arasında bir fark var.
Bu inanç, Wagner’in Rusya ile seçkin ilişkilere sahip olan 5 Afrika ülkesi; yani Sudan, Libya, Orta Afrika, Mali ve Mozambik’te yoğunlaşması nedeniyle coğrafi dağılım ile de destekleniyor. Şirketin kullanımı, özellikle ulusal rakiplerin ortadan kaldırılmasında aktif olduğu için, çatışma alanlarında uluslararası hukuka saygısının kapsamı hakkında endişeler uyandırıyor.
Afrika Kıtası’nın bazı ülkelerinde bir vekalet savaşı olgusu olarak kullanılan Wagner’in faaliyetlerinin takibiyle Rusya’nın Afrika’da güçlü bir şekilde ilerlediği söylenebilir.

Boşluğu doldurma
Rusya’nın Afrika’da ilgisinin yoğunlaştığı birkaç ülke var. Ancak Moskova, jeopolitik, ekonomik ve askeri yaklaşımlar için, savunma ve ticaret anlaşmalarının net olduğu belirli ülkelere daha fazla odaklandı. Bu ülkelerin Rusya ile ilişkilerinin gücü; ekonomik iş birliği ve ticaret alışverişi ile siyasi ve askeri destek arasında değişiyor. Bu durumdan, bu ülkelerin rejimlerinin Doğu ile Batı arasında gidip geldiği sonucu çıkıyor. Ancak ABD’nin geri çekilmesiyle birlikte bu ülkeler, kısa sürede uluslararası izolasyon yaşamaya başladı.
Örneğin Sudan, Aralık 2018 devriminden sonra Batı ile ilişkilerini yeniden kurmasının ardından Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan’ın 25 Ekim’deki eylemleri sonrasında artan bir izolasyona maruz kaldı. Bu noktada Rusya, ABD’nin kahverengi kıtadan çekilmesiyle genişleyen bu boşluğu doldurdu. Rusya’nın adımı, Sovyetler Birliği’nin bu ülkeleri Soğuk Savaş sırasında müttefikleri olarak tutma konusundaki başarısız girişimleri nedeniyle çektiği acıyı telafi etme amacı taşıyordu.
Rusya’nın Sudan kapısı aracılığıyla Afrika’ya dönüşü, ‘diktatör rejimlerin gölgesinde doğrudan ve vekalet çatışmalarının artmasından beslenen’ bölgedeki jeopolitik kaymaların bir sonucudur. Rusya’nın Afrika’ya dönüşü, eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Kasım 2017’de Moskova’yı ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den yardım istemesi sonrasında gerçekleşti.

Wagner’in görevi
Wagner güçlerinin Afrika’daki fiili etkisi, yoğun tartışmalarla çevrili. Öyle ki saklanma girişimleri ve aynı zamanda doğal kaynaklar açısından zengin ülkelerdeki varlıkları göz önüne alındığında, belirli güçlere atfedilmesi zor olan operasyonları gerçekleştirme yeteneği, bu tartışmaları körüklüyor. Bu kuvvetler etkili bir araç olmasına rağmen, Rusya’nın Afrika’ya yönelik dış politikasında kullandığı enstrümanlardan olmaya da devam etmektedir. Ayrıca Rusya, Putin’in Ekim 2019’da Soçi’deki ilk Rusya-Afrika zirvesinin bitiminde yaptığı konuşmada atıfta bulunduğu ABD veya Çin gibi diğer ‘düşman uluslararası güçleri’ kışkırtmaya karşı da temkinliydi. Zirveye, Kıta ülkelerinden yaklaşık elli temsilci katılmıştı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Çin ile Afrika arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 185 milyar doları bulurken Moskova, zirve sırasında Afrika ile 20 milyar doları aşan ticaret alışverişini artırma ihtiyacına odaklandı. Aynı şekilde güvenlik işbirliğine atıfta bulunan Moskova, kendisini istikrarsızlaşmaya ve gerginliklere karşı Afrika ülkelerinin koruyucusu olarak gösteriyor gibiydi.
Kısa süre sonra Wagner güçleri, ‘düzenli kuvvetlerin kapsamı dışındaki çalışmalarıyla kötü bir üne sahip olduğu ve ihlallerin sorumluluğundan kolayca sıyrıldığı’ çatışma alanlarında daha net bir şekilde ortaya çıktı. Elverişli koşullar, fiilen devreye girerek veya düzenli kuvvetleri tavsiye ve planlama ile destekleyerek askeri operasyonların sürdürülmesini sağladı.
Farklı bölgelerde altın aramak ve Sudan ile Orta Afrika Cumhuriyeti arasındaki sınırın ötesine ihraç etmek suretiyle koşullar, Wagner güçlerinin Sudan’a girmesinin yolunu açtı. Eski rejimin güvenlik ihtiyaçlarıyla başlayan Rusya’nın ‘orduya silah sağlayarak ve Sudan güçlerini eğiterek ortaya koyduğu’ iş birliğine olanak tanıdı. Ayrıca Rusya’ya, Hartum rejimi ile Wagner arasında bir aracı olan başka bir Rus şirketi aracılığıyla altın arama ayrıcalıkları sağlandı.

Uluslararası yaklaşım
Moskova, Beşir’in devrilmesi sonrasında geçici hükümet ile temaslarını sürdürdü ve denizcilik alanında iş birliğini güçlendirmeyi amaçlayan iki askeri anlaşma ve Port Sudan’ın kuzeyinde Kızıldeniz kıyılarında bir deniz askeri üssü inşa etme projesi imzaladı. Üs, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Afrika’daki ilk Rus askeri üssü.
Hartum aracılığıyla Ocak 2018’de Rus etkisi, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne doğru genişledi. Bu bölgelerde Moskova, altın madenciliği ve elmas çıkarma sözleşmeleri imzaladı.
Öyle görünüyor ki ekonomik sorunları sürdüren dağınık ekonomik anlaşmalara itimat eden bu güçler aracılığıyla, Rusya’nın ilerleyişini engelleyebilecek hiçbir şey yok. Bu noktada Afrika ülkelerinin Batı koşullarına ayak uydurmasına izin verecek uluslararası bir yaklaşım sağlamak için Çin’in rolüyle de bir paralellik bulunuyor.

Altta yatan faktörler
Söz konusu güvenlik şirketlerinin orta bölgelerdeki varlığı, ABD ile başladı. Zira askeri güvenlik şirketlerinin çoğu, ABD’ye bağlı. George W. Bush yönetimindeki varlıkları, 1997 yılında fabrikaların ve özel askeri şirketlerin kurulmasına izin veren yasal bir çerçevede kurulmuş ‘Blackwater’ şirketi ile yasallaştırıldı. Söz konusu şirket, diğer ülkelere ek olarak, özel güvenlik görevlerini yürütmek için ABD tarafından orduya alımlarda aktifti. ABD şirketi, dünyanın en büyük güvenlik şirketlerinden biri olan ve kurulduğu 2004 yılından bu yana çoğu ülkede görev yapan İngiliz şirketi ‘G4S’ ile rekabet ediyor.
Bu şirketlerin ‘faaliyetlerini uluslararası hukuka aykırı olmayan meşru amaçlar’ doğrultusunda beyan etmelerine rağmen, birçok skandal onların peşini bırakmadı. Blackwater’in 2003 yılında Irak’taki Koalisyon güçlerine verdiği destek sırasında açıklanan en önemli hedefleri, ‘terörle mücadele, Saddam Hüseyin rejiminin El Kaide teröristlerine verdiği desteğin önüne geçmek, uluslararası barış ve güvenliği, kamu özgürlüklerini korumak ve demokrasiyi tesis etmek’ idi.
Ancak bu hedefler, Batı karşıtı bir diktatörlüğü ve onun liberal ilkelerini temsil ettiği için Wagner açısından geçerli değil. Ayrıca Blackwater’ın müdahalesinin ekonomik hedefin ve maddi kârın ötesine geçen hedefleri vardı. Bu hedefler de ABD’nin çıkarlarının korunmasını garanti eden bir düzenin kurulması ve askeri üslerin kurulmasıydı. Zamanla Wagner şirketi, Afrika’da güvenlik ve askeri eylemler gerçekleştirme karşılığında çeşitli ülkelerin hükümetleriyle sözleşmeler imzalayarak, daha etkili bir hal aldı.

Rus genişlemesi
Wagner güçlerinin aktif olduğu Libya, Sudan ve Orta Afrika ülkelerinin Çad’ı kuzey, doğu ve güney olmak üzere üç taraftan kuşatması, Çad Devlet Başkanı Mahamat Kaka Deby’i endişelendirdi. Bu kuşatma ayrıca bir yandan ‘terörle mücadele eden ve Orta Afrika’daki etnik şiddetin hareketini Çad içlerine yayılmaması için sınırlamaya çalışan’, bir yandan ‘Libya’nın güneyindeki diğer muhalif kabilelerle daha fazla boğuşmamak için muhalefeti uzlaşmaya çekmeye uğraşan ve diğer yandan da Darfur sorununu çözmeyi amaçlayan’ ülkesinde bir kargaşaya neden oldu.
Babası eski Devlet Başkanı İdriss Deby’nin ayak izlerini takip eden Mahamat Kaka, Sudan hükümeti ve Egemenlik Konseyi ile ve Çad’la iç içe geçmiş kabileleri temsil eden silahlı hareketler ile ittifakını sürdürmeye çalışıyor. Beşir ile anlaşmazlığa düşmeden ve Hızlı Destek Güçleri olarak adlandırılan güçler, Egemenlik Konseyi’nin şu anki başkan yardımcısı Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hemideti) komutasına geçmeden önce Baba Deby, Cancavid milislerinin eski lideri Musa Hilal’in kızıyla evliliğini tebrik eden Ömer el-Beşir rejimiyle uzun süredir müttefikti. Şu an ise oğul Deby kendisini, Hamideti ve diğer silahlı hareketlerle olan bir ittifakın ortasında buldu. Bu tür bir ittifak, Darfur bölgesindeki savaşında eski rejim altında vekil olarak faaliyet gösteren Hızlı Destek Güçleri’nin rolünün doğasından kaynaklanıyor. Bu adım ayrıca, Fransızların çekildiği bu bölgedeki Rus hırslarının yanı sıra, özellikle Çad’ın ‘Rusya’nın bu güçler aracılığıyla yayılması’ korkusu nedeniyle kendisi ve Wagner arasındaki uyumu da güçlü kılıyor.



Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
TT

Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen son telefon görüşmesi, Macron’un girişimiyle 1 Temmuz Salı günü yapıldı. Elysee Sarayı, görüşmenin iki saati aşkın sürdüğünü ve İsrail ile ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri, uzmanları ve askeri liderlik kadrolarından isimleri hedef alan saldırılarından birkaç gün sonra, özellikle İran’ın nükleer dosyasına odaklandığını açıklamıştı.

Ancak görüşmede Ukrayna’daki savaş da ele alındı. Elysee’ye göre, tarafların yaklaşımları arasındaki derin fark nedeniyle temas adeta ‘sağırlar diyaloğu’ niteliği taşıdı. Buna rağmen Elysee’den yapılan açıklamada, Emmanuel Macron ile Vladimir Putin’in bu başlıkta temaslarını sürdürme kararı aldıkları belirtildi.

Macron, ABD Başkanı Donald Trump dışında, Putin’e yönelik diplomatik izolasyon kuralını bozan tek Batılı lider konumunda bulunuyor. Oysa Macron, son iki yılda Rusya’ya karşı sert çizginin öncülüğünü üstlenmiş, Moskova’ya yönelik mali ve ekonomik yaptırımların savunulmasında, Ukrayna’ya mali ve askeri destek sağlanmasında ve çatışmaların sona erdirilmesinin ardından Rusya’yı caydırmak amacıyla Ukrayna topraklarında asker konuşlandırmayı öngören bir ‘istekliler koalisyonu’ kurulması çağrılarında aktif rol oynamıştı.

xscdf
Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için Berlin'de bir araya gelen Avrupalı liderler aile fotoğrafı çektirdi, 15 Aralık 2025 (EPA)

Macron ayrıca, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy için bir ‘referans noktası’ olmayı hedefledi. Son dönemde Zelenskiy’i üç kez Paris’e davet eden Macron, Ukrayna’ya dördüncü nesil 100 adet Rafale savaş uçağı tedarikini öngören bir mutabakat zaptını da Zelenskiy ile imzaladı.

Avrupa'nın genel görüşüne aykırı hareket ediyor

Macron bir kez daha Avrupa çizgisinin dışına çıktı. Brüksel’de düzenlenen ve Ukrayna’ya 90 milyar euroluk kredi verilmesini onaylayan son Avrupa Birliği (AB) zirvesinin ardından düzenlediği basın toplantısında Macron, Vladimir Putin ile doğrudan diyaloğun yeniden başlatılması çağrısıyla salondaki herkesi şaşırttı. Macron, çağrısını şu sözlerle gerekçelendirdi: “Vladimir Putin’le konuşan kişiler olduğunu görüyorum. Bu nedenle biz Avrupalıların ve Ukraynalıların, bu tartışmayı resmî biçimde yeniden açacak bir çerçeve bulmasının çıkarımıza olduğuna inanıyorum. Aksi takdirde kendi aramızda konuşmaya devam ederiz, müzakereciler ise Ruslarla baş başa pazarlık yapar. Bu ideal bir durum değil.”

Macron’un bu sözlerle, Alaska’da olduğu gibi Putin’le yüz yüze görüşmekten ya da onunla defalarca telefonla temas kurmaktan çekinmeyen ABD Başkanı Donald Trump’a atıfta bulunduğu belirtiliyor. Macron’un söz konusu ifadelerine Rusya Devlet Başkanı’ndan yanıt gecikmedi. Putin, pazar günü düzenlediği basın toplantısında Macron ile ‘diyaloğa hazır olduğunu’ söyledi. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanlığı kaynakları, “Kremlin’in bu girişime açık onay vermesi memnuniyet verici. Önümüzdeki günlerde ilerlemenin en uygun yolunu değerlendireceğiz” açıklamasını yaptı.

adfrg
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, 18 Ağustos'ta Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ile yüz yüze görüştü. (AP)

Macron’un girişiminin sürpriz etkisi yaratması üzerine Elysee kaynakları, olası eleştirilere karşı önlem alarak Moskova ile yapılacak her türlü temasın Zelenskiy ve Avrupalı ortaklarla ‘tam şeffaflık içinde’ yürütüleceğini ve hedefin Ukraynalılar için ‘sağlam ve kalıcı bir barış’ olduğunu vurguladı. Rusya ile diyaloğun neden kesildiğine ilişkin olarak Elysee Sarayı, “Ukrayna’nın işgali ve Putin’in savaşı sürdürme ısrarı, son üç yılda her türlü diyalog ihtimalini ortadan kaldırdı” değerlendirmesinde bulundu. Diyaloğun yeniden başlamasının ise ancak ateşkesin ana hatlarının netleşmesi ve barış müzakerelerinin başlamasıyla mümkün olacağı, bu aşamada Putin’le yeniden konuşmanın faydalı olacağı kaydedildi.

Macron'un girişiminin ardındaki gerekçe

Paris’teki Avrupalı diplomatik kaynaklar, Macron’un girişiminin geç de olsa, ABD’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki arabuluculuk sürecini tek başına yürütmesinden duyulan Fransız-Avrupa kaygısını yansıttığını belirtiyor. Avrupalıların son haftalarda bu süreçte kendilerine bir yer açmayı başarmasına rağmen, Washington’un onları devre dışı bırakma eğilimi gösterdiği değerlendirmesi yapılıyor. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump’ın geçen hafta The Atlantic sitesine yaptığı açıklamalar Avrupa başkentlerinde şok etkisi yarattı. Trump, Avrupalıların “çok konuşup hiçbir şey yapmadığını, bunun kanıtının da savaşın hâlâ sürmesi olduğunu” söylemişti. Öte yandan, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard da geçen hafta X platformunda yaptığı paylaşımda Avrupalıları ve NATO’yu hedef alarak, ‘savaşı tırmandırmakla ve ABD’yi Rusya ile doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalışmakla’ suçladı. Tüm bunların ardından söz konusu kaynaklar şu soruyu gündeme getiriyor: “Washington Kiev’e yardımları keserken, savaşın yükünü Ukrayna’yı destekleyerek esas olarak Avrupalılar taşıyorken, Avrupalıların Putin’le görüşme hakkı neden olmasın?” Kaynaklar, savaşın gidişatının AB ülkelerinin ve genel olarak kıtanın güvenliğini doğrudan ilgilendirdiğini, bu nedenle Putin’le dolaylı değil doğrudan bir diyaloğun gerekli ve önemli olduğunu vurguluyor.

Ancak Macron’un girişimi, AB içindeki ortakları nezdinde olumlu bir karşılık bulmadı. Ne Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ne de Rusya’ya karşı Avrupa liderliği rolünü üstlenmek isteyen Almanya Başbakanı bu çağrıdan memnun kaldı. Almanya Hükümeti Sözcü Yardımcısı Steffen Meyer, hükümetin Macron’un girişiminden ‘haberdar edildiğini’ söylemekle yetinirken, bu dosya nedeniyle ‘AB’nin zedelenmesine dair bir endişe bulunmadığını’ ifade etti.

Macron ve Napolyon Bonapart

Macron’a yöneltilen eleştiriler iki ana noktada toplanıyor. Bunlardan ilki, Rusya ve Vladimir Putin üzerindeki azami baskıyı savunma çizgisinden, Amerikalı müzakerecinin elde edemediği ya da elde etmesinin zor görüldüğü kazanımlara ilişkin ciddi soru işaretleri bulunmasına rağmen, Moskova ile diyaloğa yönelmesi. İkinci eleştiri ise Macron’un, Putin etrafında örülen Avrupa duvarını ve sıkı diplomatik izolasyonu delmiş olması. Eleştirmenlere göre bu girişim, Rus liderine Avrupa içindeki bölünmelerden ve AB ile ABD arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanma imkânı sunuyor.

frgt
Brüksel'de Avrupa zirvesinin sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmeye açık olduğunu ifade etti. (AFP)

Le Monde gazetesi, Zelenskiy’nin Macron’un girişimini kendisiyle görüştüğünü ve bazı çekinceler taşıdığını kabul ettiğini yazdı. Gazete ayrıca bir Avrupalı diplomata atıfta bulunarak, “Avrupa’daki herkes, bir gün Putin’le konuşmak zorunda kalınacağını biliyor. Karmaşık olan ise bu görüşmelerin en uygun çerçevesinin ne olacağı; Avrupa Troykası (Fransa, Almanya, Birleşik Krallık) içinde mi yoksa daha geniş bir formatta mı yapılacağı” ifadelerini aktardı. Bu soru, Macron’un yalnızca Fransa adına mı konuşacağı yoksa Zelenskiy ve Avrupa’daki diğer liderlerden yetki alarak onların adına mı konuşacağı konusunu gündeme getiriyor.

Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık liderleri arasında gizli bir rekabet olduğu kesin, ancak bu durum açıkça ortaya çıkmış değil. Her durumda, önümüzdeki günler ve haftalarda ne olacağını tahmin etmek için henüz erken. Putin’in son basın toplantısında Avrupa liderlerini ‘küçük domuzlar’ olarak nitelemesi, bu sürecin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Rus basını ise 1812’de Napolyon Bonapart’ın Rusya’yı işgalinde uğradığı büyük yenilgiyi sık sık hatırlatıyor; o dönemde Napolyon’un ordusu büyük kayıplar vermiş ve bu macera onun düşüşünün başlangıcı olmuştu.


Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
TT

Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze Şeridi’nde, Hamas ve İsrail’i ateşkese ikna etmede belirleyici bir rol oynadı. İki yıl süren savaşın sona erdirilmesini öngören ateşkes anlaşmasına giden süreçte Washington’un aktif diplomasisi öne çıktı. Savaş boyunca Filistinliler, can kayıpları ve maddi yıkımın yanı sıra sağlık, çevre ve altyapı alanlarında ağır bedeller ödedi.

Trump yönetiminin, Joe Biden döneminde yoğun çabalara rağmen sonuç alınamayan ateşkes girişimlerini başarıyla sonuçlandırdığına dikkat çekiliyor. Biden yönetiminin çabalarının, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümetle yaşanan görüş ayrılıkları nedeniyle başarısız olduğu, Netanyahu’nun ise Trump’ın yeniden iktidara dönüşünü beklediği ifade edildi. Ancak Trump’ın bu dönüşü, ilk başkanlık döneminde İsrail’e sunduğu Kudüs’ün başkent olarak tanınması, Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğinin kabulü ve İbrahim Anlaşmaları gibi adımlarla bire bir örtüşmedi.

Hamas’ın tutumunun kabulü

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Trump’ın, Filistin meselesi ve genel olarak bölgeye ilişkin birçok kararı Netanyahu ve hükümetine dayattığı belirtiliyor. Özellikle Gazze savaşı konusunda Trump’ın, Hamas’a sunulan ateşkes planına hareketin verdiği yanıtı kabul etmesi, İsrail tarafında şaşkınlık yarattı. Bu durum, Netanyahu hükümetini fiili durumu kabullenmeye zorladı ve sonuçta ateşkes anlaşmasına varıldı.

Her ne kadar bu gelişme Trump yönetiminin hanesine bir başarı olarak yazılsa da, İsrail’in son derece kırılgan olan ateşkesi sık sık ihlal etmesinin anlaşmayı tehlikeye sokabileceği uyarıları yapılıyor. Öte yandan, iki yıl süren savaşın Filistinli silahlı grupların, özellikle Hamas ve İslami Cihad’ın askeri kapasitesini büyük ölçüde tüketmesi, tarafları ABD’nin hedeflediği ateşkesin ikinci aşamasına geçmeye zorlayabilir. Bunun için arabulucuların desteği kritik önem taşıyor. Arabulucular, bir yandan Hamas ile İsrail arasında, diğer yandan ABD ile taraflar arasında görüş ayrılıklarını gidermeye çalışıyor. Bu çerçevede ABD’nin rolü, Netanyahu hükümetine anlaşmaya uyması yönünde baskı yapmak olarak öne çıkıyor. Nitekim Washington, İsrail’in Hamas’ın ihlallerini gerekçe göstererek Gazze’ye açılan geçişleri yeniden kapatma girişimlerini birçok kez engelledi; aynı zamanda ticari ve insani yardım taşıyan kamyon sayısının artırılması için baskı uyguladı.

Sembolik baskılar eleştirisi

Buna karşın, Filistinli gruplar ve Gazze’deki durumu yakından izleyen çevreler, bu baskıların bazı durumlarda sonuç verse de çoğu zaman tali konularla sınırlı kaldığını savunuyor. Asıl ihtiyaç duyulanın, Gazze halkı açısından hayati öneme sahip başlıklarda daha etkili baskı kurulması olduğu vurgulanıyor. Bu başlıklar arasında yaşanabilir nitelikte çadırların sağlanması, konteyner evlerin bölgeye sokulması ve ciddi bir yeniden imar sürecinin başlatılması yer alıyor. İsrail’in ise Hamas ve diğer grupların silahsızlandırılmasını, Hamas’ın Gazze’deki yönetimden çekilmesini istediği; bu konuların hâlen ateşkesin ikinci aşaması kapsamında yoğun müzakerelere konu olduğu belirtiliyor.

7ıko9
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Gazze halkının büyük bölümünün, Trump yönetiminin ateşkesi dayatmasının ardından daha somut ve kapsamlı başarılar beklediği ifade ediliyor. Diplomatik girişimler, arabulucular üzerinden kurulan baskı ve Trump’ın zaman zaman dile getirdiği tehditlere rağmen, ABD’nin anlaşmanın tam anlamıyla uygulanması ve Gazze’de yaşam koşullarının iyileştirilmesi konusunda henüz yeterli adımı atmadığı görüşü yaygın. Oysa Gazze’deki sıradan vatandaş için öncelik, siyasi taleplerden ziyade yaşam koşullarının düzelmesi ve yeniden imarın başlaması olarak öne çıkıyor.

İkinci aşama

Hamas ile Trump yönetimi arasında gerçekleştiği belirtilen ve İsrail için sürpriz olan doğrudan temaslar, ateşkesin ikinci aşamasına daha sorunsuz geçilmesi ihtimalini gündeme getirdi. Hamas’ın, arabulucular aracılığıyla sunduğu çeşitli önerileri doğrudan ABD’li yetkililerle ele almak istediği, ancak İsrail’in bu temaslara itiraz etmesi nedeniyle görüşmelerin ertelendiği kaydediliyor. Buna rağmen bazı sızıntılar, bu görüşmelerin gizli şekilde yapıldığına işaret etse de, ne Hamas ne de ABD tarafından resmi bir doğrulama geldi.

rgt
Hamas militanları, 20 Şubat 2025'te Han Yunus'ta İsrailli rehinelerin cesetlerinin Kızılhaç'a teslimi sırasında tabutlardan birini taşıyor (DPA)

Hamas’ın, Trump yönetiminin Ortadoğu’yu ABD ulusal güvenlik stratejisinde “askeri açıdan uzun vadeli angajman değil, ortaklık bölgesi” olarak tanımlayan yaklaşımını dikkatle analiz ettiği ifade ediliyor. Buna göre Washington, Trump döneminde, kendisini düşman olarak sınıflandırdığı aktörlere dahi, etkili ortaklar olabileceklerini kanıtlamaları hâlinde kapıyı tamamen kapatmıyor. ABD açısından belirleyici olanın, kimin yönettiğinden ziyade, işlevsel ve çıkar temelli ortaklık olduğu vurgulanıyor.

Çifte kazanç hesabı

Bu çerçevede Hamas’ın, Trump yönetiminin açtığı bu alanı, Orta Doğu’daki dış politika düğümlerini çözmek için devlet dışı aktörlerle temas kurma arayışında değerlendirmek istediği belirtiliyor. Böyle bir sürecin, Trump açısından Nobel Barış Ödülü hedefi doğrultusunda diplomatik bir kazanım, Filistin meselesi açısından ise İsrail’le çatışmanın geleceğini etkileyebilecek emsalsiz bir anlaşma doğurabileceği ifade ediliyor.

dfgthy
ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Gazze savaşını sona erdirmek için 13 Ekim 2025'te Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentinde bir araya geldi (Reuters)

Ancak Hamas içinde, ABD’ye temkinli yaklaşan bir kanadın da bulunduğu aktarılıyor. Bu kesim, geçmişte verilen ancak hayata geçirilmeyen Amerikan vaatlerini hatırlatıyor. Örneğin, ABD vatandaşı olan İsrailli asker Eydan Alexander’ın, Trump’a jest olarak serbest bırakılmasının ardından sınır kapılarının açılması ve yardımların artırılmasına dair örtük bir anlaşma yapıldığı, ancak İsrail’in bu anlaşmayı uygulamadığı belirtiliyor. Benzer şekilde, İsrailli subay Hadar Goldin’in naaşının teslimine ilişkin mutabakatın da yerine getirilmediği hatırlatılıyor. Bu durumun, ABD’nin İsrail üzerinde gerçek ve etkili bir baskı kurmadığı sürece Gazze’de somut ve kalıcı kazanımlar elde etmesinin zor olacağına işaret ettiği değerlendiriliyor.


İsrail ordusu, Hamas’ın mali sorumlusunu öldürdüğünü açıkladı

Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
TT

İsrail ordusu, Hamas’ın mali sorumlusunu öldürdüğünü açıkladı

Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)

İsrail ordusu, bugün yaptığı açıklamada, Gazze’de Hamas’ın askerî kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın finans bölümünde görevli olduğu belirtilen Abdülhay Zakkut’un öldürüldüğünü duyurdu.

Ordunun sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı açıklamada, “İsrail Savunma Kuvvetleri ile iç istihbarat servisi Şin Bet’in ortak faaliyeti kapsamında, yaklaşık iki hafta önce Gazze kentinde yaşayan ve Hamas’ın askerî kanadının mali yapılanmasında yer alan Abdülhay Zakkut etkisiz hâle getirildi” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, Zakkut’un Raid Saad ile birlikte araçta bulunduğu sırada hedef alındığı belirtildi. Son bir yıl içinde Zakkut’un, Hamas’ın askerî kanadına aktarılmak üzere onlarca milyon dolar toplamak ve transfer etmekten sorumlu olduğu, bu kaynakların İsrail’e karşı yürütülen çatışmaların sürdürülmesi amacıyla kullanıldığı öne sürüldü.

İsrail ordusu, yaklaşık iki hafta önce Gazze kentinde bir araca düzenlenen hava saldırısında Raid Saad’ın da öldürüldüğünü açıklamış, Saad’ı 7 Ekim 2023’teki saldırıların planlayıcılarından biri olarak tanımlamıştı.

Saad’ın, ekim ayında ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden bu yana Hamas içinde öldürülen en üst düzey isim olduğu belirtilirken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Savunma Bakanı Yisrael Katz, söz konusu saldırının Gazze’nin güneyinde iki İsrail askerinin el yapımı patlayıcının infilak etmesi sonucu yaralanmasına misilleme olarak gerçekleştirildiğini ifade etmişti.

Cibaliya’da bir kişi hayatını kaybetti, 4 kişi yaralandı

Filistin kaynakları, İsrail ordusunun bugün Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya’da düzenlediği saldırılarda bir Filistinlinin hayatını kaybettiğini, dört kişinin de yaralandığını bildirdi.

Filistin haber ajansı SAFA’ya göre İsrail güçleri Cibaliya beldesindeki el-Curn bölgesinde bir Filistinliyi ateş açarak öldürdü. Ayrıca İsrail topçusunun sabah saatlerinde Gazze Şeridi’nin doğusundaki bölgelere yoğun atışlar yaptığı, savaş uçaklarının ise Gazze’nin güneyindeki Han Yunus’un doğusuna iki hava saldırısı düzenlediği aktarıldı.

Ajans, Han Yunus’ta çok sayıda sivil yerleşimin geniş çaplı yıkıma uğradığını da kaydetti.