Sina Yarımadası’nda terör saldırısı:11 Mısır askeri öldü

Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri saldırıyı kınarken Mısır ile dayanışma içerisinde olduklarını açıkladılar

Sina'da Mısır ordusuna ait zırhlı araçlar (Arşiv - AFP)
Sina'da Mısır ordusuna ait zırhlı araçlar (Arşiv - AFP)
TT

Sina Yarımadası’nda terör saldırısı:11 Mısır askeri öldü

Sina'da Mısır ordusuna ait zırhlı araçlar (Arşiv - AFP)
Sina'da Mısır ordusuna ait zırhlı araçlar (Arşiv - AFP)

Mısır Silahlı Kuvvetleri’nden dün yapılan açıklamada, Sina Yarımadası’nın batısında bir terör saldırısının engellendiği duyurulurken terörü ortadan kaldırmak ve köklerini kurutmak için verilen mücadelenin sürdüğü vurgulandı.
Açıklamada, Sina Yarımadası'ndaki bir su pompa istasyonuna yapılan terör saldırısının engellendiğini belirtildi. Mısır Ordu Sözcüsü tarafından yapılan açıklamaya göre Sina Yarımadası'nın sularının yükseldiği noktaya (tekfirci)  bir grubun saldırması ve bu noktada görevli askerlerle aralarında çıkan çatışma sonucunda bir subay ve 10 askerin öldü, 5 asker yaralandı. Ordu Sözcüsü, terörist unsurların Sina'daki izole bölgelerden birinde peşlerine düşüldüğünü ve etrafının sarıldığını vurguladı.
Mısır’da ordu ve polis, bölgeyi terör örgütü DEAŞ’a biat eden ‘Ensar Beyt’ul-Makdis’ örgütü üyelerinden temizlemek için 2018 yılının Şubat ayından bu yana Sina Yarımadası’nın kuzeyi ve orta kesimlerinde büyük bir operasyon yürütüyor. Örgüt adını 2014 yılında adını ‘Sina Vilayeti’ olarak değiştirmişti. Sina’da operasyon, ‘Kapsamlı Mücadele Operasyonu’ olarak anılıyor.
Gözlemcilere ve güvenlik uzmanlarına göre Sina Yarımadası'nda güvenlik güçlerine yönelik terör saldırılarının sıklığı, son dönemde güvenlik güçlerinin terörist unsurların bulunduğu noktalara yönelik önleyici saldırıları sayesinde önemli ölçüde azaldı. Sina Kabileleri Birliği, birkaç gün önce yaptığı açıklamada, Sina Yarımadası’nın kuzeyinden ailelerin, bölgede önde gelen 3 (terörist) unsurun etkisiz hale getirildiği operasyonlarda Mısır güvenlik güçleriyle iş birliği yaptıkları belirtildi. Açıklamada, etkisiz hale getirilenler arasında örgütün bölge emirinin de olduğu kaydedildi.
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, geçtiğimiz ayın sonlarında Sina Yarımadası’nın kurtuluşunun 40. yıldönümü kutlamaları sırasında geçtiğimiz yıllarda ‘silahlı gruplar’ ile yaşanan şiddetli çatışmalara işaret ederek ‘Sina Yarımadası'nın yeniden inşasının kendisinin önceliklerinden biri olduğunu’ vurguladı.
Öte yandan Suudi Arabistan ile bazı Körfez ve Arap ülkeleri, Mısır'da Sina'nın batısındaki bir su pompa istasyonunu hedef alan ve Mısır Silahlı Kuvvetleri mensuplarından 11’inin ölümüne ve 5’inin yaralanmasına yol açan terör saldırısını şiddetle kınadıklarını ifade ettiler. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Suudi Arabistan’ın Mısır'ın güvenliğine ve istikrarına yönelik tüm tehditlere karşı Mısır’a tam destek verdiği belirtilirken Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin bu tür terör ve sabotaj eylemlerine karşı mücadelede oynadığı role övgüde bulunuldu. Ayrıca, Suudi Arabistan’ın kurbanların ailelerine, Mısır hükümetine ve halkına en taziyeleri, tüm yaralılara acil şifalar dileği iletildi.
Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Katar dışişleri bakanlıkları tarafından yapılan açıklamalarda terör saldırısı şiddetle kınanırken Mısır hükümeti ve halkına, ölenlerin ailelerine ve yakınlarına taziyeleri iletildi ve tüm yaralılara acil şifalar temennisinde bulunuldu.
Kuveyt Dışişleri Bakanlığı’ndan dün yapılan açıklamada, Kuveyt'in Mısır’ın yanında olduğu, güvenlik ve istikrarını korumak için aldığı tüm önlemlerin yanı sıra, radikalizm ve terörle mücadele çabalarını desteklediği vurgulandı. BAE Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada ise BAE'nin terör eylemlerini şiddetle kınadığı, güvenliği ve istikrarı bozmayı hedefleyen, insani değerler ve ilkelerle çelişen her türlü şiddet ve terör eylemini tamamen reddettiği teyit edildi.
Bahreyn Dışişleri Bakanlığı ise Bahreyn’in teröre karşı mücadelesinde Mısır ile dayanışma içerisinde olduğu, aşırılık yanlısı terör örgütlerine karşı güvenliğini, istikrarını ve vatandaşlarını korumak için aldığı tüm önlemleri yanı sıra, gelişme yolundaki adımlarını, kardeş Mısır halkının güvenlik, refah ve özlemlerini karşılayacak şekilde sürdürmesini desteklediği vurgulandı.
Aynı şekilde Sina Yarımadası’ndaki terör saldırısını kınayan Katar’ın Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Katar’ın gerekçesi ve nedeni ne olursa olsun her türlü şiddet ve terörü reddetmede kararlı olduğu yinelendi.
Diğer taraftan Mısır'da İkinci Terör Dairesi dün, basında ‘Ramses Olayları’ olarak anılan davada yargılanan 26 sanığın yeniden yargılanmasına ilişkin sanıkların avukatları tarafından yapılan savunma oturumunun 3 Temmuz'a ertelenmesi kararı aldı.
Savcılık, davada sanıklara başkent Kahire'de Ramses Meydanı'ndaki El-Fetih Camisi’ni tahrip etmek, camide namaz kılınmasını engellemek, kasten adam öldürmek ve yıkıcı amaçlarla sabotaj saldırısı düzenlemeye teşebbüs etmek, örgüt kurmak, zorbalıkta bulunmak, kamu ve özel tesislere zarar vermek, yol kapatmak ve trafiğin akışını aksatmak gibi suçlamalarda bulundu. Tüm olaylar, Mısırlı yetkililerin ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırdığı Müslüman Kardeşler’in (İhvan) destekçilerinin eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin Temmuz 2013'te iktidardan uzaklaştırılmasının ardından 16-17 Ağustos 2013 tarihlerinde Kahire’deki Rabia Meydanı’nda ve Giza şehrindeki Nahda Meydanı’nda düzenledikleri iki oturma eyleminin dağıtılmasının ardından meydana geldi.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.