İnci Mecdi
Son iki yılda dünya sahnesinde yaşananlar, ABD’nin dünyadaki etkisinin azalması da dahil her şeyin mümkün olabileceğini kanıtladı. ABD’nin, askeri gücü, ekonomisi, bilgi teknolojileri sektöründeki hegemonyası ve uluslararası kuruluşlar aracılığıyla yaptığı uluslararası yardımlar gibi alanlarda, dünya genelinde etkisinin azaldığı düşüncesi, hem ABD içinde hem de dışında birçok konuşmada birinci gündem maddesi haline geldi.
ABD'nin küresel etkiye sahip bir süper güç olmadığı yönündeki söylemler, Kovid-19 salgını çerçevesinde Washington ve diğer uluslararası güçlerin krizi birlikte çözecek adımlar atmak yerine birbirlerinden uzaklaşarak tek taraflı, izole bir yaklaşım benimsemesiyle ivme kazandı. Bu durum, Kovid-19’a karşı aşıların dağıtımı sürecinde, özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) bu aşıların küresel olarak dağıtımındaki eşitsizliği defalarca eleştirmesi nedeniyle daha da belirgin hale geldi.
Dünyanın küresel bir liderinin olmadığından ve 1940'lı yıllarda İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan tek kutuplu dünyanın çöküşünden bahsedilen bir dönemde ABD’nin geçtiğimiz yaz Afganistan'dan askeri olarak geri çekilmesinin kaos görüntüleri ABD’nin dünya liderliğinin giderek azaldığına yönelik söylemleri artırdı.
Ülkelerinin yönetimini yeniden ele geçiren Taliban Hareketi’nden kaçmak için koşuşturan, ABD’nin tahliye uçaklarına tutunmaya çalışan, ancak bazıları kağıt gibi süzülerek yere çakılan Afganların görüntüleri uluslararası basında yer aldı. Bu görüntüler, insanların bilinçaltına ABD’nin artık dünyanın uzun zamandır zayıfların savunucusu olarak bildiği güç olmadığını, trilyonlarca dolarlık askeri gücünün 20 yıl süren çatışmaların ardından Afganistan'daki bir silahlı gruba karşı dahi bir savaş kazanamayacağı mesajını gönderdi.
ABD’nin en güçlü silahı dolar
Afganistan'daki bu trajik görüntülerden sadece birkaç ay sonra, ABD kendisini on yıllar sonra en zorlu mücadelesiyle karşı karşıya buldu. Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş, üçüncü bir dünya savaşı tehdidi bir yana, ABD’nin nüfuz bölgelerine yönelik bir dizi meydan okumayı da gün yüzüne çıkardı.
ABD, dünyanın en güçlü ordusuna sahip olsa da, dolar en büyük silahı olmaya devam ediyor. Ancak son birkaç ay içindeki gelişmeler, ABD’nin bu en güçlü silahı için tatsız beklentileri de beraberinde getirdi. Dolar yaklaşık 80 yıllık egemenliğinin ardından, küresel rezerv para biriminin statüsünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olabilir.
Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli haber ağı CNN’den aktardığı habere göre şu an 12,8 trilyon dolar değerindeki küresel para rezervlerinin yaklaşık yüzde 60'ı dolar cinsinden tutuluyor. Bu da ABD’ye sadece ekonomik rekabet açısından değil, aynı zamanda doların bir yaptırım silahı olarak kullanılmasında da büyük bir avantaj sağlıyor. Çünkü Washington istediği zaman diğer ülkelerin merkez bankalarının dolara erişimini engelleyebilir. Tıpkı Rusya’yı Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş nedeniyle cezalandırmak için yaptığı gibi ülkelerin ekonomilerini dünyadan izole edip kurutabilir. Eski Hindistan Merkez Bankası (RBI) Başkanı Raghuram Rajan’ın tanımıyla ‘ekonomik bir kitle imha silahı’ olan dolar bir güçtür.
Washington, Moskova’nın döviz rezervlerindeki 630 milyar doları dondurdu ve Rusya para birimi rublenin değerini ciddi şekilde baltaladı. Böylece ABD, Amerikan askerini savaşa dahil etmeden Rusya'yı cezalandırabildi. Ancak Washington’ın bu silahı Moskova’ya karşı güçlü bir şekilde kullanması, döviz sepetlerini dolardan uzaklaştırarak sonlarının Rusya gibi olmaması için çalışan diğer ülkeler arasında endişelere yol açtı. Bank of America (BofA) Stratejisti Michael Hartnett, doların silah olarak kullanılmasının onu zayıflatabileceği uyarısında bulundu. Hartnett, küresel finansal sistemlerin balkanlaşmasının (parçalanmasının), ABD’nin rezerv para birimleri alanındaki rolünü baltaladığını da sözlerine ekledi.
Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından Nisan ayında hazırlanan bir rapor, doların uluslararası rezervlerdeki payının, son yirmi yılda, yaklaşık olarak ABD'nin terörizme karşı savaşına başladığı, birkaç ülkeye ve kuruluşa terörizm nedeniyle yaptırımlar uyguladığı dönemde düşüş yaşadığına işaret etti. Rapora göre o dönemden beri, bir yığın rezerv dolardan Çin’in para birimi yuana ve daha küçük ülkelerin para birimlerine kaydırıldı. Raporun yazarları, bu gözlemlerin uluslararası sistemin gelecekte nasıl gelişeceğine dair ipuçları sağladığına dikkati çektiler.
Ancak gözlemciler, alternatiflerin yeterince iyi olmaması ve ABD'nin dünyanın geri kalanı için çekici olmaya devam etmesi nedeniyle doların küresel etkisini kaybedeceğini düşünmüyorlar. Her ne kadar Çin yıllardır yuanı bir alternatif olarak sunmaya çalışsa da, küresel işlemlerde doların kullanımı yüzde 40 iken yuanın kullanımı sadece yüzde 3'ü buluyor. Bunun yanında ABD borsası dünyanın en büyük ve en fazla akışın olduğu borsasıdır. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre küresel Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) akışları 2021 yılında yüzde 77 artarak yaklaşık 1,65 trilyon dolara ulaştı. ABD’deki DYY akışları oranı ise aynı yılda yüzde 114 artarak 323 milyar dolara yükseldi.
Çin, ABD için ekonomik bir ikilem yaratıyor
Çin’in ekonomik yükselişi ABD için güçlü bir meydan okuma oluştururken Çin, daha fazla ülkeyi ekonomik nüfuz bölgesine çekmek için Ukrayna savaşından yararlanıyor. ABD ve Batı ülkeleri, bazı Rus bankalarının uluslararası ödemeler ağı SWIFT’den çıkararak küresel ekonomik sistemden izole ettikten sonra Moskova, Rusya’ya yönelik uluslararası yaptırımlar çerçevesinde Rus ekonomisine destek sağlamaya yardımcı olan Çin'i bir sığınak olarak gördü. Çin’in desteğiyle ruble savaş öncesi seviyelerine geri dönerken SWIFT’e alternatif bir sistem sağlandı.
ABD’deki Michigan Üniversitesi tarafından yayınlanan Michigan Daily gazetesi, Avrupa ve Asya'da gelecekteki çatışma olasılıklarının artması ve demokrasilerin sayısının azalmasıyla birlikte ABD’nin, Doğu Avrupa, Asya ve Afrika'nın Çin ile ittifakına müsamaha göstermekte zorlandığını yazdı. Gazeteye göre Washington’ın, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ndeki (NATO) müttefikleriyle güçlü ilişkileri sürse de birçoğu, özellikle Batı Avrupa ülkeleri, ABD'dekine benzer bir durgunluk yaşadı.
Çin'in dünyanın süper gücü olarak ABD'yi atlatmak için Batı'nın zayıflığından hızla yararlanacağını düşünen gazete, bu nedenle, ABD’nin çeşitli bölgelerden büyük askeri çekilmeleri konusunda uyardı. Gazete, ABD’nin Asya ülkelerinin yanı sıra Çin ile ticaretten elde ettiği çıkarlara benzer insan kaynaklarına sahip olan Hindistan ve Endonezya gibi ülkelerle ticari ilişkilerini de pekiştirerek gücünü artırmak için cesur adımlar atması gerektiğini vurguladı. Gazeteye göre Washington, çoğu benzer büyüme potansiyeline sahip olan Güney Amerika'daki müttefiklerinin gelişimine büyük yatırımlar yaparak Çin'in Afrika'daki devasa yatırımına meydan okumalı. Gazete, Washington’ın dolarla ticareti teşvik ederek, yalnızca ABD ekonomisini geliştirmek için değil, aynı zamanda rezerv para birimi olarak statüsünü korumak için de bir fırsatı olduğunu kaydetti.
Teknoloji alanında rekabet
Teknoloji alanındaki rekabet aynı zamanda küresel gücün temel dayanaklarından biridir. ABD, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinin bulunduğu Silikon Vadisi'ne sahip olsa da, Çin açıkça teknolojik liderliği ulusal gücün anahtarı olarak tanımlamıştır. Pekin, küresel gücün genel dengesini yeniden kurma girişimi çerçevesinde kendi teknoloji üssünü inşa etmeye çalışırken aynı zamanda sahip olmadığı teknolojiyi yabancı kaynaklardan edinerek kontrol edebileceği bağımsız ulusal yetenekleri geliştirmeye çalışıyor.
Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nde (CSIS) Stratejik Teknolojiler Programı kıdemli başkan yardımcısı ve direktörü James Lewis, konuya ilişkin değerlendirmesinde, teknolojinin küresel rekabeti şekillendirmedeki uzun soluklu etkisinin, devlet ve devlet dışı aktörler arasında gücü yaymadaki rolü olduğunu söyledi. Lewis’e göre ticari teknolojik ilerlemelerden daha çok yararlanabilen ülkeler, iş ve askeri güçte nispeten daha iyi performans gösterecekler.
Dış yardımlar ve altyapı
Çin, ABD’nin Dünya Bankası ve IMF gibi alanlarında uzman BM kuruluşları üzerindeki hegemonyasına meydan okuyan küresel bir ekonomik etki edinmeye çalışıyor. Pekin, Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesinde Asya Altyapı Yatırım Bankası aracılığıyla Asya, Afrika ve Avrupa'yı birbirine bağlayan devasa altyapı projelerine finansman sağlamaya çabalıyor. Aralarında Rusya ve Pakistan'ın da bulunduğu sekiz üyeden oluşan Şanghay İşbirliği Örgütü'nü (ŞİÖ) kuran Çin, konumunu sağlamlaştırmak için dünya genelinde birçok limanı ya kiraladı ya da satın aldı. ABD’nin Avrupa ülkeleri ve İsrail gibi bazı müttefikleri büyük projelere girmeye ve Çin ile ilişkilerini geliştirmeye başladılar. Aynı şekilde bazı Afrika ve Ortadoğu ülkeleri de Çin’in en yakın ekonomik ortaklarından haline geldiler.
Washington merkezli ABD-Arap İlişkileri Ulusal Konseyi’nde (NCUSAR) Yakın Doğu ve Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (NESA) kıdemli araştırmacılarından Profesör David Des Roches, The Independent Arabia’ya yaptığı değerlendirmede, ABD’nin dünya liderliğinin gerilediği düşüncesini reddetti. Soğuk Savaş sırasında, iki rakip bloğun küçük ve orta ölçekli devletlerde nüfuz kazanmak için dış ve askeri yardımlara çok fazla harcama yaptığını söyleyen Prof. Des Roches, “Örneğin, Soğuk Savaş olmasaydı, Asvan Yüksek Barajı yapılmazdı!” dedi.
Çin’in deniz aşırı bölgelerde özellikle Afrika’da inşaat ve kalkınma alanlarında önemli bir oyuncu haline geldiğini söyleyen Prof. Des Roches, projelerinin eski Soğuk Savaş modelinden önemli ölçüde farklı olduğunu da sözlerine ekledi. Çin’in yurtdışındaki projelerinin genellikle belirli hedeflere hizmet etmeyi ve Çin’e kâr getirmeyi amaçladığı ifade eden Prof. Des Roches, bazı durumlarda inşaatların, projenin tamamlanmasından sonra da buralarda kalmaya devam eden Çinli işçiler tarafından yapıldığını, dolayısıyla bu tür bir kârın Çin’in yurtdışındaki nüfuzunu sınırlandırdığını belirtti.
Prof. Des Roches, Çin ve Rusya'nın fırsatçı olmalarına, ABD'den gelen herhangi bir boşluk veya zayıflıktan yararlanmaktan her zaman mutluluk duymalarına ve İran’ın Ortadoğu'da baskın güç olmayı arzulamasına rağmen, ABD’nin herkesin önemli bir güç ve güvenlik garantörü olarak gördüğü tek ülke olmaya devam ettiğini vurguladı. Prof. Des Roches, diğerlerinin ise bölgesel olarak hareket etmek ve suları daha fazla bulandırma isterken, ABD'nin yeteneklerinin benzersiz olduğunu da sözlerine ekledi.
ABD’de bulunan Arizona Üniversitesi tarafından ‘ABD, Soğuk Savaş'ı küresel etki üzerinden kaybediyor’ başlığıyla yayınlanan bir analizde ABD'deki demokrasi ile Çin ve Rusya'daki otoriterlik arasındaki küresel etki üzerindeki rekabet ele alındı. Analizin yazarı Simon Anthony Lee, Çin'in yükselişin karşısında ABD’nin önünde birkaç seçenek olsa da, en etkili yollardan birinin dış politikası aracılığıyla insan haklarını desteklemek ve savunmak olduğu sonucunu vurguladı. ABD’nin bu konuda dünyanın geri kalanı için bir ‘umut ışığı’ olmaya devam ettiğinin altını çizen Lee, ABD’nin bir yandan da iklim değişikliği ve ekonomik ticaret gündemi üzerinde çalışması, Afrika Birliği (AFB) ve Karayip Ortak Pazarı (CARICOM) gibi kuruluşlarla adil ticari ilişkiler kurması ve bu ilişkileri sürdürmesi ve Trans-Pasifik Ortaklığı’nı (TPP) güçlendirmesi gerektiğini belirtti. Lee, altyapı standartlarının uluslararası iklim planına dahil edilmesini de önerdi.
ABD, Hint-Pasifik bölgesindeki müttefikleri olan Japonya, Hindistan ve Avustralya ile kurduğu QUAD ve İngiltere ve Avustralya’nın yer aldığı güvenlik ittifakı AUKUS gibi ittifaklar aracılığıyla çeşitli ortaklıklara öncelik vermeye başladı. Sadece bu kadarla kalmadı. ABD Başkanı Joe Biden, bir yandan Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla meşgulken dünyanın bugün küresel siyaset ve ekonominin en önemli belirleyicisi olarak Çin'e ve Hint-Pasifik bölgesinin jeopolitik önemine yönelik dikkatinin dağılmamasını istiyor. Bu çerçevede Biden, 10 üyeli Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) ülkelerinin liderlerini, 45 yıl sonra ilk kez Beyaz Saray'da ağırladı. Biden, Güneydoğu Asya ülkelerinin altyapıları, güvenlikleri, salgınlara karşı hazırlık durumları ve diğer çabalarına 150 milyon dolarlık yardımda bulunma sözü verdi.