Yemen hükümetinden BM’nin çabalarına destek

Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg.
Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg.
TT

Yemen hükümetinden BM’nin çabalarına destek

Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg.
Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg.

Husi milisleri, Birleşmiş Milletler (BM) Özel Temsilcisi Hans Grundberg’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) verdiği brifinge, ateşkesi uzatmaya ve kapsamını genişletmeye yönelik tutumuna karşı çıktı. Husiler, uluslararası toplumu düşmanlıkla suçladı ve BM arabulucusunun karşılanamayacağını dile getirdiği şartlarını yeniden ileri sürdü.
İran destekli Husiler ateşkesi uzatmayı ve kapsamını genişletmeyi reddetmeye devam ederken Yemen’in BM’deki daimi temsilcisi, hükümetinin Grundberg’in insani alanda yaşanan acıları hafifletme kararlılığı çerçevesinde sarf ettiği çabaları desteklediğini vurguladı.
Grundberg, BMGK’da Husilerin ateşkesi uzatma ve kapsamını genişletme önerisine karşı çıktığını belirterek bu konudaki üzüntüsünü dile getirdi. Husi grubun, ateşkesin ardından yeniden savaş başlatmasına ve ateşkesin kazanımlarını tehlikeye atmasına karşı uyarıda bulundu.
Grundberg’in Husiler tarafından karşı çıkılan planı, tüm saldırıların durdurulmaya devam edilmesi, gerilimi azaltmak üzere aktif bir iletişim ve koordinasyon kanalı olarak Askeri Koordinasyon Komitesinin güçlendirilmesi, memur maaşlarının ve emekli maaşlarının düzenli ödenmesi için şeffaf ve etkili bir ödeme mekanizması kurulması, Taiz ve diğer illerde yolların kademeli olarak açılmasının yanı sıra Sanaa Uluslararası Havalimanı’na uçuşların ve destinasyonların sayısını artırılması ve Hudeyde limanlarından düzenli ve engelsiz yakıt akışını sağlanması ile  tutukluların derhal serbest bırakılması taahhüdü verilmesini kapsıyor.
Husi medya kaynaklarının aktardığına göre darbe grubunun sözde Dışişleri Bakanlığı, Grundberg’in verdiği brifinge Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daha önceki bir açıklamasında ‘aşırılıkçı’ olarak nitelendirdiği şartlarını yineleyerek yanıt verdi.
Husi milisleri, silah kaçakçılığını ve İranlı uzmanların gelişini kolaylaştırmak için Sanaa Havaalanı’nın ve Hudeyde limanlarının kısıtlama olmaksızın açılmasını şart koşuyor. Aynı zamanda, Hudeyde limanlarının gelirlerinden, vergilerinden, gümrüklerinden, telekomünikasyon sektörünün kaynaklarından ve kendisine bağlı devlet kurumlarından elde ettiği gelirlerden hiçe sayarak, silahlı milislerinin maaşlarının ödenmesinin ve kurtarılmış bölgelerden çıkarılan petrol ve gaz ödemelerinin meşru hükümetle paylaşılmasını öngörüyor. Husi milisleri yaptığı açıklamada BMGK toplantısına tepki gösterdi ve uluslararası toplumu ‘insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir değer kaybı ve ahlaki düşüşten muzdarip’ olduğunu ileri sürdü. Açıklamaya göre Husiler ayrıca ABD, İngiltere ve Fransa’yı gruba karşı ‘düşmanca tutum’ benimsemek ve ‘gayrimeşru kazanımlar elde etmek amacıyla barışı engellemek ve savaşı uzatmak’ ile suçladı.
Yemen hükümeti ise BM’nin Yemen’de yürüttüğü barış çabalarında, Husi milislerin uzlaşmazlığı ve Yemenlilerin acılarını siyasi ve askeri kazanımlar elde etmek üzere kullanma ısrarları nedeniyle büyük bir gerileme yaşandığını bildirdi.
Yemen’in Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Abdullah es-Saadi, BMGK’nın açık oturumunda, Husi milislerinin Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumu tarafından savaş seçeneğinden vazgeçmeleri ve 2 Nisan 2022’den bu yana süren ateşkesin kapsamını genişleterek diyalog diline ve Yemenlilerin çıkarlarına öncelik vermesi yönündeki çağrılara kulak vermediğini, ayrıca Yemen hükümetinin insani acıları hafifletmek amacıyla verdiği tavizler sonucunda Yemen halkından birçok fayda sağladıklarını vurguladı.
Saadi, ülkesindeki hükümetin Husi milislerinin yarattığı engellerin üstesinden gelmek için her türlü esnekliği ve BM Temsilcisi ile işbirliğini sağladığını söyledi. Ayrıca, Yemen Başkanlık Konseyi’nin, Yemen’e barışı ve istikrarı getirmek, Körfez girişimi ve yürütme mekanizmasının referanslarının yanı sıra Ulusal Diyalog Konferansı kararları, 2216 sayılı karar başta olmak üzere Güvenlik Konseyi kararları uyarınca çatışmayı sonlandırmak amacıyla, tüm bölgesel ve uluslararası çabaları olumlu karşılama ve barış sağlama seçeneğine bağlılığını vurguladı.
Saadi Yemen hükümetinin BM’nin ateşkesi uzatma ve kapsamını genişletme çabalarına destek verdiğini belirtti. Ayrıca bunun ‘Yemenlilerin geleceği ve istekleri pahasına olmaması, egemenliklerinden ödün verilmemesi ve Husi milislerine güç sağlanmaması’ gerektiğini vurguladı.
Yemenli temsilci ülkesinin hükümetinin, milisleri saldırgan davranışlarından caydırmak üzere uluslararası tutumları daha etkili hale getirme ve barış sağlayarak savaşı sona erdirme seçeneğine uymaları için daha fazla baskı uygulamaya yönelik taleplerini yineledi. Saadi ayrıca hükümetin BM temsilcisinin son önerini memnuniyetle karşıladığını kaydetti.
Söz konusu öneri, ateşkesi yenileyerek hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm bölgelerdeki tüm halkın insani acılarını hafifletme çabaları ve bu konuda kararlılıktan yola çıkarak tüm Yemenlilere fayda sağlamayı amaçlıyor. Zira ateşkes ile Husi milislerinin savaşta Yemenlilerin kanını akıtmasını durdurmak ve sivillerin, ticari malların ve insani yardımların serbest dolaşımını sağlamak hedefleniyor.
Yemenli temsilci, Husi milislerinin kasıtlı olarak ‘ardı ardına gelen sıkıntılar ortaya çıkararak savaşı uzatmak ve insani krizi derinleştirmek için koşullar oluşturarak barıştan kaçmaya çalıştığı’ suçlamasını yineledi.
Saadi, Yemen hükümetinin Hudeyde limanlarından, vergi ve gümrük gelirleri 203 milyar Yemen riyal (yaklaşık 300 milyon dolar) olan 1,435 milyon tondan fazla yakıtın girişi kolaylaştırarak ateşkesin geçerliliğini koruduğunu belirtti. Husi milislerinin vergi ve gümrük gelirlerini yağmaladığını, kontrolü altındaki alanlarda çalışanları maaşlarının yerine savaş çabası ve kişisel çıkarları kullandığını vurgulayarak hükümetinin Husilerin resmi seyahat belgeleriyle ilgili olarak koyduğu engelleri aşarak Sanaa Havalimanı’ndan gerçekleştirilen 102 ticari uçuşu da kolaylaştırdığını söyledi.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.