Müslüman Kardeşler ve İstanbul güzü

TT

Müslüman Kardeşler ve İstanbul güzü

Ahmed el-Muslimani*
Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan-ı Müslimin) adı artık doğru bir isim değil. ‘İhvan Grupları’ adı daha doğru bir kullanım oldu.
Müslüman Kardeşler’in Londra’da bir, İstanbul'da da iki grubu var. Üçü arasında birbiri ardına içte ve birbirlerine karşı konferanslar düzenleniyor, siyasi bildiriler ve karşıt siyasi bildiriler yayınlanıyor. Her grup diğerini aforoz etmeye, Müslüman Kardeşler ve kurucusu Hasan el-Benna adına konuşmaya çalışıyor.
Mısırlıların gözünde ise hepsi birdir ve bu grubu, ülkede neden olduğu doksan yıllık birikimin ardından yeniden başa dönmeyi istemediklerinden dolayı reddediyorlar. Tarihin tekerrür etmemesi ve Mısır'ın yeniden ideolojik bir boşluğa düşmemesi gerekiyor.
Üçüncü grup olan Türkiye’deki Müslüman Kardeşler tarafından önerilen adem-i merkeziyetçilik, oluşumun gruplara ayrılacağının, bölünmüş olanın daha da bölündüğünün ve parçalanmış olanın önümüzdeki yıllarda daha da parçalanıp dağılacağının bir göstergesidir.

Muhammed Kemal Grubu geri döndü
Müslüman Kardeşler içindeki Seyyid Kutub Grubu’nu tanımlamak için onlarca yıl (Kutubçular) ifadesini kullandıktan sonra şimdi de Muhammed Kemal Grubu (Kemalistler) ifadesi ortaya çıktı. Siyasal İslamcı gruplar üzerine uzman olanlar, Muhammed Kemal’in, Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi iktidarının düşmesinin ardından önemli ölçüde yeniden yapılanan grubun askeri kanadının lideri olduğu konusunda hemfikirler. Bu kanat, Mısır’da 2013 yılındaki devriminin ardından ülkenin toplumunu sarsan birçok terörist eylem gerçekleştirdi.
Mısırlı yetkililer 2016 yılında, Muhammed Kemal'in bir çatışma sırasında öldüğünü duyurdu. 2022 yılına gelindiğinde İhvan gençleri arasında Muhammed Kemal’i destekleyenler, ayrı bir hareket başlatmaya karar verdiler. Yeni Muhammed Kemal Grubu, altı yıl önceki Muhammed Kemal Grubu ile aynı. Ancak siyasi hedeflere ulaşmak için seçenekleri arasında şiddetin de olduğunu alenen vurgulayarak sahneye ses getiren bir dönüş yapmayı tercih ettiler.
Ancak işin ilginç yanı Türkiye'de ‘Kemalistler’ ifadesinin, Mustafa Kemal Atatürk'ün taraftarlarına atfedilmesidir.  Müslüman Kardeşler’deki Kemalistler ise Muhammed Kemal Grubu’ndan olanlardır. Türkiye’deki Kemalistlere ideoloji olarak muhalif olan Mısırlı Kemalistlerin ilk konferanslarını Türkiye’de açıktan ve resmi izinle yapmış olmaları da bir diğer ilginç noktadır.

Wyndham Grand Hotel
Müslüman Kardeşler içindeki iki grup; İstanbul Cephesi ve Londra Cephesi arasında aylardır süren fırtınalı anlaşmazlıkların ve İstanbul Cephesi Lideri Mahmud Hüseyin ile Londra Cephesi Lideri İbrahim Münir’in karşılıklı olarak bir birlerini görevlerinden aldıklarını duyurmalarının ardından seçenekleri arasında şiddetin de olduğunu açıkça ilan eden Kutupçu-Kemalist ideolojide üçüncü bir cephe ortaya çıktı.
Değişim Hareketi adı verilen yeni grup, ilk konferansını önde gelen isimlerinin ve destekçilerinin katılımıyla Wyndham Grand İstanbul Hotel'de gerçekleştirdi. Konferansın ana temasını ‘çözümün devrimci değişimdir’ ve ‘tüm seçenekler güç ve şiddet kullanımına açıktır’ tezleri oluşturuyordu. Konferansta hareketin  ‘iktidar düşene kadar cihada devam edeceğini’ vurgulandı. Değişim Hareketi, son dört yıldır oluşumlarını devrimci adımların gereklerine göre düzenlemeye ve geliştirmeye çalışıyor.
Değişim Hareketi'nin desteklediği kanlı fikirler sadece grubun gençlerine sunulmakla kalmadı, konferansta dinleyicilerin arasında ön saflarda Dr. Muhammed Mursi'nin danışmanı ve iktidarda olduğu dönemde görev yapan Mısır Halk Meclisi'nin iki başkanı da vardı. Bir diğer deyişle; ‘devrim, cihat, şiddet ve silahlı güç’ kavramlarının benimsendiğinin duyurusu, (Mısır’da) Müslüman Kardeşler’in iktidarda olduğu dönemde üst düzey makamlarda görev yapan liderlerinin katılımı ve desteğiyle yapıldı.
Bu da Müslüman Kardeşler üyelerinin, 2011 yılında Mısır’daki devrimlerinin ardından siyasi eyleme geçme eğiliminin gerçek bir uygarlık ve reform inancına dayanmadığını ancak zorunluluk olduğu için böyle davrandığını teyit ediyor. Zorunluluk sona erdiğinde, orijinal projeye yani yeniden iktidara gelene kadar cihada ve silahlı devrime geri dönüldü.

Adem-i merkeziyetçilik ve büyük çatlak
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından Mahmud Hüseyin liderliğindeki İstanbul Cephesi kendisini İhvan’ın tek temsilcisi olarak görüyor. Londra'daki rakiplerini izole ettikten sonra Rehberlik Konseyi’ne bağlı olduğunu ve Rehberlik Konseyi’nin de onu desteğini vurguladı. Buna karşın İngiltere’deki Müslüman Kardeşler grubu olan Londra Cephesi, İstanbul Cephesi’ni feshetti ve Müslüman Kardeşler için eksiksiz bir yapı oluşturdu. Londra Cephesi lideri İbrahim Münir’in fiili olarak Genel Rehberi olduğu yapının en üst organı ise Rehberlik Ofisi ve Genel Şura Konseyi haline geldi.
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından ikincisi olan Değişim Hareketi, Londra ve İstanbul cephelerini hatta Kahire’deki grubu dahi umursamadan adem-i merkeziyetçilik çağrısı yapmaya başladı. Bu, her zaman son derece merkezi olan ve katı bir organizasyonel çerçeveyi sürdüren bir grup için eşi görülmemiş bir çağrıydı.
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’in (Değişim Hareketi) önerdiği adem-i merkeziyetçilik, İhvan’ın gruplara ayrılacağının, bölünmüş olanın daha da bölüneceğinin ve parçalanmış olanın önümüzdeki yıllarda da parçalanıp dağılacağının bir göstergesidir. Değişim Hareketi’nin Rehberlik Konseyi’nin ya da Rehberlik Konseyi Başkanı’nın adını anmaması ve kendi başına bir grup gibi davranması dikkat çekti.

İngiltere’deki Müslüman Kardeşler
İngiltere’deki Müslüman Kardeşler (Londra Cephesi), Değişim Hareketi'nin siyasi bildiri yayınladığı gün siyasi bir bildiri yayınlaması oldukça dramatikti. Çünkü bildirinin yayınlanmaları arasında sadece birkaç saat vardı.
Londra Cephesi, belirsizlikler dolu ve aldatıcı ifadeler olan bildiriyi yayınlayarak Değişim Hareketi’yle yarışa girdi. Bildiri, her zamanki tekrarlardan ve yapısal ifadelerden oluşuyordu. Sekiz sayfalık oldukça sıkıcı bir bildiriydi. Tekrarlar bir yerden sonra öyle bir boyuta ulaşmıştı ki bildiriyi düzenleyenler eski tarihi değiştirip yeni tarih atmayı unutmuşlardı. Bildirinin tarihi ile yayınlandığı tarih arasında bir aylık bir fark vardı.
Londra Cephesi’nin bildirisinde, birbiriyle çelişen iki satır yer alıyordu. Bu satırlardan ilkinde, “Müslüman Kardeşler’in amacı iktidara ulaşmak değildir” cümlesi yer alırken ikincisinde “Müslüman Kardeşler’in siyasi rolü sabittir ve öyle kalacaktır. Müslüman Kardeşler üyelerinin partilere bağlı olarak siyasi çalışmalarda bulunmalarını sağlamaya çalışacağız” cümlesi vardı.
Partilerin amacı iktidarı kazanmaktır. Londra Cephesi de iktidarı kazanmak için seçimlere girecek partilere katılacak ama grup iktidar istemiyor ve bunun için de çabalamıyor!

İstanbul güzü
Şu an Müslüman Kardeşler’de tablo şöyle görünüyor: Londra Cephesi, Mısır'daki iktidarla flört ederken siyaset ve iktidar hakkında çelişkili mesajlar veriyor. Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından ilki olan Mahmud Hüseyin liderliğindeki İstanbul Cephesi, Londra Cephesi’ni görmezden geliyor ve sadece Kahire Cephesi’ne kur yapıyor. Türkiye’deki ikinci grup olan Kemalistler (Muhammed Kemal Grubu / Değişim Hareketi), Mısır’da iktidarı devirmek için silahlı gücü ve cihadı öne sürüyorlar.
Bu üç grup, protesto gösterileri başlatmak ve çeşitli kaos noktalarına doğru ilerlemek için ekonomik krizden yararlanmaya çalışıyor. Mısırlılar, Müslüman Kardeşler’in ne yaptığının farkında. Ancak grupların liderleri, ne ölçüde reddedildiklerini farkında değiller. 20’inci yüzyılda Kahire'de kurulan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın uzun sonbaharı 21’inci yüzyılda İstanbul'da başladı.
*Ahmed el-Muslimani: Mısırlı yazar ve siyasetçi. Kahire Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı. Kimya alanında Nobel Ödülü sahibi Dr. Ahmed Zevail'in danışmanı olarak çalıştı. Ardından eski Mısır Cumhurbaşkanı Adli Mansur'un danışmanı olarak görev yaptı. Siyasi düşünce üzerine pek çok ünlü kitabı olan Muslimani’nin eserlerinden bazıları ise şunlar: Modernite ve Politika, Cihada Karşı Cihad, Yolsuz Bölgeler, Tehlikedeki Bir Ulus ve Siyaset Mühendisliği.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Asasmedia’dan çevrildi.



Trump'ın Gazze Şeridi ile ilgili önerisini ele almak

Mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözüme inanmadığı, Araplar ve İsrailliler için bir sır değil (AFP)
Mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözüme inanmadığı, Araplar ve İsrailliler için bir sır değil (AFP)
TT

Trump'ın Gazze Şeridi ile ilgili önerisini ele almak

Mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözüme inanmadığı, Araplar ve İsrailliler için bir sır değil (AFP)
Mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözüme inanmadığı, Araplar ve İsrailliler için bir sır değil (AFP)

Nebil Fehmi

Gazze'deki olayları, hangi milliyetten olursa olsun zerre kadar insaniyete sahip dürüst bir gözlemci olarak takip eden herkes, bir ateşkes anlaşmasına varılmasını, Gazze Şeridi sakinlerinin normal hayata dönmesini ve çatışmaların sona ermesini ummalıdır. Bu, rehinelerin ve tutukluların serbest bırakılmasını sağlayacak, İsrail işgalinin sona ermesinin ve her iki halkın da güvenlik ve barış içinde yaşayabileceği bir Filistin devletinin kurulmasının önünü açacaktır.

İnsani nedenlerle muharebeleri durdurmak, çatışmayı sona erdirmek ve iki halkın siyasi kimliklerini ifade etmelerini sağlamak için harekete geçmenin önemine, hatta gerekliliğine rağmen, mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözüme inanmadığı Araplar, İsrailliler ve diğerleri için bir sır değil. Bu tutum Başbakan Binyamin Netanyahu'nun kendisi tarafından dile getiriliyor. Yine İsrail'in açıklamalarına göre ABD Başkanı Donald Trump, İsrail'in en yakın dostu olarak kabul ediliyor. Dahası genel koşullar zorlu, beklentiler düşük ve ihtimaller, tehlikeler ve potansiyel aksiliklerle dolu.

Analistlerin hepsi, Gazze için herhangi bir güvenlik anlaşmasının uygulanmasının İsrail'in onayını, önerilerin temel unsurlarından biri Hamas'ın silahsızlanması ve Gazze Şeridi'nin yöneticisi rolünden çekilmesi talebi olsa da daha az ölçüde Hamas'ın onayını gerektirdiği konusunda hemfikir. Silahlanma ve çekilme Hamas'ın baş müzakerecisi tarafından kabul edildi.

Ancak çeşitli unsurları ve aşamaları, önerilen anlaşmanın Filistinlileri -Hamas, Gazze halkı, Batı Şeria'daki Filistin Ulusal Otoritesi ve hatta diasporadaki Filistinlileri- hedef aldığı anlamına geliyor.

Filistin davasının geleceğiyle ilgili hassas hesaplar ve kader belirleyici kararlarla karşı karşıyayız. Bu kararlar öncelikle Filistinlileri ilgilendiriyor ve sonuçları Arap ve bölgesel arenalarda geniş çaplı bir etki yaratacak.

Hamas'ın yanıtı özünde olumlu ve akıllıcaydı; prensipte kabul etmekle birlikte, bazı noktaların açıklığa kavuşturulması ve teyit edilmesi için müzakere edilmesi konusunda ısrarcıydı. Beyaz Saray bu yanıtı olumlu bir adım olarak yorumladı.

Bir Mısırlı ve bir Arap olarak benim için Filistin davası kişisel, ulusal ve bölgesel bir meseledir. Ama kararları verecek olan Filistinlilerin kendisidir. Bizim rolümüz, uzun süre Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), ardından merhum Yaser Arafat ve daha sonra Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Ulusal Otoritesi’ne yaptığımız gibi, desteklemek ve dürüst tavsiyelerde bulunmaktır.

Bu bakış açısından hareketle, karmaşık verileri, hassas aşamayı ve çatışan öncelikleri ele alan bazı gözlem ve öneriler sunuyoruz; bunları kabul etmenin veya reddetmenin temelde Filistin tarafına bağlı olduğunu da göz önünde bulunduruyoruz.

Filistinlilerin ezici çoğunluğu Gazze'deki şiddet ve savaş döngüsünü sona erdirmek istiyor. Herhangi bir anlaşmanın, tam egemen Filistin devletinin kurulmasına dayalı kalıcı bir barış pahasına olmamasını sağlamak istiyorlar.

Uluslararası toplumun büyük çoğunluğu tarafından desteklenen iki devletli çözüm, hükümetin dışındaki akıllı İsrailliler için bile barışa giden tek kesin ve sürdürülebilir yol olmaya devam ediyor.

Ancak Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti, iki devletli çözümü reddederek, iddialı bir barış anlaşmasının samimiyeti ve uygulanabilirliği konusunda şüphe uyandırıyor. Rehineler serbest bırakıldıktan sonra İsrail'in süreci tamamlama konusundaki taahhüdüne bağlı kalıp kalmayacağıyla ilgili endişeleri artırıyor.

Buna ilaveten, Trump'ın İsrail ile yakın ittifakı ve Batı Şeria'nın ilhakına karşı çıkması, diğer yandan da İsrail'e güçlü desteği gibi çelişkili tutumları, Filistinlilerin güven eksikliğinin iki nedenidir. Netanyahu'nun güvenlik ve Hamas'ın silahsızlandırılması ile ilgili maddeleri yorumlarken kamuoyu önünde yaptığı çarpıtmalar, olumsuz değerlendirmeleri daha da derinleştirdi.

Belgeye ve haber kaynaklarına göre, Trump yönetimi, Gazze ile ilgili önerilerini 20 ila 22 madde arasında ve hedef kitleye bağlı olarak biraz değişen çeşitli biçimlerde sundu. Bilindiği üzere ilk versiyon, Filistin çıkarlarını korumaya yönelik net açıklamalarla birlikte kendisini memnuniyetle karşılayan Arap ve İslam ülkeleri grubuna sunuldu. Bu haklar arasında, zorla göç ettirme, sürgün veya toprak ilhakının reddedilmesi, bir Filistin devletinin kurulması, acil insani yardım sağlanması, İsrail'in geri çekilmesi ve insan haklarına dair garantiler yer alıyor. Hamas tarafından kabul edilen metin de budur.

Netanyahu ile yapılan istişarelerin ardından Trump, İsrail'in güvenlik yetkilerini ve Hamas'ın silahsızlandırılmasını teyit eden revize edilmiş bir versiyon açıkladı. Filistinliler bunu, İsrail kontrolünü artıracak olumsuz bir değişiklik olarak gördüler. Bu durum, Pakistan elçisini, açıklananların kendileriyle görüşülenlerle uyuşmadığını açıkça belirtmeye sevk etti.

İlave olarak, uzun vadeli planın uygulanması için muhtemel zaman çizelgesi Trump’ın başkanlık süresinin ötesine uzanıyor. Bu da ABD içindeki farklı görüşler, İsrail'in ABD’deki seçim yarışından faydalanma çabasıyla oyalamaya yönelmesi olasılığı sebebiyle endişelere yol açıyor.

Buna rağmen Hamas, mekanizmaları ve bazı hükümleriyle ilgili istişarelerde bulunma ve açıklamalar isteme konusunda ısrar etse de Amerikan önerisini kabul etti. Şimdi yapılması gereken, Gazze ve ötesinde Filistin pozisyonunu takviye etmektir. Öneride yer alan bazı madde ve pozisyonlar açısından bunu bir dereceye kadar başarmak için sağlam temel bulunmaktadır.

Bu güçlendirme ve takviye etme unsurları arasında BM'de Filistin devletinin tanınmasına dair açık ve artan uluslararası sinyaller, Trump'ın Batı Şeria'nın ilhakını reddeden ve Arap-İslam grubu tarafından kabul edilen önerinin orijinal metnine bağlı kalan açıklamaları, önerinin açıklanmasının hemen ardından bu grup tarafından yayınlanan resmi açıklama, Netanyahu'nun Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamalara yanıt olarak yayınlanan Arap-İslam açıklaması, Trump'ın son saatlerde amacının ve umudunun Ortadoğu'da kapsamlı barış, güvenlik ve emniyeti sağlamak olduğunu söylemesi yer alıyor.

Tüm sürecin Filistinlilerin özelliklerini ve kimliğini taşıması ve tüm insani yardımların uluslararası meşruiyet şemsiyesi altında olması gerektiği konusunda geniş bir uluslararası destek bulunuyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Amerikan önerisi buna kapıyı araladı ve uluslararası kuvvetlerin varlığı, herhangi bir anlaşmanın değişen siyasi faktörlerin ötesinde sürdürülebilir olması için kaçınılmaz olarak geniş bir uluslararası onay veya destek gerektirecektir. İstişareler sonrasında anlaşmanın tamamen onaylanmasına karar verilirse, Filistinlilerin anlaşmayı teyit eden ve kendi pozisyonlarını ayrıntılı olarak kaydetmelerine olanak tanıyan bir Güvenlik Konseyi kararı talep etmeleri düşünülebilir. Nitekim Trump yönetimi sonrasında bile uygulanmasını sağlamak için bir siyasi ivme ve doğru yorum sağlamak, Filistinlilerin haklarını korumak ve kalıcı barışı sağlamak amacıyla aylar önce bir ABD taslak kararı için de böyle bir talepte bulunulmuştu.

Özetle; Filistinlilerin Trump'ın önerilerine verdiği yanıt, saldırıların acilen sona erdirilmesi ihtiyacı, ulusal hakları ve egemenliği koruma zorunluluğu ve İsrail'in tutumuna duyulan güven eksikliği arasında zaman zaman yaşanan çelişkilere rağmen, olumlu bir yanıt verme arzusunu yansıtıyor.

Gazze'de barış ve istikrar acil bir hedef, uluslararası ve bölgesel siyasi okumalar rahatsız edici, endişe verici ve iyimser olma veya başkalarına güvenme açısından olumsuz iken, Filistinlilerin ve destekçilerinin, herhangi bir kalıcı çözümün ulusal haklarının tanınmasını ve iki devletli bir çözüm için gerçek bir çerçeve ve garantilere dayanmasını talep etmeleri şaşırtıcı değil. Özellikle de kendilerinden veya en azından Hamas'tan, rolleri konusunda somut tavırlar alması beklendiği göz önüne alındığında.

Bu, anlaşmayı tanıyan veya dikkate alan bir Güvenlik Konseyi kararı çıkarılarak başarılabilir ve bu, ABD'nin ateşkes arayışıyla kendi inisiyatifiyle attığı bir adım. Bilhassa öneri, örgütün kurumlarına bir rol öngördüğü ve Gazze Şeridi'nde uluslararası kuvvetlerin konuşlandırılmasına atıfta bulunduğu için Rusya'nın girişime ilk tepkisinin açık ve olumlu olduğunu belirtmekte fayda var.

Nihayetinde, kalıcı barışa ulaşmak, bu karşıt taleplerin şeffaf, adil ve uluslararası destekli bir siyasi süreçle uzlaştırılmasını gerektirir. Allah Filistinlilere muvaffakiyet versin ve onlara, Araplara ve Ortadoğu'ya güvenlik ve emniyet bahşetsin.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Irak’ta seçim öncesi tartışmalar

Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu'nun çalışanı mühürlü bir oy sandığını taşırken, diğerleri Bağdat'ın Karh bölgesindeki Komisyonu'nun merkezlerinden birinde elektronik sayımla eşleşecek şekilde oyları elle sayıyor, 23 Aralık 2023 (AFP)
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu'nun çalışanı mühürlü bir oy sandığını taşırken, diğerleri Bağdat'ın Karh bölgesindeki Komisyonu'nun merkezlerinden birinde elektronik sayımla eşleşecek şekilde oyları elle sayıyor, 23 Aralık 2023 (AFP)
TT

Irak’ta seçim öncesi tartışmalar

Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu'nun çalışanı mühürlü bir oy sandığını taşırken, diğerleri Bağdat'ın Karh bölgesindeki Komisyonu'nun merkezlerinden birinde elektronik sayımla eşleşecek şekilde oyları elle sayıyor, 23 Aralık 2023 (AFP)
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu'nun çalışanı mühürlü bir oy sandığını taşırken, diğerleri Bağdat'ın Karh bölgesindeki Komisyonu'nun merkezlerinden birinde elektronik sayımla eşleşecek şekilde oyları elle sayıyor, 23 Aralık 2023 (AFP)

İyad el-Anber

Seçimler planlandığı gibi yapılacak mı? Seçimleri erteleyecek herhangi bir gelişme olacak mı? Acil durum hükümeti kurulma olasılığı ne kadar yüksek? Seçimleri boykot edenler, seçimlerin meşruiyetini ve yasallığını etkileyecek mi?

Tüm bu sorular, Irak’ta 11 Kasım'da yapılması planlanan seçimler öncesinde Iraklılar arasında tartışmalara yol açıyor. Seçim süreci altı turdan geçtikten sonra, seçimler öncesindeki tartışmalarda bir değişiklik olması beklenir. Siyasi güçlerin ve liderlerinin söylemlerinde bir değişiklik olması gerekir. Ancak Irak'ta işler böyle yürümüyor. Ülkede sanki zaman durmuş ve gelecekle ilgili tartışmalar yerine geçmişle ilgili aynı tartışmalar yeniden alevleniyor.

İktidar güçlerinin seçim kampanyasında, Şiilerin seçimlere güçlü bir şekilde katılmadığı takdirde Baas Partisi'nin yeniden iktidara gelmesine karşı korku uyandıran sloganların kullanılmaya devam ettiğini düşünsenize! Aynı retorik, mezhepsel korkuları ve yaklaşan seçimlere aktif katılım olmazsa Şii çoğunluğun iktidarı kaybetme ve Sünni siyasi güçlerin iktidara gelme olasılığı için de kullanıyor!

Seçim öncesi tartışmalardaki çelişkilerden biri de siyasi süreci baltalayan veya değiştirmeye çalışanlar hakkındaki söylentiler. Halk, 2003 yılından bu yana elde edilen tek kazanım olan çoğunluğun yönetme hakkını korumak için sandık başına gitmeye çağrılıyor. Ancak, bu oy kullanma çağrısına, bu ‘kazanımı’ savunmak için silaha sarılma tehditleri karşılık geliyor! Irak’ta yönetim deneyimini korumak için silaha sarılma tehdidi, oy kullanmakla eşdeğer gibi görünüyor. Eski rejimin düşmesinin üzerinden yirmi iki yıl geçtiği halde, politikacılarımızın halen eski hükümetlerle yaşanan deneyimleri hedef alan korkulardan ve komplolardan bahsetmelerini başka nasıl açıklayabiliriz? İster iyi olsun ister kötü olsun, yönetilenlerle olan ilişkileri görmezden geliniyor!

Seçimleri boykot etme tartışmaları artık yeni bir fenomen değil. Her seçim döngüsünde boykot pankartları asılıyor ve boykot edenlerin argümanları mantıklı kanıtlar ve gerçekçi sonuçlar içermiyor değil.

Tüm bunların yanında seçimlerin planlandığı gibi yapılacağı konusunda belirsizlik yaratılıyor. Aynı senaryo her seçimde tekrarlanıyor ve ‘olağanüstü hal (OHAL) hükümeti’ kurulması olasılığını gündeme getiriyor. Bu hükümeti kimin yöneteceği, hatta temel işlevinin ne olacağı bile bilinmiyor. Irak'ın savaş kıvılcımıyla alev alıp patlayabilecek bir barut fıçısı olduğu düşüncesinin de nedeni, bölgenin Tahran ile Tel Aviv arasında yeni bir savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu varsayımı olabilir. Ancak bu durum, seçimlerin ertelenmesini ve OHAL hükümeti kurulmasını gerektirmez. Savaş çıkarsa ve Irak'a sıçrarsa, hedef Irak devleti ve kurumları değil, sınırlı operasyonlarla belirli kişiler ve silahlı gruplar olacaktır.

Bildik sloganların tekrarlanması

Seçim kampanyası düzeyinde, önceki beş döngüde gerçekleşmeyen aynı sloganlar tekrarlanıyor, bunların başında ‘devleti inşa etmek’ sloganına geri dönüş geliyor. Buradaki ironi, bu sloganları atanların ya 2003 sonrası iktidar dengesinde kilit ortaklar ya da iktidar piramidinin tepesinde yer alan kişiler olması. Bu dönem boyunca, onların temel işlevi devleti yeniden inşa etmek değil, kaos ve kargaşayı kurumsallaştırmak ve anayasayı ve kurumların rolünü marjinalleştiren normlar oluşturmaktı. Şimdi, varlıkları ve sayıları azalmış olmasına rağmen, iktidar ve nüfuz sahibi oldukları dönemde yerine getiremedikleri aynı vaatleri tekrarlıyorlar.

Iraklı politikacılar seçimler yaklaşırken, her iki uçta da yaşamaya ilgi duyduklarından birbiriyle çelişen ikilemlerle bir arada olurlar. Bir yandan gücü ve iktidarı ellerinde tutarken diğer yandan düşüncelerinde, söylemlerinde ve siyasi davranışlarında muhalefet var olmaya devam eder. Devleti ve kurumlarını kontrol etseler de devleti yok eden tüm silahları, çeteleri ve davranışları geliştirmeye çalışırlar. Bir yandan mezhepçilik, aşiretçilik ve milliyetçiliğin koruyucuları olmak isterken diğer yandan öncelikli endişelerinin ulusu inşa etmek ve bölünmeden korumak olduğunu iddia ederler.

frgt
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, on yıllık bir aranın ardından 2023 yılında ilk kez düzenlenen il meclisi seçimleri sırasında Bağdat'taki bir sandık merkezinde oy kullanmak için kayıt yaptırırken (AFP)

Seçimler öncesindeki siyasi tartışmalar, Irak'ta bir kez daha hiçliğin hakim olduğunu gösteriyor, zira şu anda Irak'ın krizlerine çözüm getireceğini iddia eden sloganlar ve manşetler itibarını yitirmiş durumda. Bu yüzden halkın, kronik dengesizlikler için sürekli bahaneler uyduran yönetici sınıfa olan güvenini kaybetmesi şaşırtıcı değil. Bu dengesizliklerin devamını sınırlayacak veya gelişmelerle yüzleşecek yeteneği yok ve politikacıların konuşmaları, bozulma ve kaos hali karşısındaki şaşkınlıklarını ortaya koyuyor! Sanki devletin yanı sıra kamusal hayatın her alanında başarısızlık ve yolsuzluğun artmasının ana nedeni olan siyasi sistemin parçası değillermiş gibi davranıyorlar!

Seçim dönemlerinde, açık ve net bir siyasi programdan uzak olsa bile, siyasi sloganlar atarak halkın ilgisini çekmeyi düşünmek, seçim propagandası aracı olarak haklı görülebilir ama bunun için öncelikle ikna edici olmak gerekir. Yalnızca sloganlara ve propaganda afişlerine güvenilemez. Dolayısıyla propaganda, halkı aldatmaya ve onlara Alzheimer hastasıymış gibi muamele etmeye çalıştığında naif ve basmakalıp olabilir. Kaldı ki günümüzde birçok siyasi lider ve çevresindekiler bunu yapıyor.

Boykot edenler

Seçimlerin boykot edilmesine yönelik tartışmalar ise artık eskidi. Irak’ta her seçim döneminde seçimleri boykot eden pankartlar asılır ve boykot edenlerin, başta ‘Beş seçim atlattıktan sonra seçimler neyi değiştirdi? Siyasi liderler iktidarda kalmaya devam edip değişmezlerse seçimlerin ne anlamı var?’ gibi argümanları olmak üzere mantıklı kanıtlar ve gerçekçi sonuçlar barındırır.

Irak ekonomisinin petrol gelirlerine bağımlı olması nedeniyle, ekonomik ve siyasi güç otoriter partilerin, bu partilerin önderlerinin ve liderlerinin elinde yoğunlaştı.   

Bu boykot, öncekilerden oldukça farklı. Sadr Hareketi harekete geçtiğinde, sesinin daha güçlü ve yankısının daha geniş çaplı olacağına şüphe yok. Bu boykotun seçimlerin yasal meşruiyetini etkilemeyeceği doğru, ancak önceki seçimlere en düzenli katılanlar boykot ettiğinde, katılım oranları üzerindeki etkisi kesinlikle belirgin olacak. Dolayısıyla, siyasi temsillerinin meşruiyeti, on bir vilayette seçmenlerini temsil eden Şii siyasi güçlerin güvenilirliğine darbe indirecek.

Sadrcılar ve seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulunanlar, düşük katılım oranının yasal meşruiyetlerini zedelemeyeceğini biliyorlar. Ancak bu boykot ve seçimlere halkın katılımı üzerindeki etkisi, siyasi seçimlerin yasal meşruiyetinden ziyade siyasi meşruiyetini sorgulamak için kullanılabilir. Bu durum, demokrasiye geçiş sürecinde olan bir sistemde sandık başına gitme oranının zamanla artması gerektiği göz önüne alındığında özellikle geçerli, ancak Irak'ta 2005 yılında yapılan ilk seçimlere kıyasla katılım oranı düşmeye başladı ve 2010 seçimlerinde yüzde 62,4 ile en yüksek seviyesine ulaştı. Ancak, 2021 seçimlerinde yüzde 41'e düşerek azalmaya başladı!

vfgt
Iraklı Şii din adamı Mukteda es-Sadr'ın destekçileri, milletvekili seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Bağdat'taki Tahrir Meydanı'nda kutlama yaparken, 11 Ekim 2021 (AFP)

Ancak, seçimleri boykot etmek gerçekten de siyasi protesto olsa da bir sonraki adım dikkate alınmadığından, siyasi gidişatı düzeltmeye yönelik stratejiden çok bir tutumdur. Yalnız bu durum geleneksel güçleri kayırabilir, böylece geleneksel siyasi partilerin adayları arasındaki rekabet, siyasi feodal efendilerin müşteri kitlesiyle sınırlı kalır. Boykot, nihayetinde siyasi iktidar merkezlerini domine eden otoriter güçlerin yararına olacak ve Irak'ta siyasi liderlerin ve çevresindeki kişilerin siyasi karar alma sürecindeki hakimiyetinin gerçekliğini değiştiremeyecek polemikçi tutumlar çerçevesinde kalacaktır.

Hakkında konuşulmayan

Politikacılarımız ekonomik konularda ya sadece siyasi gevezelik yapmada iyiler ya da en iyi ihtimalle teşhis koymada yetenekliler gibi görünüyor. Ancak kağıt üzerinde planlanan çözümleri ve medya forumlarında, siyasi ve akademik seminerlerde konuşulanları pratik gerçekliğe dönüştüremiyorlar. Bunun yanında hükümetin maaş harcamalarının şişirilmiş yükünden şikâyet etmekte ve sızlanmakta da ustalar.

Irak ekonomisinin petrol gelirlerine bağımlı olması nedeniyle, ekonomik ve siyasi güç, otoriter partilerin, bu partilerin liderlerinin ve önde gelen isimlerinin elinde toplandı. Sonuç olarak, Irak’ta kurulan hükümetlerin işlevi iki görevle sınırlı hale geldi. Bunlardan ilki siyasi partilerin ve liderlerinin kaynaklarını geliştirmek ve devlet kaynakları ile ekonomik faaliyetler üzerinde hakimiyetlerini sağlamak, ikincisi ise devlet dairelerinde atamalar yoluyla siyasi müşteri çevrelerini genişletmekti. Bu kişiler, devlet tarafından istihdam olanakları garanti altına alınmış vatandaşlar değil, nihayetinde bu veya o siyasi partiye sadık tebaa ve seçim oylarının garantörleriydi.

Siyasi güçlerin seçim söylemlerinde, gençlerin işgücü piyasasına girme arzularının, her yıl çeyrek milyon kamu işi ile nasıl yönetilebileceği konusunda hiçbir şey duymuyoruz.

Iraklı akademisyen ve yazar İsam el-Hafaci’ye göre Irak’taki rantçı devlet, sadece en çok iş imkanı sağladığı için değil, piyasa ekonomisinin her türlü kavramını yok edip onu yasallaştırılmış bir mafya sistemine dönüştürdüğü için, yani sözleşmeleri ve imtiyazları veren devlet olduğu için kendi ihlallerine itaat ve sessizlik sağlanıyor. Bu da adil rekabetten çok uzak bir ortam yaratıyor.

Bu yüzden petrol ekonominin can damarı olmaya devam ettiği sürece, egemen sınıfın halkı dinlememesi, sloganlarını tekrarlaması ve yolsuzluk ve kamu fonlarının çalınmasına devam etmesi şaşırtıcı değil. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre hükümetler, petrolün sağladığı kaynaklarla ekonomik ve sosyal politikalarını, polisi ve orduyu finanse edebildikleri sürece, tebaalarına hediyeler veren ve dağıtanlardan olmaya devam edecek. Yanlış yönetimlerini ve hatta yolsuzluklarının üstünü, hayali başarılarını tanıtan ve rakiplerini ve kendilerine karşı çıkanları itibarsızlaştıran propaganda ağlarıyla örtüyorlar.

Siyasi güçlerin seçim söylemlerinde, gençlerin işgücü piyasasına girme arzularının, her yıl çeyrek milyon devlet memurluğu ve beş milyon eşiğine ulaşan çalışan ve emekli sayısıyla nasıl yönetilebileceği konusunda hiçbir şey duymuyoruz! Genel bütçede maaşların güvence altına alınması için petrol fiyatlarının varil başına 60 doların üzerinde kalması gerekiyor. Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan federal bütçeye ilişkin devlet hesaplarının envanterinde, 2025 yılının ilk yarısında ödenen toplam maaşların petrol gelirlerinin yüzde 99,2'sini tükettiğini görüyoruz.

Iraklı ekonomist Dr. İmad Abdullatif Salim'e göre Irak'ın kamu maliyesinin tarihindeki en yüksek seviyeye ulaşan iç kamu borcunun 2023 yılında 70 trilyon dinardan 2025 yılının ağustos ayı sonunda 92 trilyon dinara yükseldiğine kimse itiraz etmiyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İki devletli çözüm için İsrail'in engelleri nasıl aşılabilir?

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İki devletli çözüm için İsrail'in engelleri nasıl aşılabilir?

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Remzi İzzeddin Remzi

Egemen bir Filistin devleti kurma hayali, son on yılların en önemli jeopolitik dönüşümünü yaşıyor. 22 Eylül'de New York'ta düzenlenen Filistin Meselesine Çözüm ve İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi konulu Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferans, sadece bilinen tutumların tekrarlanması için bir diplomatik etkinlik değil, Filistin devletinin uluslararası arenada daha fazla ülke tarafından tanınmasına hız veren ve çatışmanın sınırlarını benzeri görülmemiş bir şekilde yeniden çizen bir dönüm noktası oldu.

Filistin çeşitli ülkeler tarafından tanındıkça, mevcut durumun temelleri giderek daha kırılgan hale geliyor. Bugün, 156 ülke Filistin devletini tanıyor ve bu sayı önemli sembolik ve stratejik anlamlar taşıyor. Bu sayı yakında İsrail'i tanıyan 164 ülkeyi geçecek gibi görünüyor ve Filistin'i tanımakta tereddüt eden ülkeleri, tarafsızlık arayan ülkeler olarak değil, gün geçtikçe büyüyen uluslararası fikir birliğine katılmayı reddeden taraflar olarak giderek daha fazla tecride itecek.

Bu dinamik, marjinal aktörler tarafından değil, derin tarihi nüfuza sahip önemli güçler tarafından yönlendiriliyor. Bu bağlamda, Fransa ve Birleşik Krallık'ın Filistin devletini tanıma kararı, önemi küçümsenemeyecek bir adım olarak öne çıkıyor. Bu iki ülke, tanıma listesine eklenen iki bayrak olmaktan ziyade Sykes-Picot Anlaşması ile modern Ortadoğu'nun şekillenmesine katkıda bulunmuş ve İsrail’in kurulmasına zemin hazırlayan Balfour Deklarasyonu'nun da arkasındaki güçlerdi. Dolayısıyla, bugün Filistin devletini tanımaları, derin bir tarihi düzeltmedir.

Bu gelişme aynı zamanda 1947 yılında yayınlanan ve Filistin'in bir Yahudi ve bir Arap olmak üzere iki devlete bölünmesini öngören Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 181 sayılı kararının asıl hedefine ulaşılması yolunda atılan ilk pratik adımdır.

Daha spesifik olarak bu son durum BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beş daimi üyesinden dördünün yani Çin, Rusya, Fransa ve Birleşik Krallık’ın artık Filistin'i tanıdığı anlamına geliyor. Geri sadece ABD kalıyor. ABD, henüz bu adımı atmamış tek daimî üye olmaya devam ediyor. Artık Filistin devletinin küresel olarak tanınıp tanınmayacağı değil, Washington’ın bu artan uluslararası ivmeye ne kadar süre direneceği sorusu gündemde.

Kırılmalar: ABD’nin siyasi tablosundaki değişimler

Bu uluslararası baskı, kısa bir süre öncesine kadar ABD’de düşünülemez olan dikkate değer bir değişimle eş zamanlı olarak yaşanıyor. Uzun süredir büyük ölçüde İsrail yanlısı bir söylemin esiri olan Amerikan kamuoyu, şu anda somut bir değişim geçiriyor. Özellikle gençler arasında yapılan son anketler, İsrail politikasına verilen desteğin azaldığını ve Filistinlilerin adalet ve kendi kaderini tayin etme mücadelesine duyulan sempatiyi belirgin bir şekilde arttığını gösteriyor. Gazze’deki savaşın ağır insani bedeli, bu değişimin itici gücü olurken Filistin meselesini dış politikanın kenarından kamuoyu tartışmalarının merkezine taşıdı.

Daha önce doğal kabul edilen İsrail yanlısı destek önemli ölçüde azalıyor.

Daha da çarpıcı olanı, bu değişimin yankıları, uzun süredir aşılmaz bir kale gibi görünen ABD Kongresi'nin koridorlarında da yankılanmaya başladı. ABD Kongresi’ni 15 üyesi, daha önce eşi ya da benzeri görülmemiş bir hareketle, İsrail'in devam eden askeri saldırganlığını gerekçe göstererek, ABD'nin İsrail'e silah transferini durdurması çağrısında bulundu. Bu grup hala azınlıkta olsa da, ortaya çıkışı bile ABD yasama kurumunda hakim olan geleneksel bağlamdan radikal bir kayma olduğunu gösteriyor.

dfgthy
BM Genel Kurulu üyeleri, ABD’nin New York kentindeki BM genel merkezinde Filistin meselesi ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda oylama yaptılar, 12 Eylül 2025 (Reuters)

Bu, daha önce kesin olarak kabul edilen İsrail'e yönelik iki partili desteğin önemli ölçüde azalmaya başladığının açık bir göstergesidir. Dahası, Filistinliler için ciddi bir siyasi umut bulunmadığı halde İsrail'in askeri operasyonlarını sürdürmesi, Washington’daki karar alıcılar için giderek artan bir yük haline geliyor. ABD’deki bu iç bölünme, uluslararası toplumun daha etkili ve etkili bir şekilde harekete geçmesi için önemli bir fırsat penceresi açıyor.

Görüşten pratiğe: Macron'un üç aşamalı önerisi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre  Filistin Meselesine Çözüm ve İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi konulu Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferans, Filistin devletinin sembolik olarak tanınmasının ötesine geçerek somut ve pratik öneriler ortaya koydu Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, konferanstan çıkan New York Deklarasyonu'ndan yararlanarak ayrıntılı üç aşamalı bir program sundu. Öneri, belirgin bir zaman çizelgesinden yoksun olması nedeniyle önemli bir zayıflık sergilese de genel ve belirsiz beklentilerin ötesine geçen yapılandırılmış bir çerçeve sundu.

Öneri, her iki taraf için olmak üzere İsrail’in bekasına yönelik tehditlere karşı garantiler ve Filistin’in sınırlarının izlenmesi ve iç güvenliğin sağlanması için uluslararası bir misyonun konuşlandırılması gibi Avrupa tarafından sunulan güvenlik garantileri öngörüyor.

Birinci Aşama: ‘Kısa vadeli’ siyasi ve diplomatik savunma

İlk aşama, taraflar arasında acilen itidal sağlanmasına ve güvenin tesis edilmesine odaklanıyor. Bu aşama, temel talepleri içermektedir. Bunların başında, Batı Şeria’da İsrail’in yerleşim yerlerini genişletmesinin derhal durdurulması gelmektedir. Avrupa Birliği (AB), coğrafi olarak yan yana bir Filistin devletinin yaşayabilirliğini sağlamak için bu talebin hayati önem taşıdığını düşünüyor. Bunun yanı sıra Filistin Yönetimi’nden kışkırtma ve şiddet eylemleriyle mücadele etmek için somut adımlar atması isteniyor. Filistin Yönetimi’nin bu rolü yerine getirebilmesi için Macron, bağımsız bir devleti yönetmek için gerekli kapasiteyi oluşturmada hayati bir adım olan Filistin yönetim kurumlarını güçlendirmek için Avrupa'nın mali ve siyasi desteğini artıracağına söz verdi. Bu aşama, Abraham Anlaşmaları kapsamında İsrail ile ilişkilerini normalleştiren ülkeler de dahil olmak üzere bölgesel güçlerin, barış sürecini ilerletmek için nüfuzlarını kullanmalarını da içeriyor.

İkinci aşama: “Orta vadeli” siyasi sürecin yeniden başlatılması

Bu aşama, organize bir çerçeve içinde ve uluslararası gözetim altında müzakerelerin yeniden başlamasını gerektirir, ancak temel bir fark vardır: bu müzakereler uluslararası hukuka dayalı olmalıdır. Müzakereler, öncelikle ‘barış karşılığında toprak’ ilkesini teyit eden ve iki devletli çözümü destekleyen BMGK 242, 338 ve 1515 sayılı kararları olmak üzere, açık ve uzun süredir üzerinde anlaşmaya varılmış referans şartlarına dayanmalı.

dfrgthy
İşgal altındaki Batı Şeria’daki Cenin Mülteci Kampı’na İsrail hava saldırısı düzenlendikten sonra bir adam hasar gören binanın önünde duruyor, 6 Eylül 2024 (AFP)

Bu bağlamda, işgal altındaki topraklardan kapsamlı bir çekilme ve Filistinli mülteci sorununa adil bir çözüm karşılığında İsrail ile Arap dünyası arasında tam normalleşme öneren 2002 tarihli Arap Barış Girişimi de yer alıyor.

Üçüncü aşama: “Uzun vadeli” uluslararası destek sistemi

Anlaşmanın imzalanmasının bir son değil, bir başlangıç olduğunu kabul eden bu son aşama, anlaşmanın hükümlerinin uygulanmasını sağlamak için güçlü bir uluslararası çerçeve oluşturulmasını öngörüyor. Bu bağlamda Macron, anlaşmaya uyumu izlemekle görevli, ABD, Avrupa Birliği (AB) ve bir dizi Arap ülkesinden oluşan bir ‘uluslararası temas grubu’ kurulmasını önerdi.

Daha da önemlisi öneri, her iki taraf için olmak üzere İsrail’in bekasına yönelik tehditlere karşı garantiler ve Filistin’in sınırlarının izlenmesi ve iç güvenliğin sağlanması için uluslararası bir misyonun konuşlandırılması gibi Avrupa tarafından sunulan güvenlik garantileri öngörüyor. Plan ayrıca, arzu edilen devletin kurulduğu ilk günden itibaren Filistin ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlamak için büyük ölçekli bir uluslararası yatırım programının başlatılmasını da içeriyor.

Gazze'de devam eden katliamlar ve Batı Şeria'da yerleşim yerlerinin hızla genişlemesi, bu ülkelerin desteklediğini iddia ettiği devletin kurulma olasılığını fiilen zayıflatıyor.

Filistin reformları ve BM'nin harekete geçmesi çağrısı

Devlet olmanın diplomatik tanınmadan daha fazlasını gerektirdiğini kabul eden Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, konferans sırasında kapsamlı bir reform gündemi olduğunu açıkladı. İki yıl içinde mali sistemi ve eğitim müfredatını BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) standartlarına uyumlu hale getirmek de dahil olmak üzere, yönetişimi, şeffaflığı ve hukukun üstünlüğünü güçlendirme sözü veren Abbas’ın önemli taahhütleri arasında, çok tartışma yaratan önceki sistemlerin yerine, uluslararası olarak denetlenen tek bir sosyal refah sisteminin kurulması yer aldı. Ayrıca, savaşın sona ermesinden sonraki bir yıl içinde başkanlık ve parlamento seçimleri düzenlemeyi ve yönetimden devlet kurulumuna geçişi yönetmek için üç ay içinde geçici bir anayasa taslağı hazırlama taahhüdünde bulunan Abbas, tüm tarafların Filistin Yönetimi programına ve uluslararası haklara bağlılıklarını vurguladı.

Filistin Yönetimi içindeki bu ivme, kararlı uluslararası eylemlerle desteklenmeli. Filistin'e üye olmayan gözlemci statüsü veren BM Genel Kurulu, bu siyasi yolu güçlendirecek somut adımlar atılması için baskı yapmaya devam etmekten sorumlu.

Ancak asıl sınav BMGK’da. BMGK’nın açıklamaların ötesine geçen ve 1967 sınırlarına dayalı iki devletli bir çözümün gerçekleştirilmesini taahhüt eden açık hükümlerinin yer aldığı güncellenmiş bir barış çerçevesi benimsemesi büyük önem taşıyor. Ayrıca, kapsamlı bir bölgesel güvenlik sisteminin kurulması ve uzun süredir önerilen ancak hiçbir zaman uygulanmayan uluslararası barış konferansının toplanması çağrısı da bu çerçeveye dahil edilmeli.

sdfrgt
BM’deki iki devletli çözüm konulu konferansa katılanlar hatıra fotoğrafı çektirdi, 28 Temmuz 2025 (AFP)

BMGK üyeleri, açıklamaların ötesine geçerek somut sonuçlar elde etmeli. Diğer çatışma bölgelerinde olduğu gibi, yerleşim yerlerinin genişletilmesinde rol oynayan İsrailli yetkililerin ve kuruluşların yaptırım listelerine eklenmesini öngören bir süreç başlatılması gerekiyor. Bu süreç, Petrol Karşılığı Gıda Programı benzeri sıkı bir izleme mekanizmasının kurulmasını da içerebilir. Bu mekanizma kapsamında, İsrail'in doğal gaz ihracatından elde ettiği gelirler, Gazze'nin yeniden inşası ve mağdurlara tazminat ödenmesi için ayrılan BM denetimindeki bir emanet hesabına yatırılması gerekiyor. ABD’nin bu tür önerilere itiraz etme olasılığı, bu önerilerin sunulmasının önünde bir engel olmamalı. Aksine, bu durum, uluslararası toplumun iki devletli çözüme bağlılık konusundaki ciddiyetinin bir testi olarak görülmeli.

Acil görev: Katliamı durdurmak

Ancak, sahadaki durum değişmediği sürece bu diplomatik girişimlerin hiçbiri başarıya ulaşmaz. Gazze'de devam eden katliamlar ve Batı Şeria'da yerleşim yerlerinin hızla genişlemesi, bu ülkelerin desteklediğini iddia ettiği devletin kurulma olasılığını fiilen zayıflatıyor. Uluslararası toplumun acil ve ahlaki görevi, İsrail'in savaş makinesini gecikmeden durdurmak için kararlı adımlar atmaktır.

Bunun için sözlü kınamaların ötesine geçilerek somut adımlar atılması gerekiyor. Bu bağlamda, silah ambargosu uygulamak en önemli öncelik. Devletler, bireysel ve toplu olarak, İsrail'e silah sevkiyatını durdurmalı ve silah taşıyan gemilerin ve uçakların limanlarına ulaşmasını veya hava sahalarını geçmesini engellemek dahil olmak üzere pratik önlemler almalı.

Filistin devletinin kurulmasına giden yol, bir nesildir hiç olmadığı kadar net. Bu yolun ana hatları, artan uluslararası tanınma, ayrıntılı planlar ve reformlara yönelik ciddi taahhütlerle belirlendi.

‘Meşru müdafaa’ bahanesiyle İsrail'e silah tedarik etmeye devam edenler, bu sınırların çok ötesine geçen bir kampanyaya fiilen katılıyorlar. İsrail yönetimi, Gazze'yi sakinlerinden boşaltma ve Batı Şeria'da apartheid sistemine benzeyen kalıcı bir gerçeklik kurma niyetini açıkça dile getirdi. Bu gidişatın devam etmesine izin vermek, iki devletli çözümü kesin olarak gömmek anlamına gelir.

Uluslararası toplum aynı zamanda İsrail’in yerleşim birimlerinin genişlemesine, özellikle de Doğu Kudüs'teki E-1 yerleşim projesine karşı net bir kırmızı çizgi çekmeli. Aksi takdirde Batı Şeria'yı bölerek Doğu Kudüs ile coğrafi bağlantısını kesecek olan bu durum, bir Filistin devletinin kurulmasını pratik olarak imkansız hale getirecek.

Bu süreci kolaylaştırmak için BM Genel Kurulu, üye devletlerin kendileri için en uygun olanları seçebilecekleri bazı hedefli tedbirler belirleyen bir karar kabul edebilir. Bu önlemler arasında şunlar yer alabilir:

Ekonomik yaptırımlar: Yasadışı yerleşim yerlerinde üretilen mallara ticaret kısıtlamaları ve yasaklar getirilmesi.

Mali yaptırımlar: Yerleşim faaliyetlerini finanse eden Hapoalim ve Leumi gibi bankaların varlıklarının dondurulması ve para cezaları uygulanması.

Sektörel yaptırımlar: İsrail'in büyük silah üreticilerini ve yerleşim yerlerini destekleyen şirketlere yaptırım uygulanması.

Kültürel yaptırımlar: İsrail uluslararası hukuka uymaya başlayana kadar, uluslararası spor ve kültür etkinliklerine katılımının askıya alınması.

BM Genel Kurulu tarafından alınacak herhangi bir kararın, BM’nin zaten kırılgan olan mali durumunu olumsuz etkileyebilecek bir karşı tepkiyle karşılaşacağına şüphe yok. Bu yüzden üye devletler, örgütün bütçesindeki olası açığı telafi etmek için alternatif mekanizmalar geliştirerek bu sorunu çözmek için birlikte çalışmalı.

Filistin devletinin kurulmasına giden yol, bir nesildir hiç olmadığı kadar net. Bu yol, artan uluslararası tanınma, ayrıntılı planlar ve reformlara yönelik ciddi taahhütlerle şekilleniyor. Ancak bu yol, kan ve betonla, gözlerimizin önünde, her an siliniyor. Artık uluslararası toplumun, açıklamalarının sadece sözde kalmayıp eyleme dönüşen bir taahhüt olduğunu kanıtlama sorumluluğu tamamen kendisine ait. İki devletli çözüm bugün son nefesini veriyor ve ancak kararlı ve acil bir müdahaleyle kurtarılabilir.