Fransa-İran ilişkilerinin seyri

Charlie Hebdo’nun karikatürleri, Paris ve Tahran arasında şiddetli bir krize yol açtı.

Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
TT

Fransa-İran ilişkilerinin seyri

Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.

Eski Fransız Büyükelçi Maurice Gourdault-Montagne, ‘Diğerleri Bizim Gibi Düşünmüyor’ adlı son kitabında eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in ‘dostu’ olan dönemin Fransa Başbakanı Jacques Chirac’ı arayarak, Paris’in İranlı bir siyasi mülteciyi topraklarında kabul etmeye hazır olup olmadığını sorduğunu aktardı. Bu kişi, Saddam’ın kurtulmaya çalıştığı Humeyni’ydi.
Chirac, yanıt vermeden önce Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’e danıştı. Chirac bu fikre sıcak bakmazken Valery Giscard ise Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin çökmesi ve din adamlarının iktidara gelmesi durumunda, bu fikri memnuniyetle karşıladı. Zira Fransa, yeni rejimle birlikte ayrıcalıklı bir konuma sahip olacaktı. Valery Giscard, yaklaşımına sadık kaldı. Öyle ki Humeyni, 10 Ekim 1978 tarihinde Paris Havaalanı’na indi ve turist vizesi ile Fransa topraklarına girdi. Havaalanından Paris’e birkaç kilometre uzaklıktaki sakin Neauphle-le-Château köyündeki rahat bir eve taşındı. Humeyni, siyasi faaliyetlerde bulunmama sözüne rağmen konuşmalarının kayıtlarını kullanarak Şah’a karşı İranlıları bir araya toplamak için Fransa’da bulunmasından faydalandı.
Neauphle-le-Château’da başta filozof Michel Foucault olmak üzere entelektüel ve felsefi seçkinler, onun etrafında toplandı. Humeyni, Fransa’da sadece 117 gün kaldı. Ardından Fransız hükümetinin kiraladığı Air France uçağıyla Tahran’a hareket etti ve kanlı gösteriler sayesinden Şah’ın ülkesinden ayrılmasının ardından iktidara geldi. Fransa Cumhurbaşkanı, Tahran’ı ziyaret etmeyi planladı ancak bu ziyaret gerçekleşmedi. Diğer yandan iki ülke arasında yakın ilişkiler vardı. Ancak yeni rejim dişlerini gösterdikten ve Şah’ın uyguladığı baskının yerine başka ve daha şiddetli bir baskı ortaya koyduktan sonra bu ilişki hızla kötüleşmeye başladı.
Paris-Tahran ilişkisini zehirleyen konular mevcut. Bunların başında ‘Eurodif’ geliyor. Ülkesinde bir nükleer sanayi hayali kuran İran Şahı, 1974 yılında Fransa ile nükleer reaktör ve tesisler edinmeye dayalı büyük bir işbirliği sözleşmesi ve yüzde 25 hissedar olarak girdiği Eurodif’e bir milyar dolarlık kredi sağlayarak uranyum zenginleştirme sözleşmesi imzaladı. Bu bağlamda zenginleştirilmiş uranyumun yalnızca yüzde 10’unu almasına izin verilecekti. Ancak iktidardaki Humeyni, İran’ın uranyum payını almasını talep ederek birinci sözleşmeyi bozdu ve ikinci sözleşmeye bağlı kaldı. Ve Paris talebi reddettiği için 1 milyar doların iadesini talep etti. Fransa da yasal argümanlar ve gerekçelerle bunu reddetti.
Neticede iki ülke arasındaki iş birliği sayfası hızla kapandı, hukuki ve siyasi anlaşmazlıklara girildi. İki taraf arasındaki anlaşmazlıkları körükleyen şey, Paris’in Humeyni rejimi muhaliflerinin kendi topraklarına sığınmasını sağlamakta gecikmemesiydi. Şah döneminin son başbakanı Şapur Bahtiyar da Fransa’ya geldi. Ardından İslam Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Ebul Hasan Beni Sadr, daha sonra ‘Halkın Mücahitleri Örgütü’ lideri Mesud Recavi ve partideki birçok yoldaşı ve destekçisi de ona katıldı.

Birinci Körfez Savaşı
Paris yönetimi, İran-Irak Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte kendisine Mirage 1 ve Super Etendard uçakları da dahil olmak üzere gelişmiş silahların çoğunu sağlayan Bağdat’ın yanında yer aldı. Nitekim bir dizi Fransız savaş uçağının, mürettebatıyla birlikte Bağdat’a geldiğini söyleyenler var. İran’ın yanıtı, Fransız vatandaşlarını ve Fransız çıkarlarını hedef alarak geldi. 1985 - 1986 yılları arasında Lübnan’da 13 Fransız vatandaşı gözaltına alındı. Paris’e sunulan taleplerden biri de 1 milyar doların serbest bırakılmasıydı.
Fransa’da yurt dışında Fransa’ya yönelik terörist eylemleriyle paralel olarak 1986’da ve sonrasında, özellikle de Paris’te, terör eylemleri tekrarlandı. Operasyonların bir kısmı, Fransız hükümetine Irak’ı desteklediği Ortadoğu politikasını değiştirmesi için baskı yapmayı amaçlıyordu. Ayrıca İran vatandaşı Vahid Gorji’nin Fransa’dan ayrılmasına izin verilmesi gibi özel bir amaç da vardı. Gorji, resmi olarak Paris’teki İran Büyükelçiliği’nde tercüman olarak çalışıyordu. Ancak aslında İran istihbaratının bir ajanıydı ve bunu kanıtlayan belgeler Fransız yargısının elindeydi. Yargı tarafından sorgulanmaya çalışıldığında İran Büyükelçiliği’ne sığındı ve bu durum, Fransız güvenlik güçlerinin onu gözetim altına almasına yol açtı. Tahran’ın yanıtı Fransa Büyükelçiliği’ninkine benzerdi. İki taraf arasındaki gerilim 1987 yazında diplomatik ilişkileri koparma noktasına kadar ulaştı. İki taraf arasındaki gizli temaslar, paralel adımlar üzerinde anlaşmaya varmayı başardı. Bu adımlar, Gorji’nin Paris’ten ayrılmasına izin verilmesi ve ardından kasım ayında Beyrut’taki bir Fransız vatandaşının serbest bırakılması karşılığında Tahran’a ait miktarın üçte birinin serbest bırakılmasıydı. Ertesi ay İran, mevduatından ikinci bir ödeme aldı ve Lübnan’daki geri kalan rehineler ertesi yılın baharında serbest bırakılarak iki taraf arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına izin verildi.
Ancak bu konuların çözülmesi, Tahran’ın göz korkutucu uygulamalarından vazgeçeceği anlamına gelmiyordu. İran Direniş Cephesi Başkanı Şapur Bahtiyar 1991 yazında, Paris’in batısında bulunan Surin banliyösünde suikasta kurban gitti. Saldırıda ayrıca sekreteri de öldürüldü. Bahtiyar’a yönelik ilk suikast girişimi 1980 yılında düzenlenmişti. Saldırıda kendisini koruyan iki polis ve bir Fransız vatandaşı öldürülmüştü. Suikast üç kişi tarafından gerçekleştirildi. İkisi İran’a, üçüncüsü Ali Vakli Rad ise tutuklanıp daha sonra Fransa’ya iade edildiği İsviçre’ye kaçtı. Rad, kendisinin suikast düzenlemekle görevlendirildiğini ve suçun arkasında İran Devrim Muhafızları’nın olduğunu itiraf etti.
Paris ve Tahran arasındaki ilişkiler, Muhammed Hatemi’nin 1997’de cumhurbaşkanlığına gelmesine kadar iyileşmedi. Hatemi, göreve geldiğinde Paris’i ziyaret ederek, dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile bir araya geldi.

Dalgalı ilişkiler
Söz konusu ayrıntılar, Tahran ile büyük bir Avrupa başkenti arasında ‘normal’ ilişkiler kurmanın zorluğunu gösteriyor. Bu ilişkiler, ABD büyükelçiliğinin basılması ve diplomatlarının tutuklanması da dahil olmak üzere Washington ile Tahran arasında olup bitenlerden etkilendi. Ancak 2002’de ABD uydu görüntüleri ile İran’ın bir nükleer program üzerinde çalıştığını ve nükleer bomba elde etmeye çalıştığını öne sürüldüğünde, daha kapsamlı bir kriz baş gösterdi. Paris, Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanlarının Tahran'a ‘ABD olmadan’ üçlü bir ziyaret yapmasını öneren ilk taraftı. Ziyaret gerçekleşti ve sonuçları olumlu oldu. İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile tam iş birliğini kabul etti ve uranyum zenginleştirmeyi durdurmayı kabul edecek kadar ileri gitti. Ancak Mahmud Ahmedinejad’ın 2005’te cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve 2009’da yeniden seçilmesi ve genel olarak Batı, özel olarak da ABD ve İsrail hakkında ateşli açıklamaları, Paris-Tahran ilişkilerini sarstı. Batı-Tahran hattı, 2013 yılında Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesi dışında istikrara tanık olmadı. Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un 2015 yazında Tahran’a yaptığı ‘tarihi’ ziyaret, iki taraf arasında yeni bir sayfa açtı. İran’ın kendisine uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programını sınırlayan 5+1 ülke grubuyla ünlü nükleer anlaşmaya varması, bu ziyarete katkı sağladı.

Nükleer diplomasi ve protestolara destek
Söz konusu anlaşmanın sır olan detayları belli oldu. Paris’in anlaşmayı korumak ve eski ABD Başkanı’nı anlaşmayı bozmamaya zorlamak için oynamaya çalıştığı ‘olumlu’ role, ardından da yeni yaptırımlardan dolayı Tahran'ın uğradığı zararı tazmin edecek bir mekanizma bulmaya çalışmasına rağmen Tahran ile ilişkileri düzelmedi. Bu konu, iki taraf arasındaki en önemli anlaşmazlık konulardan birini oluşturmakta. Öyle ki Paris, İran’ın Viyana’da 2015 anlaşmasını yeniden canlandırma çabalarını bazı değişikliklerle boşa çıkardığını ve Avrupa arabuluculuğundaki çıkmazdan sorumlu olduğunu düşünüyor. Ayrıca Tahran, Paris’in ‘devlet rehinesi’ olarak nitelendirdiği ve ‘derhal’ serbest bırakılmalarını talep ettiği kadın ve erkek 7 Fransız vatandaşını alıkoyuyor. Aynı şekilde Fransa Cumhurbaşkanı’nın dört İranlı kadın aktivisti Elysee Sarayı’nda kabul etmesi, yaptığı açıklamalarda birkaç kez İran’da yaşananları bir ‘devrim’ olarak nitelendirmesi, Fransa’nın yetkililerin uyguladığı körü körüne baskıyı kınaması ve birbirini takip eden idam cezaları, iki taraf arasındaki ilişkileri kızıştırdı. Tabloyu tamamlamak için Tahran’ın Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşında kullandığı silahlı insansız hava araçlarını sağlamadaki rolüne yönelik Fransız eleştirisine atıfta bulunmak gerekiyor. Paris, İran’ın resmi olarak ‘istikrar bozucu’ olarak nitelendirdiği bölgesel politikasını kınamaktan çekinmiyor. Bu durum, Cumhurbaşkanı Macron’un Ürdün’de düzenlenen ‘Bağdat 2’ konferansı vesilesiyle yaptığı konuşmada açıkça görülüyor. Öyle ki Macron, Tahran Dışişleri Bakanı’nın da varlığında İran’ın siyasetini eleştirdi ve Bağdat’ı İran’ın örtüsünden kurtarmaya çalıştı.

Karikatür krizi
Bu kızgın atmosferde mizah dergisi ‘Charlie Hebdo’, geçen çarşamba günü ilan ettiği bir yarışma çerçevesinde İran Dini Lideri Ali Hamaney’in birkaç karikatürünü özel sayısında yayımladı. Yarışma, İran’da 16 Eylül’den bu yana, genç kadın Mahsa Amini’nin ölümünün ardından ateşi körüklemek için düzenlenen protestolara destek olarak gerçekleştirildi ve durum, iki taraf arasında onlarca yıldır görülen en büyük krize neden oldu. Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Fransa’ya doğrudan tehditler savurmakta tereddüt etmedi. Öyle ki ‘bir Fransız dergisinin siyasi ve dini otoriteye karşı başlattığı aşağılayıcı ve yüz kızartıcı eyleminin, kesin ve etkili bir karşılık bulacağını’ vurguladı.

Fransız dergisi ‘Charlie Hebdo’ tarafından İran’daki son protestolara yönelik yayımlanan bir karikatür.
İran Dışişleri Bakanlığı tarafından daha sonra yapılan bir açıklama, Tahran’ın ‘İslam karşıtlığı ve Fransız medyasında ırkçı nefreti teşvik etmesi karşısında ilgili Fransız makamlarının devam eden eylemsizliğini kınadığını’ belirtti. Bakanlık, “İran halkı, Fransız hükümetinin son saldırgan eylemlerde bulunanlardan ve bunları teşvik etmekten sorumlu olanlardan hesap sormasını ve bunların tekrarını önlemesini talep ediyor” ifadeleriyle Fransa’nın alacağı tedbirleri ‘ciddiyetle’ takip edeceğini bildirdi. Paris'e ‘İslamofobi ile ciddi şekilde mücadele edilmesi’ çağrısında bulundu. İran'ın tepkisi, öncelikle karikatürlerin yayınlanmasını protesto etmek için Tahran’daki Fransız Büyükelçisi’ni bakanlığa çağırmak ve ardından İran’da 1983’ten beri var olan Fransız Araştırma Enstitüsü’nü kapatmak oldu.
Ancak Paris’in yanıtı gecikmedi. Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 5 Ocak’ta bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada İran’ın ‘vatandaşlarına şiddet uygulayarak ve Fransızları tutuklayarak kötü politikalar izlediğini’ söyledi. Ayrıca Fransa’yı eleştirmeden önce İran'ın içinde olup bitenlere dikkat etmesini istedi. Colonna, Fransa’da basın özgürlüğüne övgüde bulunarak şu ifadeleri kullandı:
“İran’da olanların aksine Fransa’da basın özgürlüğünün olduğunu ve bunun (özgürlüğün) bağımsız yargı çerçevesinde bir yargıç tarafından denetlendiğini unutmayalım ki bu İran’ın şüphesiz çok iyi bilmediği bir şeydir.”
Bakan, Fransa’nın küfrü suç sayan yasaları olmadığını da sözlerine ekledi. Ayrıca Fransa Dışişleri Bakanlığı, 5 Ocak’ta söz konusu enstitünün kapatıldığı konusunda ‘resmi olarak bilgilendirilmediğini’ belirtirken, ancak kapatılmasının onaylanması halinde bunun ‘üzücü bir eylem’ olacağını vurguladı.
Gerçek şu ki Tahran, Fransa’da yürürlükte olan temel bir ilkeden habersiz; ‘Medya kuruluşları hükümetin emirlerine uymaz ve anayasa ve yasalar onları yetkililerin müdahalesinden korur.’ Dolayısıyla yetkililer, Hz. Muhammed’e hakaret içeren karikatürlerin yayınlanmasını ve yeniden yayınlanmasını engellemek için de daha önce müdahale etmemişti ve son dönemde yaşanan ‘Charlie Hebdo’ olayına da müdahale etmeleri zor olacaktır. Cumhurbaşkanı Macron ve üst düzey bakanları, önceki kriz sırasında ve sonrasında, devletin gazetelerin ve medyanın görüşlerini ve karikatürlerini benimsemediğini ama onları koruması gerektiğini açıkça belirtmişti.



Libya’nın yurtdışında dondurulmuş fonlarının çözülmesine yönelik olası gizli anlaşmalar

Basında yer alan haberlerde Abdulhamid ed-Dibeybe hükümeti ile ABD Başkan Donald Trump'ın yönetiminden yetkililer arasında Libya'nın yurtdışında dondurulan fonlarına ilişkin gizli müzakereler yürütüldüğü belirtiliyor (UBH Başbakanlık Basın Ofisi)
Basında yer alan haberlerde Abdulhamid ed-Dibeybe hükümeti ile ABD Başkan Donald Trump'ın yönetiminden yetkililer arasında Libya'nın yurtdışında dondurulan fonlarına ilişkin gizli müzakereler yürütüldüğü belirtiliyor (UBH Başbakanlık Basın Ofisi)
TT

Libya’nın yurtdışında dondurulmuş fonlarının çözülmesine yönelik olası gizli anlaşmalar

Basında yer alan haberlerde Abdulhamid ed-Dibeybe hükümeti ile ABD Başkan Donald Trump'ın yönetiminden yetkililer arasında Libya'nın yurtdışında dondurulan fonlarına ilişkin gizli müzakereler yürütüldüğü belirtiliyor (UBH Başbakanlık Basın Ofisi)
Basında yer alan haberlerde Abdulhamid ed-Dibeybe hükümeti ile ABD Başkan Donald Trump'ın yönetiminden yetkililer arasında Libya'nın yurtdışında dondurulan fonlarına ilişkin gizli müzakereler yürütüldüğü belirtiliyor (UBH Başbakanlık Basın Ofisi)

Zayed Hediyye

Libya'da Abdulhamid ed-Dibeybe’nin başbakanı olduğu Ulusal Birlik Hükümeti’nin (UBH) son aylarda karşı karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik krizler devam ederken UBH ile ABD yönetimi arasında yapılan anlaşmalara ilişkin uluslararası basında art arda çıkan haberler UBH’nin sıkıntılarını daha da arttırdı. Bu anlaşmalar arasında Washington'da dondurulan Libya fonlarının, ABD'ye bu fonların bir kısmının verilmesi karşılığında çözülmesini amaçlayan bir anlaşma da yer alıyor.

Bu anlaşmanın onaylanması halinde bu hamle, Temsilciler Meclisi'nin (TM) yeni bir bütçe vermeyi reddetmesi ve Libya’nın doğu kampının ABD ve Türkiye gibi Libya sahnesindeki önde gelen ve etkili olan uluslararası tarafların teveccühünü kazanmayı başarması sonucu UBH’nin son dönemde rakiplerine karşı gerilediği ekonomik ve siyasi düzeylerdeki konumunu iyileştirmesine katkı sağlayacak.

Washington için cazip bir anlaşma

Anlaşmanın ayrıntıları, İngiltere merkezli Middle East Eye haber sitesi ve diğer uluslararası basın kaynakları tarafından hazırlanan ve UBH ile Trump yönetiminden yetkililer arasında Libya'nın yurtdışında dondurulan ve 30 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilen fonlarına ilişkin gizli müzakerelerden bahseden bir haberde ortaya çıktı.

Söz konusu habere göre taraflar arasındaki görüşmeler geçtiğimiz nisan ayı sonlarında Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleşti. ABD Başkanı Trump'ın Ortadoğu işlerinden sorumlu kıdemli danışmanı Massad Boulos ile UBH Başbakanı Dibeybe’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı ve kuzeni İbrahim ed-Dibeybe’nin bir araya geldiği görüşmede, Libya'nın, Washington'ın dondurulan fonların çözülmesinde rol oynaması karşılığında, dondurulan fonların bir kısmını belirli ABD kuruluşlarına verme planı ele alındı.

Şarku’l Avsat’ın Middle East Eye'den aktardığı kaynaklara göre plan Trump'ın ekibinin ciddi ilgisini çekmiş ve planın uygulanmasına yönelik mekanizmaların takibi için iç görüşmeler çoktan başladı. Ancak bu durum, bazı tarafların dondurulmuş Libya fonlarını bir sonraki aşamada siyasi olarak değerlendirme niyetleri hakkında soru işaretleri yaratıyor.

Libyalı yetkililerden yalanlama

Öte yandan Libya Yatırım Otoritesi (LIA), fonların serbest bırakılmasına ilişkin olarak basında yer alan haberleri yalanladı. Bu iddiaların doğruluktan yoksun olduğunu ve güvenilir kaynaklara ya da yetkili makamlar tarafından yayınlanan resmi raporlara dayanmadığını vurgulayan LIA, tüm yatırım portföylerinin ve egemen fonlarının Denetim Bürosu ve İdari Kontrol Dairesi gibi yerel kuruluşların yanı sıra akredite sahibi uluslararası denetçiler de dahil olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından periyodik izlemeye tabi tutulduğunu ve hesaplarının uluslararası kabul görmüş yönetişim, açıklama ve şeffaflık standartlarına uygun olarak düzenli olarak gözden geçirildiğini kaydetti.

Libya’dan hamleler

ABD son zamanlarda Libyalı kurumların ve önde gelen resmi şahsiyetlerin Libya’nin ABD bankalarında dondurulmuş fonlarının serbest bırakılmasına yönelik hamleleri için aktif bir arena haline geldi. Libyalı resmi kaynakların tahminlerine göre bu fonlar Libya'nın yurtdışındaki toplam fonlarının yüzde 25'inden fazlasını oluşturuyor ve yaklaşık 200 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.

Bu hamlelerden en öne çıkanı, birkaç gün önce İngiltere merkezli Africa Confidential dergisinin sayfalarında yayınlanan ve Libya Devlet Varlıklarının Geri Kazanımı ve Yönetimi Ofisi (LAROM) eski Başkanı Muhammed el-Menseli'nin ‘çalıntı’ olarak nitelendirilen ve 50 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilen Libya’nın yurtdışındaki fonlarını kurtarmaya yönelik hamlelerinin ardından ABD makamları tarafından tutuklanmasının hangi koşullarda gerçekleştiğinden bahseden tartışmalı bir haberde ortaya çıktı.

Africa Confidential haberinde, Muhammed el-Menseli'nin geçtiğimiz yıl aralık ayında Washington'da Dışişleri, Adalet ve Hazine bakanlıkları yetkilileriyle bir araya geldiğini ve Muammer Kaddafi rejimi tarafından ABD’deki gizli hesaplara kaçırılan paraları Libya'nın geri alma niyetini kendilerine bildirdiğini aktardı. Habere göre Menseli bundan sadece birkaç hafta sonra 7 Ocak'ta izinsiz eylemlerde bulunduğu ve çifte vatandaşlığa sahip olduğu gerekçesiyle tutuklandı.

Libya’nın fonları onlarca yıldır dondurulmuş durumda

Libya'nın yurtdışında dondurulan fonları, 2011 yılında Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesinden bu yana ülkenin karşı karşıya kaldığı en çetrefilli konulardan biri. Zira o tarihten bu yana göreve gelen hiçbir hükümet bu dosyayı yerinden oynatmayı başaramadı. Libya’nın yurtdışındaki fonları, 17 Şubat 2011'deki halk ayaklanmasını bastırmakla suçlanmasının ardından Kaddafi rejimine yaptırım uygulanmasını öngören 1973 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı kapsamında dondurulmuştu.

Libya’nın dondurulmuş fonları, eski rejimin yurtdışında doğrudan veya dolaylı olarak sahip olduğu tüm finansal varlıkları, fonları ve ekonomik kaynakları kapsıyor. Resmi verilere göre yurt dışındaki bankalarda bulunan dondurulmuş fonlar, varlıklar ve tahviller de dahil olmak üzere 200 milyar dolar tutarında olduğu tahmin ediliyor.

Bu fonların yüzde 37’si Avrupa’da, yüzde 33’ü Kuzey Amerika’da, yüzde 23’ü Afrika’da, yüzde 6’sı Ortadoğu’da ve yüzde 1’i Güney Amerika bulunuyor.

Devasa yatırımlar

Dondurulan fonlar arasında şimdiki adı Libya Yatırım Otoritesi olan Libya Yatırım Fonu'na ait yatırımlar da yer alıyor. Libya'nın egemen varlık fonu, ülkenin fazla petrol gelirlerini yönetmek ve yatırım yapmak için 2006 yılında kuruldu. Kaddafi döneminde 100 milyar dolardan fazla kaynak tahsis edilen fon, tarım, emlak, finans, petrol ve gaz gibi çeşitli alanlardaki yatırımları yönetiyor ve gelirlerinin milyarlarca dolar olduğu tahmin ediliyor.

Bazı ülkeler geçtiğimiz yıllar boyunca, Libya'nın dondurulmuş fonlarına, bu fonlardan faydalanmak amacıyla göz dikti. Bazıları yasadışı yollardan ve Libya'ya karşı tazminat davaları açarak bu fonları elde etmeye çalıştı, ancak tüm bu girişimler başarısız oldu.

LIA Direktörü Ali Mahmud Reuters'a yaptığı açıklamada, LIA’nın 70 milyar dolarlık fonlarının aktif yönetiminin on yılı aşkın bir süre sonra ilk kez BMGK tarafından bu yılın sonlarına kadar onaylanmasını beklediğini söyledi. Mahmud, LIA'nın mart ayında sunduğu yatırım planının kasım ya da aralık ayında BMGK tarafından onaylanacağından emin olduğunu da sözlerine ekledi.

LIA’nın dört bölümden oluşan planının ilk bölümünün oldukça basit olduğunu belirten Mahmud, bu bölümde fonların dondurulduğu yıllar boyunca biriken fonların tahvil ödemeleri olarak yeniden yatırılmasının planladığını ifade etti.

Birçok hedef

Bingazi Üniversitesi'nde ekonomi ve siyaset bilimi profesörü olan Ali Cuma, UBH’nin bu olası anlaşmayla sadece bir değil, birkaç hedefe ulaşmayı amaçladığını düşünüyor.

Prof. Cuma, Dibeybe hükümetinin Libya'nın yurtdışındaki fonlarının kontrolünü yeniden ele geçirme çabasının öncelikle ekonomik sıkıntısını çözmeyi ya da hafifletmeyi amaçladığını, zira hükümetin şu anda TM başta olmak üzere çeşitli taraflarca kendisine dayatılan iç siyasi ve mali baskı nedeniyle kamu harcamalarını karşılayamadığını söyledi.

Prof. Cuma, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Bu teklif aynı zamanda ABD ve pragmatik tutumlarıyla tanınan yeni başkanı Donald Trump ile ilişkileri geliştirmeyi ve Libya'nın doğu kampının son haftalarda nispeten başarılı olduğu Washington'a karşı üstünlük sağlama çabalarının önünü kesmeyi amaçlıyor.”

Ancak birçok tarafın bu sızıntıları mali kazançlar karşılığında ulusal egemenliğin bir kısmının teslim edilmesi olarak istismar etmeye çalışacağı için anlaşmanın Dibeybe ve UBH üzerindeki olumsuz etkisi konusunda uyaran Prof. Cuma, Dibeybe hükümetinin bu hamlesinin, dondurulmuş fonların geri alınması ile ulusal egemenliğin korunması arasında bir denge kurma becerisi açısından gerçek bir sınav niteliği taşıdığını, fakat mevcut aşamada bu iki zıt kutbu bir araya getirmenin oldukça zor olduğunu vurguladı.